Ali Eren

Sayın ilâhiyat profesörü! Başörtüsünün Arapçası ne?

Güreş meydanında, “İki yiğit çıktı meydâna/İkisi de birbirinden merdâne” diye bağırılır ya, Ruhat Mengi’nin programında da iki büyük din âlimi vardı ki, ikisi de birbirinden âlim…

Aytunç Altındal da oradaydı ama en değerli bilgileri iki değerli âlim verdi. İlimleri  ünvanlarından da anlaşılıyor zaten: Biri Ankara İlâhiyat Fakültesi Kelam Ana Bilim Dalı Başkanı  Prof. Dr. Ş. Ali Düzgün, diğeri Bahçeşehir Üniversitesi Medeniyetler Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof. Dr. Bekir Karlığa.

Ruhat Hanım’ın derdi ise, Yaşar Nuri’ninkinin aynısı: İslâmın tek kaynağı Kur’an olduğu halde, hadisler niçin yazıldı!  Program bundan ibaret değil. Başörtüsü, cihat… hepsi var.

Önce, Prof. Ş. Ali Düzgün. İsterdik ki soyadı gibi verdiği bilgiler de düzgün olsun. Ama düzgün değil yanlıştı; üzüldük. Konuşması sırasında, “Hazreti Âişe Vâledemiz’in, elinde kılıç Hazreti Ali’yle harp ettiğini” söylüyordu. Oysa, bir harpte bulunmak başka, elinde kılış harbe katılmak başkadır. Meselâ askerlere su ve yiyecek yardımında bulunan, yaralılara yardım eden bir kadından bahsederken, “Elinde kılıç harbetti” desek bu bir târih yanlışı olmaz mı? Evet, Hazreti Âişe Vâlidemiz harpte bulundu ama, elinde kılıç Hazreti Ali Efendimiz’e karşı harbetmedi.

Bu yanlışını, branşının siyer olmadığına verelim diyeceğim ama diğer yanlışları ne olacak!…

Hadislerin yazılmasına Peygamberimiz’den 80 sene sonra izin çıktığı da yanlış. Bu yanlışı da hadis profesörü olmadığı için yapmıştır deyip geçsek de yanlışlar bununla da bitmiyor. Böyle değil de, hadislerin yazılması Peygamberimiz’den 80 sene sonra hız kazandı deseydi, Eh… derdik

Bi kere, hadisleri yazma izni bizzat Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından verilmiştir. Abdullah ibni Amr (r.a.) Hazretleri, ezberlemek için Peygamberimiz’in hadislerini yazıyordu. Ashabdan bazıları, “Sen Resûlüllah’tan her duyduğunu yazıyorsun. Halbuki Resûlüllah bir insandır. Öfkede rızada, her iki durumda da konuşur.” demişler, o da bu hususu Peygamberimiz’e sormuştu. Resûlüllah (s.a.v.) parmağıyla mübârek ağızlarına işâret buyurarak, “Yaz! Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, buradan haktan başka bir şey çıkmaz” buyurmuştu.

Hazreti Ali (r.a.) Peygamberimiz’in bazı sözlerini yazdığı bir tomarı kılıcının kabzasında taşıyordu. Enes ibni Mâlik, (r.a.) Semûre ibni Cündeb, (r.a.) Abdullah ibni Abbas, (r.a.) gibi zatlar hadis da yazmışlardır. Bu zatların hepsi sahâbîdir, Peygamberimiz zamanında yaşamışlardır.

Sayın Profesörümüzün, Nur Sûresi 30-31. âyetlerindeki, “Mü’min erkeklere söyle gözlerini haramdan sakınsınlar…. Mü’min kadınlara da söyle gözlerini haramdan sakınsınlar…” emrine getirdiği bir yorum var ki evlere şenlik. İnsanın gözünü bakmaktan sakınması için kadın-erkek bir arada olunması lâzım geldiğini söylüyor. “Bir arada olmalılar ki bu emir verilsin” diyor. Hocamız böyle söyleyince tarihçi İsmet Bozdağ’ın, Nur Sûresinin 31. âyetindeki “Gizledikleri zînetleri bilinsin için ayaklarını vurmasınlar” emrine getirdiği gülünç yorumu hatırladım. Bozdağ, “Kadınların –affedersiniz- memeleri belli olmasın için ayaklarını yere hızlı vurmamaları emrediliyor” diyordu. Der mi der; çünkü tarihçiler “halhal”ı bilmemekte mazurdur…

Ama bir ilâhiyatçı, “Kadın-erkek bir arada olmalı ki böyle bir emir olsun” dememeli. Meselâ penceresinden bakan bir kadınla bir arada değilsin ama bakmaktan gözünü koruyacaksın…

Konuşmasından anlaşıldığına göre, Dâl bi’l-ibâre ve diğer 3 delâleti de biliyor. Buna rağmen hocamıza göre, başörtüsü-başı kapatmak, mendub. Yaparsan sevap var ama terkedersen günahı yok.

Kur’anda başörtüsünün nasıl kullanılacağı hakkında, “Başörtülerini yakalarının üzerine vursunlar” emri var. Âyette, başörtüsü mânâsına “Hımar” kelimesi geçiyor. Hocamız, “Her örtüye hımar denilir” diyor. O zaman iş değişir. Bir hanım, herhangi bir örtüyü boynuna alır, saçı açık olarak yakasının üzerine vurur ve Allah’ın emrini yerine getirmiş olur. Zaten ancak bu mantıkla başörtüsü mübahtır denilebilir…

Öyleyse bizim de kendisine şunu sorma hakkımız olur: Sayın hocam! Başörtüsünün Arapçası ne?

Değerli okuyucular! Hocamızın sarfettiği takdire şâyan şeyler de oldu. Ama gördüğünüz gibi sütun bitti ama hocamız hakkında yazacaklarım bitmedi. Sırada daha Sayın Prof. Dr. Bekir Karlığa’nın söyledikleri de var. Hocam, merak buyurmasınlar elbette kendisinden de bahsedeceğiz. Bahsetmeliyiz ki, bu câhil Müslümanlar(!) cennete girmek için Kur’an’a ve Hazreti Muhammed Aleyhisselam’a inanmanın şart olmadığı öğrensinler… Selam ve duâ ile efendim…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu