Ali ErenMustafa İslamoğlu

Hazreti Resulullah (S.A.V.)’İ Alçaltma Girişimi- Ali Eren

Yazımızın değişmez müsafirini biliyorsunuz. İslamı müdafaa eder gözükerek İslama aykırı öyle şeyler söylüyor ki tarif edilesi değil. Üstelik bunu yaparken kılı bile kıpırdamıyor. Bu kadar da fütursuz…

Müslümanları yanlışlardan kurtarmaya çalışır gözükerek onları kâfirlerle bir gösteriyor. Halbuki kendisi, Müslümanların, İslamın aziz peygamberini aşağılayanlarla aynı hizada duruyor. İslam, Müslüman ve Peygamber kelimelerinin taşıdığı ortak, geniş ve kurtarıcı mânâyı bir kefeye koyup toptan idama götürüyor.
Sizin de farkında olduğunuz gibi, ortada ağır bir suçlama var. Bu ağır suç havada kalacak da değil. Mutlaka iki kişiden birinin üzerine konacak. Ya müsafirimizin üzerine konacak ya benim.

Yani bu ağır suçlamanın iki muhatabı var. Biri, Bay İslamoğlu’nun bir üniversite talebesine “O zaten Arapça falan bilmez. Ona bazı şeyler öğretmişler, o da işte onu yazıyor” dediği Ali Eren, diğeri de tabii ki Bay Mustafa İslamoğlu.

Suç samur kürk de olsa kimse üzerine almazmış. Şimdi bu suçu kim üzerine alacak?

Ben İslamoğlu’na iftira ediyorsam, ona attığım bu ağır suçlama gelip benim başımın üzerine konacak, yok iftira etmiyor da doğru söylüyorsam, o takdirde de bu suçlar gidip tabii ki doooğru İslamoğlu’nun başının üzerine yerleşecektir…

Suçlamayı tekrarlayalım: Müslümanları kâfirlerle bir ve ortak göstermek…

Evet, köşemizin müsafiri aynen öyle yapıyor. Ona göre, “Ümmet-i Muhammed eski inkârcı kavimler gibi melek bir peygamber istiyor” Ama Hazreti Resûlüllah hayatta olmadığı için bu isteğini dile getiremiyor. Onun için, bu ümmet bu isteğini “Peygamberi melekleştirerek” kapatmaya çalışıyor.

Burayı okuyunca, zihninizde bir sorunun oluştuğunu biliyorum. Şunu düşünüyorsunuz:

“Bu söyledikleriniz sizin yorumunuz. İslamoğlu acaba ne demiş? Onu bilsek…”

Öyleyse buyurun okuyun. İşte İslamoğlu’nun Müslümanları kâfirlerle ortak gösterdiği sözlerin orijinali:

“Bugün, ümmet-i Muhammed, kendinden önceki Nuh, Ad, Semud ve Firavun toplumları gibi bir melek peygamber isteme imkânından mahrumdur. Fakat bu mahrumiyetin açığını, kendilerine örnek insan olarak gönderilen bir peygamberi melekleştirerek kapatmaya çalışmakla, aslında Kur’an’da geçen vahye sırt dönmüş toplumların suçuna ortak olmaktadır.” (Üç Muhammed, s: 27)

Gördünüz mü? Neymiş, neymiş?..

Ümmeti Muhammed, “gâvurlukta çok ileri gittikleri için toptan helak olan eski kavimler gibi, bir melek peygamber isteme imkanından mahrum olduğu için,” bu eksiğini başka türlü yerine getiriyormuş. Onun için, “Kendilerine örnek insan olarak gönderilen bir peygamberi melekleştirerek bu açığını kapatmaya” çalışıyormuş.

Peki böyle yapınca ne oluyormuş?

Kur’an’da geçen vahye sırt dönmüş toplumların suçuna ortak oluyormuş.

Peki ümmet-i Muhammedin, suçlarına ortak olduğu toplumlar nasıl toplumlardı?

Hepsi azgın, inançsız, kâfir toplumlar…

Gördüğünüz gibi, Bay İslamoğlu hiçbir istisna yapmadan, ümmet-i Muhammed’i Allah’ın gadabına uğrayan kafirlerin suçuna yani kâfirliğe, ortak gösteriyor.

Sakın aklınıza, “Yoksa geçmişte ümmet-iMuhammed’den bu inançta olan kimseler vardı da İslamoğlu acaba onları mı kastediyor?” diye bir düşünce gelmesin. Çünkü adamcağız, yukarıda okuduğunuz gibi sözüne “Bugün…” diye başlayarak, günümüzdeki Müslümanları, yani seni beni kastediyor, hepimizin böyle olduğunu söylüyor.

Peki, Müslümanlar içinde “Ben insan olan bir peygambere iman etmem. Benim inanacağım peygamber melek olmalı” diyen tek kimse var mı?

Tabii ki yok… Yok, ama iftiranın tavanı da yok. İftira edecek olan kimsenin zihninde aniden var oluveriyor işte. İslamoğlu’nun, ümmet-i Muhammed’e iftira etmesi, fütursuzca toptan karalaması böyle…

***

İkinci bir tesbiti daha var ki o da ayrı bir felâket: Doğrudan doğruya peygamberlik makamına hücum…
Bu ikinci meseleye girmeden önce, iki zat hakkında kısa bir hatırlatma yapmam icap ediyor: Bu iki zat Şeyhulislam Mustafa Sabri Efendi ve Musa Cârullah Bigiyef’tir…

Birincisi son şeyhulislamlardan… Siyasetçi, büyük ve değerli bir ehli sünnet âlimi. 1869’da Tokat’ta doğdu, 1954’te Mısır’da vefat etti.

İkincisi olan Musa Cârullah ise Rusya doğumlu. 1875-1949 yılları arasında yani Mustafa Sabri Efendi ile aynı zamanda yaşadı. O da âlim. Ama reformist. Uzun seyahatlerinde çok kimselerle tanışıp dost oldu. Bu dostlarından en meşhurunun Muhammed Abdüh olduğunu söylersek, Cârullah’ın ne derece bozuk bir itikada sahip olduğunu özetlemiş oluruz. Carullah onun için Mustafa Sabri Efendi’ye ters düşmüştür. Zaten bozuk fikirli olduğuna en kuvvetli delillerden biri de Mustafa Sabri Efendi gibi bir ehli sünnet âlimine ters düşmesidir.

İbrahim Maraş’ın hazırlayıp Ötüken Yayınevi’nin bastığı TÜRK DÜNYASINDA DİNÎ YENİLEŞME isimli eseri okuyanlar, onun reformistlik derecesini ve İslama vurmak istediği darbeleri daha iyi öğrenmiş olurlar.

Musa Cârullah, Dinî Yenileşme hareketinin en hararetli savunucularından biri. İslam sanki eskimiş de onu bu babayiğitler yenileyecekler…

Şimdi sıra geldi esas söyleyeceğimize.

Musa Cârullah’ın en hararetli meftunlarından biri de Mustafa İslamoğlu. Kitabında Kehf ve Fussılet sûrelerinde aynı kelimelerle geçen bir âyete mânâ veriyor. Bu âyet, Kehf sûresinin 110, Fussılet sûresinin de 6. âyeti…

Verdiği mânâ şöyle: “De ki; Ben de sadece sizin gibi ölümlü bir insanım. Bana, ilâhınızın bir tek ilah olduğu vahyolunuyor.”

Yazar, âyette karşılığı olmadığı halde âyetin mânâsına “ölümlü” kelimesini sokuşturuyor. Bu, fikrini kabul ettirmek için onun her zaman müracaat ettiği bir taktiktir. Bizim esas dikkat çekmek istediğimiz nokta şu:

Mustafa İslamoğlu’nun yazdığına göre, Musa Cârullah, Kitabü’-Sünne kitabının 84. sahifesinde bu âyet hakkında şu yorumu yapıyormuş: “Bu âyette Hz. Peygamber kendisini ümmetin bir ferdi gibi takdim ediyor. Öyleyse ümmetin her ferdi de Peygamber gibidir. Bu varılabilecek en yüksek kemal mertebesidir.” ( Üç Muhammed, sa: 28)

İslamoğlu, Musa Carullah’ın bu tesbitini överek, “Sarsıcı bir yorum” diyor…

Şimdi söz sırası bizde:

Allah kimseleri şaşırtmasın. İnsan bi kere şaşırmaya-görsün, abandone olmuş boksöre dönüyor. Ne yaptığının, ne söylediğinin farkında olmuyor. Bunlar da öyle. Ağızlarından ve kalemlerinden dökülenin farkında değiller. Musa Cârullah’ın şu ifadesine bakın meselâ:

““Bu âyette Hz. Peygamber kendisini ümmetin bir ferdi gibi takdim ediyor.”

Adam iyice şaşırmış. Âyet peygamber sözü mü ki, bir âyette Hz. Peygamber kendisini ümmetin bir ferdi gibi takdim etsin!?…Böyle bir yanlışa, değil büyük bir âlim, ilim sahibi olmayan sıradan bir müslüman bile düşmez.

Haydi Cârullah böyle saçma bir şey yazdı. İslamoğlu’na ne oluyor ki, buna balıklama dalıyor?

Musa Cârullah yazmış, İslamoğlu da bunu okuyucusuna örnek bir yorum olarak takdim ediyor.

Bunların âlimlikleri işte bu kadar. Esasen bunlar zaten âlim değil âlimcik…

Esasa gelelim… Hazreti Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellem, asla ümmetin bir ferdi gibi değildir.

Ümmet şöyle dursun, o Hazret’in makamı bütün peygamberlerden de üstündür: Makam-ı Mahmud… Bu makamı ona veren de, İslamoğlu’nun “Aşırı yüceltmeci Peygamber anlayışına” sahip olmakla suçladığı Müslümanlar değil, bizzat Hazreti Allah celle celâlühûdür.

Bu ümmeti, “İndirgemeci bir peygamber anlayışına” sahip olmakla suçlayan Bay İslamoğlu, âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah Resûlü’nü “Ümmetin bir ferdi” gibi gösteren Musa Cârullah’ın sakîm tesbitini överken, “Hazreti Resûlüllah’ı sıradan bir insan seviyesine” indirmenin vebalini hiç düşünmüyor mu acaba?

Musa Cârullah’ın, “Ümmmetin her ferdi de Peygamber gibidir” sözünden övgüyle bahseden uyanık yazar,(!) birkaç sahife sonra bu söylediklerini unutup şöyle diyor:

“Kur’an , peygamberleri insanlığın en iyileri olarak takdim eder.” (sahife: 40)

E şimdi, böyle söyleyen kimseye siz şöyle demez misiniz:

“Kur’an madem peygamberleri insanlığın en iyileri olarak takdim ediyor da size ne oluyor? Siz niçin ümmetin her ferdi de peygamber gibidir” diyerek Kur’an’a ters düşüyorsunuz?

Değerli okuyucular! Musa Cârullah’ın yaptığı gibi, Hazreti Peygamber’in diğer insanlar gibi olduğunu söylemek, açıktan açığa peygamberlik makamını küçültmek, yok saymak yani inkar etmektir. Başka bir ifadeyle, “Aşırı alçaltma” gayretinin ürünüdür.

Öyleyse şimdi yazımızın başlığını yerine koymanın tam yeri ve zamanıdır. Koyalım:

“Hazreti Resûlüllah’ın, ümmetin bir ferdi gibi olduğunu” söylemek, Hazreti Resûlüllah’ı aşırı alçaltma alçaklığıdır.

İslamoğlu’nun, “Sarsıcı bir yorum” diyerek övdüğü Musa Cârullah, “Hz. Peygamber kendisini ümmetin bir ferdi gibi takdim ediyor” dedikten sonra. Durmuyor ve zehirini kusmaya devam ederek şöyle diyor:

“Öyleyse ümmetin her ferdi de Peygamber gibidir.”

Bu ne demek oluyor? Bu cümle, ümmetin her birini peygamber seviyesine çıkarmak değil mi?

Bu kişiler, bir de Müslümanları aşırı yüceltmeci peygamber inancı taşıyorlar diye suçluyorlardı!!!

Kendileri önce Hazreti Resûlüllah’ı sıradan bir insan seviyesine indirdiler, sıradan insanları da peygamber seviyesine çıkardılar.

Onların bu sözlerini ehl-i sünnet itikadına göre bir mihenge vurun bakalım ortaya ne çıkıyor?

Felâket!!!…

Bu hallerine bakmadan bir de kalkmışlar ümmet-i Muhammed’i suçluyorlar. Halbuki, aşırı yüceltmeci diye suçladıkları müslümanlardan hiç kimse, Peygamberimiz’i yüceltip de –hâşâ- ilah seviyesine çıkarmıyor. Ama bu beyler, sıradan insanları aşırının aşırısı yüceltip, peygamber seviyesine pekâlâ çıkarıyorlar…

İşin gerçeğini açıkça söyleyelim:

İslam inancına göre; bir peygamberi peygamberlik seviyesinden aşağıda görmek, (diğer insanlar gibi kabul etmek) onun peygamberliğini kabul etmemek olduğu gibi, peygamber olmayan birisini peygamber seviyesinde görmek de “peygamber olmayanı peygamber kabul etmek” demek olur ki, her iki inanç da küfürdür…

***

Bay İslamoğlu, kendisini galiba Peygamberimiz’i Müslümanların gözünde küçük göstermeye adamış. Bu cümleden olmak üzere Ahzab sûresinin 21. âyeti kerimesini ele alıyor.

Âyetin meâli şöyle: “Allah’ın Resûlünde sizin için pek güzel bir örnek vardır.”

İslamoğlu, burada da zihinleri bulandıracak bir açık kapı aramış ve –kendisine göre- bulmuş da.
İnsanın, her şeyi olduğu gibi kabul etmemesi gerektiğini, seçiçi olmak icap ettiğini yazdıktan sonra, Peygamberimiz’le ilgili bu âyeti misal vererek Kur’an’ın bile seçici davrandığını söylüyor. Diyor ki:
“Kur’an, ‘Allah’ın elçisi sizin için örnektir’ demiyor; ‘Allah’ın elçisinde güzel örneklik var’ diyor.”

Yani, “Hazreti Resûlüllah’ın bütün hayatı baştan sona örnek değil. Onda sadece güzel bir örnek var. Seçici olun. Onun her halinin örnek olmadığını bilin” demek istiyor.

Demek istiyor da, biraz aşağıda yine unutkanlığı tutup, “Peygamberimiz’in ahlâkının Kur’an olduğunu” söylemek mecburiyetinde kalıyor.

Farkında olmadan bile olsa madem böyle söylüyor, öyleyse Bay İslamoğlu’nu bir defa daha sıkıştıralım:
Hazreti Resûlüllah’ın ahlâkının Kur’an olduğunu kendin söylüyorsun. Hayatı baştan sona Kur’an ahlâkı olan Peygamberimiz’in hayatını örnek almakta Müslümanlar niçin seçici olsun? Onun hayatında yaptıklarının hiç bir tarafını gözardı etmeden niçin olduğu gibi örnek almasınlar?

Hele bir de bazı peygamberlerle kâfirleri bir kefeye koyması, yani Hazreti Âdem, Hazreti Musa ve Hazreti Yunus Aleyhimüsselamı, Hazreti Nuh’un iman etmeyen oğluyla, Hazreti İbrahim’in putçu babasıyla ve Hazreti Lut’un imansız karısıyla aynı hükümde birleştirmesi yok mu, okuyunca insanın imanı titriyor…

Anlı-şanlı Kur’an tefsircisi bu büyük müfessir(!) âyetlerin ne söylediğinden de habersiz…

Âl-i İmran sûresinin 113. âyetinin meâli şöyle: “Kitap ehlinin hepsi bir değildir. Onların içinden Allah’ın emirlerini tutanlar vardır…. ” İlim ehli olmayanlar bu meâli okuyunca, “Demek ki Hıristiyan ve Yahudilerden de iyi olanlar varmış” diye yanlış bir kanaata varabilir. Ama sözümona bir Kur’an meâli hazırlamış olan ve yine sözümona ilim erbabından olan bir kimse de böyle anlarsa ona ne demeli! Söyler misiniz, onun bu hâl-i pür melâline ağlamalı mı gülmeli mi?

Evet! Mustafa İslamoğlu da bu âyeti aynen ilimden bî behre olanlar gibi anlamış. Üstelik bu yanlış anlayış üzerine satırlar döktürmüş. Oysa bu âyet, ehl-i kitabtan olup da sonra Müslüman olanlardan bahsediyor.

Neylersin ki, bunu az buçuk ilim kokusu alanlar biliyor da Kur’an’a mânâ vermek iddiasında olan kişi bilmiyor.

Kim bilir? Belki de biliyor da, diğer meselelerde yaptığı gibi bile-bile lates yapıyor…

***

Bay yazarın kendi uydurduğu iki tabir var: Yahudileşme temayülü, Hıristiyanlaşma temayülü…

Yahudileşme temayülünü, Yahudileşme Temayülü isimli kitabında uzun uzun anlatıyor. O kitapta, Müslümanları Yahudileşme temayülünde olmakla suçluyor. Sadece suçlamakla kalmıyor bir de, “Yahudileşme temayülü, Yahudi olmaktan daha tehlikelidir” diyor.

Beterin beteri vardır derler ya… İslamoğlu da arka arkaya tehlikeliden tehlikelisini söylüyor.

Hıristiyanlaşma temayülünün ise Yahudileşme temayülünden de vahim (tehlikeli) olduğunu söylüyor.

Onun mantığıyla sıralarsak şöyle:

Önce Yahudilik.

Ondan daha tehlikelisi, Yahudileşme temayülü.

Yahudileşme temayülünden daha tehlikelisi ise Hıristiyanlaşma temayülü.

Yalnız dikkatinizi çekerim. Büyük tehlike, Yahudi veya Hıristiyan olmak değil, Yahudileşme ve Hıristiyanlaşma temayülü içinde olmakmış.

Peki bu temayülde olanlar kimler? Hıristiyan ve Yahudiler mi?

Hayır efendim, hayır! Onların temayülü falan yok, onlar zaten doğrudan doğruya Hıristiyan veya Yahudi…

Peki öyleyse Hıristiyanlaşma veya Yahudileşme temayülünde olanlar kimler?

Şimdiye kadar anlamadınızsa çok safsınız demektir. Madem anlamadınız, söyleyeyim:

Tabii ki Müslümanlar…

Yahudilikten de, Hıristiyanlıktan da, Yahudileşme temayülünden de daha tehlikeli olan bu Hıristiyanlık tehlikesi nasıl bir şey? Bunu öğrenip bu tehlikeye düşmemek istersiniz değil mi?

Kim istemez? Tabii ki her Müslüman böyle bir tehlikeyi öğrenip ondan kaçmak ister.

Mustafa İslamoğlu, çok tehlikeli olan Hıristiyanlaşma temayülünü şöyle anlatıyor:

“Peygamberi sevme ve yüceltme şeklinde tezahür etmektedir.” (Üç Muhammed, sahife: 43)

Öyleyse ey Müslümanlar! Hıristiyanlaşma temayülüne düşmemek için sakın ha peygamberinizi sevmeyin, onu yüceltmeyin olur mu!..

Bay İslamoğlu, bunu nasıl yapacağınızı da öğretiyor. “Peygamber ümmetin bir ferdi gibidir. Ümmetin her ferdi de Peygamber gibidir” demeliymişsiniz. Böyle söylerseniz çok büyük mertebeye erermişsiniz. Çünkü İslamoğlu, Musa Cârullah’tan naklen şöyle diyor: “Bu varılabilecek en yüksek kemal mertebesidir.”

Demek ki, en büyük mertebeye kavuşmak için, -bu kafaya göre- peygamber sevgisinden uzak olmak şart…

Değerli okuyucular, daha nice İslamoğlu sohbetlerinde görüşmek üzere fî emânillah…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu