Farz ve nafile hac ve hac faciaları
Hac mevsimi bitti. Hacılarımız peyderpey geliyorlar. Rabbim gidenlerin haccını kabul buyursun, gidemeyenlere de en kısa zamanda o mübarek yerlere yüz sürmek nasip eylesin.
Peygamberimiz haber veriyor. Usulüne göre hac yapanlar, geçmiş günahlarından kurtulup analarından doğdukları gibi günahsız oluyorlar. Yaptıkları dualar makbul oluyor. Ve mübarek mekanların tesiri, geldikten sonra da hacıların üzerlerinden bir ay boyunca kalkmıyor. Onun için, hacı ziyaretlerini bu bir ay geçmeden yapmalı ve dualarını almalıdır.
Müslüman ne kadar zengin olursa olsun, hac ömürde bir defa farz. Birden fazlası ise nafile; yani gidilirse sevabı var; gidilmezse günahı yok.
Birinci hactan sonra tekrar tekrar hacca gidenler hakkında şöyle deniliyor: “Bir defa hacca gitti; farzı yerine getirdi; tamam. Niçin her sene gidip duruyorlar? Memlekette bu kadar fakir, yoksul ve hizmet varken, habire nafile hacca gitmeye ne lüzum.”
Bunu söyleyenler ekseriyetle hiç hacca gitmeyenler oluyor. İlk gençlik yıllarında biz de böyle söylüyorduk. Ama, o mukaddes yerlerin ancak yaşamakla anlaşılan manevi zevkini tadınca, insanın dili tutuluyor. Tekrar tekrar hacca gidenler hakkında hiç bir şey söylemez oluyor. Zira oraların tadı damağında kalıyor insanın. Artık oraların hayaliyle yaşamaya başlıyor. Ve kendisi de bir daha bir daha gitmek istiyor.
“Memleketimizde başka hizmetler de var; niçin nafile hacca gidip duruluyor?” diyenlerin çoğu haccın lezzetini henüz tatmamış olanlar; farz haccını yaptığı halde yine hacca gidenler ve gitmek isteyenler ise, salim bir düşünceyle değil, oralarda aldığı haz ve lezzetin tesiriyle konuşanlar oluyor…
Öyleyse hangilerinin düşünceleri daha isabetli acaba?
Hazreti Ömer (r.a.) Efendimiz, oraların tesiri hacıların henüz üzerindeyken, haccını tamamlayan hacıları, “Gidin artık, gidin. Haydi haydi!” diye, adeta zorla ve bir an önce memleketlerine gönderirmiş. Bunu şunun için yaparmış: Gevşemeden geldikleri yere gitsinler, gözleri ve gönülleri oralarda kalsın ve hep o mukaddes yerlerin hayaliyle yaşasınlar…
Oralara duyulan aşk ve şevkleri zayıflamış olarak tekrar tekrar hacca gitmektense, o aşk ve şevki ömrü boyunca kalbde taşıyarak farz hacla yetinmek daha iyi olsa gerek.
Evet, büyüklerimiz çokça hac yapmıştır. Mesela İmam-ı Azam hazretleri 55 defa hacca gitmiştir. Ama o bu kadar çok hac yapmış da diğer ibadetleri az yapmış değildir. Mesela her Ramazan ayında 61 kere Kur’an hatmi yapıyordu. Bütün ibadetleri ona göre…
Şunu demek istiyoruz: Biz onlar gibi olamayız. Yani, “İslam büyükleri bol bol nafile hac yapmış; biz niye yapmayalım” diyemeyiz. İmam- ı Azam Hazretleri 55 defa hacca gitmiş ama, hem diğer zamanlarda hem de hac esnasında bütün ibadetlerini eksiksiz, tam ve kamil manada yerine getirmiştir. Biz, yaptığımız nafile hac esnasında bir vakit namazımızı kazaya bıraksak, o hac nafile olmaktan çıkıp haram olur. Sevap kazanalım derken günah kazanılmış olur. Oysa nafile haccı bırakın, farz hac esnasında bile farz namazların kılınamadığı oluyor. Namazı kazaya bırakmak günah değilmiş ve basit bir şeymiş gibi, hacı götürenler, hacılara hemencecik, “Kaza edersiniz canım” diyebiliyorlar. Onlar da buna uyuveriyorlar. Bu, büyük bir vebaldir. Maalesef biz buna defalarla şahit olduk…
Sadede gelelim. Nafile hacta işin doğrusu ne? Nafile hacca gitmeli mi gitmemeli mi?
Şunu unutmamamız icap ediyor.İslamın ilk iki kaynağı Kur’an ve hadisi şeriftir. Daha geniş ifadesiyle İslami ilimlerdir. Bu olmadan İslam bilinmez. Namazın ve haccın, farzın ve nafilenin hükümleri hep İslami ilimlerle bilinir. Dolayısıyla, bu hizmet bütün nafile ibadetlerden önce gelir. Bir memlekette İslami ilimler tam yapılamıyor, bu hizmetle meşgul olanlar maddi sıkıntı çekiyorlar da İslam kitlelere ulaştırılamıyorsa, o memlekette ilk ve zaruri vazife bu hizmetlere destek olmaktır. Bu hizmetlere destek olmak da doğrudan islama hizmettir. İslama hizmet umumi, nafile ibadetler ise şahsidir. Doğru ve yerinde olan, umumi hizmetleri nafile olan şahsi ibadetlerden öne almaktır.
Öbür karaftan, memleketimizde fakir fukara bolluğu olduğu da bir gerçek. Mahalle veya semtimizde ihtiyaçtan kıvranan ve karnını doyurmakta bile zorlananlar varken, onları görmeksizin nafile hac yoluna düşmenin ne derece isabetli olacağını da düşünmek icap etse gerektir.
Birkaç ay önce M. Şevket Eygi Bey anlatmıştı. İlköğretime giden bir çocuk okulda bayılmış. Hastaneye kaldırmışlar. Sonra anlaşılmış ki meğer bu talebe kaç gündür açmış…
Bu insanları da düşünmek lazım. Utandığından ihtiyacını söyleyemeyen ve tanıdığı zengin bir müslümanın nafile hacca gittiğini bilen böyle fakirlerin iç dünyalarında neler olduğunu hissetmeye çalışmak icap etmez mi…
Peygamberimiz’in, “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” hadisini hatırlamakta fayda vardır.
Her ne kadar hadis-i şerifteki “Bizden değildir” ifadesi, “Müslüman değildir” manasına olmayıp “Kamil Müslüman değildir” manasınaysa da, her müslümanın kamil ve olgun bir müslüman olmak isteyeceği açıktır. “Ben o mukaddes yerlerin aşkıyla yanıp tutuşuyorum; fakir fukara beni ilgilendirmez” demek İslam ahlakına uymayacağı için, hiçbir müslümanın böyle düşünmeyeceği zaten ortadadır.
Zengin bir müslüman, “Ben hem İslami hizmetleri destekliyorum, hem de fakir fukaraya gereği gibi yardımda bulunuyorum; başka yerlere seyahata gideceğime nafile hacca gidiyorum” derse, tabii ki ona da söyleyecek bir söz olamaz.
Hactaki facialar
Mina’daki Tünel Faciası, yine Mina’daki çadır yangınları ve kaç defadır şeytan taşlamadaki izdihamlar derken, hacta toplu ölümler artık normal hale geldi. Hacılar bilhassa şeytan taşlamaya, harbe gidiyormuş gibi gidiyorlar. Çünkü, gidipte dönmemek var. Bu seneki faciayı bizzat gören ve gördüklerini bana hadiseden hemen sonra bildiren İkram Turizm’de vazifeli Nurullah Hoca, “kıl payı kurtulduk, biz zar-zor çekildik facia oldu” diyordu. Eğer sıyrılamasalarmış facia onların üzerinde gerçekleşecekmiş…
Değerli okuyucular, bir taraftan nüfusun devamlı artması, bir taraftan da Müslümanların zenginleşmesi sebebiyle, her sene hacı sayısı artıyor. Bu gidişle bundan sonra tavaf esnasında da istenmeyen hadiseler yaşanabilir. Hacta ille de yüzlerce hacının ölmesi şart değildir. Bilhassa hac günlerinin yaklaştığı günlerde tavafta öyle izdiham oluyor ki, tarifi mümkün değil. Buna rağmen, hala bir tedbir gözükmüyor. Başka milletlerin ne yapacaklarını kendileri bilirler. Bizim idarecilerimiz, Diyanetimiz, bazı tedbirler alamaz mı? Mesela hiç olmazsa, kadınların, tavafı gayet sakin olan üst katta yapmalarını temin edemez mi? Hacıları bu cihete yönlendiremez mi?
Tavaf dualarının, -haşa- amigoya uyar gibi bağıra bağıra okunmasının yanlışlığı, Hacer-i Esved’i öpmek için yapılan yanlışlıklar ve benzerleri ise işin diğer ciheti ama onlara yer kalmadı.
Hacılarımızın haccı hacc-ı mebrur olsun. Hacca gidemeyen kardeşlerimize de rabbim gitmek nasip eylesin. Amin…