Ali Eren

Bazı Ramazan konuşmalarına dikkat!

Bazı kanallar geçen seneye kadar Müslümanların inanç ve ibâdetlerine ters yayınlar yapmaya ve adeta İslam diniyle dalga geçmeye devam edip durdu. Bazı kimseleri kandırabildilerse de büyük çoğunluk kanmadı ve o ekranlara çıkan sözümona dinî konuşma(cı)ları illallah diyerek itti…

Onları konuşturanlar da bunun farkında. Televizyonun velînimeti seyirci. Velînimetini kızdırıp küstüren televizyon kanalları devam edemez. Onun için o türden konuşmacılar bu sene yok denecek kadar az. Az ama hiç yok değil, nümûnelik olsa da var.

Bu nümûneliklerden birisi, gözlüğünün arkasından kendine mahsus bakışıyla bakarak habire vehhâbîlilk yapıyor. Birkaç sene önce bir sözünü tenkit sadedinde, “Vehhâbiler de aynen senin söylediğini söylüyorlar. Senin sözün niçin vehhâbilerin sözüyle paralellik arzediyor?” dediğimde, ne “Hayır! Ben vehhâbî falan değilim” dedi ne de sözünün doğruluğunu isbat için ilmî bir izah getirdi. “Vehhâbîler öyle söylüyorlarsa ne güzel söylüyorlar” diye cevap vermişti…

Bu sene bir tv ekranında konuşan bir diğeri de eli “Bayraklı” bir zat. Eline aldığı bir bayrakla bir “Bayraktarlık” vazifesini yerine getiriyor. İnsanları bir yerlere götürmeye çalışıyor.

Fî tarihindeki bir konuşmasında, “Allah’tan korkulmayacağını” söylüyordu. Bunu isbat için de “Sen annenden korkar mısın?” diyordu. Güya “Anneden korkulmaz, sevilir. Aynen bunun gibi Allah’tan da korkulmaz, Allah sevilir” demek istiyordu.

Oysa verdiği misalde yanılıyordu. Çünkü, anne sevgisi ve anne korkusu aynen Allah sevgisi ve Allah korkusu gibi iç içedir. Çocuk annesinden hem korkar hem sever. Çocuklar, kızdıkları kimseye “Seni anneme söyleyeceğim” der. Bu, onun zihninde annenin otoriter ve korkulacak bir kimse olduğunun ifadesidir. Ama annesinden az önce azar işiten bir çocuk az sonra gelip annesine sarılır. İşte bu da sevgidir. Yani korku-sevgi iç içe…

Allah (c.c) Rahıym’dir, mü’minlere rahmet eder. Züntikâmdır, kâfirlerden intikam alır.

Allah’ın hem cenneti var hem cehennemi. Allah sevgisi insanı cennete yaklaştırır, Allah korkusu da cehennemden uzaklaştırır.

Allah sevgisi ile Allah korkusu iç içedir. Allah’ı seven aynı zamanda korkar, Allah’tan korkan aynı zamanda sever. İnsanı, Allah’ın rızasının mekânı olan cennete götürecek olan, işte bu korku-sevgi dengesidir.

Kur’an-ı Kerim’de birçok âyette “Havf” ve ”Haşyet” kelimeleri geçmekte. Havf korku, Haşyet ise saygıyla karışık sevginin yoğurduğu bir korku.

Allah korkusu insanı günahlardan alıkoyar, Allah sevgisi de insanı ibâdetlere çeker. Bu dengeyi koruyan Müslüman, korku ile ümit arasında (Beyne’l-havfi ve’r-recâ) olur. Müslüman işte böyle olmalı.

Allah korkusundan uzak olmak, kendisini emniyette görmek ve “Ben kesin cennetliğim” demek küfür. Allah’ın rahmetinden ümidini kesip “Ben kesin cehennemliğim” demek de küfür.

Allah korkusu, ifadelerimize bile sinmiş. Meselâ şerli bir kimseden bahsedilirken, “O hiç Allah’tan korkmaz” denilir. Çekinmeden kötülük yapmış olan kimseye, “Bunu yaparken hiç mi Allah’tan korkmadın!” derler. Allah’tan korkmayandan her türlü kötülük gelir mânâsında, “Kork, Allah’tan kormayandan” denilir.

Ama bir ilâhiyat profesörü çıkıp “Allah’tan korkulmaz” diyebiliyor. Varsın öyleleri Allah’tan korkmasınlar; biz korkuyoruz.

Diğer şürekâsı gibi bu zat bir de, “İslamda taklit olmadığını” söylüyor. Buna da, müşriklerle ilgili olan Bakara sûresi 170. âyeti delil getiriyor. Âyetin meâli şöyle:

“O (müşrik)lere, Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) uyun denildiği zaman, Hayır! Biz atalarımızı neyin üzerinde bulduk isek ona uyarız dediler. Peki, ataları bir şeyi düşünemeyen ve doğru yolu bulamayan kimseler idiyseler (yine onlara uyacaklar mı?)!”

Bay profesör, sonradan gelenlerin öncekileri taklit etmemesi gerektiğini söyleyerek, bu âyetten “Bir müslümanın başkasını taklit etmesinin felâket olduğu” mânâsını çıkarıyor.

Halbuki, âyet hem müşriklerle ilgilidir hem de doğru yolda olanların değil yanlış yolda olanların taklit edilemeyeceğini bildiriyor…

Doğrular elbette taklit edilir. Hatta bu taklit Peygamberimiz’in emridir. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v.) “Beni nasıl namaz kılar görüyorsanız öyle namaz kılınız” sözüyle kendisinin aynen taklit edilmesini emir buyuruyor.

Peygamberimiz’in namazı nasıl kıldığını, diğer ibâdetleri nasıl yaptığını bütün delilleriyle her müslümanın bilmesi mümkün değil. Bu vazifeyi mezheb imamları yerine getirmiş. Onun için, mezhep imamlarından her hangi birine uymak yani onları taklit etmek -bu mânâda- dinin emridir.

Demek ki, bir meseleyi iyi bilenlere uymanın bir tehlikesi olmadığı bir tarafa, onlara uymaktan başka yol yoktur. Aksi takdirde nasıl ibâdet eceğiz?

“Ben mezheb imamlarına uymam, kitaplardan kendim okur ona göre ibâdet ederim” derseniz o zaman da okuduğunuz kitapları yazanlara uymuş olursunuz. Yani yine birilerine uyacaksınız.

Dinde başkalarına uymanın insanı mânevî felakete götüreceğini söylemekte israr edenlere sorarız:

Siz doğru yolda olduğunuza göre, çocuklarınız sizi taklit ederlerse sapıtmış mı olacaklardır?

“Beni taklit etmesin, kendisi okuyup öğrensin” diyorsanız, onlar da sizin okuduğunuz kitapları okuyacaklarına göre, onlar da sizin gibi yetişmiş olmayacaklar mıdır? Bundan kurtuluş nedir?..

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu