Yeni Şiîleştirme faaliyetlerine dikkat!..
Bazı şiî propagandistlerine göre Hazreti Peygamber’i Hayber’de yahudi kadın değil Hazreti Ömer ve Hazreti Ebûbekir zehirlemiştir.
Şiîler, Kudüs’ün iki fâtihi olan Hazreti Ömer ve Selahaddin Eyyûbî’yi “Kâtilü’l müslimîn/Müslümanların katili” olarak anarlar.
Kudüs onlar açısından hiç önemli değildir. Hatta bir kısım oryantalist ve yahudi yazarlar Mescid-i Aksâ’nın Kudüs’te olup olmadığı ile alâkalı ortaya attıkları şüpheleri, Şiî müellif ve müfessirlere borçludurlar.
Şiî müellif ve müfesirlere göre, Hazreti Ömer Kudüs’ü fethettiğinde burada Mescid yoktu. Dolayısıyla Mescid-i Aksâ Kudüs’te değil semâdadır. (Eş-Şia ve’l Mescidu’l Aksa, s. 5, Tarık Ahmed Hicazi)
Şiî ulemâsından Cafer Murtezâ el Âmilî, “El Mescidu’l Aksa eyne?/Mescid-i Aksâ nerede” adlı eserinde açıkça, “Mescid-i Aksa’nın Filistin’de olmadığını aksine semada oluğunu” ileri sürmektedir. Feyz Kaşânî’nin Tefsiru’s Sâfî‘si de aynı iddiaya yer verir. Ayâşî ve Bahrânî gibi tanınmış Şiî müfessirlerin görüşleri de aynı doğrultudadır.
Dolayısıyla İran’ın Kudüs üzerindeki hesabı ideolojik değil nufuz ve yayılma planlarının bir aracıdır. Hesapları, Mezhebî nüfuz gayesi taşımaktadır. Muhammed Bakır Harrâzî’nin şu söylediklerine bakın: “Filistin halkı Ehl-i Beyt (şiîlik) mezhebini benimsemedikçe onunla İsrail arasında bir fark yoktur…”
***
İmam-ı Azam Ebû Hanife Rahmetullâhi Aleyh Hazretleri, hem İran asıllı hem de Cafer-i Sadık Hazretleri’nin talebesi olmasına rağmen, tarih boyunca Şiîlerin sözlü saldırılarından kurtulamamıştır. Hatta İran’ın Irak istilâcıları Bağdat’a girdiklerinde, ilk işleri Ebû Hanife Camii’ni yıkmak olmuştur.
Zamanımıza gelelim… İran güçleri, daha yeni 27 Ağustos (2008) tarihinde bu defa da İran’ın Belucistan/Sistan bölgesinde Zabil şehrindeki Ebû Hanife Camii’ni ve Kur’an kursundan müteşekkil külliyesini yerle bir etmişler, içindeki mushafları tartaklamışlar ve mukaddesata hürmetsizlik göstermişlerdir. Beşşar Esad’ın cellatlarının Saydnaya’da yaptığını onlar Ebû Hanife külliyesinde icra etmişlerdir.
İran’da iş câmi yıkmakla da kalmadı. Belucistan’da Sünniî ulemâ arasında büyük bir tutuklama kampanyasına girişildi. Sınır kenti Zahedan’da da İran Muhaberâtı (İttelaat) Şeyh Muhammed Yusuf’un evini basarak kendisini tutukladı.
16/9/2008 tarihli Müfekkiretü’l İslam’ın yazdığına göre, sünni vekiller Sultanahmed’de namaz kılan Ahmedi Nejad’a bir mektup göndererek sorumlularının cezalandırılmasını istediler.
***
Körfez ülkeleri, günümüzde hem İran’ın teşeyyu’/şiîleştirme faaliyetleriyle hem de başka tehlikelerle karşı karşıyadır. Nâsır Duveyle adlı Kuveytli bir vekil, Kuveyt’te işci kılığı altında, İran’a bağlı 25 bin civarında Kudüs Tugayı mensubunun bulunduğunu ve vakti gelince ülkeyi istikrarsızlaştırmak için ortaya çıkmalarının sürpriz olmayacağını söylüyor. (Es Siyase gazetesi, 13/09/2008)
İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Menuçehr Muhammedî de Körfez’deki kraliyetlerin yıkılmasının an meselesi olduğunu söylemiştir.
25 yıl İran’da eğitim gördükten sonra Irak’a intikal eden Faylak-ı Bedir/Bedir Tugayları’nın, Irak’ın devlet olarak Şiîleşmesi ve İran’ın eline düşmesi için neler yaptıkları biliniyor.
***
İttihâd-ı Ulemâ-i Müslimîn / Müslüman Âlimler Birliği başkanı Yusuf El-Kardâvî, geçmişte Hasan Nasrallah’ın, “Mutaassıp bir Şiî” olduğunu söylemişti. O zaman onun bu sözü kulak ardı edildi. Bu sefer, Eylül ayı ortalarında El Mısri El Yevm gazetesine yaptığı açıklamada, “Şiîlerin, sünnî çevrelerde takiyye yoluyla sünnîleri şiîleştirme faaliyetlerine girişerek bu kesime girme gayretlerinden bahsetti ve bunun bir fitne olduğunu” söyledi.
1980’lerde Said Havva da sünnî kesimi bu konuda uyarmış fakat İran etkisindeki bazı kimseler onu “Mezhebçilik fitnesi” yapmakla suçlamışlar ve bu haklı uyarılar küllenip gitmişti. Yusuf Kardâvî’nin şimdiki ikazı da Said Havva’nınki gibi boşa gitmemeli.
Şiîleştirme gayretleri gerçi akâmete uğramaya mahkum da önemli olan zararı asgari seviyede savmak. Bu da ancak şiîlik dâiliğine karşı uyanık olmakla mümkün.
***
İran’ın teşeyyu’/şiîleştirme faaliyetleri tuzağının farkında olmayan birçok sünnî genç, şiîlere kolay av olmaya müsait. Çünkü İran, kurnazlık yaparak Filistin’i tutar gözüküyor. Devamlı Filistin kozunu ileri sürerek bunu şiîleştirme faaliyetinde kullanıyor. Çünkü, Filistin meselesi olmasa sünniler ile şiîler arasında neredeyse ortak başka mesele kalmayacak. İran’ın sürekli olarak Filistin meselesini canlı tutmasının sebebi bu.
Kardâvî’nin El-Mısri el Yevm gazetesine yaptığı açıklama, bazı mutaassıp Şiilerin aklını başından aldı ve koro halinde saldırıya geçtiler. Kardâvî’yi beynelmilel masonluğun ve Siyonizmin uşağı olarak damgaladılar. Âdetleri hep budur zaten. Takiyye veya mal mülkle ayartamadıklarını iftira kampanyalarıyla yıpratır ve pişman ederler.
İran’ın şiî Mehr Ajansı, Kardâvî’yi hahamların ağzıyla konuşmakla suçladı. Yazarlarından Hasanzâde ise, İsrail’e karşı Hizbullah zaferinin bir Ehl-i Beyt mûcizesi olduğunu ileri sürdü ve Kardâvî hakkında ağıza alınmayacak iftira dolu bir makale kaleme aldı. Keza Sünnî dünyada Şiîliğe ilginin sebebinin, İran rejiminin zâlimlerle başa çıkması ve Hizbullah’ın İsrail karşısındaki zaferi olduğunu, buna mukabil İsrail karşısında Sünnîlerin nal topladığını ileri sürdü. Fakat bu, Müslüman Âlimler Birliği‘nde Kardâvî’nin yardımcılarından ve şiî olan Teshîrî’yi bir mânâda tekzibtir. Çünkü, Teshîrî şiîleştirme iddialarını reddederken Hasanzâde kabul ediyor.
