Diyalog, Kuzu Postuna Sarılmış Bir İhanet Hareketidir – Lütfi Özşahin (Dinler Tarihi Uzmanı)
Almanya’dan ekranda bizi seyreden değerli bir okuyucum, dinlerarası diyaloga neden karşı olduğumu, diyalogun hiç mi iyi tarafı olmadığını vs yazmış. Bu kadar konferans vermemize ve bu konuda bir kitap yazmamıza rağmen, demek ki meseleyi iyi anlatamamışız. Şimdi niye karşı olduğumu, kısa maddeler şeklinde izah edeyim.
1.Öncelikle Efendimizin şahsiyetli ve Kur’an merkezli önderliğinde, Ali İmran suresinin 64. ayetinde buyrulduğu şekliyle diyalogun sürdürülebilir olduğunu söyleyebilirim:
“Ey kitap ehli, sizinle bizim aramızda ortak eşit bir kelimeye gelin, Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim, ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve birbirimizi Allah’tan başka rab edinmeyelim.”
Dikkat edilirse ayet, diyaologun ön şartı olarak tevhidi ortaya koymaktadır. Çünkü müesses kilise (Tüm Katolik, Ortodoks ve Protestanlar buna dâhildir. Zira bu üç mezhebe göre de, Hz. İsa, Tanrı-Baba’nın yeryüzünde insan suretindeki mücessem şeklidir.) Paganizm’den mülhem Teslis’i (Üçlü İlah anlayışını) Hıristiyanlara dayatmışlardır. Karşı çıkan tevhid grupları, Arius gibi katledilmişlerdir. Demek ki onlar tesliste direttikleri sürece, teolojik düzlemde diyalogun anlamı yoktur
2-Müesses Kilise, İslam’ı ve onun Peygamberini, asla vahyi anlamda din olarak kabul etmez. İslam, sadece sosyolojik anlamda heterodoks (sapkın) bir dindir. Peygamberi Muhammed (as) hâşâ, “Anti-christ”, yani şeytandır. Zira diyalogcular açık olarak şunu söylerler:
“Eğer biz Hz. Muhammed’i peygamber veyahut Kur’an’ı ‘Vahyi Kitap’ olarak kabul edersek, o zaman Hıristiyan olmamızın anlamı kalmaz”
3-Diyalog, bir Vatikan projesidir. Amacı da barışı filan korumak değil, aksine, Müslümanları kimliksizleştirmek ve Hıristiyanlaştırmaktır. Yani diyalogun öznesi Vatikan, nesnesi ise Müslümanlardır. Zira diyalogu başlatan Papa 23. John ve onun ölümünden sonra devam ettiren Papa 6. Paul, yaptıkları konuşmalarda; Müslümanlarla yaptıkları diyalogun esas gayesinin, İbrahim’i gelenekten gelen Müslümanlara, Matta İncilinin de öngördüğü şekilde, İsa-Tanrının kurtarıcı misyonunu anlatarak, İncil’in mesajını onlara ulaştırmak olduğunu açıkça söyler. Zaten bundan dolayıdır ki, diyalogun teorisyenlerinden olan Kardinal Francis Arinze, diyaloga katılan Hıristiyan katılımcıyı “holy pilgrim” (kutsal hacı) olarak yâd eder.
4-Diyalogu savunan İnkluvistler (Yani Kapsayıcılar. Örneğin John Hick, Mc. Grath) Makyevelist bir yaklaşım sergilerler. Biz İslam dairesi içerisinde de Tanrı kavramının bilinebileceğini kabul etsek bile, “son kurtuluşun” (Final / Salvation) İsa’nın tanrılığının ve kurtarıcı misyonu ile olabileceğinden vazgeçemeyiz fikrini savunurlar. Ne ilginç değil mi, Türkiye’de İslam tandanslı bir dergi tam bu mesajla örtüşür şekilde “insanlık Mesih’i bekliyor” diye manşet atmakta ve meşhur tefsircileri de, “İsa’nın şahsında buluşabiliriz” şeklinde görüş belirtmektedir. Hangi İsa; Tanrı İsa mı, yoksa sadece Resul ve nebi olan Kur’an-ı Kerim’in İsa’sı mı?
Sonra niye Son Peygamber Hz. Muhhammed (SAV)in şahsında, tevhid sürecinin korunmuş ve en ekmel şekli olan Kur’an’da değil de, niye Roma ikonası ile süslenmiş İsa’da buluşuyoruz Allah aşkına bu nasıl bir İslam anlayışıdır?
5-Diyalogdan teolojik / ilahiyat anlamında bir şey çıkmaz. Çünkü ne Yahudiler Hz. İsa’nın “Mesih” olduğuna inanırlar, ne de Hıristiyanlar Hz. Muhammed’in son Peygamber, Kur’an’ın da son kitap olduğuna inanırlar. Zira Yahudilere göre Hz. İsa’nın statüsü “yalancı Mesih” Bar Kocbha ve David Alroy gibidir. Ortodoks Yahudiler için henüz Mesih gelmemiştir ve son peygamber de Malaki’dir. Bu dogmadır ve değişmez. Aynı şekilde, özellikle Katolikler için Yahudiler “teocid” (yani Tanrı Katili)dir. Çünkü Yahudiler, Ferisiler dönemin Roma valisi Pontius Pilatus’la işbirliği yaparak Tanrı-İsa’yı çarmıha germişlerdir. Bu aynen, bir Müslüman’ın Kadiyani yahut Bahai ile yaptığı diyaloga benzer ve sonuç çıkmaz. Çünkü Hakla Batıl’ın karışmasından Hak sadır olmaz. Yani bir Müslüman, bir Kadiyani yahut bir Bahai ile ne kadar iyi ilişkiler içerisinde olsa da, Hz. Muhammed’den sonra Gulam Ahmed’in yahut Bahaullah’ın (Hüseyin Mirza Ali) peygamber olduğunu kabul etmez. Ederse, Müslümanlıktan çıkar. Zira bu iki zatın statüsü, Şia dâhil tüm ehlisünnet mezheplerine göre yalancı peygamberler olan Müseylemetül Kezzap, Siccah, Esved El Ansi veya Tuleyha gibidir. Aynı şekilde, bir Hıristiyan ile ne kadar iyi ilişkiler ve diyalog içerisinde de olsak, Hz. Muhammed’in ve İslam’ın statüsü, onların gözünde “sapkınlıktan” kurtulmaz. Bunu karikatür skandallarından da anlamışsızıdır. Zira bu krizde, Batı’nın, yani Hıristiyanların İslam karşısındaki kolektif şuuru bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır.
6-Diyalog bu şekliyle İslam topraklarının işgaline ve Müslüman katliamına meşruiyet kazandırmaktadır. Zira konsil kararları Hz. Muhammed’e ve İslam’a hakareti yasaklamayan ve halen Benediktus gibi İslam’ı vahyi bir din olarak kabul etmeyen ve Peygamberimizi “şeytan” olarak algılayan bireylerle şaraplı toplantılarda Kur’an okutulmak suretiyle bir araya gelmek, onları taltif etmek, Müslümanların direncini ve azmini azaltır. Fıkhımızda Hz. Muhammed’e açık yahut gizli “şeytan” diyen birilerinin elini sıkmanın hükmünü sizlere bırakıyorum.
7-Diyalog bu şekliyle bir monologdur. Müslüman katılımcılar sadece birer figürandır. Bırakın diyalog toplantılarında Müslümanları anlamayı ve İslam’ın Batı’daki imajını düzeltmeyi, aksine, 1965’te Vatikan tarafından diyalogun resmen yürürlüğe girmesinden itibaren İslam ve Müslümanların imajı daha da kötüleşmiş ve İslam terörizmle özdeşleştirilmiştir.
Yani Diyalogun Müslümanları anlamada ve imajını düzeltmede hiçbir katkısı söz konusu değildir. Diyalogun barışı korumada hiçbir etkisi olmamıştır, aksine, diyalogun yürürlüğe girmesinden on beş sene önce, yani 1950’den itibaren BM verilerine göre 1,3 milyar insan öldürülmüştür ve bunların 500 milyonu Müslüman’dır. Dikkat edilirse, buna Haçlıların, Moğolların, Rusların, Sırp, İngiliz, Fransız, Hollanda, İspanya ve Portekizlilerin yaptığı Müslüman katliamı dâhil değildir. Hani diyalog barışı korumaya yönelikti?
8-Diyalog yoluyla Batı’nın İslam’ı öğrendiği, tam bir kuyruklu yalandır. Zira Batılılar İslam’ı bizden, özellikle diyalogcu çevreden daha iyi bilmektedirler. Örneğin hiçbir diyalogcunun tasavvuf bilgisi, L. Masignon; Kur’an tarihi bilgisi T. Nöldeke; İslam bilmi bilgisi Helmut Ritter; İslam felsefesi bilgisi Henry Corbin; İslam medeniyeti bilgisi H. Gibb; İslam tarihi bilgisi Dozy, W. Berthold ve M. Watt; Kur’an semantiği bilgisi T. İzutsu; Ortadoğu çalışmaları B. Lewis ve Udo Stanbach kadar iyi değildir. Efendim, bunların bir çoğu öldü. Doğru, fakat çömezleri bizim diyalogculara argo bir tabirle, en hafifinden beş çeker.
Zira bizim diyalogcuların birçoğu, harf devriminden önce ölen dedesinin mezar taşını bile okuyamaz. Bunlar mı Vatikan’la boy ölçüşecek?
9- Efendim, Kur’an’da, Hıristiyanların içerisinde “Allah” adı anıldığı zaman gözlerinden yaş akan keşiş ve din adamları vardır. Doğru, ama hangi keşiş ve Hıristiyanlar? Bahira ve Necaşi gibi olanlar amenna. Zaten onlar Efendimizin risaletine inanmışlardı. Yani Kur’an’ın kastettiği bugünkü şirk içerisinde olan Teslisçi Hıristiyanlar değildir. Zira Kur’an, açıkça “Allah üçün üçü diyenlerin kafir olduğunu” açıkça beyan etmiştir. Peki öyleyse Kur’an’ın olumlu anlamda kastettiği Hıristiyanlar kim? Ben, dinler tarihçisi olarak cevap vereyim:
Bunlar, kökeni Hz İsa’nın üvey kardeşi ve sonradan şehit edilen Hz. Yakub’un önderliğini yaptığı Pauluscu Hıristiyanlıkla mücadele eden tevhidçi, Hz. İsa’yı sadece Peygamber olarak kabul eden “ebionitik” kökenli Hıristiyanlardır. Bu tevhidçi Hıristiyan gruplar, Ariuscular, Üniteryenler, Bogomiller, Albililer vs. adı altında varlıklarını günümüze kadar taşımışlardır. Yani sözün kısası, Kur’an’ın olumlu anlamda bahsettiği Hıristiyanlar, bugün diyalog yaptığımız “teslisci” Katolikler, Ortodokslar ve Protestanlar değildir.
10- İbrahimi gelenek kavramı, Hz. Muhammed ve Kur’an hakem olmadan sakat bir kavramdır. Zira Yahudi ve Hıristiyanların kitabında da geçen Hz İbrahim ve ondan sonra gelen peygamberlerin şahsiyeti, Kurân’ın anlattığının aksine, yüz kızartıcıdır. Hâşâ, Hz. İbrahim hanımını Firavun’a, oğlu İshak da Filistilerin Kralı Abi Melek’e peşkeş çekmiştir, Hz. Lut kızları ile zina etmiş. Hz. Yakup iki kız kardeşi bir arada almış ve yine Hz. Davut Hitti Urya’nın karısı Beth Şeba ile zina etmiştir. Vs. Yine Hıristiyanlar da Hz. İsa’ya aynı iftirayı atarlar. Özellikle M. Luther’e göre İsa, Mecdelli Mereyem (Maria Of Magdelena) ile üç kez zina etmiştir. Görün ki, Hıristiyan Kutsal kitabında (bible) Peygamberler ne hale sokulmuştur. Kur’an’a göre, elinde balta ile inkılapçı bir biçimde putları kıran Hz. İbrahim’in prototipi, Tevrat ve İncil’de yüz kızartıcıdır. Demek ki, İbrahimi gelenekten aynı şeyi anlamıyoruz. Ve bu geleneğin son biçimi Kur’an ve Hz. Muhammed olmadan diyalog olmaz.
11- Peki diyalog değil de savaş mı yapalım? Hayır, bundan bu sonuç çıkmaz. Yapalım ama şartları Vatikan koymasın. Projenin nesnesi değil, öznesi olalım. Ve şunu söyleyelim:
Gelin Ali İmran suresinin 64. ayeti kerimesinde buluşalım. İslam’a ve Hz. Muhammed’e hakaretten vazgeçin, Müesses Kilise olarak Batı’nın İslam dünyasındaki tüm katliamlarını ve insanlık dışı uygulamalarını kınayın ve bu işgal ve katliamlara örtülü veya açık destek vermeyin. Tıpkı Papa II. Jean Paul’un Ermeni Patriği II. Karakin’le görüşmesinde, Türkiye’yi Ermeni soykırımı ile suçlaması ve Türkiye’nin gerçek sahiplerinin Hıristiyan Ermeni ve Arapların olduğunu söyletmesi gibi. Diyalogu bir misyonerlik projesi olmaktan çıkarın, Christiana Famile gibi dergilerinizde Türkiye’yi Kilisenin kutsal toprakları olarak göstermekten vazgeçin, gelin o zaman diyalog yapalım…
http://www.tumgazeteler.com/?a=1376518