ArşivKemal ÖzerŞia Gerçeği

Siyah cübbenin altındaki…

Şah, Amerikalıların İran’da yargılanmasını engellemeye yönelik baskısı karşısında çaresizdi. Humeyni ise bunu Şah’a karşı saldırı malzemesi yaptı. Şah, 4 Kasım 1964’de Humeyni’yi Türkiye’ye sürgün etti. Peki, Türkiye neden kabul etti? Burası muamma! Bursa Çekirge’de başlayan sürgünün ilginç ziyaretçilerinden biri, o gün açısından sıradan bir imam veya vaiz zannedilen ve sadece 22 yaşındaki askerliğini yeni bitirmiş olan F. Gülen’di.

Aslına bakarsanız Gülen o günlerde bile sıradan bir Diyanet mensubu değildir. 1955’de Kurşunlu Medresesi müderrisi Sadi Efendi’yi, Mustafa Kemal’e hakaret etti yalanı ile jandarma karakoluna şikâyet ederek zamanın askerlerinin ilgisini çeken, yaşı tutmadığı ve ilkokul diploması bile olmadığı hâlde müftülük, vaiz ve imamlık imtihanlarına sokulan, 1957’de terzi Mehmet Şengül’ün dükkânında tabip Albay Esat Keşşafoğlu aracılığıyla Özel Harp Dairesi mensupluğuna münasip görülen, 1959’da imam tayin edilerek MİT Müsteşarı Fuat Doğu’nun elemanı Edirne Müftüsü Yaşar Tunagür’ün yanına gönderilen, 1961’de acemi birliği görevi Özel Harp Dairesi Elemanı Kurmay Başkanı Reşat Taylan’ın yanında yaptırılan, askerliği sırasında Halk Evleri Divanı üyeliğine getirilen, ardından 2. Ordu karargâhında, Orgeneral Cemal Tural’ın yanında telsizci istihbarat elemanı olarak konumlandırılan birinin, masonik bir Amerikan projesi olan Komünizmle Mücadele Derneği’nin Erzurum Şubesini kurup, ardından o günlerde pek de ehemmiyet arz etmeyen Humeyni’yi ziyaret etmesi ve onun da 22 yaşında bir genci kabul edip, özel görüşmesi sizce de sıradan bir buluşma mıdır?

Gülen, Humeyni’nin İran’a döndüğünün ertesinde yani 2 Şubat 1979 günü şu cümleleri kuracaktır: “İran İslam Devrimi, bir İslami harekettir, bu konuda çeşitli yorumlar yapanlar var. Bu hususta gayet temkinli ve tedbirli olmalıyız. Biz bunu İslami bir hareket olarak kabul ediyoruz, şahsi düşüncem Humeyni samimidir. Şiilerin Caferi kolundan olmakla birlikte arkasında son derece samimi ve dindar profesörler vardır. Devrim Konseyi’ni bunlardan teşekkül ettirecektir. Pakistan’daki liderler gibi hata yapmayacaktır.” Bu da mı tesadüf bir cümle?

‘KUR’AN TAHRİF EDİLDİ’ DİYOR

Balçıoğlu Kur’an’ı, Cemil Sait Kur’an’ı, Hacı Murat Kur’an’ı ve Necipoğlu Kur’an’ı diye dört sözde Kur’an-ı Kerim çalışması yaptırmakla tanınan mason İnönü ve 27 Mayıs darbecilerinin hüküm sürdüğü o günlerde, Kemalizm’le iyi ilişkileri olan İran Şah’ının düşmanı Humeyni Bursa’da kaleme aldığı ‘Taḥrîrü’l-vesîle’ adlı kitabının 1/152. Sayfasında Kur’an-ı Kerim’in “tahrif” edildiğini yazıyor. Ona göre Kur’an-ı Kerim 17 bin ayetmiş, sahabe hâşâ icabına bakmış.

Tahrif edildiği iftirasını attığı Kur’an-ı Kerim’in Furkan Suresi 70. Ayeti Kerimesindeki “Allah, onların kötülüklerini hasenata çevirecektir” ifadesinin, el-Erbaûne Hadîsen adlı eserinde “Bu sadece bizim Şiamızın günahkârları hakkındadır” (s.511) diyerek kendilerinden olmayanları bir çırpıda gömüyor.

Hz. Peygamber (s.a.v)’in bütün hükümleri tebliğ ettiğini ve bunun da orada nazil olan Mâide 67’deki “Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et” şeklindeki ayetin sadece imameti tayini gösterdiğini ifade ediyor. Bununla kalıyor mu peki? Kalmıyor tabi. Devamında bir Müslümanın cüretini aşacak şu sözleri söyleyebiliyor:
“İşte böylece, hadislerin nakli ve delillerden de anlaşılmıştır ki; İmamete davet konusunda Nebi (s.a.v) insanlardan korkmaktaydı. Tarihi hadise ve vakıalara dönüp bakan bir kimse, Nebi (s.a.v)’in bu korkusunda haklı olduğunu görecektir.”

‘PEYGAMBER GÖREVİNİ YAPMADI’

Keşfu’l-Esrâr adlı eserinde “Şu açık bir şey ki; Şayet Nebi (s.a.v) imamet emrini Allah’ın kendisine emrettiği şeklin aynısıyla yerine getirseydi, bu konuda tüm gayretlerini sarf etseydi, İslam beldelerinde bulunan bütün bu görüş ayrılıkları, buğuzlaşlamar ve savaşlar olmayacak ve oralarda dinin usulüne ve füruuna yönelik ihtilaflar da olmayacaktı” (s.155) diyen Humeyni, Peygamber (s.a.v.)’in görevini tam olarak yerine getirmediği iftirasını atmaktadır.

Cemalettin Afgani de İran’ın Esedâbât şehrindendi ama o Afganlı olduğunu iddia etmişti. Humeyni elbette Afganlı olduğunu falan söylemedi ama onların ortak noktalarından biri de siyasi cinayetleriydi.

Bakın, Afgani ve Mustafa Kemal’in yakın dostlarından Behiç Erkin, Türk Tarih Kurumu tarafından basılan ‘Hatırât’ında neler söylüyor: “Cemalettin Efendi’nin, İngiltere Kralı VII. Edward’ın şahsi dostu olduğunu, hatta aynı Mason locasında mukayyet olduklarını duymuşumdur. Cemalettin Efendi, bana bir tercüme-i haliyle bir de fotoğrafını vermişti. O zaman hükümdarlara suikast yapılırsa, bizim gazeteler buna temas etmezlerdi. İran hükümdarı eceli ile ölmüş gibi yazmışlardı. Cemalettin Efgānî’nin düşmanı olan Şah’ın ölmesinden, Cemalettin Efendi memnun olmuştur diye, o akşam mektepten çıktım, Efendi’nin evine gittim. ‘Başınız sağ olsun, dostunuz ölmüş’ dedim. ‘Hayır, eceli ile ölmedi, köpekler gibi geberttiler’ dedi. Meğer Cemalettin Efgānî, benim de şahsen tanıdığım adamlarından şimdi ismini pek hatırlayamadığım birisini Tahran’a göndermiş. O da, ‘Cemalettin aşkına’ diye şahı öldürmüş.” (s.40-42)

Humeyni’nin sürgüne gönderilmesinin ardından onun emri ile ‘Hey’ethâ-yı Mü’telife-yi İslâmî’ adlı bir dernek kurulur. Derneğin dört üyesi, Humeyni’yi sürgüne gönderen Başbakan Hasan Ali Mansûr’iyi infaz ederler.

DÜN SAKALLILARI ‘İRANCI’ DİYE SUÇLAYANLAR SÜLEYMANİ’Yİ ‘ŞEHİT’ İLAN EDİYOR

Niye anlattık bunca şeyi? Şunun için… Süleymani’nin ölümünden sonra öylesine kafa karıştırıcı yorumlar dillendirildi ki, sanırsınız herkes filozof, herkes siyaset dehası. Oysa sokaktaki sıradan bir kavganın bile mazisi vardır. Biz, onu o an gördüklerimize göre yorumladığımızda bir sürü zırvaya da imza atmış olabiliriz.

Kaldı ki Şia meselesi, İran rejimi, Fars tarihi, Kasım Süleymani, Ortadoğu, ABD, İsrail, Körfez, Şii yayılmacılığı gibi çoğu birbirine girift meselelerle ilgili yorumların, tarih ve ilmî siyaset bilmeden yapılan tüm tahlillerin bizi doğruya götürmeyeceğini bilmek zorundayız.

Sosyal medya kolaycılığı ile günde üç kez görüş değiştiren, mensup olduğu siyasi, iktisadî, dinî ve bilmem ne oluşumlarından gelen emirlerle fır dönenlerin gündemi istila etmesine de yine biz izin veriyoruz. 2000’lere kadar sakallı herkese İrancı/Humeynici yaftasında bulunanlar, şimdi İranlı bir teröristi herkesten evvel “şehit” ilan ediyor.

Şehit ilan etmekle kalmak şöyle dursun, Doğu Türkistan’da her şeyin güllük gülistanlık olduğunu iddia eden bu tayfanın MI6 uşağı lideri, neredeyse gözyaşı dökecek. İran’ın Ankara Büyükelçiliği’nin paylaştığı tweette, Erdoğan’ın İranlı terörist için ‘şehit’ dediğini yazar. Kim duydu bunu? Hiç kimse. Ama FETÖ’cülerle güya düşman olduğunu söyleyen ve kendini Avrasyacı olarak pazarlayanlar, yıldırım hızıyla yaydılar. Burada araya girip bir not düşelim: Humeyni’yi İran’a götüren de MI6 ve CIA’ydı.

TRUMP İNANMAMIŞ

Bir gün önce Erdoğan’ı eleştiren, paylaşım yapan bazı şahsiyetsizler, birden Erdoğan’ı alkışlamaya başladı. İş öyle boyutlara ulaştı ki, bir gazeteci konuyu Trump’a sordu.

Erdoğan’ın, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile yaptığı telefon görüşmesinde “şehit” dediği iddiasına inanmamış olacak ki, önce ‘şaşırdım’ dedi, ardından ekledi: “Şehit ifadesine ben yüzde yüz karşıyım. Eminim Erdoğan da karşıdır. Fakat düşünmesi gereken kendi kamuoyu var. Kesin nedeni de budur.”

Aslında İran ve Şia meselesi gibi Süleymani meselesi de Sünni dünyanın derdiydi ve öyle olmaya da devam edecek. Kaynağı İran olan hiçbir habere itibar edilmez. Çünkü yalan ve takiye ana hasletleri haline gelmiş bir yönetimin, Türkiye’nin resmi makamlarınca duyurulmadan ‘şehit’ dediğini ileri sürmesi de bir mânâ ifade etmez. Zira onların devlet geleneğinde sözün hiçbir değeri yok. Bunun son örneklerinden biri, İdlib’de sürdürdükleri cinayetler, diğeri ise 7 Eylül 2018’de Tahran’da basına kapalı Erdoğan, Putin, Ruhani zirvesinin katılımcı ülkelerin yetkililerine bilgi verilmeden canlı yayınlanması ve ülkelerin buna tepki göstermesi.

Mahir Kaynak’a atfedilen “Sonucu kime yarıyorsa fâili o’dur” genel kaidesi, Süleymani cinayeti için neden geçerli olmasın? Yok, öyle saf saf İsrail falan demeyin birden!

‘İSRAİL ORDUSUNUN STRATEJİSİ’

Filmi biraz daha geri sarmadan evvel, 25 Ağustos 2015 tarihli yazımızdan birazcık iktibas yapalım: “Tiyatro sahnesinde söylenene göre, İran İsrail’e düşman, İsrail de İran’a… Kötü iyiye karıştı, dost-düşman birbirine girdi. Artık insanlığı hakikat değil, dayatılan algılar yönetiyor.

Ama önceki gün itibariyle her şey değişti. Şöyle ki… Bir ay önce İsrail ordusu, üst düzey komutanlarına bir rapor dağıtmış. ‘Gizli’ ibareli bu belge birkaç gün önce gazetecilerin eline geçti. Raporun adı: “İsrail ordusunun stratejisi”

Raporda imzası olan kişi: Siyonist İsrail’in Genelkurmay Başkanı Gadi Eizenkot. “İran ve Hizbullah İsrail’in düşmanı değildir” yazılı bu raporda. Belki de bunu ilk kez itiraf etmiyorlar. Raporda, Yahudilerin işgal ettiği toprakların gerçek sahibinin Filistinliler olduğunu da yazmışlar.

Soru şu: İran, İsrail’in düşmanı değilse, nesidir?

Cevabı: Yeni Söz gazetesinin 7 Nisan 2015’de yayın hayatına başladığı günkü “İran, İsrail’den silah alıyor” manşetinde gizliydi.

Bir ülke can düşmanı gördüğü başka bir ülkeye silah satar mı? İran devleti bu haberi yalanlamadı. Ya İsrail? O da yalanlamadı. Nasıl yalanlayacak? Çünkü elde mahkeme kararları ve gümrük belgeleri var. Kıllarını bile kıpırdatmadılar. Zira İran ekonomisini önemli ölçüde yöneten de Siyonistler. İran’ın tarımı da, İsraillilerin elinde… Özetle ‘düşmanlıktan ziyade kardeşlik’ var aralarında…

Silah haberinden sonra, İran sitelerinde tarafıma yapılmayan küfür ve hakaret kalmadı. Aynanın karşına geçip, bana kendilerini tarif eder şekilde ‘İsrail uşağı, MOSSAD ajanı’ dediler. Müslüman oldukları iddiasındaki bu zavallılar, yedi sülâleme küfrettiler. Bu da çok normal… Allah’ın Rasülü’nün pâk zevcesi Hz Âişe (r.a.) annemize, Hz Ebubekir (r.a.) ve Hz Ömer (r.a.) efendilerimize küfür ve hakaret edenler bize küfretmiş, ne değeri olabilir ki? Yok elbette! Ama muhatabın cibilliyetini anlamak açısından önemli!

Bizim derdimiz, İranlı Müslümanlarla değil. Müminlerin annelerine, Sahabeyi Kiram efendilerimize küfretmesinler, mezhepçilik fitnesi çıkarmasınlar, Şii olmuşlar, olmamışlar umurumuzda değiller. Şimdi İsrail, İran ve FETÖ’cüler, PKK’nın ardında Türkiye’ye karşı birleştiler. ‘Dostluk’ diye buna derler herhalde.”

İRAN, İSRAİL, HUMEYNİ KARDEŞLİĞİ

Yale Üniversitesi akademisyenlerinden İran asıllı Trita Parsi’nin “Hain İttifak” adlı bir eseri var. Kitap sağlam belgelere dayanıyor. Parsi eserinde, Mossad ile Humeyni arasındaki bağı şöyle kayda geçiriyor: Humeyni 1 Şubat 1979’da İran’a döndü. Karşılama esnasında İsrail’in askeri ataşesi Yitzhak Segev ve MOSSAD şefi de bu radikal devrimcilerin yanında yer aldı. Bir adam kızgın bakışları ile bu iki İsrailliye sordu: Siz neden Ayetullah posterleri taşımıyorsunuz? Onlar da mükemmel bir Farsça ile özür dilediler ve onlara Humeyni’nin fotoğrafının olduğu iki büyük posteri teslim ettiler. Daha sonra kalabalığın içine katıldılar ve sloganlar atmaya başladılar. Allah-ü Ekber, liderimiz Humeyni!…

Humeyni’nin helikopteri yaklaşırken Yitzhak Segev, Humeyni’nin yanında oturanlardan birini tanıdı. Helikopterin içinde Hava Kuvvetleri Komutanı General Amir Hüseyin Rabii vardı. Şah’ın sağ kolu ve ekibi Humeyni’yi öldürmek için komplo kurdular. Komplo ortaya çıkınca birkaç hafta sonra General Hüseyin Rabii devrimciler tarafından idam edildi.”

KAFKASAM’ın sitesindeki “İran istihbaratı SAVAK’ı İsrail mi kurdu” başlıklı makaleden aldığımız bu iktibasın devamında ise şunlar yazıyor: 1980 yılında İran-Irak savaşında, Paris’te İran ve İsrail yetkilileri bir araya geldiler. İran’da bulunan Yahudilerin göç etmesi karşılığında F-4 Phantom uçakları, FV4201 Chieftain ana muhabere tankları ve yedek parçaları konusunda anlaşma yapıldı.

Radio Luxembourg, 24 Temmuz 1984’te Ofer Nimrodi’nin, Zürih’te savunma bakan yardımcısı ve İran’ın en üst istihbarat memuru ve Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’ın kardeşi Rif’at Esad ile bir araya geldiğini bildirdi. İsviçre hükümeti kaynakları, görüşmenin İsrail ve İran’a Suriye üzerinden günde 40 kamyon dolusu silah gönderme anlaşması yapıldığını açıkladı.

15 Eylül 1985’te İran’dan dönen ve İspanya’nın Malaga kentine giden bir DC-8 kargo uçağı Tel Aviv’e acil iniş yaptı. Soruşturma, son zamanlarda Brüksel merkezli “Nijeryalı” karanlık bir şirket tarafından, yine karanlık bir Miami firmasından satın alınan uçağın, İsrail üzerinden Hawk füzelerini ABD’den İran’a uçurduğunu ortaya koydu. Şirkete kayıtlı bir Boeing 707, Malaga üzerinden İsrail’den İran’a 1.250 TOW füzesi taşıyordu.

Aynı zamanda Londra Gözlemcisi, İsrail’e ait 25.000 ton malzemeyi taşıyan bir geminin acele bir teslimat yaptığını bildirdi. Açıklamaya göre Zaire’ye gideceği belirtilen bu gemi doğrudan İran’ın Bandar Limanı’na yelken açar.

Bir İsveçli işadamının, İsrail’in İran’a patlayıcı satışına aracılık ettiği bildirildi. Sevkiyatlar İsrail’den İran’a Arjantin üzerinden gitti. 1986 Eylül’ünde United Press International, Danimarka Denizci Birliği’nin, bir Danimarka yük gemisinin Mayıs ayından bu yana İsrail’deki Eilat limanından İran’daki Bandar Abbas’a 4.900 tonluk sevkiyat yaptığını ispat edecek delillere sahip olduğunu bildirdi. Silahlar ise ABD yapımıydı..

İRAN İSRAİL’DEN SİLAH ALIYOR!

Bu başlık bundan tam 5 yıl evvel yaptığımız manşet haberimizin başlığı. ABD’de 11 Eylül sonrası kurulan İç Güvenlik Teşkilatı Homeland Security, ‘İsrailli silah tüccarları, İran’a el altından uçak malzemesi mahiyetinde silah satıyor’ şeklinde açıklama yapıyordu.

İsrail’in hiçbir zaman takmadığı BM Güvenlik Konseyi’nin, İran’a yönelik ambargosunu kalbura çevirdiği kaydediliyordu. ‘İsrail’i korumak için’ nükleer silaha sahip olması engellenmeye çalışıldığı iddia edilen İran’a yönelik ambargonun İsrail tarafından delinmiş olması ne kadar normal? Merak etmeyin gayet normal. İngiliz Telegraph gazetesinin haberine göre, Yunanlı makamları gelişmeyi ABD’ye bildirmiş… FBI ve Homeland Security iddiaları incelemiş. Yapılan açıklamada ise ABD ordusunun yasaklı olarak gördüğü, jet uçağı yapımında kullanılan malzemelerin, İsrail limanlarından çıkıp, İran’a yollandığını tespit ettik diyorlar.
İsrail-İran arasındaki silah ticareti, 2011 yılında ölen İsrail’in en zengin işadamlarından Sami Ofer’in Alman bandırası çeken gemileriyle yapılıyormuş. Irak’ın For All News Ajansı 2011 yılında, İsrail ve İran’ın ticari işbirliği içinde bulunduklarını ve İsrailli firmaların, İranlı 200 kadar şirketle ticari faaliyetinin olduğunu kaydediyor.

İsrail gazetesi Yedioth Ahronoth’a konuşan Alex Fishman isimli bir askeri uzman, bu gerçekleri yalanlamak yerine, bu bilgilerin ABD gizli servisi tarafından, İsrail’e gözdağı vermek için sızdırıldığını ileri sürüyor. Bu ifşaatı, MOSSAD’ın ABD’li senatörleri dinlediğinin ortaya çıkmasına karşılık misilleme olarak yorumluyor.

HUMEYNİ’NİN DESTEKÇİLERİNE NE OLDU?

Paris’teyken başına devrim kuşu gönderilen Humeyni’yi taşıyan uçakta kimler vardı ve başlarına neler geldi? Sadece onların değil, diğerlerinin de…

Murtaza Mutahhari: 1 Mayıs 1979’da Tahran’da suikast sonucu öldürüldü. Bilin bakalım emri kim vermişti?

Hasan Lahuti Eşkavari: Humeyni’nin en yakın müttefiklerindendi. İran’ın ilk devlet başkanı olan Beni Sadr’a daha yakın bir isim haline geldi. Bugün İran’ın dini lideri olan Ali Hamaney ile ters düşünce hapse atıldı. Hapishanede zehirlenerek ortadan kaldırıldı.

Sadık Kutbizade: Ağustos 1980’e kadar dışişleri bakanlığı yaptı. Eylül 1982’de Ayetullah Humeyni’yi öldürmek ve İslam Devrimi’ni yok etmek suçlamalarıyla idam edildi.

Ahmed Humeyni: Humeyni’nin oğlu ve sağ koluydu. Mevcut rejime itiraz edip, reformdan yanaydı. Mart 1995’te şüpheli bir kalp krizinde öldü.

Beni Sadr: Paris’te Humeyni’nin en yakın dostuydu. Sadr ailesi zengindi. İran’da İslam Devrimi’nin ilanı sonrası ilk cumhurbaşkanıydı. Humeyni ile ters düştü, İran’dan kaçtı, şimdi sürgünde yaşıyor.

Şeyh Sadık Han Tabatabai: Humeyni’nin bacanağı. Hükümette birtakım rollerde yer aldıktan sonra kendisini siyasetten uzak tuttu. Şubat 2015’te Almanya’da akciğer kanserinden hayatını kaybetti.

Daryuş Forouhar: İran’ın Şii fanatikler tarafından yönetilmesine karşı çıkınca İran istihbaratı tarafından 1998 yılında infaz edildi.

Ayetullah Şeriatmedari: ‘Humeyni’nin İran’a girişi engellenirse savaş açacağını ilan ederim’’ diyecek kadar çıkışlar yapan Şeriatmedari, devrimden sonra da “Türkiye ile iyi ilişkiler kurmalıyız” çıkışı yaptı. Humeyni’nin diktatörleşmesini eleştirmeye başladı Humeyni’nin emri ile gözaltına alınarak ölene dek hapiste tutuldu.

Muhammed Hüseyin Behişti: 1981 yılında Tahran’da 33 arkadaşı ile birlikte infaz edilenlerden biri de Ayetullah Behişti idi.

Ayetullah Musa Sadr: Bu rütbede biri olmamasına rağmen, korumaya almak için Ayetullah Şeriatmedari, Humeyni’ye Ayetullah rütbesi verdi. Sadr ise Humeyni’nin Ayetullah rütbesini reddetti. İran ajanları onu Libya’da infaz etti.

Mehdi Haşimi: Humeyni’nin en sadık adamlarından biridir. İran, İsrail’den silah almaya başladığında devrimin has adamlarından Haşimi: “Biz, İsrail’le savaşacaktık ama şimdi onunla ticaret yapıyor, silah alıyoruz. Buna mukabil Müslümanlarla (Irak’la) savaşıyoruz…” der. Ardından rejimin mensuplarının akla hayale gelmedik ahlaksız iftiralarına maruz kalır. Sonra ne mi olur? İdam… Haşimi’nin söylediğini, ABD Dışişleri Bakanlarından George Shultz’da söylemiş, Türk gazetelerinde manşet bile olmuştu.
Daha bir sürü iftira, işkence ve cinayet hikâyesi… Humeyni’nin koltuğunu korumak adına.

KÂTİLİN ÖLDÜRÜLMESİ

Afganistan’dan Afrika’nın ortalarına dek Sünni coğrafyada “Şiî hilali” kurmanın peşinde olan biriydi. İran-Irak savaşında pişirilen kişiydi. Ahmedinejat’ın da itiraf ettiği üzere, rejim adına ABD’nin Afganistan ve Irak’ın işgaline o da yardım etmişti. Pakistan yönetimini İran’a bağımlı kılmak için, Pakistanlı Şiileri bile öldürttü. Suriye’de Müslüman avına çıktı. Sünni topraklarında işlenen sayısız suçun resmi fâiliydi. Haleb’i, Hama’yı, Humus’u, Guta’yı, Musul’u, Kerkük’ü yerle bir edenlerin lideriydi.

Hizbullah da, Haçlı Şabi’yi oluşturan grupların tümü de ona bağlı çalışıyordu. İşte ona bağlı teröristlerden bir gurup, 10 yaşlarındaki Suriyeli bir kız çocuğuna tecavüz edip, ciğerini söküyor, sırf adı Âişe olduğu için. Sonra da Hz Âişe (r.a.) validemize küfretmeye başlıyorlar. Bunu da marifetmiş gibi çekip yayınlıyorlardı.

Onun görevi, Sünni Müslümanları pes ettirmekti. Türkiye’nin Arap dünyası, Pakistan, Afganistan ve diğer coğrafyalara erişimini engellemekti. Ali Hamaney’in yanı başında süt dökmüş kuzu gibiydi. Bunca saha tecrübesinden sonra artık devletin başına geçmek istiyordu. Seçim yakındı, ekonomi dip yapmış, halk diken üstündeydi. Timsah gözyaşları döken Ali Hamaney bile onun eriştiği güçten korkar olmuştu. Korkan tek kişi o değil, İran’ın güçlü aile ve yapıları da… Sonrası bilinmezlikler yumağı. İran rejimi onu, ABD’ye yem ederek, kendini sigorta etti.

Süleymani ile yüz yüze görüşen az sayıdaki ABD’liden biri olan ve CIA Irak Harekâtı Ekibi’nin ikinci ismi John Maguire, onun hakkında şunları söylüyordu: “O, bugün Ortadoğu’da görev yapan en büyük operasyonel güç ve onu kimse tanımıyor!”
‘Su testisi suyolunda kırılır’ derler bizde. Bu kâtil de kendi kanında boğuldu. Şimdi bize diyorlar ki, ABD onu öldürdü. ABD de “evet öldürdüm” diyor ama nedenini söylemiyor. Sizce gerekçe sadece ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği’nin işgal edilmesi olabilir mi? Bu tiyatroya inanan varsa ona acırız.

Sadece onu değil, ona şehit diye ağıt yakan ve kâtile kâtil dediğimiz için bize küsenlere de. Biz Hz Âişe’ye, Hz Ebubekir’e, Hz Ömer’e küfredenlerle haşr olmaktan Allah’a sığınırız. Ve siz, adı Âişe olduğu için tecavüz edilip, ciğeri sökülen Suriyeli çocuğun katillerini şehit olarak görüyorsanız, sizin için sözümüz tükenmiş, sizinle ilişkimiz Allah için bitmiştir.

Kemal Özer / gercekhayat.com.tr adresinden alınmıştır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu