Ali Eren

MERKEZÎ SİSTEMLE EZAN, VA’Z VE NAMAZ…

Şu anda net söyleyemeyeceğim. Ama 5-6 sene önceydi diyebilirim. 6-7 sene de olabilir. Arşivimde ne zaman olduğunun notu var, bulabilirim ama hangi sene olduğu o kadar mühim değil. Çünkü, -aşağıda da okuyacağınız gibi- mühim olan aşağıda bahsedeceğim meselenin senesi değil, kendisi.

Evet!… Hangi sene idiyse, işte o seneki Ramazan ayında, “Ezanların bundan böyle merkezî sistemle okunacağı” haberi duyulmuştu. Hatta cemâatin hassasiyetini yoklama babında ilk tatbikatı yapıldı da. Bunun üzerine, ilk önce İstanbul Fâtih’te olmak üzere câmi cemaati tarafından derhal itirazlar başladı…

Bunun üzerine, bu tatbikattan hemen vaz geçildi.  Hatta o günün Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı tarafından derhal bir açıklama yapılarak, Diyanet’in böyle bir planı,  projesi ve düşüncesi olmadığı ilan edildi. Açıklamaya göre, bu tatbikat Diyanet’e ait değildi, Diyanet’e mal edilemezdi. Ama bakın sonra ne oldu?

Bu açıklama üzerine, câmi cemaatinin itirazları kesildi ve ezanlar eskisi gibi okunmaya başlandı. O gündür bu gündür de İstanbul’da ezanlar bilindiği şekilde okunmaya devam ediyor. O senelerde Türkiye genelinde de durum aynıydı. Yani her câminin ezanını o caminin müezzini okuyordu.

Devam edelim.

Yukarıda da söylediğimiz gibi, başkan yardımcısı seviyesinde yapılan bir açıklamayla, önce cemâatın itirazı kesildi. İstanbullular artık işlerine güçlerine bakmaya başladılar. Tabii ki Türkiye’nin diğer kısımlarında neler olduğunu takip edecek değillerdi, etmediler de.

Etmediler ama diğer yerlerde durum nasıldı ve nasıl oldu?

Şöyle oldu: İlk itirazlar kesildikten sonra, ezanın merkezî sistemle okunması, fincancı katırlarını ürkütmeden, sessiz sedasız tatbik edilmeye başlandı.

Ama nerede?

Tabii ki İstanbul’da değil. Anadolu’da…

Acaba, İstanbul halkı diğer yerlerdekilere göre daha hassas gözüktüğü için mi İstanbul’da bu tatbikata geçilmedi? Onu bilmiyoruz. Ama bildiğimiz şu:

O gündür bu gündür, senelerdir ezanlar Anadolu’da merkezî sistemle okunup duruyor.

Bu noktada, “Ezanların merkezî sistemle okunmasının doğru olup olmadığı” meselesine ve bu tatbikata niçin böyle bir usulle girildiğini sormuyorum. Ama hakkım varsa şunu soruyorum:

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısına o açıklama niçin yaptırılmıştı?

O açıklama nerede kaldı?

Hani Diyanet’in böyle bir projesi yoktu?..

Bu soruyu soran tek kişi elbette ben değilim. Onun için bunun cevabının verilmesi icap eder.

Merkezî sistemle ezan okutma işi şöyle yapılıyor:

Vilâyet ve kazâlarda câmiler hoparlör sistemiyle birbirine bağlanmış, tek bir yerde okunan ezan bütün minârelerden verilerek tek müezzinin okuduğu ezanla, ezan meselesi halledilmiş oluyor…

Oluyor diyoruz ama, acaba oluyor mu? İşte esas mesele bu…

İslâmın şiârı/alâmeti olan ezan, vâcib derecesinde kuvvetli bir sünnettir. Ezan hakkında, fıkıh kitaplarımızda ayrı bahis var. Ezan okunmasıyla ilgili bazı şartlar var. Şartlardan biri de ezanı cansız/ teknolojik âletlerin değil insanların okumasıdır. Usulüne göre okunmayan ezanın yeniden okunması icap ediyor.

Tam bu noktada ortaya şöyle bir soru çıkıyor: Hoparlörle başka mekanlara duyurulan ezan, merkezdeki müezzinin okuduğu ezan mıdır yoksa âletin çıkardığı bir ses midir?

Buna cevap verecek olanlar elbette ki meselenin teknik mütehassıslarıdır. Onların verdikleri bilgi de şöyle:

Hoparlörle duyurulan ses, müezzinin sesi değil, mikrofon vasıtasıyla meydana gelen elektromanyetik dalganın, iletici kabloyla hoparlöre vardıktan sonra, ondaki ses çıkaran parçayı titreterek meydana gelen yeni başka bir sestir. Asıl sese çok benzemesine rağmen, müezzinin sesi değil âletin çıkardığı bir sestir.

Çünkü bu ses, elektromanyetik dalganın, alıcıda, aynı frekansla oluşturduğu bir rezonanstır. Rezonans, bir dalganın alıcıyı titreterek harekete geçirmesidir.

Radyo, televizyon gibi telsiz elektronik cihazlarda, verici mikrofondan havaya yayılan elektromanyetik dalga alınarak aynı frekansta bir ses hasıl olmaktadır. Bu ses, müezzinin sesi olmayıp hoparlörün madenî levhasından titreşim neticesinde meydana gelmektedir. Öncesi sese tıpatıp benzemektedir fakat tamamen ayrı bir sestir.

Ses iletişim sisteminin çalışması özet olarak şöyle tarif edilebilir:

Bu iş için üç âlet kullanılır: Mikrofon, Amplifikatör, (Yükseltici) Hoparlör.

Duyulması zor olan veya büyük topluluklara ulaştırılması gereken yerlerde kullanılan sistemin çalışması için önce mikrofona ihtiyaç vardır. Bahsettiğimiz bu âlet, içerisinde kondansatör plaka diye tabir ettiğimiz iki plakanın, gelen sesin şiddetine göre titreşimi neticesi meydana gelen sesin elektrik enerjisine dönüşmesiyle görevini tamamlar. Daha sonra elektrik enerjisine dönüşen ses, amplifikatör (yükseltici) dediğimiz âlet tarafından yükseltilerek dinleyiciye ulaştırılmak üzere hoparlöre gönderilir.

Mikrofonun aksi istikametinde bir çalışmaya sahip olan hoparlör ise elektrik enerjisinin içerisinde mabrem diye tabir ettiğimiz iki kâğıt levhanın titreşimi ile sese dönüşür.

Bunların hepsi aynı anda ve çok kısa zamanda elektrik hızıyla meydana gelir.

Buradaki mabremlerin titreşimi, gelen ses şiddetine göre değişir. Hatta kapasitesinin üzerinde gelen enerji, âletin bozulmasına sebebiyet verebilir.

İlk yani orijinal sesin, doğrudan veya değişik ve dolaylı şekilde duyulup duyulmadığı sorusunun cevabı ise şu sıralamadadır:

Önce konuşulan ses, sonra enerjiye dönüşen ses, sonra duyulan ses…

Görüldüğü gibi, ilk ses, hoparlörden duyulduğunda  aynen aslı gibiyse de aynı ses değildir. Önce  değişip enerjiye dönüşmektedir.

Fıkıh kitaplarımızda, aks-i sadâdan bahsedilir. Aks-i sadâya Türkçede sesin yankı yapması, veya ses yankılanması diyoruz. Yankı, sesin uzaktaki bir yere çarparak geri dönmesidir. Ses, çarptığı yeri titreterek, benzer bir ses olarak geri döner ve tekrar duyulur.

İşte bu ses asıl ses değildir. Sadece, ses dalgası çarpıp geri dönmüştür.

Fıkıh kitaplarımıza göre, aks-i sadânın/ses yankılanmasının bir hükmü yoktur. Dolayısıyla o yolla işitilen bir secde âyeti için secde yapmak icap etmez.

Âletlerle meydana getirilen yukarıda bahsettiğimiz şekildeki ses, yani hoparlörden duyulan ezan, aks-i sadâ gibi kabul edildiği takdirde bu sese itibar olunmaması icap ediyor. Yani bu şekilde okunan ezanlar okunmamış oluyor. Âletlerle merkezî sistem olarak verilen ezan sesi, yukarıda izaha çalıştığımızın aksine sesin âlet vasıtasıyla orijinal haliyle nakli ise mesele yok. Fakat, uzmanların söylediğine bakacak olursak, bunun bir ses nakli olarak kabul edilmesi oldukça zor gözükmektedir…

İşi başka bir cihetten ele alalım:

Teknolojik âletler sesi değiştirmiyor da aynısını aktarıyorsa, o zaman bu âletlerin muhafaza ettiği sesler de orijinal sesin aynısı olur. Öyleyse gelin meseleye biraz karikatürize ederek bakalım:

Merkezî ezan için gerekçe şu: “Bütün müezzinlerin sesleri güzel olmadığı için, sesi güzel olan müezzinlere ezanı merkezî sistemle okutturuyoruz.” Öyleyse, en güzel sesli müezzinin sesi âlete bir defa kaydedilip, her zaman banttan millete o duyurdulsun. Nasıl olsa orijinal ses ya…

Efendim bunun bir de merkezî va’z boyutu var. Bir câmiden yapılan va’z, -ezan gibi minarelere değil- bütün câmilere verilerek bütün câmilerde dinlettiriliyor. Vâizlerden tasarruf…

Câmiye giriyorsunuz. Bir va’z sesi var. Oraya bakıyorsunuz, buraya bakıyorsunuz, konuşan şahıs yok. Duvarlara bakarak dinliyorsunuz. Aynen bir teyip dinler gibi…

O zaman va’z da önceden hazırlanabilir. Hoca efendi önce teyibe konuşur, teyip de merkezden bütün câmilere konuşur. Ezanda müezzinden, va’zda da vâizden tasarruf. Ne alâ ne güzel.

Namazları zaten hoparlörlerle kılıyoruz. Yavaştan yavaştan gelin onu da merkezîleştirelim…

Öyle ya! Ezan merkezî, va’z merkezî olduktan sonra namaz niçin merkezî olmasın ki!..

Nasıl mı olacak? Malum ilâhiyatçılarımız ona da bir çözüm getirirler. Meselâ şöyle olabilir:

Haritada gördüğünüz gibi, Türkiye’nin güneydeki en uç yeri Hatay. Zaten Kâbe de güneyde. Ezanı âletle duyurduğumuz gibi yapılabilir. Hatay’da bir imam vazifelendirilir. Bütün Türkiye kıbleye dönerek teknolojiyle o imama uyup namazını kılar… Ezan oluyor da namaz niçin olmasın?

Bu söylediğim çok uçuk gelmesin size. Şu anda zaten bunu kendi başına yapan ilâhiyatçılar var. Bazı televizyonlar Kâbe’de kılınan namazları naklen veriyor ya. Hocamız, İstanbul’dan televizyon vasıtasıyla Mekke’deki imama uyuyor… Olmaz olmaz demeyin; olmaz olmaz…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu