“Kur’an Mesajı” mı yanlışlar kumkuması mı?
Yazımızın başlığı, Türkiye’de bazı çevrelerin canhıraş bir gayretle reklam ettiği ve basıp dağıtmaya çalıştığı Muhammed Esed’in “Kur’an Mesajı” isimli eseriyle ilgili. Siz değerli okuyucularımızın da bildiğiniz gibi, bundan önceki iki yazıda bu eser ve yazarı hakkında bilgi arzetmiştik. Bahse konu eseri bu sayımızda da tanıtmaya devam edeceğiz. Tanıtalım da, müslümanlara meal ve tefsir adıyla nasıl bir şeyin kakalandığını herkes duymuş, bilmiş ve görmüş olsun.
Bu sözümona tefsirde iki türlü tutarsızlık mevcut:
1- Âyetlere verilen yanlış mânâlar. 2- Bazı âyetlerin mânâlarının başka yönlere çekilmesi.
Bu tutarsızlıkların birleştiği ortak nokta ise her ikisinin de iyi niyetle bağdaşmıyor olması.
Saymakla bitmeyen bu tutarsızlıkların bazılarına işaret etmeye çalışalım. Başlıyoruz:
1- Tarihte, isyan ve azgınlıklarından dolayı Allah tarafından maymun şekline dönüştürülen insanlar olduğunu biliyoruz. Bu husus Bakara sûresinin 65. âyetinde şöyle haber veriliyor:
“Onlara, aşağılık maymunlar olun dedik.”
Allah’ın bu fermanıyla beraber o kimseler maymun oluvermişlerdir. Bu, Allah’ın gadabının onların üzerindeki bir tecellisi olduğu gibi diğer insanlar için de uyarıcı bir mûcizedir.
Yazımıza konu olan Kur’an Mesajı isimli eserin müellifi Muhammed Esed’in aklı ise, mûcizeleri ve insanların maymun şekline dönüştürülmesini almadığı için, meâline âyette olmayan bir kelime sokuşturarak ilgili âyete şöyle mânâ veriyor:
“onlara, aşağılık maymunlar gibi olun dedik.”
Oysa âyette, “gibi” mânâsına gelen hiç bir şey olmadığı için, bu tavır tahrife yönelik olmaktadır.
2- Hazreti Mûsâ zamanında bir adam öldürmüştü. Öldürülenin kâtili bilinmemektedir. Hazreti Allah, Mûsâ Aleyhisselâm vasıtasıyla, “Bir sığır kesmelerini ve onun bir parçasıyla öldürülen kimseye vurulmasını” emreder. Sığırın nasıl bir sığır olacağını da bildirir. Onlar da emredileni yaparlar. Bu husus Bakara sûresinin 67-73. âyetlerde beyan buyurulmaktadır.
Emredilen şekilde yapılınca öldürülen adam dirilir ve kâtilini gösterir. Bu husus Kur’an müfessirleri tarafından bütün tefsirlerde anlatılmaktadır.
Muhammed Esed işte bunu da kabul edememekte ve Kur’an tefsircileriyle, “adamın mûcizevî olarak canlanıp kâtili gösterdiği gibi gününç bir iddiâ” diye dalga geçmektedir.
3- Neyse ki Esed, Âli İmran sûresi 3. âyetle ilgili dipnotta, bir doğruyu kabul ediyor. Diyor ki:
“Kur’an’da sık sık vurgulanan ve objektif bilimsel araştırmaların da tesbit ettiği, Kitab-ı Mukaddes’in (İncil ve Tevratın) binlerce yıllık zamanın akışı içinde büyük ve çoğu zaman keyfî değişikliklere maruz kaldığı gerçeği.”
Yani, İncil ve Tevrat’ın zamanla değiştirildiğini kabul ve itiraf ediyor. Ediyor da eğer hayatta olsaydı kendisine şunu sorardık:
Burada “Kitab-ı Mukaddes’in büyük ve köklü değişikliğe maruz kaldığını” söylediğiniz halde, eserinizin başka yerinde, bu kitapların takipçilerinin âhirette kurtulacağını söylüyorsunuz. Allah’ın indirdiği gibi kalmayıp büyük ve köklü değişikliklere uğrayan bir kitaba uyanlar nasıl ebedî kurtuluşa ererler?
4- Hazreti İsa’ya diğer peygamberler gibi birçok mûcizeler verilmişti. Âl-i İmran sûresi 49. âyette ifade buyurulduğuna göre, Meryem Aleyhisselam’a Hazreti İsa hakkında şu müjdeli haber verilmişti:
“O İsrailoğullarına gönderilen bir resul olarak şöyle diyecektir: Hakikaten ben rabbinizden size bir âyet (mûcize) olarak geldim. Size çamurdan kuş şeklinde bir şey yapıp ona üflerim. Allah’ın izniyle (o da) canlanıp bir kuş oluverir.”
Bu âyete bir de Muhammed Esed’in nasıl mânâ verdiğine bakalım. Şöyle mânâ vermiş:
“Onu İsrailoğullarına elçi yapacak. Ben size Rabbinizden bir mesaj getirdim. Sizin için çamurdan, adeta kaderinizin sûretini yapacağım ve sonra ona üfleyeceğim ki Allah’ın izniyle (sizin) kaderiniz olsun diyecek.”
Gördüğünüz gibi mânâ verirken “adeta” kelimesi kullanıyor. Fakat âyette âdeta mânâsına gelen bir kelime yok. Olmadığı halde, -yukarıda yaptığı gibi- meâle bu kelimeyi sokuşturuveriyor.
Gerçi verdiği mânânın düzeltilecek tarafı yok da, biz bir noktaya işaret edelim:
Verdiği mânâya göre, Hazreti İsâ, “Çamurdan kaderinizin sûretini yapacağım ve sonra ona üfleyeceğim ki sizin kaderiniz olsun” diyecekmiş.
İnsan yazdığını biraz düşünerek yazmalı da gülünç duruma düşmemeli değil mi?.
Kaderin şekli, sûreti olur mu hiç? Güya Hazreti İsa o sûrete üfleyecekmiş de o üflediği şey onların kaderi olacakmış…
İkinci maddede Kur’an tefsircileriyle dalga geçtiğini okumuştunuz. Orada Esed’in müfessirlerle dalga geçtiği gibi, ne dersiniz şimdi biz de kendisiyle dalga geçelim mi? Bunu hak etmiyor mu? Bıyık altından gülerek kaderin şeklinin nasıl olduğunu soralım mı?
Değerli okuyucular! Allah’ın âyetlerini esas mânâsından çıkarıp oraya buraya sündüreni, Allah işte böyle gülünç duruma düşürür…
5- Eşsiz müfessirimiz, Âli İmran sûresi 55. âyetle ilgili 45 nolu dipnotta şöyle diyor:
“Hz. İsa’ya saygı gösteren yani, onu Allah’ın oğlu olarak gören Hıristiyanlar…”
Şimdi şu mantıksızlığa, şu sapıklığa ne dersiniz siz!
Hıristiyanlar Hazreti İsa’yı –hâşâ- Allah’ın oğlu olarak görecekler, sen de bunu hem bilip hem yazacaksın, buna rağmen onların Hazreti İsa’ya saygı göserdiklerini söyleyebileceksin!
Bu inançta olan hıristiyanların ona saygı gösteren kimseler olduğunu söylemek sapıklık değil de nedir Allah aşkına!.. Hayır hayır! Sapıklık değil, ondan da öte bir şeydir…
6- Esed’in, âyetlerin mânâlarını nasıl sündürüp başka taraflara çektiğine bir misal verelim. Önce başka bir meâlden Âli İmran sûresi 100. âyetin meâlini okuyalım:
“Ey iman edenler! Eğer kitap verilen(hıristiyan ve yahudiler)den herhangi bir guruba uyarsanız, (onlar sizi) imanınızdan koparıp küfre döndürür.”
Bu âyete Esed’in verdiği mânâ ise şöyle:
“Siz ey imana ermiş olanlar! Önceki çağlarda kendilerine vahiy verilenlerden bir fırkaya uyarsanız, iman ettikten sonra yeniden hakikati reddetmenize sebep olabilirler.”
Hakikati reddetmenize sebep olabilirler diyor. Ama ne hakikat denilen şeyin ne olduğu belli ne de o hakikati reddetmenin tehlikesi…
Aslında, mânâyı başka taraflara çekmeye hiç lüzum yok. Âyette kastedilen, -başka bir şeyin hakikati değil- imandır. Yani, “Onlara uyarsanız sizi imanınızdan ederler” demektir. Esed bu mânâdan ürktüğü için böyle bir kıvırtmaya gidiyor. Bi kere, sadece hakikati reddetmek demek âyetin mânasından çok çok uzak. Çünkü, her şeyin bir hakikati vardır ve onları reddetmek imansızlığı icap ettirmez. Bir insan bile bile taşa demir dese “Kâfir oldun” diyecekse kendisi desin?
“Onlar sizi imanınızdan koparıp küfre döndürür” demek nerdeee, “O fırkaya uyarsanız hakikati reddetmenize sebep olabilirler” demek nerde. Ikincisinde öyle bir ifade kullanılmış ki sanki onlara uymakta bir tehlike yok.
Dedim ya, Esed’in verdiği mânâyı düzeltmek imkânsız. Öyle bir mânâ vermiş ki neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Âyette “Önceki çağlar” mânâsına gelen bir ibâre de yok. “Onlar” dediği topluluğa vahiy verilmiş de değildir. Zaten vahiy insan topluluklarına değil peygambere gelir, onlar da vahiy yoluyla aldıklarını insanlara tebliğ ederler.
Bu kadarcık bir bilgiye bile sahip olmayan bir kimsenin Kur’an’a mânâ vermeye kalmışması, ihanet olmasa bile en azından haddini bilmezliktir.
7- Esed, hıristiyanlarla yahudileri kurtulan topluluklar olarak gösterebilmek için bir kurnazlık sergiliyor. İslamı över görünmek için önce -tabir câizse- insanları avlayacak yemlik ifadeler kullanıyor. Arkasından da esas söyleyeceğine geçiyor.
Meselâ şu satırlarda gizlemeye çalıştığı kurnazlıklar. Lütfen dikkatlice okuyalım:
“Kur’an bütün vahiylerin zirvesini temsil eder ve rûhî/mânevî tatminin en son, en mükemmel yolunu ortaya koyar. Ancak Kur’an mesajının bu benzersizliği, önceki inançların mensuplarını Allah’ın rahmetine ulaşmaktan alıkoymaz. Çünkü, -Kur’anın sıkça işaret ettiği gibi- onlar arasından tek Allah’a ve hesap gününe (yani bireyin ahlâkî sorumluluğuna ) katıksız biçimde inananlar ve erdemlice bir hayat yaşayanlar, ne korkacaklar ne de üzüleceklerdir.”
Burada sergilediği kurnazlık şu: Önceki inançların mensupları dediği hıristiyan ve yahudileri, Allah’ın rahmetine ulaşan yani cennetlik topluluklar olarak gösterebilmek için, önce Kur’an’ın mesajının benzersiz olduğunu söylemek kurnazlığını gösteriyor.
8- Hepimizin bildiği gibi, Peygamberimiz’in en büyük mûcizelerinden biri de bir işâretiyle ayın ikiye ayrılmasıdır. Buna Şakk-ı Kamer mûcizesi deniliyor. Bu mûcize, Kamer sûresinin ilk âyetinde haber veriliyor.
Muhammed Esed, Kur’an’da haber verilen diğer mûcizeler gibi bunu da kabul edememekte ve bunu Kamer sûresiyle ilgili 1 nolu dipnotta şöyle te’vil etmektedir:
“Bazı sahâbîlere kadar uzanan birçok rivâyette anlatıldığı üzere, bir gece ay sanki iki parçaya ayrılmış gibi göründü. (Dikkat! Aslında ayrıldığı falan yok da öyle göründü demek istiyor.) Bu rivâyetlerin subjektif gerçekliğinden kuşkulanmak için bir sebep yoksa da, gerçekte meydana gelen şeyin, alışılmamış optik bir yanılsamaya yol açan, yine aynı ölçüde alışılmamış bir tür kısmî ay tutulması olması muhtemeldir.”
Ona göre neymiş efendim? “Alışılmamış bir tür kısmî ay tutulması olması muhtemel” imiş. Yarım yamalak da olsa, bir dayanağı olmadığı için, açık açık ay “tutulmasıdır” diyemiyor da, ne yapsın garibim diiye diye ancak “Ay tutulması olması muhtemel” diyebiliyor.
Elinde böyle bir ihtimal olduğuna dair ilmî bir ölçü var mı? Yook! Olması da icap etmez zaten. Peki ay tutulması olması ihtimali neye göre? Esed Beyefendinin sakîm kanaatına göre…
Oysa, kabul etmek isterse bu hususta bir çok rivâyet var. Bu rivâyetleri biz biliyoruz, okuyoruz da o okumadı mı? Elbette okudu ama mühim olan sadece okumak değil, okuduğuna inanabilmek. Işte bizimle onun ve ona meftun olanların farkı burada. Biz okuyup inanıyoruz, onlar ise okuyorlar ama içleri almadığı için inanamıyor, mûcizeleri içlerine bir türlü sindiremiyorlar.
9- Esed’in bir vasfı da yalancılıktır.
Meselâ Müdessir sûresinin 4. âyetiyle ilgili dipnotta şöyle diyor:
“Râzî, ayrıca, “(ilk) müfessirlerin çoğuna göre (bu âyetin) anlamı, “kalbini bütün kötülüklerden arındır” şeklindedir” der ve kendisi de bu yoruma katılır.”
Dikkatinizi çekerim! Âyette, “kalbini bütün kötülüklerden arındır” emri verilen Peygamberimiz oluyor. Râzî dediği, Tefsiri Kebir’in müellifi Fahreddin Râzî Hazretleri’dir. O zat, tefsirinde sadece bütün görüşleri naklediyor, fakat Esed’in dediği gibi, “(bu âyetin) anlamı, “kalbini bütün kötülüklerden arındır” şeklindedir” demiyor. “Ben de bu görüşe katılıyorum” da demiyor “Benim görüşüm böyledir” de demiyor. Ama Esed o da böyle söylüyor diye basbayağı yalan söylüyor. Bunu niçin mi yapıyor? Efendim mesele şu:
Kur’an’ın muhatabı kim? Peygamberimiz… Âyetteki emir de haliyle ona. Bahse konu âyetin mânâsı, “Kalbini bütün kötülüklerden arındır” şeklinde olursa, Peygamberimiz’in kalbinde kötülük varmış da Allah ona kalbindeki kötülükleri temizlemesini emretmiş olacak…
Yani Esed, kendisi “Peygamberimiz’in kalbinde kötülükler olduğunu” söyleyemiyor da bunu Fahreddin Râzî’ye söyletmek istiyor. Dolaylı olarak okuyucuya şu mesajı vermek istiyor:
Böyle bir emir niçin verilir? Peygamber’e bu emir verildiğine göre, anlayın işte canım…