Şiîlerin, İran merkezli koro halinde saldırılarına mukabil, Râşid Gannûşî de Yusuf Kardâvî’ye sahip çıktı. Mehr ajansından Hasanzâde’nin saldırılarına karşı şunları söyledi: “Lübnan’da Hizbullah’ın zaferini Ehl-i Beyt mucizesi olarak değerlendiren çevreler bu zaferden sonra Şii yayılmacılığının önüne çıkanları Siyonizmin uşağı olarak suçlamaktadırlar. Dolayısıyla Şii yayılmacılığına temas edenler ve buna karşı çıkanlar fitne çıkarmaktan öte israil’e arka çıkmış oluyorlar… Daha yalın ifade edecek olursak, mezheplerine sahip çıkan Sünnîler toptan Siyonist ve Mason uşağı olmuş oluyorlar”. (Hepimiz Yusuf Kardâvî’yiz, Râşid Gannûşî, 18/09/2008, l-Cezire)
Gannûşi’ye göre, Şia’nın en büyük çıkmazı sevgi ve nefretteki ölçüsüzlüğü ve aşırılığıdır. Başlarda İran devrimine sahip çıkan Gannûşî ancak 30 yıl sonra gerçekleri görebilmiştir.
Yol yakınken biz de aklımızı başımıza devşirelim; Gannûşî gibi gerçekleri görebilmek için 30 yıl beklemeyelim.
Gannûşî, İran’ın adamı olmak ve rejimi değiştirmeye çalışmak suçlarından Burgiba idaresi altında 1987 yılında yargılanmış ve eziyet çekmiştir. Bundan dolayı pişman da değildir. Ancak 30 yıl sonra İran’ı gerçek veçhesiyle görebilmiştir. İran’a arabulucuk için giden Müslüman Alimler Birliği heyetinde yer almasına rağmen Tunus’un isteği üzerine İran kendisine vize vermemiştir.
Mehr Ajansı, Kardâvî’nin nifak diliyle konuştuğunu ve emirlerin ve kralların sofrasından ayrılmadığını ileri sürüyor. Bu suçlamaya karşı Kardâvî de, ” Münafık olsaydım ve parayla zimmetimi satsaydım İran’ın saçtığı paralara tenezzül ederdim. Şiiliği yaymak için milyarlarca dolar harcıyorlar. Bana da ödül vermek istediler, reddettim” dedi.
Şiî Fadlallah ise Kardâvî’nin şiîleştirme karşısında gösterdiği hassasiyeti misyonerlik karşısında göstermediğini ileri sürdü. Ancak, aynı soru ters çevrilerek Faddallah’a şöyle sorulabilir: Sünnî dünyayı Şiileştirmek için gösterdiğiniz gayreti niçin gayri Müslimleri Şiileştirmek için göstermiyorsunuz ?
Kardâvî sözlerine açıklık getirdi. Şia’nın Ehl-i bidat olduğunu söyledi ve bunun kendi görüşü değil Ehl-i sünnetin icmâ’ı olduğuna dikkat çekti. Şiîliği tekfir edenlere katılmadığını da beyan etti. İran’daki Sünnîlerin maruz kaldıkları zulümleri hatırlattı. 10 yıl önce İran’a gittiğinde ve Hamaney’le görüştüğünde şiîlerin iki meseleye dikkat etmelerini istemişti: a- Sahabîlere sebbetmeyecekler (sövmeyecekler) b- Sünnî dünyada Şiîlik mezhebini yaymaya çalışmayacaklar.
Ama ne oldu bakın… Teshîrî’nin başında bulunduğu şiî ağırlıklı Takrip kurumu, Hartum’da bir şube açmıştı. Bu şube, ‘Sümmehtedeytü/Şiî oldum doğru yolu buldum’ adlı Şiî misyonerlik kitabını Müslümanlar arasında dağıtmaya başladı. Bunun üzerine Hartum yönetimi de büroyu kapatmak zorunda kaldı.
Kardâvî bulunduğu noktada ikazını yapmış oldu. Hatta öyle bir mevkîden yaptı ki kulak ardı etmek adeta imkansız. Çünkü, Müslüman Alimler Birliği‘nde, İran’da Takrip Kurumu’nun Genel Sekreteri Âyetullah Teshîrî ve Fadlallah gibi isimlerle sürekli beraberler. Bu diyalog ortamına ve yakın temasta olmasına rağmen bu uyarıyı yapıyorsa, bunu ciddiye almak ve dinleyip icabet etmek icap eder. Kardâvî’nin bildirdiğine göre Hizbullah Genel Sekreteri mutassıp bir şiidir.
Dâi’l İslam Şehhal da El Cezire Kanalı’na yaptığı değerlendirmede Hizbullah taraftarlarının sahâbilere sistematik olarak sebbettiklerini (sövdüklerini) ve aleyhlerinde bulunduklarını ifade etmiştir. Bunlar birinci elden şahitlerin söyledikleridir.
Yusuf Kardâvî, 10/09/2008 tarihli Kuveyt Er-Re’y gazetesi’nin haberine göre, El Mısri el Yevm‘e yaptığı değerlendirmede, Şiî yayılmacılığının tehlikesine dikkat çekmiş, Şiîleştirme dalgalarının Sünnî dünyayı işgale yeltendiğini ve bunun behemehal durdurulması gerektiğini ifade etmiş ve artan bu tehlike karşısında Müslüman alimleri dayanışmaya çağırmıştır. Sünnî toplumda Şiî yayılmacılığın önünün açık olduğuna ve kitlelerin bu propaganda mekanizması ve kampanyalara karşı yeteri kadar bilgili ve şuurlu olmadıklarına da işaret etmiştir.
Kardâvî, bu târihî konuşmasında bilinen ama pek fazla dile getirilmeyen bir gerçeği de ifade etmiştir. O gerçek şudur:
“Şiiler Müslüman ve ehli kıble dahi olsalar ehl-i bidat bir fırkadırlar. Hiçbir sûrette Sünni mezheplerle eşit addedilemezler.”
Kardâvî ezcümle şunları söylemektedir :” Bizler Şii işgaline karşı halkı uyandıramadık. Bazı kayıtlar elimizi kolumuzu bağladı. Hep şunu söyledik . Fitneden uzak kalın. Müslümanların birlik ve beraberliğini öne alın diyerek Sünni alimlerin elini kolunu bağladık…”
Tehlikenin büyüklüğünü geç fark eden Kardâvî buna şu sözleriyle vurguda bulunuyor :
“Selahaddin Eyyûbî’den 20 yıl öncesine kadar bir tek Mısırlı bile şiileştirilememiştir. Ama şimdi durum tersine dönmüştür. Şiiler sahip olduğu kanallar ve gazeteler vasıtasıyla kitlelere ulaşıyorlar ve gece gündüz mezheplerinin dâiliğini yapıyorlar. Takiyye yaparak zemini yumuşatıyorlar, Sünnîlerin içine sızıyorlar. Sünnî toplumlar mutlaka Şiî propaganda ve işgalinden korunmalıdır..”
İran ve Tunus rejimleri, “Şiî oldum doğru yolu buldum” diyen Muhammet Tîcânî Semâvî Tunûsî’nin Tunus’ta, Cem’iyyetü Eh’li’l Beyt adı altında şiîleştirme faaliyetleri yürütmesi noktasında anlaşmışlardır.
Türkiye’de, Selefilik/Vehhâbîlik, daha çok mantıkî gözüken aldatıcı sözlerin câzibesine kapılanlar tarafından benimsenirken, Şiîlik ya Filistin meselesi veya ABD düşmanlığı üzerinden yayılıyor.
Türkiye’de Şiîlikten daha çok, Selefîlik adıyla faaliyet gösteren Vehhâbîlik tehlikesine dikkat çekilmekte. İran, işgal ettiği Sünnî bölgelerde cami düşmanlığı ve sünni camileri yıkmakla Vehhabilik de kabir ve tekke yıkıcılığıyla meşhur. Fakat Selefîliğe/Vehhâbîliğe göre, daha organize olan Şiîlik, günümüzde daha ağır basmaktadır.
Selefîler, Müslümanları tekfirde çok cüretkâr davrandıklarından onların etkileme imkanları daha az. Şiîler ise takiyye yapıp gerçek inançlarını maskelemekte ve Sünnî kitleleri kandırabilmektedirler.
Şiîler, ehl-i beyt ve tasavvuf konularında Sünnîlere Vehhâbîlerden daha kolay yanaşabilmektedirler.