Ali Eren

Bu Kitap Zinhar Müslüman Gençlerin Eline Verilmemeliydi

Evet verilmemeliydi, çünkü bu kitapta öyle tehlikeli ifadeler var ki, bir Müslüman o kitapta okuduklarını olduğu gibi kabul etse, imanı tehlikeye girer.

Bahsettiğimiz kitap Muhammed Hamidullah’ın İslam Peygamberi  isimli eseri.

Üzülerek söyleyelim ki, İstanbul Çekmeköy Belediyesi’nin üniversiteli gençler arasında Peygamberimiz hakkında tertip ettiği bir yarışma için bu kitap seçilmiş. Gençlere bu kitap okutulup bunun üzerinden imtihan edilecekler.

Bir önceki yazımızda, İslam Peygamberi isimli bu kitaptaki yanlışları 7 madde halinde sıralamıştık. Onlardan biri, Peygamberimiz’in gençliğinde Umman’a yolculuk yaptığını yazmış olması diğeri de, kendi kafasına göre Habeşistan’a gitmiş olacağına ihtimal vermesi idi.

Halbuki, Peygamberimiz’in Umman’a gittiğini bildiren güvenilir bir haber olmadığı gibi, Habeşistan7a seyahat buyurduğunu da, peygamberliğine inanmayanlardan başka kimse söylemiş değildir.

Ondört veyâ onyedi yaşında iken, Yemene giden amcası Zübeyr, ticâretinin bereketli olması için, Resûlullahı da beraberinde götürmüştür.

Şimdi konuya madde madde devam edelim ki, Müslüman gençlere nasıl tehlikeli bir kitap okutturulduğu bilinsin.

8- Hamidullah, Peygamberimiz’i 25 yaşında bir seyahata çıkarıp bunu da tarihçilere mal ederek şöyle diyor:

“Tarihçiler bu seyahatte son menzil olarak Kudüs’ün ötesinde Busra’dan bahsediyorlar. Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem böylelikle Mirac şehri Kudüs’ü ve Lut Gölü’nü görebildi .” (S: 53)

Busrâ, Şâm’ın 90 kilometre güney doğusunda, Kudüs’ün de 130 km. kuzey doğusundadır. Yani Küdüs’ten uzaktadır. O günün şartlarında ise çok çok uzaktır

Hamidullah’ın buna yazmaktaki gayesini anlatalım:

Herkes bilir ve inanır ki, İsra suresinin birinci ayetinde bildirildiği gibi, “Peygamberimiz gecenin küçük bir parçasında yani bir anda Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürülmüştür.”

Halbuki Hamidullah, kitabının İsra ve Mirac bahsinde “Mescid-i Aksa demek en uzak mescid demektir. En uzak mescid de Kudüs’teki Mescid-i Aksa değil gökteki mesciddir” diyerek Peygamberimiz’in Kudüs’e gitmediğini iddia etmekte yani Kudüs’ün miraç şehri olduğunu reddetmekteydi.

Yukarıdaki cümlelerinde ise bu söylediğini unutmuş ve “Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem böylelikle Mirac şehri Kudüs’ü ve Lut Gölü’nü görebildi” diyor. Halbuki kitabının bir yerinde, gittiği yer Kudüs değildi diyordu.

Böylece kendi yazdıklarına ters düşüyor.

***

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) miracdan döndükten sonra  “O gece Kudüs’e gittiğini, oradaki Mescid-i Aksa’da namaz kıldığını, oradan da göklere yükseldiğini” söyledi. O zamanın şartlarında bir gecede böyle bir yolculuk maddeten mümkün olamayacağı için, müşrikler hemen inkar ettiler. Ve “Biz hayatında senin Kudüs’e gitmediğini biliyoruz. Ama biz gittik. Madem bu gece oraya gittiğini iddia ediyorsun, öyleyse bize Mescid-i Aksa’yı anlat, kapı ve pencerelerini say” dediler.

Bunun üzerine Mescid-i Aksa Peygamberimiz’in gözünün önüne getirildi, Peygamberimiz de ona bakarak müşriklerin sorduklarına teker teker cevap verdi. Tabii ki bu apaçık bir mucize idi.

Hamidullah’ın art niyeti işte burada devreye giriyor. Bu mucizeyi yok sayabilmek için Peygamberimiz hakkında yukarıdaki sözleri söylüyor, yani “Tarihçiler bu seyahatte son menzil olarak Kudüs’ün ötesinde Busra’dan bahsediyorlar. Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem böylelikle Mirac şehri Kudüs’ü ve Lut Gölü’nü görebildi” diyor.

Yani demek istiyor ki, “Şayet Hz. Muhammed, sorulduğu zaman, Mescid-i Aksa’yı anlatabilmişse, 25 yaşındayken oraları gördüğü içindir. Yoksa ortada zannedildiği gibi mucize falan yok” demek istiyor.

Burada Hamidullah’ın gülünç ve kendiyle ters düşen ikinci bir açığı da şu:

Kitabının diğer tarafında, “Mescid-i Aksa demek en uzak mescid demektir. En uzak mescid de Kudüs’teki Mescid-i Aksa değil gökteki mesciddir” diyordu. Burada ise “Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem böylelikle Mirac şehri Kudüs’ü görebildi”diyor.

Hamidullah hayatta olmadığına göre hayranlarına soralım:

Hamidullah’ın bu yazdıklarının hangisi doğru? Resulüllah (s.a.v.) İsra gecesi Kudüs’e ve oradaki Mescid-i Aksa’ya gitti mi gitmedi mi?

***

Evet, Mirac’ın bedenle olduğunu inkâr etmek için, Mescid-i Aksa’yı inkâr edip “Kur’anın inzal edildiği devirde Kudüs’te mescid yoktu” diyor. (s. 93)

Aksine vardı. Mescid-i Aksa taa Süleyman Aleyhisselam zamanında yapılmıştır. Dolayısıyla, Hamidullah’ın bu iddiası da, kökten yalan ve yanlıştır…

Şimdiki bazı ilahiyatçılar da bile bile aynı yanlışı tekrarlıyorlar. Onlardan birisi de Abdülaziz Bayındır.

Buhari’deki hadis-i şerifte, yeryüzünde ilk kurulan mabedin Mescid-i Haram, ikincisinin ise Mescid-i Aksa olduğu bildiriliyor.

Buna karşı, “Evet doğru ama, Peygamberimiz zamanında yıkılmıştı” gibi bir şey söyleyebilirler.

İyi ama Buhari’deki başka bir hadis-i şerifte, üç mescid için uzaktan ziyarete gelinebileceği, yolculuğa çıkılabileceği, bunlardan birinin de Mescid-i Aksa olduğu bildiriliyor.

O zaman Mescid-i Aksa olmasaydı, Peygamberimiz böyle buyurur muydu?

Peygamberimiz zamanında Mescid-i Aksa’nın olmadığını söyleyenlere şunu soralım:

Mescid-i Aksa zamanımızda mevcut olduğuna göre, Peygamberimiz’den sonra yapılmış olması lazım. Öyleyse söyleyiniz:

Mescid-i Aksa Peygamberimiz’den sonra tarihte temelden ne zaman, kimin zamanında ve kim tarafından yaptırıldı?

İkinci soru:

İlk kıblemiz Mescid-i Aksa değil mi? Peygamberimiz ilk zamanlar Mescid-i Aksa’ya dönerek namaz kılmıyor muydu?

***

9- Hamidullah şöyle diyor:

“Hz. Muhammed, El-ıyadi’nin tek ilah hakkındaki nutkunu asla unutmamıştır. Bazen de Lebid ve Ümeyye’nin aynı konudaki mısralarına müracaat ederdi.” (S: 64)

Üslubu görüyor musun değerli okuyucu!

Sanki Peygamberimiz’in İslamı anlatmakta kaynağı, İslamdan önceki  bu birkaç şairin şiirleri. Peygamberimiz, sanki tevhid inancını El-iyadi, Lebid ve Ümeyye ismindeki şairlerden almış ve tevhid inancı kendisinde bunlar sayesinde uyanmış…

Peygambere iman hususunda böyle sözlerin yeri olur mu değerli okuyucu?

Hamidullah, Yasin suresindeki şu mealdeki ayeti de mi bilmiyor.

“Biz ona şiir öğretmedik. Bu ona yakışmaz da.”(Ayet. 69)

***

10- Ayın yarılması meselesi…

Müşrikler Peygamberimiz’den bir mucize istemişlerdi. Peygamberimiz de eliyle aya işaret etti ve ay ikiye ayrıldı. Bu mucizeye müşrikler şahit olduğu gibi, ashabı kiramdan birçokları da şahit olmuş ve rivayet etmişlerdir. Bu rivayetler başta Buhari olmak üzere diğer hadis kitaplarında da mevcuttur. Bundan başka ve hepsinden mühimi Kur’an-ı Kerim’de ayetle apaçık bildirilmesidir.

Gerçek bu. Ama Hamidullah bu mucize hakkında ayeti de hadis-i şerifleri de görmezden ve bilmezden gelerek tarihçilere müracaat ediyor, “Tarihçiler diyor ki” diyor. (s: 48)

Ayet ve hadislerin yanında tarihçilerin ne hükmü olur?

Eğer kötü niyetli değilse, İslam ilimleriyle meşgul olan kimsenin tavrı böyle mi olmalıdır?

***

11- Hamidullah, Peygamberimiz’in miracının, “Maddi vücuduyla gitmek şeklinde olmayıp uyku ile uyanıklık arasındaki bir hal” olduğunu söylüyor. (Sa: 93)

Hamidullah bu sözlerinde de tutarsızdır. Çünkü:

Peygamberimiz miracdan dönünce bu yolculuğunu anlatınca, imanı zayıf olan bazılarının akılları almadığı için mürted oldular. Eğer Peygamberimiz, “Ben bu gece uyku ile uyanıklık arasında şöyle şöyle bir hal yaşadım” demiş olsaydı buna kim itiraz ederdi? Çünkü uykuda da hayalinde herkes her yere gidebilir, gezebilir, kimse de buna itiraz etmez.

Peygamberimiz’in mirac yolculuğuna itiraz edilmiştir, çünkü Peygamberimiz bu yolculuğu maddi vücuduyla yaptığını söylemiştir. Uyku ile uyanıklık arasında olduğunu söyleseydi, bu halayi bir şey olurdu ve kimse de itiraz etmezdi?

Evet, Cebrail Aleyhisselam İsra ve Mirac yolculuğu için geldiğinde kendisinin uyku ile uyanıklık arasında olduğunu Peygamberimiz kendisi bildiriyor. Ama bu sözüyle, o vaziyette sadece manevi bir hal yaşadığını ve göklere çıkarılmadığını söylemiyor.

Cebrail Aleyhisselam gelmeden önce uykuya yakın bir haldeydi. Yani uyku ile uyanıklık arasındaydı. Cebrail Aleyhisselam gelip İsra ve Miraç yolculuğuna çıkarılacağını bildirince o hali geçmiş ve tamamen uyanık hale gelmiştir.

***

12- Hamidullah, Peygamberimiz’in göklere çıktığını inkar için de şöyle diyor:

“Allah’ı gök denen yerin bir noktasında aramaya kalkarsak bu kendi kendimizi tekzip olur.”

Mirac yolculuğu -haşa- Allah’ı göklerdeki bir mekanda görmek için yaptırılmamıştır ki. Hazreti Mevla, Peygamberini o alemlerdeki esrar ve hikmetlerini göstermek için göklere çıkarmıştır. Yoksa her Müslümanın bileceği gibi kendi mekanı orada olduğu için değil.

Mesela Musa Aleyhisselam da ilahi tecellilere Tur Dağı’nda mazhar olmuştur. Bu durum karşısında, “Allah’ı Tur Dağı’nda aramaya kalkarsak bu kendi kendimizi tekzip olur” mu diyeceğiz?

***

13- Hamidullah, Peygamberimiz’in Taif yolculuğunu anlatırken, Allah Resulünü korkak birisi olarak göstererek şöyle diyor:

“Hazreti Muhammed Mekke’ye giremeye cesaret etmedi.” (S: 96)

Allah tarafından kendisine İslamın yakında parlayıp güç kazanacağı bildirilen ve her hususta Rabbinin yardımına mazhar olan Allah Resulü hiç korkar mı?

Korkmadı, korkmaz ama, elbette maddi tedbirler alacaktı, almıştır, bu hareketiyle de ümmetlerine nümune olmuştur.

***

14- Hamidullah, Hazret-i Musa ile Hızır Aleyhisselam arasında geçen ve Kehf suresinde bildirilen hadise hakkında, “Din kitapları temsiller getirir. Bunların tarihi (gerçek) hadiseler olması zaruri değildir.” (S: 377)

Hamidullah bu sözüyle hiç çekinmeden, Kur’an-ı Kerim’in açıkça bahsettiği hadisenin gerçek olmayıp bir temsilden ibaret olduğunu söyleyebiliyor. Bu, büyük cür’et ve büyük bir vebaldir. Zira müşrikler de, “Bu Kur’an, eskilerin masallarından ibaret” diyorlardı. Hamidullah bu sözüyle onların söylediklerinin bir benzerini söylemiş olmuyor mu?

Kur’an-ı Kerim’de anlatılan kıssalar gerçek hadiseler olmazsa, masal ve asılsız hikâyelerden ibaret şeyler anlatmış olmaz mı? Zaten müşriklerin iddiaları da bu değil midir?

Hamidullah’ın “Bunların tarihi (gerçek) hadiseler olması zaruri değildir” diyerek Kur’an’da anlatılan hadiselerin gerçek olmadığını söylemesi, hâşâ Allah’ın yalan söyleyerek kullarını kandırdığını söylemek olur ki, bu cürmü bir Müslümanın işlemesi mümkün değildir.

Nitekim şimdiye kadar hiçbir ehl-i sünnet İslam alimi böyle bir cürüm işlememiştir.

Hamidullah’ın bu hadiseyle ilgili ikinci bir ifadesi var ki, o da yenilir yutulur cinsten değil.

Diyor ki, “Kur’an-ı Kerim’de bu Musa isminin Gılgamış olmasına bir mani yoktur.”

Ortada fol yok yumurta yokken, şimdi bu nereden çıktı?

Allah kelamında açıktan açığa Musa ismi geçtiği halde, bu şahsın Gılgamış olduğunu söylemek, “Her ne kadar Allah, Musa olduğunu söylüyorsa da o aslında Gılgamış’tır” demek olmaz mı?

Ve bu tavır haşa Hazreti Allah’a itiraz değil midir?

Kur’an’da Musa ismiyle anlatılan şahıs eğer Gılgamış ise, Allah değişik isim vererek haşa kullarını kandırmış mıdır?

O şahıs eğer Gılgamış ise, Allah onun Gılgamış olduğunu bildirmekten aciz midir?

Kur’an, Hazreti Musa olduğunu söylüyor. Hadisler yani Peygamberimiz de Hazreti Musa olduğunu söylüyor. Ama Bay Hamidullah Gılgamış diyor.

Bir de şu var:

Gılgamış diye birisinin yaşadığı bile kesin değil. Adı üstünde, Gılgamış destanı deniliyor.

Hamidullah’a bakın! Ayet ve hadiste açıkça Musa ismi geçtiği halde onu kabul etmiyor da, bir destanda gördüğü Gılgamış ismini getirip Müslümanlara dayatarak, “Bunun böyle olduğunu kabul edin” diyor.

Velhasıl, Hamidullah’ın diğer sözleri gibi bu sözü de -affedersiniz-neresinden tutmak istesen tutulması mümkün olmayan bir kazurattan ibaret kalıyor.

***

15- İslam Peygamberi kitabında Hazreti Hatice meselesi…

Hamidullah, Hazreti Hatice Validemiz’in İslama hizmetinden bahsettikten sonra güya onu överek şöyle diyor:

“Onsuz kendisinden önceki birçok peygamberler gibi Hz. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)  de büyük muvaffakiyetlere erişemeden kaybolabilirdi.” (S: 109)

Bu da daha acaip bir iddia.

Sanki Hatice Validemiz olmasaydı, Peygamberimiz İslam davasında muvaffak olamayacak ve tarih içinde kaybolup gidecekti?

Ama Hamidullah’a göre böyle.

Ancak İslam inanç ve imanına göre hiç de öyle değil.

O olmasaydı da Allah (c. c.) başka sebepler yaratır dinini yine yüceltirdi. Çünkü kitabı keriminde bunu kendisi bildiriyor: (Saff: 8, 9 / Tevbe: 32)

Hamidullah’ın Hazreti Hatice Validemiz hakkındaki bu sözleri, işte bu ayetlerle taban tabana aykırılık taşımaktadır.

***

16- Hamidullah’ın bir de yahudiler hakkındaki cümlelerine bakalım:

“Yahudi dini, Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği dine en yakın olanıdır. Şu halde Müslümanların Medine Yahudileri ile anlaşmaya muvaffak olamamaları hazindir.” (S: 385)

Gördüğünüz gibi, önce Yahudiliğin İslama yakın olduğunu söyleyerek cici gösteriyor, arkasından da üzüntüsünü bildiriyor. Müslümanların Yahudilerle anlaşamamalarının hüzün verici olduğunu söylüyor.

Bay Profesör, Müslümanların Yahudiler ile anlaşamayıp Peygamberimiz’in onları sürgün etmesine pek üzülmüş.

Hamidullah’ı üzen ve hüzünlendiren hadise şöyle:

Medine’de Müslüman bir kadın Yahudi bir kuyumcudan altın almak için onun dükkanına girer. O sırada Yahudi kadının farkında olmadan örtüsünü bir yere bağlar. Kadın ayağa kalkınca üstü açılır. Bunun üzerine kadın bağırır. Bunu gören bir Müslüman gelir, Yahudiyi öldürür. Yahudiler de gelip o Müslümanı öldürürler. Bunun üzerine Müslümanlarla Yahudilerin araları açılır. Peygamberimiz Yahudilerin yerleşim yerlerini 15 gün kuşatma altında tutar. Yahudiler teslim olurlar. Peygamberimiz de silahlarını alıp kendilerini Medine’den sürgün eder.

Hadise kısaca böyle.

Şimdi Hamidullah’ın bu hadiseyi nasıl değerlendirdiğine bakalım.

Sözüne, “Rakipte hatalar bulmak kolaydır” diye başlıyor. O zaman Müslümanlar kuvvetli ya, “Müslümanlar nasıl olsa kuvvetli, onun için zavallı Yahudileri hatalı gördüler” demeye getiriyor.

Esas söyleyeceğini de arkasından söylüyor. Daha doğrusu söylemiyor da zehirini kusuyor. “Hazret-i Peygamberle Yahudiler arasında çıkan anlaşmazlıkta hangi tarafın zâlim olduğunu anlamak zor” diyor. (S: 385)

Ey değerli okuyucu!

Bazı ilahiyat profesörlerinin, İslam Peygamberi kitabını öve öve bitiremedikleri Hamidullah işte bu…

Bazı yayınevlerinin kitabını bastığı, bazı gazetelerin de kitabını promosyon olarak verdikleri Hamidullah işte bu…

Gördüğünüz gibi, tavrı imansız müsteşriklerin / oryantalistlerin tavrının aynısı.

Hiç tökezlemeden Peygamber tarafı da zâlim olabilir demek istiyor.

Bu ifadeler bir Müslümana göre tüyler ürperticidir. Çünkü İslam inancına göre Peygamberler masumdurlar ve kendilerinden asla zulüm satır olmaz.

Zaten Hazreti Resulüllah hâşâ zâlim olur, âdaletsiz olursa, kim âdaletli olacaktır değerli okuyucu?

Hamidullah’ın İslam Peygamberi kitabının yanlışları, yalan ve iftiraları yazmakla bitecek gibi değil.

Mesela Peygamber Efendimiz’in ilk vahyini bir rüya olarak gösteriyor. (S. 47)

Ayın yarılması mucizesi hakkında, “Peygamberden ayın ikiye ayrılması istendiği sırada, ayın içyapısında bir patlama meydana geliyor, sonra kendisindeki mevcut çekim kuvvetiyle tekrar birleşiyor” diyor. Yani mucizeyi maddi bir izaha bağlayarak mucize olmaktan çıkartıyor. (S. 228)

***

Merhum Ahmed Davudoğlu Hoca “Mısır’da çok reformcu gördüğünü, bu bakımdan Hamidullah’a şaşmadığını, fakat onu bir din yetkilisi gibi kabul ederek fesat tohumu ekmesine müsaade edenlere çok şaşırdığını” kaydetmektedir.

***

Fransızlarca profesörlük payesi verilen Hamidullah, İsmailî mezhebinden olup, koyu Ehl-i sünnet düşmanıdır.

Buna rağmen, ehl-i sünnet olduğunu söyleyen bazıları tarafından “Hindistan’ın yetiştirdiği büyük islam âlimi, üstad, islamın temel kaynaklarına inerek eşsiz eserler bırakan ilim adamı…” gibi sözlerle takdim edilmesi enteresan.

Oysa bu adam, bütün cihanın peygamberini, kabullenip benimseyerek “Peygamberimiz” diye değil de, bir yabancı ağzıyla “İslam peygamberi” diye anlatıyor.

Her dinin farklı bir ilahı varmış gibi, âlemlerin Rabbi, her şeyin yaratıcısı, herkesin ve her şeyin ilahı olan Allahü teâlâ için de, “İslam ilahı” diyor.

Ehl-i sünnet âlimleri ne bildirmişse, hepsini Kur’ana aykırı görüyor. Aksin, Mutezile gibi bid’at fırkalarının görüşlerini Kur’ana uygun buluyor. “Allah’ın zâtî ve sübûtî sıfatları yoktur, Mutezile haklı olarak bunu reddetmiştir” diyor.

Sapık Mutezilenin sözünü senet kabul ediyor da Ehl-i sünnet âliminin Allah’ın sıfatları hakkında bildirdiklerine itibar etmiyor?

***

Amerika’nın Florida eyaletinde 17 Aralık 2002’de 96 yaşında ölen bu zat, 1950’den itibaren “sözleşmeli profesör” olarak 1975’e kadar her sene Türkiye’ye gelerek İstanbul Üniversitesi Edebiyat ve Hukuk fakültelerinde, Ankara’da, İzmir’de, Konya Yüksek İslam Enstitüsü’nde uzun süre dersler verdi.

Erzurum’da 1975’de Mirac hakkında yaptığı yanlışlarla dolu konuşmasına, o zaman doktor olan Prof. Zeki Çıkman haklı itirazlarda bulundu ve Hamidullah’ı susturup perişan etti.

Hamidullah ondan sonra Türkiye’ye hiç gel(e)medi.

Zeki Çıkman, bu hususta İMANIMIZLA OYNAMAYINIZ ismiyle güzel bir kitap yazmış, orada Hamidullah’a gereken cevabı vermiştir.

***

Hamidullah’ın nasıl bir kimse olduğunun çok kısa ve özet cevabı şudur:

Onu, Mustafa İslamoğlu gibi kimseler çok sevmektedirler.

Sevenlerinden birisi de, Hazreti Muaviye’ye acımasızca dil uzatan ve “Laikliği dünyaya ilk getiren Muaviye’dir” diye akla ziyan bir iddiada bulunan İhsan Süreyya Sırma’dır.

***

Yukarıda, Hamidullah’ın Mirac hakkındaki ifadelerinden bahsettik.

Mirac’ı inkâr edenin kâfir olacağı Ruhul-Beyan ve Bahrur-Raık’da geçmektedir.

İman olmadıktan sonra, kişinin kıldığı namaz, oruç ve diğer ibadetlerinin de faidesi olmaz.

***

Bir Müslüman kâfir diyen kendisi kâfir olur. Ama bir kâfire Müslüman diyen de kâfir olur.

Kur’an-ı Kerim’de, Miracın birinci kademesi olan İsra yolculuğuna çıkarılan Peygamberimiz hakkında açıkça “Allah KULUNU gecenin küçük bir parçasında yürüttü” buyuruluyor.  (İsra: 1)

Sadece ruha kul denmez. Kul diye canlı, ruha ve bedene sahip olan kimseye denir. Hamidullah, yukarıda da temas ettiğimiz gibi, Peygamberimiz’in miracının ruhi bir hal olduğunu söylüyor.

Bu söz, ayeti açıkça inkar değilse nedir?

Şakkul-kamer / ayın yarılması hadisesini mucize olarak kabul etmeyip maddi sebeplerle izaha kalkışması da Hamidullah’ın diğer bir inkarıdır. Oysa bu mucize de Kamer sûresinin ilk âyetinde açıkça bildiriliyor.

Son iki maddeyle, Hamidullah’ın Peygamberimiz hakkındaki düşünce ve kanaatını noktalamış olalım.

Peygamberimiz’in küçüklüğünden beri, üzerinde onu güneşin sıcaklığından koruyan bir bulut olduğu bütün Müslümanlar tarafından bilinir. Hamidullah bunu ancak dolaylı yollarla inkar edebilmiş. Peygamberimiz hakkında şöyle söyleyerek:

“Öğlenin yakıcı sıcağından korunmak için Abdüllah bin Cud’anın kemerinin / duvarının gölgesine sığınırdı” (S. 48)

İkinci bir iğrenç ifadesi de Peygamberimiz’i bile bile yanlış olarak şöyle tarif etmesi:

“Burnunun üstüne kadar uzayan kaşları kavisli idi. Bacakları ince idi.”

Gerçekten Peygamberimiz böyle miydi?

Hayır.

Tamamen yalan.

Ama o inadına Hazreti Resûlullahı tam bir umacıya, bir yaratılış garibesine benzetiyor.

Kaşlarının kılları burnunun üstüne kadar inmiş, ince bacaklı bir adamın ne kadar sevimsiz olacağını düşünebiliyor musunuz?

Hamidullah Sevgili Peygamberimiz’in işte böyle bir kimse olduğunu söylüyor.

Oysa, mubârek kolları ve baldırları iri ve kalın idi. Sevimliliği dillere destân idi. Onu daha ilk görüşte, cemâline âşık olup, başka hiç birşey aramadan, îmâna gelenlerin sayılarının az olmadığı tarihi bir geçektir…

Değerli okuyucu!

Üniversiteli Müslüman gençlere işte böyle bile bile yazılan yanlış bilgilerle dolu bir kitap okutturulmakta ve onun üzerinden imtihana çekilmektedirler…

Ey Müslüman! Bunları bil ve bilmeyenlere anlat…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu