ArşivTasavvuf

İbn Arabî’nin Sünnete Bağlılığı

Fütûhât’ın pek çok yerinde İbn Arabî’nin Kur’an’a ve sünnete bağlılığını gösteren deliller vardır. O bu eserinde meşrû olmayan, yani şeriata uymayan hiçbir şey zikretmediğini belirterek, ” فما خرجنا بحمد الله عن الكتاب والسنة فيه : Allah’a hamd olsun ki bu eserde Kitab ve sünnetin dışına çıkmadık” demektedir.

[1] İbn Arabî bu iddiasını, Cüneyd el-Bağdâdî (ö.297/910)’nin söylediği, “Bizim bu ilmimiz Kitab ve sünnetle sınırlıdır” sözüyle de desteklemeye çalışır.[2] İbn Arabî, Cüneyd el-Bağdâdî’nin bu sözünü birçok yerde tekrar ederek, Kitab ve sünnete bağlılığın önemine dikkat çeker.[3] Bir başka yerde, yine sûfilerden birine ait olan, “Kitab ve sünnetin şahitlik etmediği her fetih boştur” sözünü delil olarak kullanır.[4] Velilerin sahip olduğu ilimlerin Kitab ve sünnet dışına çıkmadığını, eğer çıkacak olurlarsa bunun ilim ve velayet olmayacağını söyler.[5] Kendisinin Hz. Peygamber’in ilmi demek olan nebevî mirâsa sahip olduğunu belirterek, bundan dolayı Allah’a hamd eder. Bu ilim sayesinde, hevâ ve hevesinden konuşmayan kimselerden olmayı temennî ederek, “Allah bizi onlardan kılsın!” der.[6]

Hz. Peygamber’e uyma konusunda, “Söylediğim ve yaptığım şeyleri, sadece Hz. Peygamber’in sözü olduğu için söylemeye ve yapmaya devam ediyorum” demekte, sünnetin tercihi noktasında, “الأخذ بقول رسول الله صلي الله عليه وسلم هو الذي أمرنا الله أن نأخذ به : Resûlullah (s.a.)’in sözünü almak Allah Teâlâ’nın kendisiyle amel etmemizi emrettiği şeydir” diyerek, “Resul, size ne verdi ise onu alın” ayetine yer vermektedir.[7] Yine aynı şekilde kendi görüşünü ve mezhebini açıklarken, “مذهبنا في ذلك ان اتباع السنة أولي : Bu konudaki mezhebimiz sünnete ittiba etmenin evlâ oluşudur” demektedir.[8] Yine başka bir yerde, “وبه وردت السنة ومذهبنا الوقوف عندها والعمل بها : Bu konuda sünnet vârid olmuştur. Bizim mezhebimiz sünnetin olduğu yerde durmak ve onunla amel etmektir” ifadesini kullanmaktadır.[9]

İbn Arabî, rüyalarla amel konusunda bile Hz. Peygamber’i örnek almaya çalışmakta, ” فإني في هذا القول متأس و مقتد برسول الله: Ben bu sözde Resûlullah (s.a.)’i örnek alır, ona uyarım” sözüyle bu iddiasını delillendirmektedir.[10] Sözlerinin devamında, “وأية نعمة أعظم من هذه النعمة الالهية الموافقة للكتاب والسنة : Hangi nimet, Kitab ve sünnete uygun olan bu ilâhi nimetlerden daha büyüktür” demektedir.[11] Ayrıca ” فنحن نتأسي برسول الله صلي الله عليه وسلم في جميع حركاته وسكناته وأفعاله وأحواله وأقواله : Biz bütün harekât ve sekenâtında, fiillerinde, hallerinde ve sözlerinde Resûlullah (s.a.)’i örnek alırız” diyerek bu konuda büyük bir ciddiyet örneği göstermektedir.[12]

İbn Arabî, yine aynı şekilde, Kuran ve sünnete bağlılığına delil göstermek açısından, mezhebini destekleyen şer’î delillerin bulunmasına dikkat etmektedir.[13]Meselâ bir meselede, sünnete aykırı hüküm verenlere karşı, kendisi hadisle hüküm vermekte, Resûl-i Ekrem’in sözünün dışında bir ictihada kesinlikle sıcak bakmamaktadır.[14] İbn Arabî, kendi akidesini açıklarken de Kur’an ve sünneti refarans almaktadır. “وأني مؤمن بكل ما جاء به صلي الله عليه وسلم مما علمت وما لا اعلم : Resûlullah (s.a.)’in getirdiği, bildiğim ve bilmediğim bütün her şeye iman ettim” demektedir.[15] Resûl-i Ekrem’in getirdiği din içinde, ölümün Allah katında belli olduğuna, onun geciktirilemeyeceği gerçeğine, içinde şek ve şüphe olmayan bir imanla iman ettiğini belirtmektedir. Kabir sorgusuna ve kabir azabına, kabirdekilerin dirileceğine, Allah’a arz olunmanın, havzın, mizanın, amel defterlerinin açılmasının, sıratın, cennet ve cehennemin hak olduğuna, bir grubun cennete bir grubun cehenneme gireceğine, kıyamet gününün sıkıntılarına, meleklerin, peygamberlerin ve müminlerinin şefaatine, şefaatten sonra merhametlilerin en merhametlisinin cehennemden dilediklerini çıkaracağına, müminlerden büyük günah işleyenlerin cehenneme gireceklerine, sonra şefaat ve ilahi ikramla oradan çıkacaklarına, mümin ve muvahhidlerin ebedi cennetlerde, cehennem ehlinin de orada ebedi kalacaklarına, peygamberlerin Allah katından getirdiklerine, bütün bunların hak ve gerçek olduğuna inanıp iman ettiğini belirttikten sonra, “İşte kendi nefsime karşı benim şehadetim budur” demektedir. Arkasından bu imanla faydalandırmasını, bu dünyadan öbür âleme intikalde bu iman üzere sabit kılmasını Allah Teâlâ’dan niyaz etmekte, hidayete kavuşturan Allah’a şükretmektedir.[16]

Bütün bu bilgiler İbn Arabî’nin inanç ve düşünce olarak Kur’an ve sünnet ekseninde bir düşünce yapısına sahip olduğunu, inanan her mümin gibi onun da Allah ve Resûlüne karşı sorumluluğunu en açık şekilde ortaya koymaya çalıştığını göstermektedir. İbn Arabî, yalnız düşünce olarak değil, eylem, amel bakımından da aynı tutarlılığı göstermeye çalışır. Hayatının her safhasında Hz. Peygamber’i örnek alan bir hayat tarzı takip etmeye çaba gösteren İbn Arabî, mukaddes beldelerde bulunduğu sıralarda Hz. Peygamber’in izlerini taşıyan yerleri, sırf onu hatırlamak için ziyaret eder. Bir örnek verecek olursa, Mürselat sûresinin indiği Mina’daki bir mağaraya sırf teberrük maksadıyla girmiştir.[17] Bu konuda İbn Arabî öylesine Resûl-i Ekrem’e bağlıdır ki, içinde bulunduğu ruh halinin durumuna göre bazan kendisine zulmettiğine inanarak Resûl-i Ekrem’in kabrini ziyaret ettiğini, oradan huzur bulmuş olarak ayrıldığını bizzat kendi ifadelerinden öğrenmekteyiz.[18]

İbn Arabî, hadislerde belirtilen müslüman ahlâkına uymayan davranışlardan da uzak durmaya çalışır. Vasiyetler bölümünde kişinin şefaatta bulunduğu, yani aracılık ettiği kişilerin hediyesinden sakınılmasını, çünkü bunun Resûlullah (s.a.)’in yasakladığı ribâ kapsamına girdiğini belirttikten sonra, bununla ilgili olarak başından geçen bir olayı anlatır.

Afrika ülkelerinden Tunus’ta bulunduğu sıralarda, kentin ileri gelenlerinden İbn Müt’ab denilen biri, İbn Arabî’ye ikramda bulunmak için onu evine yemeğe çağırır. İbn Arabî, daveti kabul eder. Sofra önüne getirildiği zaman ev sahibi İbn Arabî’den kentin yöneticisi nezdinde kendisi için şefaat talebinde bulunmasını rica eder. İbn Arabî, yönetici nezdinde sözü kabul edilen bir kişidir. Hiçbir şey yemeden ve ev sahibinin takdim ettiği hediyelerden bir şey kabul etmeden derhal kalkar ve orayı terk eder. Gidip kent yöneticisiyle görüşür. İbn Müt’ab’ın isteğini yerine getirir. Bu konuda meşru olmayan bir işe alet olmaktan Allah Teâlâ’nın kendisinin koruduğunu söyler. [19] Görüldüğü üzere bu olayda da sırf Hz. Peygamber’in emrini yerine getirmek için çalışmakta, kim olursa olsun insanların hatırı için ihmalkâr davranmamakta, halkın değil, hakkın rızasını gözeterek sünnete uymaya gayret etmektedir.

İbn Arabî, 560. babda müslümanlara yaptığı bir tavsiyede hallerinde, sözlerinde ve fiillerinde Resûlullah (s.a.)’in kendisine mahsus olduğuna dair bir delil bulunmadıkça veya bir başkasına hitap edip diğerlerini yasaklamadığı sürece Resûl-i Ekrem’e uyulmasını öğütler.[20] Sünnete bağlılık konusunda yine 560. bab olan vasiyetler bölümünde, binitlinin yayaya, yayanın oturana selam vermesini tavsiye ettikten sonra bu konuda dönemindeki halifelerden biriyle yaşadığı bir hatırasına yer verir. [21] Bu hatıraya göre İbn Arabî, toplu bir halde arkadaşlarıyla birlikte yürürken, karşı taraftan halifenin at üzerinde gelmekte olduğunu görür. Hemen yolun kenarına çekilerek arkadaşlarına, halifeye önce selam vermemeleri konusunda uyarıda bulunur. Halife atı ile hizalarına gelince, kendisine selam verilmesini bekler. Çünkü o dönemde âdet o şekildedir. Halifeleri gören insanlar, hemen selam verip saygı gösterirlerdi. Fakat İbn Arabî, bu şekilde yapmaz ve onun selam vermesini bekler. Halife durumun farkına varır ve yüksek bir sesle onlara selam verir. Onlar da hep birlikte halifenin selamını alırlar. Halife, bu yapılandan hoşlanır, onlara hayır dua ederek yanlarından ayrılır.[22] Sünnete uygun selam verilmesi konusunda titiz bir örneği yansıtan bu hikayede, makam ve mevki sahiplerine karşı gösterilen saygının da bir bakıma sınırları çizilmektedir. İbn Arabî, bu tavrıyla ağırbaşlı, kişilik sahibi bir müslümana yakışanı yapmaya çalışmıştır.

İbn Arabî’nin Hz. Peygamber’e olan sevgi ve saygıda da kusur etmemeye çalıştığı görülür. Fütûhât’ın ilk sayfasında Hz. Peygamber’den bahsederken, onun âlemin efendisi, günahlardan korunan, Allah’ın yardımına mazhar olan bir peygamber olduğunu, bütün peygamberlerin önünde saf olacağını, en hayırlı ümmet olan ümmetinin, onun etrafında toplanacağını söyler.[23] 502. babda Allah’a ve Resûlü’ne hiyanet edilmemesinden bahseder. Ona göre, Allah Teâlâ’nın öğrettiği edeb sınırları içinde müminler, Resûl-i Ekrem’e davranmalıdır. Resûl-i Ekrem’e karşı edebli olmamak, Allah’ın kullarına emanet ettiği görevi yerine getirmemek demektir. Allah’ın emanet ettiği bir görevin yapılmamasıyla da Resûl-i Ekrem’e karşı hıyanet edilmiş, ona saygısız davranılmış olunur. Yine 502. babdaki açıklamalara göre Hz. Peygamber’in yakınlarını ve ehl-i beytini sevmemek ona karşı saygısızlığın bir çeşidir. Çünkü Hz. Peygamber’i ve ehl-i beytini sevmemiz bizim için aynı derecededir. Onun ehl-i beytini sevmeyen Resûl-i Ekrem’i sevmemiş demektir. Resûl-i Ekrem, ehl-i beytten biridir, ehl-i beyt sevgisi parçalara bölünmez. Sevgi, aile bireylerinin yalnız birini değil, hepsini kapsar. Bundan dolayı kalbimizi bu hal üzere muhafaza etmeli, ehl-i beytin değerini bilmeliyiz. Ehl-i beyte karşı saygısızlıkta bulunan, gerçekte Allah Resûlü’ne karşı saygısızlıkta bulunmuş olur. Bununla ilgili Fütûhât’ta bir kıssa da anlatılmaktadır.

Söz konusu kıssaya göre İbn Arabî, Mekke’de bulunduğu sıralarda kendisine güvendiği bir kişiden bir rüya dinler. İbn Arabî’nin ismini belirtmediği bu kişi, Mekke şeriflerinin halka karşı uyguladıkları yönetimi hoş görmemektedir. Bundan dolayı olacak, gece rüyasında Hz. Peygamber’in kızı Fatıma’yı görür. Fatıma (r.a.), kendisinden yüz çevirir. Adam ona selam vererek, yüzünü niçin çevirdiğini sorar. Hz. Fatıma, şerifleri sevmeyip onları tenkit ettiğinden dolayı, böyle davrandığını söyler. Adam buna karşılık, onların halka baskı ve zulüm yaptıklarını belirtir. Bunun üzerine Fatıma (r.a.), onların kendi evlatları olduğunu söyler. Adam hemen tevbe eder, Hz. Fatıma da yüzünü adama doğru çevirir.[24] Bu rüya olayının ardından İbn Arabî, ehl-i beyt sevgisini şu şiirle bitirir:

فلا تعدل بأهل البيت خلقا فأهل البيت هم أهل السياده

فبغضهم من الإنسان خسر حقيقي وحبهم عباده

Ehl-i beyte hiç kimseyi denk tutma!

Ehl-i beyt onlar, ehl-i siyâdettir.

İnsanın onlara buğzu gerçek bir kayıptır,

Onları sevmek ise bir ibadettir.[25]

İbn Arabî, sadece ehl-i beyte karşı yapılan saygısızlığı Hz. Peygamber’e yapılan saygısızlık gibi görmekle yetinmez. O aynı zamanda diğer peygamberlere yapılan saygısızlığı da Hz. Peygamber’in şahsına yapılan saygısızlık gibi kabul eder. 502. babda Hz. Peygamber’e yapılan saygısızlığın bir diğer çeşidinin de peygamberler arasında üstünlük, fazilet yarışına girişmek olduğunu söyler. Her ne kadar Allah Teâlâ, peygamberlerinden bazısını bazısından üstün kılmış olsa bile, bu Allah için geçerli bir durumdur. “Peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık”,[26] “İşte bu peygamberlerin bir kısmını diğerlerine üstün tuttuk”[27]ayetlerinde Allah Teâlâ kulları arasında dilediği şekilde bunu yapmış bile olsa, bizim için böyle bir şey söz konusu değildir. Çünkü biz, bu fazilet durumunu ancak Allah’ın bildirmesiyle biliriz. İsa (a.s.)’ ın söylediği, “Sen benim içimde olanı bilirsin, ben senin içinde olanı bilmem. Sen bilinmeyenleri bilensin”[28] ayetinde olduğu gibi, kimse Allah’ın nefsinde olanı bilmez. Nitekim Resûl-i Ekrem de kendisinin bildirdiğinin dışında peygamberler arasında üstünlük yapmamızı yasaklamıştır. Hz. Peygamber, peygamberler içinde Yunus (a.s.)’ın ismini özellikle belirtmiştir.[29] Kim Allah’ın bildirdiklerinin dışında bu üstünlük işine girişirse Allah’ın Resûlü’ne hıyanet etmiş, ona saygısızlıkta bulunmuş, kendi sınırını aşmış olur.[30] Her vesileyle sünnete sarılmayı tavsiye eden İbn Arabî, Hz. Peygamber’in sünnet kıldığı bir şeye saygısızlıkta bulunanın gerçekte, onun sünnetine saygısızlıkta bulunmuş gibi olacağını söyler.[31] Resûl-i Ekrem’e sonsuz bir saygı ve tazimle bağlı kalmaya çalışan İbn Arabî, her konumda sünnet yolunu takip etmeye aşırı derecede meraklıdır. Öyle ki bu durum bazan sözlerine bile yansır. Zaman zaman sözleri içinde hadislerden alıntılar yapar. Nitekim Fütûhât’ın bir yerinde, “فانا آخذ بحجزهم عن النار وهم يقتحمون فيها : Ben onları ateşe düşmemeleri için kuşaklarından tutuyorum. Onlarsa ona atılıyorlar” demektedir.[32] Onun bu şekildeki sözleri Hz. Peygamber’in bir hadisindeki “فانا آخذ بحجزكم وانتم تقحمون فيه : Ben sizi kemerlerinizden tutuyorum, sizse onun içine atılıyorsunuz” ifadesine benzemektedir. [33]

Fütûhât’tan nakledilen bu alıntılar, İbn Arabî’nin Hz. Peygamber’i seven, onun sünnetine bağlı kalan, sorumluluk duygusuyla davranan bir âlim olduğunu göstermektedir. Bunun aksi istikamette bazı bilgilere rastlanırsa, onlar ya tevil edilmeli veya hiçbir hüküm vermeyip tevakkuf etmelidir. Zira, kendisinin mümin olduğunu, Kur’an ve sünnete bağlı bulunduğunu söyleyen birinin bu söylediklerinin dikkate alınması, hakkında hüsn-i zan beslenilmesi ihtiyata daha uygundur.

Sünnet konusunda Fütûhât’ta görülebilen önemli değerlendirmeler bunlardan ibarettir.

Kaynak: Seyit Avcı, el-Fütuhatü’l- Mekkiye’de İbn Arabi’nin Hadis Anlayışı, Konya 2005, s. 80-86.

[1] Fütûhât, I, 404.

[2] Fütûhât, I, 404 (69. bab).

[3] bk. Fütûhât, I, 607, 631, II, 162, III, 8, 56, IV, 262.

[4] Fütûhât, III, 56.

[5] Fütûhât, III, 56.

[6] Fütûhât, IV, 178 (534. bab).

[7] Fütûhât, I, 392 (69. bab).

[8] Fütûhât, I, 412 (69. bab).

[9] Fütûhât, I, 412.

[10] Fütûhât, I, 723.

[11] Fütûhât, I, 723.

[12] Fütûhât, IV, 456.

[13] Fütûhât, I, 453 (69. bab).

[14] Fütûhât, I, 445 (69. bab).

[15] Fütûhât, I, 38.

[16] Fütûhât, I, 38.

[17] Fütûhât, I, 227 (36. bab).

Kaynak: www.reddulmuhtar.com

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu