Ali Eren

Sultan-Süleyman Kızı Anam

Ben Orta Anadolu çocuğuyum. Kırıkkale’nin Keskin kazasının Karafakılı köyünde doğmuşum. Çocukluğumuz, “Ana, Ana…” diye geçti. Köyden Kırıkkale’ye göç ettikten sonra, baktık herkes “Anne” diyor, biz de “Anne” demeye başladık. Ama “Ana” demek daha samimi, daha içten, daha sıcak geliyor bana.

“Ana” kelimesinin manası da geniş. Dilimizde ana kelimesi geçen öyle ifadeler var ki, bunların hiç birinde “Anne” kelimesi “Ana”nın yerini tutmuyor. Mesela ana yol- ana cadde, ana fikir, ana bina, ana dili, ana kuzusu, ana okulu, ana renkler, anadan doğma, anadan uryan, analar neler doğurur, ananın ak sütü, anasını ağlatmak, anası kadir gecesi doğurmuş, anasından emdiği süt burnundan gelmek, anasının gözü, ana yüreği, ana-baba günü, anaları ne ki danaları ne olsun, anasından doğduğuna pişman olmak, anasını ağlatmak, Havva anamız, Fatma anamız ve benzerleri…

Benim anam Elif kadındı. Elif, Kur’an okumaya başlayanların okuduğu ilk harftir. Elif, yukardan aşağı düz olarak “I” harfi şeklinde yazılıyor. Hani, endamı düzgün olanlara “Selvi boylu” derler ya, bazı yörelerde de çok dürüst olanlara “Elif gibi” diyorlar. Elif gibi olmak, huy güzelliğinin ve dosdoğru olmanın ifadesidir.

Çocukluğumda soğuk kış günlerinde oynamaya çıkar, üşüyünce koşarak eve gelir anamın kucağına atılırdım. Anam kollarını açar, beni kucağına alır, ısıtırdı. Her ana gibi, beni esen rüzgardan sakınırdı.

Bizim çocukluğumuzda hacca nadir kimseler giderdi/gidebilirdi. Çünkü, hem maddi imkanı olanlar azdı, hem de uzun seneler hacca resmi izin verilmiyordu.

Hacca izin verildiği sene bizim köyden iki kişi hacca gitmişti. Hacı Hatıp ile Hacı Hamza  Emmim… Anam, Hacı Hamza Emmim’e “Hoş geldin”e gitmiş o da anama iki tane hurma vermiş… Anam o iki hurmayı yememiş, tülbentinin ucuna bağlamış, getirip bana vermişti… Hurmanın tadını, daha ilkokula başlamadan ilk defa o zaman tatmıştım…

Anam, Sultan-Süleyman’ın kızıydı. Yani anasının adı Sultan, babasının adı Süleyman’dı. Süleyman dedem, bir Çanakkale şehididir. Çanakkale’ye gitmiş ama dönmemiş.

Şehid yetimi olan anamın zihninde, şehidliğin, sevabın, Kur’an’ın ayrı bir yeri vardı.

Köy camii, köyümüzün tam ortasındaydı. Ben daha ilkokula bile gitmeyen küçük bir çocukken, birgün anam bağ veya bahçeye çalışmaya giderken cami’in önünden geçiyormuş. O sırada, camide Kur’an dersi alan talebelerin dışarı taşan sesleri kulağına gelmiş. Talebeler, gürül gürül Kur’an okuyorlarmış. Anam çok hoşlanmış. Elinde olmadan,

-Allahııım! Benim oğluma da böyle Kur’an okumak nasip et, diye dua etmiş.

Bunu, köyün hatibinin karısı duymuş. Anama,

-Üzülme, demiş. Sen öyle içten yalvardın ki, Allah senin bu duanı geri çevirmez. Göreceksin senin oğlun Kur’an okuyan biri olacak…

Öyle oldu. Anamın oğlu daha ilkokula başlamadan Kur’an okumayı öğrendi… Dahası da var. Çok şükür, Kur’an’ın manasını anlayabilmek, dini yazılar yazabilmek, konuşmalar yapabilmek nasip oldu…

Oğlu, şimdi onun ruhuna her zaman Fatihalar, Yasinler gönderiyor. İnanıyorum ki, bu okunanlar kabrinde ona güzel hediyeler olarak takdim ediliyor…

Zaten, hem şehid evladı hem de Kur’an talebesinin anası olan bir hanımın nasibi de tabii ki kabrinde Kur’an’ın bereketiyle bereketlenmek olacaktır…

Anam, “ana yüreği” taşıyan bir anaydı. Kırıkkale’deki evimizin önü bahçeydi. Babam bahçeye bir şeyler ekerdi. Ben taze mısır küllemesini severdim. Anam sabahları benden önce kalkar, mısırları pişirir, ben kalkmadan başucuma koyar, beni sıvazlayarak yavaş yavaş uyandırmaya çalışırdı.

Uyandığımda, taze mısırları pişmiş bulur, zevkle yerdim.

Ben yerken onun benim karşımda aldığı tavrı hatırlıyorum. Ve onun hali gözümün önüne geliyor da, benim taze mısırı mideme indirmemden nasıl zevk aldığını şimdi şimdi anlıyorum…

Anam, okuma-yazma bilmiyordu. Ama asla cahildi diyemem. Tahsil görmemişti, ama cahil değildi. Nice tahsil görmüşlere taş çıkartırdı. Fakat bunu da ancak onun vefatından sonra anladım. O tahsil görmemiş kadın, söylediklerinin çoğunu bize o zaman kabul ettiremiyordu. Biz okuduk ya, sanki bir şeyler biliyoruz diye, onun söylediklerini yanlış/boş zannediyorduk. Bir şey bilmeyen meğer bizmişiz. Seneler, onun her sözünün doğru ve isabetli olduğunu bize teker teker gösteriyor…

O hayatta olsa da keşke şimdi ona “Ah Anam! Sen haklısın, senin dediklerin doğru” diyebilsek. Maalesef bunu artık onun yüzüne karşı söyleme imkanımız yok. Söyleyemiyoruz ama vazifemizi onun ruhuna bol bol Fatihalar göndermekle yapıyoruz… Bu da bir teselliiii…

İnsanın ruhuna ilk ahlaki temeli, ana şefkatiyle atanlar annelerdir. Okul, kitap veya başka şeyler arkadan gelir. Onların hiç biri ana ocağında atılan ana temeli sökemiyor…

Anam,  benim ruhuma, kimseye kötülük etmeme,  kul hakkı yememe, yaradanıma kulluk etme temelini attı. Onun attığı bu temel hala yerli yerinde duruyor…

Analar, senede bir gün, sadece anneler gününde anılmamalı. Her gün, her zaman akılda tutulmalı. Anneler günü, sıradan bir gün değil, her zaman sevgisi kalplerde taze duran anne sevgisini biraz daha ateşleme günü olursa bir işe yarar.

O, beyaz tülbenti içinde, seccadesinin üzerinde, ellerini açıp benim için dualar eden anamı, ben nasıl olur da, senede bir gün hatırlarım!

Hiç unutmam, her gün hatırlarım. Bilirim ki, ana hakkı ödenmez.

Çünkü, “Ana gibi yar olmaz, Bağdat gibi diyar.”

Atalarımız ne güzel söylemişler:

Ana başa taç imiş, her derde ilaç imiş

Bir evlat pir de olsa, anaya muhtaç imiş.

Benim için her gün anneler günüdür. Ve nasıl her gün anneler günüyse, aynı zamanda her gün babalar günüdür de.

Hasta yatağındayken bile bana hayır dua eden anamı ve sıcak soğuk demeden, benim için çalışan babamı nasıl unuturum!.. Unutamam! Unutmamalıyım…

90 yaşındaki bir anne, 70 yaşındaki bir evladını, yaşını başını almış yetmişlik bir ihtiyar olarak değil, hala kendisinden 20 yaş küçük bir yavrusu olarak görür. Kendisini koruyamayacağından, kışın üşüdüğünde, yazın terli terli su içtiğinde, hasta olmasından korkar. Bu his anaların yaratılışlarında vardır.

Benim annem de böyleydi, sizin anneniz de böyledir; bütün anneler böyledir. Zira annelik budur. Onlara bu şefkati, o acıma hissini yaratan güç vermiştir. İçlerinden gelen bu hisle biz evlatlarına böyle ölesiye bağlı olan annelerimiz, her türlü saygıya, her türlü hürmete layık değiller midir?

Evet! Gerçi annem hayatta değil ama ona karşı yine de hürmet ve saygıda kusur etmemeliyim. Onun ruhunu şad edecek işler yaparak kabrinde de rahat etmesine vesile olmalıyım diye düşünüyorum.

Öyleyse ne yapmalıyım? Anam dürüsttü. Anam inançlıydı. Anam insanlara iyilik yapmayı severdi. Anam acıma hissiyle dolu bir kadındı. Benim de öyle olmamı isterdi.

O halde, onu kabrinde rahat ettirmek için, onun istediği gibi olmalıyım. Onun istediği gibi  olursam, onun ruhunun benden memnun olacağına, kötü bir insan olursam, o zaman da üzüleceğini düşünüyorum.

Öyleyse anama karşı vazifem belli…

O bakımdan, diyorum ki, “Anneler günü” sadece hayatta olan annelerin değil, ikinci hayatına başlamış olan annelerin de günü olmalıdır…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu