Tasavvuf

Yetkisiz Rabıta Yaptıranlar

Bir kimseye râbıta yapılabilmesi için o kişinin taşıması gereken şartlar nelerdir? Ehil olmadığı hâlde kendine râbıta ettiren kimsenin ve ona râbıta edenin hükmü ve uhrevi durumu nedir?

Bir kişinin kendisine rabıta yaptırabilmesi için birçok şartlar vardır. Bunlardan biri, o kişinin uyanıkken dilediği zaman, nerede olursa olsun, mâ’nen huzur-u Resulullah (s.a.v.)’e çıkıp soru sorabilecek durumda olmasıdır.
İmâm-ı Rabbani, Ubeydullah Ahrar ve Mahmud Sami Ramazanoğlu (kaddesallaû esraruhum) hazeratının üçünün birden kitaplarında geçtiği üzere bir kimse ehil olmadığı hâlde kendisine râbıta yaptırırsa îmânsız ölür. Ehil olmadığını bildikleri hâlde ona râbıta yapanlar da aynı şekilde îmânsız ölürler.
Son devir zülcenaheyn âlim ve velîlerden Abdulhakim Arvasi (k.s.) Râbıta-ı Şerîfe risalesinde şöyle söyler: Fenâ ve bekâ mertebelerine ulaştıkları şehâdetle sâbit olmayan kimseler her ne kadar zikir tâlimine izinli olsalar da kendilerine râbıta ettiremezler.
Râbıtaya yetkili olmadan kendine râbıta ettirenler, büyük zarardadırlar. Bu işin zararı, hem kendisine râbıta ettirene hem de râbıta edenlere erişir. Kendilerine yersiz olarak râbıta ettirenlerden bir kısmı, bâzı hâllere aldanıp, büyüklerin bâzı tecellilerini kendi hâlleri sanır, nefsine mâl eder, bir kısmı da tarîkat edeblerine ancak yüzeysel olarak bakabildiği için kendisinde olmayan şeyleri var zanneder yahut “sahte kerâmet ve oyuna geliş” dedikleri felakete düşer.
Bu mesele, müride büyük zarar verebilir. Râbıtadan gâye; müridin kalbinden gaflet ve karanlığın kovulması iken, kendi kalbinden gaflet ve karanlığı kovamayanlar, nefislerine râbıta ettirmekle onların gaflet ve zulmetlerini nasıl giderebilirler?
Hz. Hâlid (k.s.) ve benzerlerinin vefatında ve âhiret diyârına intikallerinde dünyaya iltifat ve irtibatları kalmaz fikrinde bulunanlar ve herhâlde hayattakilere râbıta etmek lâzımdır diye düşünenler, büyük bir hata içindedirler. Zîra böyle bir kanaat, evliyânın ölümünden sonraki tasarruflarını inkâr demektir.
Şah-ı Nakşıbend (k.s.)’in, Abdülhâlik Gucdüvanî (k.s.) ile arasında beş vasıta varken onun ruhâniyetinden, Ebül- Hasan Harkânî (k.s.)’nin de Ebayezid (k.s.)’den feyz alması, bu ölçünün doğruluğuna işarettir.
Hz. Hâlid-i Nakşıbendî (k.s.)’nin halîfelerinden hiçbiri ve kezalik can dostu Şeyh İsmâil ve Şeyh Abdullâh Herevî, ruhları dünyadan ayrılıp ulvi makamlara yükselinceye kadar kendilerine râbıta edilmesine izin vermezler ve bu işi daima yasaklarlardı.
İnsanların ve cinlerin mürşidi Hz. Mevlâna Hâlid (k.s.)’in halîfeleri, yüce Nakşîlik yolunun en büyüklerinden oldukları hâlde edeblere ne kadar uydukları bu hâllerinden anlaşılır.
“Tarîkat sadece edebdir.” denilmiştir. Mevlâna (k.s.), Mesnevî’de, bu inceliğe işaret eder ve mârifet yolunun edebde olduğunu, edebden yoksun olanların İlâhi lûtuftan mahrum bulunduğunu kaydeder.

(Hak Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar, MİSVAK NEŞRİYAT, İstanbul, 2014)

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu