Hadisleri Hafife Alanlar

İslâm’ın İkinci Kaynağı Hadîsi Şerifler’in Sıhhat Dereceleri-Prof Dr. Durmuş Ali Kayapınar

Ahmed Na’îm Efendi (1353/1934) Tecrîd mukaddimesinde İslâm’ın ikinci kaynağı hadîslerin sıhhat derecelerini şöyle özetlemiştir:

Birinci derece: Buhâri ile Müslim’in sahihlerinde ittifak edip müştereken tahrîc ettikleri hadîsler. Bunlar mertebe-i ülâyı hâizdir.
İkinci derece: Yalnız Buhârî’nin rivâvet edip de Müslim’in rivayet etmediği hadîsler.
Üçüncü derece: Yalnız Müslim’in rivayet ettiği hadîsler.
Dördüncü derece: Buhari ve Müslim’in şartlarını taşıdıkları halde sahihlerinde yer almayan hadîsler.
Beşinci derece: Buhârî’nin şartlarına uygun iken Sahihinde yer almayan hadîsler.
Altıncı derece: Müslim’in şartlarına uygun iken Sahîh’inde yer almayan hadîsler.
Yedinci derece: Ne Buhâri, ne de Müslim’in şartlarına uymadığı halde, hadîs imamlarınca sahîh kabul edilen hadîsler… Bütün bu derecelerde yer alan hadîsler, alâ merâtıbıhım, sağlamdır ve sahihtir. Hadîs imamlarınca ve ümmetçe makbuldür.”182

SON DERECE SAĞLAM VE SAHÎH HADÎS KİTAPLARINA BİLE SALDIRILARINI SÜRDÜRMELERİ

Sahîhayn’de hadîs münckkıdlcnnın tenkidine uğrayan hadîslerin toplamı 220’dır. Bunların 32’si her ikisinde, 78’i yalnız Buhârî’de, 110’u da yalnız Müslim’dedir Bunlar Buhârî’de. Müslim’dekinden daha azdır Çünkü O, sâdece hıfz ve itkânda en üst derecedeki râvîlerın hadîslerini tahrîc etmiştir. Lakin mu’terizlerın zayıf gördüğü bu hadîslerin hiçbiri, bir illet-i kâdiha ile ma’lûl değildir. Yanı reddedilmelerini gerektiren bir yaraya sahip değildirler. Nitekim İbnü Haceri Askalânî (852/1448) Buharı Şerhi’nin mukaddimesinde, Buhârî’dekılerın hepsini birer birer inceleyip, sahîh olduklarını isbât etmiştir. Buhârî ve Müslim’in celâlet-i kadr’lerı pek büyük ve sahîhi sakimden tefrik ve temyiz güçleri diğerlerinden çok daha yüksektir.183
Görülüyor ki Kur’ân ve sünnet düşmanları, sahîh hadîsi sakîm ya da zayıf hadîsten ayırma gücü itibariyle muhaddislerin en üst mertebeyi verdikleri, Buhârî ve Müslim’in tahrîc ettikleri hadîslerin zayıflarını belirlemeye kalkışıp 200 zayıf hadîs belirlediği ileri sürülen ed-Dârekutnî (385/995)’nin yaptığı işi dahî doğru değerlendirmemekte ve zayıf hadîsi sanki mevzu’ hadîs gibi algılamaktadırlar. Oysa senedde yer alan bir râvîye herhangi bir töhmet isnâd edilmişse, bu durum da, o hadîsin zayıf olarak değerlendirilmesi için yeterli sebeptir; yoksa bu, o hadîsin Rasûlüllah S.A.’den sâdır olmadığını göstermez.

182 Naîm, Ahmed, Sahîhu Buhâri Muhtasarı, Tecrîd Tercemesi Mukaddimesi: 1/234.
183 Naîm, Ahmed, Sahîhu Buhâri Muhtasarı, Tecrîd Tercemesi Mukaddimesi: J/335 ve 219.

Pek Tabîî, İgnaz Goldzıher’ın (1850-1921) temellerini attığı bu tezvir kampanyası, belli bir yere varıp da duracak değildi. Müslümanlar bu eşsiz değerlerine sahip olmadıkları sürece bu uluslararası kampanyalar sürüp gidecekti. Nitekim Beyrut-Amerikan Üniversitesi Roma Hukuku ve Beyrut-Fransız Hukuk Fakültesi İslâm Hukuku öğretim üyesi Prof.Dr. Suphi el-Mahmasânî’nin “Müslümanlar’in Geri Kalmalarının Sebep ve Sonuçları ve Bu Gerilikten Kurtulma Çâraleri “ni konu alan, türkçeye çevrilip defalarca basılan bir kitapçığında yer alan şu cümleler, bu tezvîr kampanyasının günümüzde de sürdürülmekte olduğunun bir delilini teşkil etmektedir.
El-Mahmasânî, bu kitapçığında: “üçüncü halîfe Osman bin Affân (35-656) zamanında Kuran’ın kıraat ve lehçe farklılıklarının ortadan kaldırıldığım.’ ileri sürmektedir. Oysa ilerde detaylı olarak inceleyip ışın aslını delilleriyle ortaya koymayı planladığımız bu meselenin gerçeği, asla Prof. Mahmasânî’nın bu iddiasına uymamaktadır. Zira Hz. Osman’ın (35/656) mushafları, neshedılmeyen bütün kıraet ve lehçe farklılıklarını vahy ile geldiği gibi aynen muhafaza etmişlerdir.

184 el-Mahmasânî, Suphi Yeni Gelişmeler Karsısında İslâm Hukuku: 45.
185 el-Mahmasânî, Suphi, Yeni Gelişmeler Karsısında İslâm Hukuku: 54.

Kur’ân-ı Kerîm’in temeline bu tahrîb kalıbını yerleştirdikten sonra Mevzu”, (uydurma) hadîsler konusunda da önderi Goldziher’ın ma’hûd fikirlerini ufak tefek ilede farklılıklarıyla aynen benimseyen el-Mahmasânî: Mevzu’ Hadîsler’in. Ehl-i Sünnet ve Şî’a ile Ehl-i Rey ve Ehl-i Hadîs arasındaki yarıştan doğduğunu.’ ıddıâ etmekte ve bu konuda:
“İslâm Tarihinin bazı asırlarında, siyâsete hizmet, mezhep ve particiliği te ‘yîd, hikayecilerin malzemelerine pazar bulma ve benzeri sebepler yüzünden çokça hadîs vaz’edilmiş (uydurulmuş), hadîsler sayılamayacak derecede çoğalmış, akl-ı selîm ve mantığın kabul edemeyeceği zayıf ve temelsiz sözler187
hadîs diye rivayet edilmiştir.’ cümlelerini kayd ettikten sonra: “Deniz cehennemdendir. Fare Yahudi’dir. Patlıcan her derde devadır.”188 Gibi hadîsleri örnek göstererek, İslâm’ın ikinci kaynağı Sünnet’le alay etmektedir.
Prof. el-Mahmasânî, burada, Buhârî hadîslerinin dahî akıl ve realite ölçüleriyle incelenip, akla ve mantığa uymayanlarının kaldırılıp atılmasını teklif ederken de şu cümlelere yer vermektedir:

186 el-Mahmasânî, Suphi, Yeni Gelişmeler Karsısında İslâm Hukuku: 54.
187 el-Mahmasânî, Suphî, Yeni Gelişmeler Karsısında İslâm Hukuku: 55.
188 el-Mahmasânî, Suphî, Yeni Gelişmeler Karsısında İslâm Hukuku: 55, 56.

“îbnü Teymiye, Muhammed Abduh (1849-1905) gibi müceddid âlimler bu üzücü duruma karşı ayaklanmış, din ve akıl prensiplerinin ışığı altında hadîsleri ayıklamış. Hatta Buhârî ve Müslim hadîslerinden bir kaçını dahî tenkid etmişlerdir. Mesela Buhârî: “Kim her sabah yedi adet Acve hurması yerse, o gün bu kimseye zehir ve sihir zarar vermez. “190 hadîsini rivayet etmiştir. Bu hadîsin sahih (Hz. Muhammed’e âit) olması mümkün değildir. “Bu hadîsi Hz. Muhammed söylemiştir” demek. O ‘na yapılabilecek hakaretlerin en büyüğüdür. Çünkü ilme ve realiteye aykırıdır. Sonraki birçok âlim de bunun böyle olduğunu açıkça ifâde etmişlerdir. “192
“İhmâl ve hatâ veya uydurma ve iftira yolu ile Sünnet ‘e katılan binlerce benzerinden bu bir örnektir… ”

l89 Mecelletü’l-Menâr,yıl. 1347, s:507-516: M. ReşidRızâ, Yüsruİslâm ve Usulü’t-Teşrî’il-Amm, Mısır 1928.
190 Sahîhu Buhârî Muhtasarı, Tecridi Sarih Tercemesi: 11/393; Sahîhu Müslim, Nevevî Şerhi: 13/2; Davutoğlu, Ahmed, Sahîhu Müslim Tercemesi, S: 9/370-373.
191 Hatırladığıma göre, “Bu hadisi Hz. A fuhammed söylemiştir, demek O ‘na yapılabilecek hakaretlerin en büyüğüdür. ” cümlesi bu kitabın 2. baskısından çıkarılmıştır.
192 AhmedEmîn, Mecelletü’l-Va’y, Sayı: 2. S.3 (el-Kahîre: 1952). 19Sel-Mahmasânî, Suphî, Yeni Gelişmeler Karsısında İslâm Hukuku: 56.

KENDİLERİNİN BAŞLATTIKLARI BU YIKIM İŞİYLE ISLAHATÇI MÜSLÜMANLARI GÖREVLENDİRMELERİ

Sayın Prof. Mahmasânî, kendisiyle önden Goldzıher arasında bu köprüyü kurduktan sonra, İslâm’ın ana temelleri üzerindeki bu yıkımı sürdürmek üzere ıslâhâtçı(l) müslümanlara bu peşi bırakılmaz görevi şu cümleleriyle aktarmaktadır:
“Islahatçı müslümanlara düşen vazife, bu ikâza uyarak hatâ. İftira, yalan ve düzme kalıntılarından kurtulmak, dinin prensip ve nasslarına aykırı olan veya bütün dînî hükümlerin üzerine kurulduğu akıl ve fıkıh usûlü hükümlerine uymayan “uydurma hadîsleri”kaldırıp atmaktır… ”
Yukarda kaldırılıp atılması gerektiği iddiâ edilen binlerce hadîse bir örnek olarak seçilen “Acve hurması” ile ilgili Buhârî hadîsinin, ne senedi, ne metni, ne de mânâ ve muhtevası incelenmemiş: bu hurma türünün ne gibi maddeleri ihtiva ettiği üzerinde hiç mi hiç durulmamış ve körü körüne akla ve mantığa uymadığı gerekçesiyle kaldırılıp atılması istenmiştir. Oysa Buhâri’nin sahîh hadîsleri belirlemede aradığı şartlardan, ne senedinde, ne de metninde en küçük bir za’f bulunan hiçbir hadîsin geçmesi mümkün değildir. Ayrıca üstelik bu hadîs birkaç tarîkten çeşitli varyantlarla, hemen hemen her mu’teber hadîs kitabında mevcuttur. 195 Muhbır-ı Sadık Rasûlüllah S. A. tarafından “Şifâsı ve Onu midesinde bulunduran kimseye sihir ve zehrin zarar vermeyeceği” bildirildiğine: sihir ve büyü gibi şeylerde de şeytanın rolü bulunduğu,196 bir de Lafzatullâh’la dolu Ezân-ı Muhammedi’yi işiten şeytanın, bu sesi duymamak için büyük bir gürültü çıkararak kaçtığı, yine bir Buhârî hadîsinde haber verildiğine göre;197′ her bir çekirdeği üzerinde selis bir yazı ile arapça ,: “Allah ” kelimesi yazılı olan bu hurmayı (Bu hurma, Rasûlüllah’in fidanını eliyle diktiği, duasına mazhar ve her bir tanesinde Allah lafzı yazılı çok kıymetli bir hurma türüdür. Her çekirdeğinde bu yazı rahatça görülmektedir ve taze meyvelerinde de bu lafzın rahatça okunabildiği söylenmektedir. Çekirdeklerindeki Lafzatullâh’ı gözümle gördüm ama taze meyvesini elde edemedim) midesinde taşıyan ve Lafzatullâh damarlarında dolaşan kana dönüşen bir kimseye sihrin etki etmeyip zarar vermemesi gayet tabiî değilmidir?!.
“Zehir zarar vermez… ” fıkrasına gelince… Bu adamlar hep bilimsellikten dem vururlar. Bilimselliğin gereği: “Bu hurmadan belli bir miktarını yiyene zehir zarar vermez ” nebevi haberi karşısında, “bu hadîs uydurmadır!… ” diyerek kaldırıp atmayı önermek mıdır; yoksa biyokimyanın büyük bir gelişme gösterdiği günümüzde bu hurma türünü gelişmiş bir laboratuvarda inceleyip içerdiği maddeleri, mîde hastalıkları ve zehirlenmeler karşısındaki etkilerini inceleme çâreleri aramak mı?!.
Ben âcizane tıbbî araştırmalar üzerinde çalışan uzmanlarımızın bu konuya eğilmelerini öneriyorum. Ola ki bu İslâm düşmanlarını utandıracak büyük bir buluşu ortaya koyarak, hem Peygamberimiz S.A.’m bu sözünde gizlenen mucizeyi gün yüzüne çıkarmış, hem de belki insanlığa, mîde hastalıkları, ülseri ya da kanserinin ilacını kazandırırlar da, böylece bu tezvir kampanyasına en susturucu cevâbı vermiş ve en kahredici darbeyi vurmuş olurlar. Böylece, nakle tâbi olmakla görevli olan aklı tam yerinde kullanarak, hedefe varmak ıçm bir araç, bir binek olan aklın sırtına binecekleri yerde, kendilerini akim bineği yapan, yani binecekleri atı kendi sırtlarına bindiren bu adamların komik durumlarını dünya sahnesinde sahnelemiş olurlar. Müslümanların geri kalmalarının hakîkî sebebinin böylelerınin yalanlarına kanıp İslâm’a gereken değen vermemelerinden kaynaklandığım isbatlamış olurlar. Zira: Bütün dînî hükümlerin üzerine kurulduğu AKİL ve FIKIH USÛLÜ hükümleri… ” ta’bîrı gerçeği çarpıtarak ters yüz eden bir ifâdedir. Çünkü: “Bütün dînî hükümlerin kendisi üzerine kurulduğu şey” ne “Akü”Air, ne de “Fıkıh Usûlü “…Butun dînî hükümler Nakil üzerine, Kur’ân ve Hadîs üzerine kurulmuştur. “Akü” ve “Usûl” ise sâdece birer araçtır. Nakli doğru anlayıp Murâd-ı İlâhi’ye uygun değerlendirme aracı!… Araçla amacı karıştırmamak gerek!…

194 el-Mahmasânî, Suphi, Yeni Gelişmeler Karsısında İslâm Hukuku: 57.
195 Buhârî, Et’ime: 43, Tıbb: 52, 56; Müslim, Eşribe: 155, 45. Ahmedb. Han bel: 3, 397.
196 îslâm ‘in ana kaynakları Kur’ân ve Sünnet’in ta ‘rîf ettiği “Yahudiler kendilerine tebliğ olunan Kitâbullah’ı bıraktılar, Süleyman A.S.’in hükümeti ve devleti aleyhine şeytanların takîb ettikleri sihirbazlıklara, şeytanların okuyup üfleye geldikleri efsun ve sihirlere uydular. ” Bakara sûresi, âyet: 103. Sihir ve sihrin şeytanla ilgisi hakkında daha geniş bilgi için Bkz: Sahîhu Buhârî, Tecrîd Tercümesi: 8/224-235.
197 Ebu Hüreyre’den, Rasûlüllah S.A. buyurduki: “Namaza nida edildiği zaman, şeytan (ezanı işitmemek için telaşla) yel/ene yellene kaçar… ” Sahîhu Buhârî, Tecrîd Tercemesi: 2/558-563.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu