Elbani

Nâsıruddîn El-Elbânî

Nâsıruddîn el-Elbânî, günümüz Vehhabî ve Selefîleri arasında en önde gelen reformcudur. Meslek olarak saat tamircisidir. Kendi kendîni eğiterek (sadece kitap okuyarak) hadîs âlimi olmak iddiasında olan bir kişidir. İslâmî ilimlerden herhangi birinde bir hocası (ve icâzeti) yoktur. Kur’ân’ı Kerim’i veya herhangi bir hadîs, fıkıh, akaid, üsûl veya imlâ kitabını ezberlemediğini itiraf etmiştir. Büyük ehl-i sünnet âlimlerine hücum ederek ve fıkıh ilmini aşağılayarak meşhur olmuştur. Bilhassa, bir Hanefi fıkıhçısı olan babasının mezhebine karşı kötü niyet sergilemiştir.
Allahü Teâlâ’nın dostlarına ve tasavvuf ehline karşı aşırı saygısızdır. Önce Suriye’den, sonra Suudi Arabistan’dan çıkarılmış; 1999’da ölene kadar Amman-Ürdün’de ev hapsi altında yaşamıştır. (Dr. Cibril Fuad Haddad)Not: Köşeli parantez içindeki notlar mütercim tarafından eklenmiştir.Elbânî’nin, hadîs ilmi yönünden değerlendirmesi: Elbâni Tevessül ve şefaate delil olan Ebû’l-Cevzâ hadîsini inkâr ederken Hadîsin ravilerinden Saîd b. Zeyd’i (v. 167/783) zayıf ve makbul olmayan birisi olarak tanıtmıştır. Halbuki bu zâtın sika, sadûk, hâfız gibi (hadîs ilminde güvenilirlik ve dürüstlük ifade eden) farklı lafızlarla güvenilir olduğunu söyleyenler şunlardır:
İbn Maîn, İbn Sa’d, Buhârî, Iclî, Ebû Ca’fer ed-Dârimî, Ahmed b. Hanbel ve İbn Hıbbân.

Elbânî’ni, Saîd b. Zeyd’i zayıf bulup bu sebeple hadîsini kabul etmezken aynı Sâid b. Zeyd’in bulunduğu başka bir hadîs için şu değerlendirmeyi yaptığını da görmekteyiz: “Hadîsin isnadı hasendir. Râvîlerin hepsi de sikadır (Son derece güvenilirdir). Saîd b. Zeyd hakkında söz söylenmiştir ama bu, onun hadîsini hasen derecesinden aşağı düşürmez.

Kabul edilmelidir ki bu tutum, biraz da taassup ve peşin hükümden kaynaklanmaktadır. O, kendi meşrebine, zihin ve fikir dünyasına aykırı bulduğu rivâyetleri özellikle sened bakımından bir şekilde çürütmeye çalışırken, sahip olduğu zihniyetle mutabakat arz eden rivâyetleri ise bazen -senedinde bir başka yerde zayıf olduğunu söyleyerek tenkit ettiği (Saîd b. Zeyd örneğinde olduğu gibi) râvî olsa bile- kabul edebilmektedir. Böylelikle Elbânî, kendisiyle çelişmektedir. Şüphesiz bu, ilmî zihniyet ve akademik nezaketle bağdaşmayan bir tutumdur. (Prof. Dr. Zekeriya GÜLER, Vesîle Ve Tevessül Hadîslerinin Kaynak Değeri, İlam Araştırma Dergisi, c. II, sy. 1)

Elbâni’nin bazı görüşleri şöyledir:

1. Elbânî el-Tevessül isimli kitapçıkta, Mu’tezile’yi taklit ederek Peygamberimiz (s.a.v.)’in veya evliyâdan birisinin şefaatini istemeyi ve vesile kılmayı İslâm’daki haramlardan biri olarak ilan etmekte ve şirke denk olduğunu söylemektedir. Elbâni’nin arkadaşları Abdulaziz Bin Baz ve Kahtani (bkz. el-Vela ve el-Bera) gibi kimseler de bu iddiadadırlar.

Müslümanların çoğunluğuna müşrik damgası vuran bu kimselere verilecek cevap nedir?

Peygamber (s.a.v.)’in şefaati; Kur’ân, Sünnet ve İcmâ ile sâbit bir husustur. Kur’ân’dan deliller daha önce izah edilmişti.

İmâm Buhârî’nin İbn-i Ömer (r.a.)’den rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîf şöyledir: “Kıyâmet Günü güneş öylesine yaklaşacaktır ki, akan terler kulakların ortasına kadar erişecektir. Böyleyken (insanlar) Âdem Âleyhisselâm’dan yardım isterler (istigâse), sonra Mûsa Âleyhisselâm’dan ve sonra Hz. Muhammed (s.a.v.)’den. Hz. Muhammed (s.a.v.), onlar için şefaat edecektir (fe yeşfe’u)… Ve o gün Allahü Teâlâ, O’nu yüce bir makama çıkaracaktır, böylece ayakta duran herkes (kâfirler dahil) O’nu öveceklerdir.”

Enes (r.a.)’den rivayetle Resûl-ü Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Her peygamberin Allahü Teâlâ’dan bir dileği vardı veya her peygamberin (makbul) bir duâsı vardı. Onu ümmeti için yaptı. Ben ise duâmı kıyâmet gününde ümmetime şefaate tahsis ve tehir ettim.”

Âvf İbn Mâlik el-Eşcaî (r.a.)’den rivâyete göre Resûl-ü Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:“Az önce Rabbimin beni ne ile muhayyer kıldığını (hangi konuda serbest bıraktığını) size haber vereyim mi?” buyurdu. Biz:

“Evet, Yâ Resûlullah!” dedik. Bunun üzerine Resûl-ü Ekrem (s.a.v.): “Rabbim beni, ümmetimin üçte ikisini hesapsız ve azâbsız cennete koymakla şefaat arasında muhayyer kıldı.” buyurdu. Biz:

“Yâ Resûlullah, siz neyi seçtiniz?” dedik,

Resûl-i Ekrem: “Ben şefaati seçtim.” buyurdu. Biz hepimiz bir ağızdan: “Yâ Resûlullah, bizi şefaat edeceklerinden kıl.” dedik. Resûl-ü Ekrem (s.a.v.):“Benim şefaatim, Müslüman olan herkesedir.” buyurdu.

İmâm Sübkî de Şifâüs-sikâm adlı kitabında diyor ki: Şefâat hakkındaki hadîsler çoktur. Onların toplamı, tevâtür derecesine ulaşmaktadır.

2. Başta Peygamber (s.a.v.) ile ve salihlerle tevessül (aracı kılmak) konusunun Kur’an ve Sünnet’ten delîlleri nelerdir?

Mâide Sûresi’nin, “Allah (c.c.)’a yaklaşmak için vesile arayın.” mealindeki 35. âyet-i kerîmesinde, Allahü Teâlâ’nın yaratması için, vesileye (sebeplere) yapışmak emredilmektedir.

Hz. Meryem de: “Yâ Rabbi! Bana hiçbir insan dokunmadığı hâlde çocuğum nasıl olur?” deyince, Cebrail (aleyhisselam): “Allah (c.c.)’ı Azim’uş-şan dilediğine böyle halk eder (yaratır). Bir şeyin olmasını istediği vakit: Ol, der. Hemen olur ve senin oğluna kitap, hikmet, Tevrat ve incil’i öğretir ve oğlunu İsrail oğullarına peygamber olarak gönderir.” dedi. Îsâ (aleyhis-selam) da: “Ben size Rabbinizden mucizat ile geldim. Ben size çamuru, kuş şeklinde yaparım ve ona üfürürüm. O da bi iznillah (Allah (c.c.)’ın izniyle) kuş olur, uçar. Anadan doğma körlerin gözlerini açar ve ebrasları (vücudunda beyaz lekeler çıkan hastaları) bu illetten kurtarırım. Ve Allah (c.c.)’ın izniyle ölüleri diriltirim. Yediğiniz ve evlerde sakladığınız şeyleri size haber veririm. Eğer îmân ederseniz, bunlar sizin için birer mûcizedir. Benden evvel nazil olan Tevrat’ı tasdik ve Tevrat’ta size haram olanlardan bir kısmının helal olduğunu beyan eder olduğum hâlde Allah (c.c.) tarafından apaçık âyetler ile size geldim. Allah (c.c.)’ı Azim’uş-şan’dan korkunuz ve bana itaat ediniz. Şüphesiz Allah (c.c.)’ı Azim’uş-şan, benim ve sizin Rabbinizdir. Ona itaat ve ibadet ediniz. Doğru yol budur.” dedi.

Yine bu âyet-i kerîmede Hz. Îsâ (a.s.)’nın “Ben size çamuru kuş şeklinde yaparım ve ona üfürürüm. Anadan doğma körlerin gözlerini açar ve ebrasları (vücudunda beyaz lekeler çıkan hastaları) bu illetten kurtarırım. Ve Allah (c.c.)’ın izniyle ölüleri diriltirim.” diye ifade etmesi; vesilenin en bariz örneklerindendir. Öldüren ve dirilten ancak Allahü Teâlâ olmasına rağmen, Allahü Teâlâ diriltir demiyor. “Allah (c.c.)ın izniyle ben diriltirim.” demek suretiyle, bu olaya vesile olduğu, açık bir şekilde âyet-i kerîmede ifade edilmektedir.

Sünnetten delil:

Osman bin Huneyf (r.a)’in rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte Peygamberimiz (s.a. v.)’in yanına gözleri görmeyen bir adam gelip; “Yâ Resûlullah gözlerimin açılması için bana duâ et.” deyince, Peygamberimiz (s.a.v.); “İstersen senin için duâ edeyim, istersen sabret, ahiretin için daha hayırlıdır.” buyurdular. Adamın “duâ et demesi” üzerine Peygamberimiz (s.a.v.); “Güzelce abdest al ve iki rek’at namâz kıldıktan sonra bu duâ ile duâ et.” diye emretmiştir.

“Ey Allah (c.c.)’ım, sana (bütün masivalardan kesilip) rahmet peygamberi olan Peygamberimiz Muhammed sallallâhu aleyhi vesellem ile yönelerek Sen’den istiyorum. Yâ Muhammed (s.a.v.), sana yöneldim ihtiyacımın giderilmesi için Sen’i vesile ederek Rabbime yöneldim. Allah’ım, O’nu bana şefaatçı kıl.”

Osman bin Huneyf (r.a.) diyor ki: “Allah (c.c.)’a yemin ederim ki biz daha Resûlullah (s.a.v.)’ın huzurundan ayrılmıştık ki adam geri döndü, sanki gözleri hiç kör olmamıştı.”

Osman bin Huneyf Radıyallahu Anh, sevgili Peygamber (s.a.v.) Efendimizin vefatından sonra müşkül ve sıkıntılı zamanlarda bu duâ ile sahâbe-i kirâmın Resûlullah (s.a.v.)’ı vesile ederek müşküllerinin hâllolduğunu rivâyet etmiştir. Hadîs-i şerifte görüldüğü gibi Nebi (s.a.v.)’in duası ile değil zâtı vesile kılınmıştır. (İlginçtir ki bu hadîsi rivâyet edenlerden Tâberâni Hazretleri, kitabında hiçbir hadîsin sıhhati hakkında özel bir beyanda bulunmadığı hâlde bu hadîs için sahîh-hasendir buyurarak bu hadîsi, tâbiri câizse, bu konuyu ileride inkâr edeceklere kerâmeten minallah cevap vermiştir.)

3. Elbani’nin, ‘’Tevessül Peygamber zamanında ve huzurunda olur’’ sözüne verilecek cevap nedir?

Bu mesnedsiz (delilsiz) bir sözdür. Çünkü Osman b. Huneyf hadîsinde geçen âmâ adam Efendimiz (s.a.v.)’in huzurunda olmadan O (s.a.v.) ile tevessül etmiştir. Yani bu sorunun cevabı hadîsin metnidir! Osman b. Huneyf şöyle demiştir ‘’Vallâhi biz daha dağılmadan ve meclis uzamadan, (âmâ olan) adam sanki hiç hasta olmamış gibi çıka geldi. ’’ Buradan anlaşılıyor ki Efendimiz (s.a.v.)’in huzurunda iken tevessül etmedi. Sorunu ikinci cevabı da şöyledir: Allâhu Te’âlâ bize ve sahabesine,Efendimiz (s.a.v.)’in yüzüne karşı ‘’Yâ Muhammed (s.a.v.)! ‘’ dememizi Nûr sûresi 63. âyette yasaklamıştır: ‘’O Peygamberi çağırmayı aranızda bir kısmınızın diğer bir kısmını çağırması gibi kılmayın !’’ Mânâsı: Yani yüzüne karşı ona ‘’Ey Muhammed (s.a.v.)’’ sözüyle hitap etmeyin. Bilakis ‘’ Ey Allâh’ın Nebisi, Ey Allâh’ın Rasûlu’’ deyin. Dolayısıyla burada âmâ ‘’Ey Allâh! Senden istiyorum ve sana Peygamberin, Rahmet Peygamberi ile yöneliyorum. Yâ Muhammed (s.a.v.)!’’ dediğine göre Efendimiz (s.a.v.)’in huzurunda değildi.

(Hakk Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar, Misvak Neşriyat, 2014, İst.)

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu