ArşivElbani

Elbânî’nin İmâm Ebû Hanîfe (r.a.)’e Düşmanlığı

Hadîs ilmi konusunda görüşleri esas kabûl edilen rical âlimleriyle, nakil konusunda otorite olan bilginlerin Ebû Hanîfe (r.a.)’in hâfızası, mahareti ve ilmine dair yaptıkları övgülerden bazılarını burada aktarmış bulunmaktayız. Hâfız Mizzî (rh.a.), Tehzîbü’’l-kemâl isimli eserinin mukaddime kısmında aynen şöyle der:
“Bil ki bu eserde cerh, ta‘dîl ve benzeri konuların imâmlarından naklettiğimiz görüşlerin büyük bir kısmı, Hâfız oğlu hâfız Ebû Muhammed Abdurrahman b. Ebû Hatim er-Râzî’nin, el-Cerh ve’t-ta’dîl, Hâfız Ebû Ahmed Abdurrahman b. Adiyy el-Cürcânî’nin el-Kamil, Hâfız Ebû Bekr Ahmed b. Alî b. Sâbit el-Hatib el-Bağdadî’nin Târîhu Bağdâd ve İbn Asakîr ed-Dımeşkî şeklinde meşhûr olan Hâfız Ebü’l-Kâsım Alî b. el-Hasen b. Hibetullah’ın Tarihu Dımeşk’ından nakledilmiştir. Bu dört eserin dışındaki nakiller ise bu eserlerden veya bunların bir kısmından yapılan nakillerden daha azdır.

“Bu kitap, bizlere hadîs râvîleriyle haberleri aktaranlar, din önderleri, fetva, zühd, takva ve ibâdet ehli kimselerin geneli ile, bu tabakalara mensup olup kendilerine işaret olunan ilim ehli gruplardan her bir grubun meşhûr olanlarının genelini ihtiva etmektedir. Bunların dışında çok az bilgin vardır.
“Bu söylediklerimiz hakkında daha fazla bilgi sâhibi olmak isteyen kimse, bu dört kitabın dışında Muhammed b. Sa‘d el-Vâkıdî’nin et-Tabakatu’l-kübrâ’sı ile Ebû Bekr Ahmed b. Ebû Hayseme Züheyr b. Harb’in et-Târîh’ini, Ebû Hatim Muhammed b. Hibban el-Büstî’nin Kitâbu’s-sikât’ını, Ebû Sa‘îd Abdurrahman b. Ahmed b. Yunus b. Abdula‘lâ es-Sadefî’nin Târîhu Mısr’ını, hâfız Hâkim Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah en-Nisâbûrî’nin Târîhu Nisâbûr’unu, hâfız Ebû Nuaym Ahmed b. Abdullah b. Ahmed el-Isbahânî’nin Târîhu Isbahan’ını okuması gerekir. Zikredilen on kitap, bu konuda yazılmış olan temel eserlerdendir.”140

Bilindiği üzere İbn Adiyy, Ebû Hanîfe (r.a.)’i tenkîdde haddi aşmış ve sınırı geçmiştir. Aynı şekilde Hatîb el-Bağdadî, Ebû Hanîfe (r.a.)’in kusurlarını toplamış ve ırmakların arındıramayacağı kadar pis ifâdeleri zikretmiştir.
Cerh ve ta‘dîl kitâblarının tamâmı, Sem‘ânî, Nevevî, Mizzî, Zehebî, İbn Kesîr, Hüseyinî, el-Burhanu’l-Halebî ve İbn Hacer el-Askalanî (rh.a.e.) gibi Ebû Hanîfe (r.a.)’in menkîbelerini naklettiğimiz âlimlerin ellerinin altındaydı.
Bu âlimlerin tamâmı, cerh ve ta‘dîl ilminin önde gelen imâmlarındandır, ama bununla birlikte onlar Ebû Hanîfe (r.a.) hakkında söylenenlere esâsen hiç iltifat etmemişlerdir. Dahası Ebû Hanîfe (r.a.)’i lekeleyen bu kimselere rağmen onlar bu büyük müctehîdi hadîs hâfızlarının arasında sayarlar. Sika olduğunu ifâde edip, onu tezyîf (düzmece olduğunu belirtme), tashîh (sahih olduğunu söyleme), cerh ve ta‘dîl konusunda ictihâdlarına başvurulan tenkîd imâmlarından kabûl ederler ve bu konuda onun görüşlerini zikrederler.

Ebü’l-Haccac el-Mizzî, Tehzîbü’l-kemâl isimli eserinde Ebû Hanîfe (r.a.)’in hayatına dair zikretmiş olduğu bütün nakilleri, Hatîb el-Bağdadî’nin Târîhu Bağdâd isimli eserinden almış, ancak Ebû Hanîfe (r.a.)’i lekeleyen satırlara iltifat etmemiştir. Bilindiği üzere Ebû Hanîfe (r.a.) hakkında konuşan kimse bunu kendi hevesinden ve tarafgirliğinden söylemektedir. Ebû Hanîfe (r.a.) ise düşmanları tarafından kendisine isnâd edilen bu kusurlardan münezzehtir. İleri sürülen kusurlardan hiçbiri burada zikredilmeye değmez.
İmâm Zehebî (rh.a.) Tehzîbü’l-kemâl isimli eserin sika kimseleri tanıtan bir kaynak olduğunu açıkça belirtmektedir.141 Zehebî, Mizzî’nin bu yaptıklarını “Şeyhimiz Ebü’l-Haccac Mizzî, Ebû Hanîfe (r.a.)’i zayıf kılacak herhangi bir şeye yer vermemekle çok isâbet etmiştir” diyerek övmektedir.142

Zehebî, İbn Kesîr, el-Hüseyinî, el-Burhanu’l-Halebî, İbn Hacer gibi Mizzî (rh.a.e.)’den sonra gelen bilginler de aynı şekilde hareket etmişlerdir. Adı geçen bu bilginlerin tamâmı, Şâfiî mezhebinin önde gelen âlimleridir. Bu örneği günümüze kadar bu şekilde getirmek mümkündür. Ne var ki bu çağda yaşayan ve muhaddis olduğunu iddiâ eden Nasıruddin el-Elbanî bu yoldan sapmış ve Ebû Hanîfe (r.a.) gibi birisine dil uzatmaya kalkışmış, onun hâfızası, mahâreti, kapasitesi hakkında ileri geri konuşmaya, onu zayıf göstermeye, hâfızasının kötü olduğu iftirâsını atmaya, zaptının ve hıfzının olmadığını ileri sürmeye yeltenmiştir.

Nasuruddin el-Elbanî, imâm, hüccet, hâfız, şeyhülislâm Ebû Bistam Şu‘be b. el-Haccac el-Ezdî, bayrak imâm ve hâfızların efendisi Ebû Sa‘îd Yahyâ b. Sa‘îd el-Kattân (rh.a.), imâm, hâfız, cerh ve ta’dil imâmlarının lideri Alî b. el-Medinî (rh.a.), biricik imâm, hâfızların efendisi, cerh ve ta‘dîl ilminin sultânı Yahyâ b. Ma‘în (rh.a.), imâm, sebt, hâfızların efendisi Ebû Dâvûd Süleyman el-Eş‘as es-Sicistânî (rh.a.) ve -bu konuda otorite olan diğer âlimler gibi- Ebû Hanîfe (r.a.)’in sika olduğunu ifâde eden âlimlerin ifâdelerini görmezden gelmektedir. Elbanî, Silsiletü’l-ehâdîsi’d-da‘îfe isimli eserinde “Yıldız doğduğu zaman her beldeden hastalık kalkar” hadîsini değerlendirirken aynen şöyle der:

“Bu hadîs zayıftır. Hadîsi İmâm Muhammed b. el-Hasen, Kitâbu’l-âsâr’da (s. 159) Ebû Hanîfe (r.a.) -Atâ b. Ebû Rebah isnâdıyla Ebû Hureyre’den merfû olarak rivâyet eder. Bu hadîsi Ebû Hanîfe (r.a.) vâsıtasıyla es-Sekafî, el-Fevâid isimli eserinde (III, 12, 13), Taberanî el-Mu‘cemu’s-sağir’de (s. 20), el-Evsat’ta (II, 140, 141), Ebû Nu‘aym, Ahbâru Isfahan isimli eserinde (I, 121) nakletmiştir. Ebû Nu‘aym burada hadîste geçen “en-Necm= yıldız” kelimesinin “Süreyya yıldızı” olduğunu ifâde eder.
“Bu, râvîleri sika olan bir isnâddır. Ancak fıkıhta büyük bir âlim olmasına rağmen Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Adiyy ve başka hadîs imâmları Ebû Hanîfe (r.a.)’in hâfızası açısından zayıf olduğunu belirtmişlerdir. Bundan dolayı Hâfız İbn Hacer et-Takrib isimli eserinde Ebû Hanîfe (r.a.)’i tanıtırken ‘Meşhûr bir fakihtir’ sözünden daha fazla bir şey söylememiştir.”143
Biz burada Elbanî’ye şunu sormak istiyoruz: Ebû Hanîfe (r.a.)’in zayıf olduğu İbn Hacer (rh.a.)’in nazarında kesin ise niçin zayıf olduğunu belirtmiyor da “Meşhûr bir fakihtir” demekle yetiniyor? Oysa kendisi et-Takrîb isimli eserinin mukaddime kısmında açıkça “Ben bu zikri geçen şahıslardan herbiri hakkında öyle bir hükme varıyorum ki – en kısa cümle ve işaretle -onlar hakkında söylenenin en doğrusunu, nitelendikleri şeyin en âdil olanını, ihtivâ etmektedir” demektedir.

Acaba Elbânî hadîs usûlü kitaplarından herhangi birinde bir râvî hakkındaki “Meşhûr bir fakihtir” ifâdesinin onun zayıflığına açıktan veya işaretle delâlet ettiğini mi görmüştür? Görmüşse onu bize açıklasın ki sevâba girsin. Herhangi bir râvîyi fıkıh bilgini ve meşhûr olmakla nitelemek, onun zayıflığına ve yaptığı rivâyeti almamaya mı delâlet eder, yoksa o kişiyi cehâlet ve örtülü olma durumundan şöhret, ilim ve yücelikle yüceltilme, her hayrın kendisine verilme seviyesine mi yükseltir? Hz. Peygamber (s.a.v.), “Allah (c.c.) her kimin hakkında hayır dilerse onu dinde çok anlayışlı (fakih) kılar.”144 buyurmuştur. Acaba fıkıhtan başka hayrı umulan bir ilim dalı daha var mıdır? Eskilerin dilinde “el-fakih” ismi ancak müctehîde verilirdi. Elbânî’ye ne oluyor ki övgüyü kınama olarak alıyor ve meseleyi ters yüz ediyor? Yaptıklarının hesâbını Yüce Allâh’a verecektir!

Elbânî’nin, “İbn Hacer, et-Takrib’de Ebû Hanîfe (r.a.) için ‘Meşhûr bir fakihtir’ ibâresinden daha fazla bir şey eklememiştir” şeklindeki ifâdesi doğru olmayıp, yalan ve bühtandır. Hâfız İbn Hacer (rh.a.) onun otorite olduğunu iki yerde kabûl ederken nasıl doğru olabilir ki! et-Takrîb’in, el-Künâ= Künyeler başlığı altında aynen şöyle denir: “Ebû Hanîfe en-Nu‘man b. Sâbit meşhûr imâm.” Aynı eserin nun harfine tahsis edilen kısmında ise aynen şöyle denir: “en-Nu‘man b. Sâbit, Kûfeli. İmâm Ebû Hanîfe (r.a.), Fars asıllı olup, Teym oğullarının âzâdlısı olduğu söylenmiştir. Altıncı tabakadan meşhûr bir fakihtir. Sahîh olan rivâyete göre Hicrî 150 yılında irtihâl etmiştir. İrtihâl ettiğinde yaşı yetmişti.”
Cerh ve ta‘dîl kitaplarında “imâm” kelimesi herhangi bir kayıtla kayıtlanmayıp, mutlak olarak söylendiğinde güvenirlik mertebelerinin en üstünüdür. “İmâm” kelimesi, “sika” veya “mutkin” ya da “sebt” veya “adl” kelimelerinden daha üstündür. Fakat kişi, büyük imâmlara dil uzattığında insanların kînine maruz kalır, aklı başından alınır ve karanlıkta yürüyen deve gibi nereye bastığını bilmeden yürür.

Buradan Hâfız İbn Hacer’in, adı geçen bu kimselerin İmâm Ebû Hanîfe (r.a.) hakkında “zayıftır” şeklindeki hükümlerini esâsen kabûl etmediği anlaşılmaktadır. Kullanmış olduğu “fakîh” ve “imâm” kelimelerinde kendisinin onun rivâyetini râvîler topluluğu içinde fakih ve imâm olmayan kişinin rivâyetine tercih ettiğine işaret vardır. Elbânî bu gerçeği biliyordu ve gizledi demesek bile esâsen farkına varmış değildir ve aksine meseleyi tersine çevirmiş ve “Meşhûr fakihtir” şeklindeki nitelemenin râvînin zayıf olduğuna delâlet ettiğini iddiâ etmiştir. İnsanlara akıl dağıtan Yüce Allâh noksandan münezzehtir!
Temiz imâm Yusuf b. el-Haccac el-Mizzî (rh.a.), Tehzîbü’l-kemâl’in mukaddime kısmında aynen şöyle der:
“Ebû Bekr b. Huzeyme’nin nakline göre Abdullah b. Hâşim et-Tûsî şöyle anlatmıştır: Vekî b. el-Cerrah’ın yanında bulunduğumuz bir sırada bize ‘A‘meş’in, Ebû Vaîl -Abdullah isnâdıyla yaptığı rivâyet mi size daha sevimli yoksa Süfyân’ın Mansur -İbrâhîm en-Nehâî -Alkame -Abdullah isnâdıyla yaptığı rivâyet mi daha sevimlidir?’ diye sorunca, ‘A‘meş’in, Ebû Vaîl’den yaptığı rivâyet Hz. Peygamber (s.a.v.)’e daha yakındır’ diye cevâb verdik. Vekî’, ‘A‘meş şeyhtir (muhaddistir), Ebû Vaîl de şeyhtir. Süfyân’ın, Mansur -İbrâhîm en-Nehâî -Alkame -Abdullah isnâdıyla yaptığı rivâyet ise bütünüyle fakihin fakihten yaptığı bir rivâyettir.’ dedi. Bir başkasının ilâvesine göre Vekî’ ‘Fukahânın birbirinden rivâyet ettiği hadîs, muhaddislerin birbirinden rivâyet ettikleri hadîsten daha sevimlidir’ de demiştir.”145
Öte yandan Hâfız İbn Hacer el-Askalânî (rh.a.) başka eserlerinde de -Elbânî’ye inat- Ebû Hanîfe (r.a.)’in zayıf olduğunu ifâde eden herhangi bir âlimden görüş nakletmiş değildir. Tam aksine o Tehzîbü’t-Tehzîb isimli eserinde Ebû Hanîfe (r.a.)’in sika birisi olduğunu, bu mesleğin otorite âlimi olan Yahyâ b. Ma‘în (rh.a.)’den şu şekilde nakleder: “Muhammed b. Sa‘d el-Avfî’nin nakline göre Yahyâ b. Ma‘în ‘Ebû Hanîfe (r.a.) sika idi. Ancak ezberinde olan hadîsi rivâyet ederdi. Ezberinde olmayan hadîsi nakletmezdi’ demiştir. Salih b. Muhammed el-Esedî (rh.a.) ise İbn Ma‘în’in ‘Ebû Hanîfe (r.a.) hadîste sika idi’ dediğini nakletmiştir.”146 İbn Hacer (rh.a.)’in İbn Ebû Dâvûd (rh.a.) vâsıtasıyla Nâsır b. Alî’den nakline göre İbn Dâvûd el-Hureybî, ‘İnsanlar Ebû Hanîfe (r.a.) hakkında kıskananlar ve câhiller olmak üzere iki gruba ayrılırlar’ demiştir.
Re’y kadısı Ahmed b. Abde’nin babası şöyle anlatmıştır: İbn Âişe’nin huzûrunda bulunduğumuz bir sırada bize Ebû Hanîfe (r.a.)’in bir hadîsini naklettikten sonra ‘Gerçekten sizler Ebû Hanîfe (r.a.)’i görseydiniz ondan ayrılmak istemezdiniz. Sizinle onun durumunu en güzel dile getiren şu beyittir’ demiş ve beyti okumuştur.

Az kınayın onları! -yazıklar olsun size- ya da,
Doldurun bıraktıkları boşlukları kınadığınızda!
İbn Hacer (rh.a.), Ebû Hanîfe (r.a.)’in tanıtımını “İmâm Ebû Hanîfe (r.a.)’in menkîbeleri gerçekten çoktur. Allâh (c.c.) ondan râzı olsun ve kendisini Firdevs cennetinin sakinlerinden eylesin” cümlesiyle bitirmektedir.
Az önce ismi geçen Hureybî, imâm, hâfız, örnek Ebû Abdurrahman Abdullah b. Dâvûd b. Âmir el-Hemedânî eş-Şa‘bî el-Kûfî’dir. Hureybî, -Zehebî’nin Tezkiretü’l-huffâz’da belirttiği üzere -Basra’da el-Hureybe mahallesinde ikâmet ederdi.
Hâfız İbn Hacer, et-Takrîb isimli eserinde el-Hureybî’yi şu şekilde tanıtır: Abdullah b. Dâvûd b. Âmir el-Hemedanî, Ebû Abdurrahman el-Hureybî (rh.a.). Aslen Kûfeli olup, sika ve ibâdete düşkün birisidir. Dokuzuncu tabakadan olup, hicrî 213 yılında 87 yaşında vefat etmiştir. Vefâtından biraz önce hadîs rivâyet etmeyi bırakmıştır. Bundan dolayı Buhârî kendisinden hadîs işitmemiştir.”

İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb isimli eserinde şöyle der: İbn Sa‘d el-Hureybî için o sika, abîd ve ibâdete düşkün birisi idi demiştir. Muaviye b. Salih, İbn Ma‘în’in ‘el-Hureybî sika, sadûk147 ve güvenilir biridir’ dediğini nakletmiştir. Osman ed-Dârimî anlatıyor: İbn Ma‘în’e, el-Hureybî ile Ebû Âsım’ın durumunu sordum. Bana ‘İkisi de sikadır’ dedi. Osman ed-Dârimî, ‘el-Hureybî daha üstündür’ dedi. Ebu Zür‘a ve Nesâî ise onun sika olduğunu söylerler. Ebû Hâtim ‘el-Hureybî re’ye meylederdi ve sadûk birisi idi’ demiştir. Dârekutnî ise onun sika ve zâhid olduğunu söyler. İbn Uyeyne, el-Hureybî’nin en önde gelen iki âlimden biri olduğunu söyler. Bir seferinde ise bu bizim eski şeyhimizdir demiştir. Ey mutaassıb Elbânî! Bak, gözlerini yumma! İbn Uyeyne’nin şeyhi sika, sadûk, zâhid, âbid, ibâdete düşkün ve güvenilir olan iki âlimden birisi olan el-Hureybî ne diyor! ‘İnsanlar Ebû Hanîfe (r.a.) hakkında kıskanç ve câhil diye iki kısma ayrılırlar.’ Dolayısıyla kıskançların ve câhillerin bu imâm hakkında söylediklerine bakıp da aldanma!

İbn Âişe’nin künyesi ise Ebû Abdurrahman Ubeydullah b. Muhammed b. Hafz el-Ayşî’dir. Hâfız Nevevî et-Takrîb isimli eserinde bu İbn Âişe’yi şöyle tanıtır:
“Ubeydullah b. Muhammed b. Âişe. Dedesinin adı Hafs b. Ömer b. Mûsâ b. Ubeydullah b. Ma‘mer et-Teymî. Âişe bnt. Talha neslinden olduğu için ona nispeten kendisine İbn Âişe veya el-Âişî ya da el-Ayşî denilmiştir. İbn Âişe, asildir. Kaderi inkâr ettiği söylenmişse de bu sâbit değildir. Onuncu tabakanın büyüklerinden olup, hicrî 228 senesinde vefât etmiştir.”
İbn Hacer Tehzîbü’t-Tehzîb isimli eserinde şöyle der:
“Ebû Talîb, Ahmed’in O hadîste sadûktur, dediğini nakleder. Ebû Hatîm ise sadûk ve sika olduğunu söyler. İmâm Ahmed b. Hanbel (r.a.) kendisinden hadîs rivâyet etmiştir. Onun nezdinde Hammad b. Seleme’den rivâyet ettiği dokuz bin hadîs vardı. Kendisi incelik ve fesahat sâhibi olup, güzel ahlâklı ve cömertti. Âcurî, Ebû Davûd’un ‘İbn Âişe çok ilim (hadîs) işitmişti’ dediğini nakletmiştir. es-Sâcî, ‘İbn Âişe hiç tartışmasız Basralıların önde gelen efendilerinden olup, eli açık ve cömert bir kişi idi’ demiştir. İbrâhîm el-Harbî onu değerlendirirken gözüm onun gibisini görmedi der. İbn Hibban ise İbn Âişe’nin hadîs hâfızı, Arapların nesebini bilen bir kişi olduğunu söyler.”
Zehebî, Siyerü a‘lamî’n-nübelâ isimli eserinde İbn Âişe’yi imâm, allâme, sika, haberci ve doğru bir kişi olarak niteler.

Basralıların efendilerinden ilmi çok, sika, sadûk, hâfız, haberci, allâme, imâm Ahmed’in hocası, Ebû Hanîfe (r.a.)’in bir hadîsini zikrediyor ve orada bulunanlardan birisi -bu çağda Elbânî’nin dediği gibi- biz onu istemiyoruz diyor. Bunun üzerine İbn Âişe (rh.a.), ‘Ama siz onu görseydiniz kendisinden ayrılmak istemezdiniz. Sizinle onun durumunu en güzel dile getiren şu beyittir’ diyor ve beyti okuyor.
Az kınayın onları! -yazıklar olsun size- ya da,
Doldurun bıraktıkları boşlukları kınadığınızda!148
Bu ifâdede Elbânî’ye -duyarlı bir kalbe sâhib güvenilir bir kimseyse- bir ibret dersi vardır.
Ebû Hanîfe (r.a.) -İbn Hacer’in, İbn Ma‘în’den nakledip kabûl etmesi ve herhangi bir eleştiri getirmemesine paralel olarak- ancak ezberinde olanı rivâyet edip, olmayanı ise etmeyen sika bir râvî olduğuna göre acaba onun kendisine muhâlif olanların cerhinden etkilendiği nasıl düşünülebilir? Elbânî bu kadar açık ve zâhir bir meselenin nasıl olur da farkına varamaz? Bu sözü görmesine ve bu gerçeği anlamasına engel olan şey, onun taassubu ve Ebû Hanîfe (r.a.)’e karşı içinde duyduğu kapkara kîninden başkası değildir.
Hâfız, imâm Şemsüddîn Muhammed b. Abdurrahman es-Sehâvî (rh.a.) el-Cevâhir ve’d-dürer fi tercümeti Şeyhü’l-islâm İbn Hacer isimli eserinde aynen şöyle der:
“Hâfız İbn Hacer’e Nesâî’nin ed-Du‘afâ ve’l-Metrûkîn isimli eserinde Ebû Hanîfe (r.a.)’den sözederken onun hadîste kuvvetli olmadığı, -rivâyetinin azlığına rağmen- çok hatâ ve yanlış yaptığı yolundaki görüşünün doğru olup olmadığı, muhaddis imâmlardan bu konuda Nesâî’ye katılan bulunup bulunmadığı soruldu. İbn Hacer bu soruya şöyle cevâb verdi: Nesâî hadîs imâmlarındandır. Onun söyledikleri, kendi anlayışına ve ictihâdına göredir. Herkes onun söylediklerini bütünüyle almak zorunda değildir.149 Muhaddisler topluluğundan bir grup mutlak olarak Nesâî’nin bu sözüne katılmaktadır. Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd isimli eserinde onun tanıtımını yaparken bu muhaddislerin görüşlerini zikreder. Bunların içersinde kabûle değer görüşler olduğu gibi, reddedilmesi gerekenler de vardır. Ebû Hanîfe (r.a.), işittiği andan naklettiği ana kadar ezberinde olan hadîsi rivâyet etmek şeklindeki prensibi dolayısıyla kusurlu olarak görülmeyebilir. Bu nedenle ondan yapılan rivâyetler az olduğu gibi, kendisinin rivâyeti de yine aynı sebebden dolayı az olmuştur. Yoksa o, gerçekte rivâyeti çok olan bir kişidir.
Kısacası bu gibi konulara girmemek en iyisidir. Çünkü Ebû Hanîfe (r.a.) ve benzeri âlimler köprüyü -yürümek yerine- sıçrayarak geçen âlimlerdir. Bu gibi âlimler hakkında hiç kimsenin sözü ve tenkîdi etkili olamaz. Bilakis onlar -rehber ve örnek alınmak gibi- Yüce Allâh’ın kendilerine bahşettiği yüksek derecededirler. Esas alınması gereken görüş budur. Başarıyı nasîb edecek olan da Allâh (c.c.)’dür.150

Şu halde Elbânî’nin o sözleri söylerken yapması gereken Allâh (c.c.)’dan korkması, İbn Hacer ve başkalarının söylemedikleri sözleri söylemiş gibi gösterip, insanları aldatmaktan ve laf uydurmaktan kaçınmasıdır. Başarıyı nasibedecek olan Allâh (c.c.)’dür.
Ebû Hanîfe (r.a.)’i cerhetme noktasında Nesâî’ye katılan bilginlere verilecek cevâb, ortaya çıkmış olmaktadır. İbn Hacer’in en sâdık arkadaşı imâm, hâfız Sehâvî el-İ‘lân bi’t-tevbîh li men zemmeti’t- târîh isimli eserinde Ebû Hanîfe (r.a.)’i cerheden ve kendisine dil uzatan kimselere uymaktan kaçınmaya teşvîk etmektedir. Çünkü Sehâvî bu eserinde aynen şöyle der:
“Ebû Hanîfe (r.a.) hakkında tevilde bulunma ve onu zikretmekten kaçınmaya imâmlar -özellikle de muhâlif olanlar -arasında yapılan münâzara ve karşılıklı konuşma dahildir. Hâfız Ebü’ş-Şeyh b. Hayyan’ın Kitâbu’s-sünne isimli eserinde rehber kabûl edilen imâmlardan bazılarından sözederken Ebû Hanîfe (r.a.)’e isnâd ettiği söz, aynı şekilde hâfız Ebû Ahmed b. Adiyy’in el-Kâmil’inde, hâfız Ebû Bekir el-Hatîb’in Târîhu Bağdâd’ında yaptıklarıyla, -Musannef’inde İbn Ebû Şeybe, Buhârî ve Nesâî gibi- bu bilginlerden önce geçen başka bilginlerin yaptıkları da böyledir. Ben söz konusu bilginlerin müctehîd ve niyetlerinin temiz olmasına rağmen bu ifâdeleri tekrarlamaktan kaçınıyorum. Bu husûsta onlara uymaktan kaçınmak gerekir. Bundan dolayı bizim hocalarımızdan önde gelen bazı kadılar bu sözlerin bir kısmını rivâyet eden kimselere tazir cezâsı vermişlerdir. Dahası hocamız hâfız İbn Hacer Herevî’nin, Kitâb-u zemmi’l-kelâm isimli eserinde ondan rivâyeti söylemiş olduğumuz bu sakıncadan dolayı yasak etmiştir.151

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu