Ahmet ŞimşirgilAli BardakoğluArşivDiyanet

Anglikan papazının kitabı KURAMER’de!

Geçen hafta KURAMER hakkında bir yazı kaleme almış ve bazı meş’um faaliyetleri hakkında bilgi vermiştim. Kur’ân Araştırmaları Merkezi gibi bir kurumun sitesinden yaptığı açıklama ise akıllara zarar idi.
Hiçbir tenkidime cevap vermeyip yazdığım gazeteyi suçlamak nasıl bir akıl tutulmasıdır anlayamadım. Hâlbuki gazetedeki köşemde kendi adımla kaleme aldığım bir yazı idi. Yanlış ve hatalı bir şeyler söyledi isem cevabını verirsiniz. Bütün tenkitlerimi görmezden gelerek tutarsız ve askıda ifadelerle cevap vermeye kalkışmak fikir fukaralığıdır. Hatalarını örtbas etmeye çalışma kurnazlığıdır. KURAMER yetkililerinin kendilerini anlatırken kurduğu cümleye bakınız:
“KURAMER’in ilmî faaliyetleri hakkında sağlıklı bilgi edinmek isteyenler bugüne kadar yüzü aşkın ilim adamının katkısıyla yayımladığımız 40’ın üzerindeki araştırma eserlerine bakabilirler.”
Peki biz ne yaptık? Kendilerinin çevirdiği ve Diyanet stantlarında gururla sundukları bir kitap hakkında fikir belirttik. Kimdir bu kitabın yazarı: İskoç tarihçi, oryantalist, Anglikan papazı ve akademisyen W. Moltgomory Watt.
Watt, bütün oryantalistler gibi sinsi bir İslam düşmanı idi. “Muhammed Mekke’de” adlı kitabında “Putperestlikten Nihai Kopuş” gibi bir başlık atarak hezeyanlarının doruğuna çıkmıştır. Bu başlık altında “Garanik Olayı”na ve şeytan ayetlerine yer vermiş, haşa sanki Hazreti Peygamber bundan önce putlara tapmaktaymış̧ gibi bir imaj oluşturma yolunu tutmuştur. Üstelik Watt, bu olayı putperestlikten kesin bir kopuş olarak bile değil, sadece kopuşun kaçınılmaz olduğunu gösteren bir hadise olarak görmüştür.
Watt, inanılmaz bir biçimde, ilk dönemlerde inen ayetlerin putları inkâr şeklinde gelmediğini, onlara karşı daha yumuşak hitaplarda bulunulduğunu, söz konusu ayetlerde, bu putların Allah’a eş varlıklar değil, ama ondan derece olarak daha alt düzeydeki ortakları olduğu iması bulunduğunu ifade etmiştir.
Yine bu sinsi oryantalist, ilk dönem Kur’ân pasajlarında, Allah’ın tek bir tanrı olduğuna ilişkin bir argümanın bulunmadığını, Hazreti Muhammed’in, İslamiyetin ilk dönemlerinde tıpkı çoğu çağdaşları gibi, Allah’ı “baş tanrı” olarak düşündüğünü söyleyebilme cüretinde bulunmuştur.
Watt’ı anlamak mümkün, zira işi bu. Peki böyle bir İslam düşmanının eserini çeviren ve Diyanet stantlarında satan 29 Mayıs Üniversitesine bağlı KURAMER’e ne diyeceksiniz. Malumunuz şu an KURAMER’in başında Diyanet eski başkanlarından Ali Bardakoğlu Bey bulunmaktadır. Onlarca ilahiyatçı burada yer almaktadır. Acaba KURAMER’de yer alan ilahiyatçılardan bir tanesinin, Watt’ın bu alçakça kitabına yorum yaptığı görülmüş müdür?
Elbette Watt’ın saldırıları burada bitmiyor. Geçen hafta da bir kısmını belirtmiştim. En önemlisi de Peygamber efendimizin beşerden bir öğretmeninin bulunabileceği ve Kur’ân’ı bu öğretmeninden aldığı bilgilerle doldurduğu şeklindeki hezeyanları idi. Bu ifadesiyle İslam inancını ve Kur’ân-ı kerimin ilahi olduğu gerçeğini bütünüyle iptal ediyordu.
KURAMER’in benim yazımda belirttiğim bu sözlerime nedense hiç cevabı olmadı. Görmemezlikten geldi. Sitesinde duran gülünç açıklamasını ibret-i âlem için okuyabilirsiniz.
Peki KURAMER’in asıl gayesi bu mu idi? Geliniz eski Diyanet Başkanı ve şimdi KURAMER’i yöneten Ali Bardakoğlu’nun internette dolaşan şu açıklamalarına kulak verelim. Gençleri nerelere götürmekte olduklarını görelim: 
“KURAMER, akademik çalışma yapacak gençlerimiz için önemli bir imkân sunacak.
Hem yurt dışında Kur’ân araştırmaları alanında ilerlemek isteyenlere destek verecek, hem de dünyada yapılmış bu alandaki çalışmaları sizin ayağınıza, bilgisayar ekranınıza getirecek. Artık size bunlar üzerinde çalışma, fikir yürütme, analiz yapma ve sonuçlar çıkarma kalacak. Değerli gençler, Kur’ân araştırmaları merkezi sadece bir fikrin, bir düşüncenin öne çıkması için değil, Kur’ân-ı kerim alanında kimin hangi akademik çalışması varsa, hangi birikimi varsa, onu meydana getirmesi, onu ortaya koyması ve onu kamuoyuna paylaşması için kurulmuş bir merkezdir. Yani bir tek hakikatçi bir merkez değildir.”
 
Oryantalistlerin bizdeki devamı…
 
KURAMER’in ne olduğunu başkanı açıkça ortaya koymuyor mu? Bu açıklamaya göre Kur’ân Araştırmaları Merkezi tek hakikatçi bir merkez olmuyor. Tek hakikati kabul etmiyor! Başka hakikatler de var. W. Montgomery Watt’ı da okuyunuz. Emile Dermenghem, Brockelmann, Rodinson, Voltaire, Dante, Gustav Weil, Nöldeke, Pavet vs oryantalistlerden de istifade ediniz. Fikirlerinden alınız. Onların hakikatlerine muttali olunuz. Siz gidemezseniz merak buyurmayın biz onların görüş ve düşüncelerini size sunmaya hazırız. Siz yeter ki kabul ediniz, demiş olmuyorlar mı?
Peki KURAMER, Müslüman evlatlarına, bu azılı İslam düşmanlarının fikirlerini kimin parası ile aşılamaktadır. Türkiye Diyanet Vakfı. İşte üzerinde derin derin analizler yapılması gereken bir durum. Yarının İslam üzerine araştırma yapacak gençleri, bu zihniyet içerisinde nereye gelecektir. Örneği var!
İşte bunlardan etkilenerek tarihselci bir bakış açısına düşen ve bugün bir ilahiyat fakültemizde dersler veren Mustafa Öztürk’ün geldiği noktayı biliyorsunuz.
O, 17.11.2018 tarihli Karar gazetesinde “Şövalye ruhlu birey olmak ve sürüye katılmak” başlıklı bir yazı kaleme almıştı.
Sürü diye bahsettiği elbette bizim köklerimizde geçmişimizde yer alan tarikat ve cemaat gibi oluşumları tenkitti. O, bu noktada Batı’nın içimize cemaat diyerek soktuğu hain oluşumları kastetmiyordu. Ehl-i sünnet cemaatleri kastediyordu. Ona göre:
“Bunlar tek başına hak arayamaz. Kendi aklı ve fikri doğrultusunda söz söyleyip görüş beyan edemez. Daima bir gruba, cemaate, tarikata, şeyhe ittiba ihtiyacı duyar. Mutlaka bir referans mercii peşinde koşar. En büyük korkusu kendi sürüsünü kaybetmektir. Aradığı huzuru sürüsünde bulur. Sürü başı ne derse ve nereye giderse ona razı olur. Sürüsüyle yürür, sürüsüyle büyür. Sürüsüyle kükrer, vurur, kırar, döker. Ezberlerinin bozulmasını sevmez. Alışılmışın dışına çıkmak kendisini ürkütür. Ben oturayım, birileri benim yerime arayıp bulsun, getirsin ister. Sürüye katılanın en iyi bildiği iş gayba taş atmaktır.”
Buna karşılık Öztürk’ün Batı toplumlarının simgesi hâline gelmiş şövalye hakkındaki tanımlamasına ise dikkat ediniz:
“Şövalye ruhluluk onur ve ilkeli yaşam demektir. Şövalye ruhluluk akıl ve vicdanla hareket eden irade gücü ve özgürlük demektir. Asil, adil ve anlamlı bir hayat sürmek insanı şövalye ruhlu kılar. Tek başınalık, tevazu, şükran, onur, dostluk, sadakat, dürüstlük, cesaret, adalet, cömertlik, disiplin, adanmışlık, inanç, şükran ve sevgi…. İşte bütün bunlar şövalye ruhluluğun temel vasıflarıdır.” 
Böylece şövalyeliği seçen Mustafa Öztürk artık savaşını aynen oryantalistler gibi İslam’ın temel akidelerine yöneltecektir.
Kur’ân-ı kerimin gelmesi ile gelmemesi arasında fark görmeyecektir. Hatta gelmese daha iyi olurdu zira hiçbir şey değişmedi diyebilecektir.
Kur’ân-ı kerimdeki kıssaların Hazreti Peygamber tarafından konulduğunu iddia edebilecektir.
İ’la-yı kelimetullah davasını inkar edecektir. “Cihad ile ilgili ayetler Cenabıhakk’ın dili olamaz” diyerek oryantalistlerden daha ötelere geçebilecektir.
Viyana kuşatmasında ulvi ve İslami bir yönü yoktur safsatasını ortaya atabilecektir.
Bunları savunanlara karşı ise cevabı hazırdır:
“O zaman karşı tarafın işgal hareketlerine de fetih tanımlaması yapmak gerekir”
İlahiyat fakültelerinde eğitim alan gençlerimizin ve yarınlarda ders verecek akademisyenlerinin nasıl bir cenderede olduğunu düşünürsek galiba tek bir şey kalıyor!
Ya Rabbi İslam’ı ve Müslümanları oryantalistlerden ve onların maşalarından muhafaza eyle!

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu