Vahhabilerin Osmanlı’ya İlk İsyanları
Vahhabilerin Osmanlı’ya ilk isyanları ve Taif, Mekke ve Medine’de müslümanlara yaptıkları zulümler:
Vahhabiler, hicaz bölgesinde yayılıp güçlenince Muhammed bin Abdulvahhap dini görüşmelerde bulunmaları için kendi vahhabi mezhep ulemasından bir kaç kimseyi Mekke’ye göndermiş ve bunlar yirmi madde ile ehli sünnet ulemasına itirazlarmı sunmuşlar idi. Fakat bunlar ehl-i sünnet uleması karşısında cevap veremeyince, Mekke kadısnın huzurunda kendi itiraflarıyla batıl ve dalalette olduklarını kabul eden bir metin imzalamışlardır.
Bu metinde, vahhabilik mezhebi batıl ve bu mezhebe uyanların kafir olduğu, yazılı idi. Bu metin yazılırken, vahhabi ulemasıda orada hazır idi. Bu olay, 1752 yılında vefat eden Mekke emiri Şerif Mesud Said bin Zeyd’in zamanında olmuştur. Şerif Mesud, mahkemeden verilen hüccet üzerine, bu inancı bozuk ulemaları hapsettirdi ise de, bazıları firar ederek, Deriyye emirinin yanma döndüler ve Mekke ulemasından gördüklerini anlatarak mekkelileri şikayet ettiler. İşte vahhabilerin Mekke halkına olan kinleri bu sebepten arttı. Artık aralarmda husumet olmaya başladı. Daha sonra 1791 yılında Şerif Galip bin Mesud bin Said ile vahhabiler arasmda ilk defa harp vuku buldu. Bu harpler devam etti. Bu harplerde bazen Mekke’liler bazen de vahhabiler zarar gördü. Daha sonra vahhabilerin kuvveti artmca, Mekke Emiri Şerif Galip Deriyye emirine itaat etmek zorunda kalmıştır. Vahhabiler bu gelişmeden sonra ilki Taif olmak üzere, Mekke ve Medine’yi istila edip, bir çok zulümler yaparak her yeri harabeye çevirmişlerdir.1
Aşağıda Taif, Mekke ve Medine’nin vahhabilerce işgali, müslüman halka yapılan işkenceler ve kadınların, çocuklarm barbarca katledilmelerini anlatan olaylar ve Osmanlı’nın Haremeyni bu eşkıyaların elinden tekrar alması hâdisesi:
1 Eyüp Sabri Paşa, Mir’af ül-Haremeyn, (Mir’at-ı Cezire), 1,112,115-116.
Eyüp Sabri Paşa’nın Tarih-i Vahhabiyan1 ve Mir’at-ı Mekke,2 Ahmed Cevdet Paşa’nın, Tarih-i Cevdet3 ve Dr. Sayın Dalkıran’ın “Tarih-i Cevdet’te islam mezhepleri”4
adlı makalesinden özetlenerek alınmıştır.
Taif’in İşgali:
Vahhabiler, 1803 tarihinde Taif’i işgal ederler. Taif işgal edilince, halkm bir kısmı çoluk çocuğunu alıp gizlice kaçmışlar ve bir kısmı da takdir-i ilahiye boğun eğerek Taif’te kalmışlardır. Hisar’da kalan Taif’liler saldırılara dayanamayarak hisarı teslim etmeye karar verirler. Hisara teslim işareti çekip düşman karargahına da bir elçi gönderirler. Bu gelişme üzerine vahhabi eşkiyaları halkm gerçek fikrini anlamak amacıyla bir adam gönderir. Bu adam hisardan uzatılan urgana tutunarak hisarm üstüne çıkar ve halka hitaben:
“Ey ahali! Eğer gerçekten teslim olup gönderdiğiniz adamın ifadesine göre af ve aman diliyorsanız, kendinizi kurtarmak için ne kadar malınız varsa buraya getirmelisiniz,” demiş. Ancak getirilen eşyaları azımsayarak:
“Yok yok, bu kadar mal ile size aman beratı verilmez, malınızın tamamını getirmeli ve mallarını gizleyenlerin isimlerini bildirir bir de defter verdikten sonra bu malları korumak için de içinizden bir nöbetçi koymalısınız. Erkeklerinizin istekleri yerine getirilebilir ancak kadın ve çocuklarınız esir edilerek hepsi zincire vurulacaktır,” gibi
bir takım uygunsuz sözler savurur. Kendisine yumuşak ve iyi davranması rica olundukça, sertleştiği için yaşlı bir müslüman tarafından göğsüne taşla vurulup öldürülür.
Bu olay üzerine bir çok eşkıya, hisar kapısının önüne sokulup, demir aletler kullanarak kapıları kırıp içeri girdiler ve rast geldikleri müslüman halkı; kadm, erkek ve çoluk çocuk demeden katlettiler. Sokakları mazlumların kanlarıyla boyadılar. Öyle ki; beşikteki bebekler dahi parça parça edilmiştir. Öldürülenlerin cesetleri hayvanlara çiğnetilerek mal ve eşyaları ise yağmalanmıştır.
Halkın bir kısmı da hisarm doğu tarafında, sağlam ve güvenilir binalar içerisinde saklanmakta idiler. Ancak Vahhabi eşkıyası bu insanlara da kurşun yağdırarak bir çoğunu öldürdüler. Geriye kalanlar ise daha önce gönderdikleri elçinin şu sözleri üzerine:
“Ey Taif ahalisi, sizin için İbn Şekban’dan affınız ve güvende olmanız hususunda güvence aldım. Cümlenizi tebrik ederim. Benim bu hizmetimi, vicdanlarınızda takdir ederek, hanım ve çocuklarınızı alıp hisardan çıkın ve istediğiniz yere gidin,” diyerek halkı aldatmış ve onları saklandıkları güvenli yerden çıkarmıştır. İnsanlar da haberin doğru olduğunu düşünerek, hanım ve çocuklarım alıp evlerim, mal ve eşyalarını bırakıp sur kapılarına yöneldiler. Ancak kapıda bekleyen muhafızlar, halkm tamamını tek tek aramış, üzerlerinde para ve değerli bir eşya bulamadıklarından geri çevirip, geniş bir tepe üzerinde toplamışlardır.
Tepe üzerine çıkarılan insanların sayısı belli değilse de çoğunluğu çoluk çocuktan oluşup, çıplak vaziyette on iki gün bu tepe üzerinde aç ve susuz bekletildiler. Bu yetmezmiş gibi, taş ve sopalarla eziyet ve işkenceye maruz kaldılar. Çoğu namuslu asil ailelerin çocukları olup hiç bu şekilde zorlukla karşılaşmamışlar, evlerinde anne ve babaları tarafmdan özenle bu yaşlara getirilmişlerdi.
İlerleyen günlerde ise ele geçirilen esirlerin, üç yüz altmış yedisi erkek olup; bunların tamamı elleri bağlı olarak çoluk çocuklarıyla beraber aynı tepe üzerine çıkarılıp katledilmiştir. Bunlar katledilirken daha önceden tepede bulunanların çoğu da yarı ölü halde can çekişmekteydiler. Bu tepe üzerinde katledilen tevhid ehlinin cesetleri uzun müddet hayvanlara çiğnetilmiş, kurt ve kuşlara yem olsun diye on altı gün o şekilde açıkta bekletilmiştir. Ölenlerin cesetleri avret yerleri açık bir halde bu tepe üzerinde yata dursunlar; bu vahhabi eşkiyaları, tüm evleri tek tek gezerek ne kadar mal ve eşya varsa sur kapısının önüne yığdılar. Para ve eşyanm beşte birini Suud’a ayırdıktan sonra geri kalanlarımda bu eşkıya arasında paylaştırdılar. Kıymetli kitaplara gelince, batıl vehhabi askerleri kütüphanelerde, zaviye, tekke ve evlerin dolaplarında bulabildikleri tefsir, hadis ve sair ilimlerle ilgili ne kadar kıymetli kitap var ise hepsini parçalayarak yere attılar. Üzerinde ayet ve mübarek isimlerin işlenmiş olduğu Kur’an-ı Kerim ciltlerinden çarıklar yapıp ayaklarına giydiler.1
Bu şekilde tahribat neticesinde Taif’te yalnız üç nüsha Kur’an-ı Kerim ile bir takım Buhar-i Şerif kalmıştı. Ne kadar Kur’an-ı Kerim, Tefsir ve Hadis-i Şerif kitabı var ise, parçalanıp yere atıldıkları sırada hiç rüzgar olmamasma rağmen bir mucize eseri olarak havalanıp, bir tek parçası dahi yere düşmemiştir. Sayfaların da nereye gittiği anlaşılamamıştır.
Tepe üzerinde^ insanların cesetleri on altı gün kadar burada kaldı ve güneşin harareti ile fena halde kokmuş idi. (eşkıyaların başı olan) İbn Sekban’dan binbir rica ile izin alınıp iki büyük çukur kazılarak, bazılarının yarısı bazılarının dörtte biri kalmış olan cesetler topluca çukurlara doldurulup üzerleri toprakla kapatıldı.
1 Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, VII, 206.
Ancak daha sonra kurt ve kuşların uzak yerlere götürdüğü insan azalarının kokusu, vahhabiler’i dahi rahatsız etmeye başladığından iki çukur daha kazılarak, köşe bucakta kalmış kurt ve kuş artıkları da bu iki çukura doldurulmuştur.
Vahhabi eşkiyaları, Taif katliamından ve gasp ettikleri mal ve eşyanın taksiminden sonra batıl mezhepleri gereği, büyüklerin kabirlerini gezerek ne kadar kubbe ve türbeye rastladılar ise hepsim yıkıp yerle bir ettiler. Abdullah bin Abbas’m türbesi de yıkılan binalar arasındaydı.1
Burada bir hatırlatmada bulunmak isteriz. Dikkat ediniz Bunları yapanlar başka bir memlekete ait bir kafir topluluğu değil; bizzat aynı milletten olan batıl vahhabi eşkıyalarıdır. Katledilenler ise masum müslümanlardır. Tek suçları da bu batıl olan vahhabi inancını kabul etmemeleridir. Taif’te yapılan bu katliamlar insanın kanını donduracak türden olup, yapanlarmda kimliği ayrıca düşündürücüdür. İbret almması gereken vesikalardır.
Mekke’nin İşgali:
Irak taraflarında bulunan Muhammed bin Suud, Taif in vahhabilerce alındığını işitince sevinir ve Mekke’ye yönelir. Mekke halkı Suud’dan korkarak o sene hacc etmemeye karar verirler. Bu nedenle o yıl, sadece dışarıdan gelen gruplar haccederler. Suud ise, Mekke’ye geliş amacmm halkın akaidini (dini inancını) ıslah, Mekke ve civarındaki kötülükleri kaldırarak doğru yolu göstermek olduğunu ifade eder.2
1 Doç. Dr. M. Ali Büyükkara, İhvan’dan Cüheyman’a Suudi Arabistan ve Vehhabilik, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004, s. 32. Bu kaynak için: www.tahavi.com/tarih, adersine bakablirsiniz.
2 Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, VII, 206-207.
Mekke’nin o zaman ki emiri Şerif Galip, vahhabilerin tehdidinden çekinip, Mekke’yi savunmak gayesiyle Cidde valisiyle Mısır ve Şam emirlerinden yardım talebinde bulunduysa da, red cevabı gelince, yerine kardeşi Şerif Abdulmuin’i kaymakam tayin ederek, Cidde’ye gitti. Şerif Abdulmuin, Suud bin Abdulaziz’in yanma adamlarını gönderip af ve eman talebinde bulunduğu için, Suud yanma vahhabi eşkiyalarmı da alıp Mekke’ye doğru hareket etti. Orada, Şerif Abdulmuin’in kaymakamlığını kabul etmekle beraber kubbe ve türbelerin yıkılmasını emretmiştir.
30 Nisan 1803 günü Vahhâbiler Mekke’ye girerler. Suud, ilk olarak Kabe’yi tavaf eder. Ertesi gün kuşluk vakti herkesi mescide toplatır. Bab-ı Safa’nın en üst basamağına çıkarak halka hitap eder. Allah’a hamd ettikten sonra şöyle der:
“Cenâb-ı Hakk’a teşekkür eylerim. Sizi İslam’a hidayet ve şirkten kurtardı ve sizi yalnız Allah’a ibadet edip de bulunduğunuz şirk halinden ve dalâletten vazgeçmeye davet eylerim ve şeriat-i İslamiyye üzere Allah’ı sevenlere dost ve Allah’ın düşmanlarına düşman olmak üzere sizden biat isterim/’1
Bu sözünden sonra elini uzatarak herkesten biat aldı. Sonra da ikindinin peşinden İslamı beyan edeceğini söyler. İkindi’de ise, herkesin bildiği meseleleri halka talim eder. Öyle ki, Mekke halkının en cahili bile bu gibi meselelerde Vahhabilerin ulemasından daha bilgilidir. İlk öğrettiği şey; içki ve zinanın haram oluşudur. Peşinden kubbelerin yıkılması, putlarm atılması ve Allah’tan başka ma’büd kabul edilmemesini emreder. Bundan sonra (islam tarihi boyunca orjinal haliyle korunmuş olan) Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, (Radiyallahu anhum ecmain) Efendilerimizin evlerini, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in bütün çocuklarının doğduğu Hz. Hatice annemizin evini ve diğer Sahabe-i Kiram’in ve büyük zatların kabirlerini yıktırır. Üç gün içinde Mekke’yi harebeye çevirirler.2
1 Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, VII, 208.
2 Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, VII, 208-209.
Çünkü vahhabiler’in itikadına göre, Haremeyn ahalisi Allah’u Teala’dan başka, türbelerin kubbelerine ibadet etmekte olduklarından, eğer türbelerin kubbeleri yıkılıp duvarları kaldırılırsa, halkın şirk ve küfür çemberinden çıkıp, Allah’u Teala’ya ibadet etmeleri umulurmuş.
Osmanlılar zamanında orijinal haliyle muhafaza edilen Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin oğlu Hz.
İbrahim hariç diğer bütün çocuklarının doğduğu ev olan Hz.
Hatice annemizin Mekke’deki evinin Vahhabiler tarafından tahrip
edilmiş hali. Günümüzde ise bu halinden bile eser kalmamıştır.
Vahhabilerin imamları olan Muhammed bin Abdul-vahhab’m, batıl kanaatine göre de, hicri beş yüz (miladi olarakta yaklaşık 1100) senesinden sonra vefat edenler, şirk ve küfür üzere öldüklerinden, vahhabilik inancının ortaya çıkışından sonra ölenlerin, bu önceki müslümanlarm yanına gömülmesinin caiz olmadığını söylemiş. Ancak müşriklerin kabirlerine yakm yerlere defnedilmelerinde ise bir sakmca olmayacağına dair, hüküm vermiştir.
Suud, Mescid-i Haram’da herkesin ayrı ayrı namaz kılmalarını yasaklayarak, bir imamın peşinde namaz kılmalarını emreder. (O yıllarda dört mezhep imamının makamları vardı. Herkes kendi mezhep imamınm arkasında namaz kılıyordu.) Ayrıca, ezanın peşinden salavat getirilmesini yasaklar. Osmanlı’nm Suud’la görüşmesi için görevlendirdiği Adem Efendi’yi yanma çağırtır, onunla konuşur ve davranışlarının sebeplerini anlatır. Adem Efendi, ona mantıklı cevaplar verirse de, İşte sizin bu türlü açıklamalarınız halkı yanlış yola düşürmektedir,” diyerek konuşmayı bitirir.1
Suud on dört gün Mekke’de kalmış. Bu esnada pek çok hususu esasmdan değiştirmiş ve bid’atleri kaldırma gerekçesi ile bir çok yeni bid’atler ortaya çıkarmıştır.2 Bölgedeki vahhabi hakimiyeti öylesine artmıştı ki Şerif Galib, herkesin bir imam arkasında namaz kılması ve ezandan sonra salat-u selam getirilmemesi gibi, batıl vahhabi mezhebinin şartlarmı yürütmek zorunda kalmıştı. Ayrıca Cidde ve Mekke’de bulunan Sünniler de mezheplerini gizlemekte idiler.3
Suud’lar Mekke’ye ve Medine’ye hücum ettiği zaman, Resulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin türbesinden başka, Eshab-ı Kiram’in, Ehl-i Bey t’in, evliyanın ve şehidlerin türbelerinin tamamını yıktılar. Kabirleri, belirsiz hâle getirdiler. Resulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin mübarek türbesini de yıkmak istediler ise de, eline kazma alanın aklma veya bedenine sakatlık geldiğinden yıkamadılar.
Medine’ye girdikleri zaman Suud; müslümanları bir araya toplayıp: “Vahhabilik gelmesi ile, dininiz şimdi tamam oldu. Allah sizden razı oldu. Babalarınız kâfir idi,
1 Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, VII, 209-212.
2 Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, VII, 212.
3 Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, VIIL, 80-81.
müşrik idi. Onların dinlerine uymayınız! Onların kâfir olduklarını herkese anlatınız! Resulullahın türbesi önünde durup, Ona yalvarmak yasaktır. Türbenin önünden geçerken, Esselamü âla Muhammed denir. Ondan şefaat istenmez,” gibi müslümanlara bu şekilde yasaklar koydu.
İbn-i Asakir’in Muaz (Radiyallahu anhu)’dan naklettiği Hadis-i Şerifte Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:
“Bid’atler yayıldığı ve bu ümmetin sonra gelenleri öncekilere lanet ettiği zaman, kendinde ilim olanlar onu yaysın. Zira böyle zamanda ilmini gizleyen kimse, Allah’u Teala’nın Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem)’e indirdiğini gizleyen kimse gibidir.1
Yine bu hususta İbn-i Mace’de, Câbir (Radiyallahu anhu)’dan Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
“Bu ümmetin sonra gelenleri öncekilere lanet ettiği zaman, her kim Hadis-i Şerifleri gizlerse Allah’u Teala’nın indirdiğini gizlemiş olur.”2
Vahhabiler müşrikler hakkında inen Âyet’leri, müslümanlar için söyleyerek,, kafir olduklarını iddia ederler. Bunlarm bu fitnelerini Buhari’de nakledilen şu Hadis-i Şerifte, Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz haber vermiştir:
1 Gümüşhanevi, Râmûz-ul Ehâdîs, Hadis No: 731.
2 Sünen-i İbn-i Mace, Mukaddime 24.
”Onlar, kafirler hakkında inen Âyet’leri, müslümanlar üzerine atfederler.”1
Yine bu hususta Ebu Hüreyre (Radiyallahu anhu)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Ümmetimin son zamanlarında sizlere ne sizin, ne babalarınızın duymadıkları şeyleri söyleyecek kimseler gelecektir. Onlardan sakınabildiğiniz kadar sakınınız/’2
Suud, çarşılarda, pazarlarda, sokaklarda, adamlar bağırtıp, “Suud’un dinine giriniz! Onun geniş olan gölgesine sığınınız!” dedirtti. Müslümanları Muhammed bin Abdulvahhab’m dinine sokmaya zorladı.
Aşağıdaki olay, Eyüp Sabri Paşa’nm, Tarih-i Vahhâbiyan’ adlı eserinde enteresan bir hadise olarak anlatılmaktadır: “Suud; her tarafa baskı, zulüm ve işkence yaptığı sıralarda, Ehl-i sünnet âlimlerinden birini çağırıp: “Hazret-i Muhammed (Aleyhis-selâm) mezarında diri midir? Yoksa bizim inandığımız üzere diğer insanlar gibi ölü müdür?” sorusuna, “Resulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) kabrinde diridir,” cevabmı almıştı. Bu soruyu sormasmdaki amacı, onun cevap veremiyeceğini düşünerek, işkence ile öldürmek içindi. Suud dedi ki:
1 Sahih-i Buhar i, Kitâbu istitâbeti’l-mürteddîn ve’1-muânidîn vekitâlihim 6; Eyüp Sabri Paşa, Mir’atül-Harameyn, (Mir’at-ül-Cezire), 1,106.
2 Sahih-i Müslim, Mukaddime 4; Ahmed Ibni Hanbel, Müsned, Hadis No:8276.
“Hazret-i Peygamber’in, kabrinde diri olduğuna dair, ikna edici bir delil getirmelisin ki, hepimiz kabul edelim. Saçma sapan sözlerle cevap verirsen, benim hak dinimi
kabul etmemekte inatçı olduğun anlaşılacağından, seni öldürürüm.” Ehl-i sünnet âlimi:
“Dışarıdan bir şey gösterip de seni inandırmaya çalışmayacağım. Geliniz, birlikte Medine-i Münevvere’ye gidelim! (Muvacehe-i saadet) penceresi önünde duralım. Ben selam vereyim. Selamıma cevap verirse, inanırsın. Resulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin, Kabri saadetinde diri olduğunu, selam verenleri işittiğini ve cevap verdiğini, anlamış olursun. Selamıma cevap verilmezse, benim yalancı olduğum anlaşılır. Bana istediğin cezayı verebilirsin,” dedi.
Suud; bu sözleri işitince, Ehl-i sünnet âlimini salıverdi. Suud, bu susturucu cevaba çok kızmıştı. Suud’un gazabı daha da şiddetlendi. Fakat ilmi yeteneği olmadığından o mecliste susarak birkaç gün sonra, kendi adamlarından birine:
-“Bu zâtı bulup öldüreceksin ve ölüm haberini bana hemen bildireceksin,” dedi. Allah’u Teâlâ’nın takdiri ile, bu vahhabi bir yoluna getirip, o zatı öldüremedi. Bu korkunç haber, ağızdan ağza o zata kadar ulaştı. Bu zat, artık Mekke’de bulunmanın doğru olmayacağını düşünerek, başka yere hicret etti.
Suud, anılan zatın Mekke’den çıktığını haber aldı. Arkasından bir bedevi celladı gönderdi. Bedevi de, hayırlı bir iş yapacağım: “Bir Ehl-i sünneti öldüreceğim, çok sevap kazanacağım!” diyerek, koşarak yetişmiş ise de, bu zât; biraz önce kendi eceli ile vefat etmişti.
O zatm devesini bir ağaca bağlayıp, cenazeyi yıkamak üzere su bulmak için, civardaki derelerden birine gitti. Üç beş dakika sonra döndüğünde ortalıkta deveden başka bir şey göremeyince hayretler içinde kaldı. Suud’a gidip olanları söyledi. Suud:
– “Evet, evet! Ben o zatın, zikir ve teşbih ile göklere
çıkarıldığını rüyamda gördüm. Nur yüzlü kimseler, bu
cenaze, filan zattır. Ahir zaman Peygamberine dürüst
inandığı için, cenazesi semaya kaldırıldı,” dediğini
işittim,” cevabını verince, O zat’ı öldürmesi için gönderdiği
adam:
– “Beni böyle mübarek bir zatı öldürmek için,
gönderirsin. Allah’u Teâlâ’nm ona olan ihsanını gördüğün
halde, bozuk inancını düzeltmezsin,” diyerek hakaretler
etti ise de Suud; adamının bu sözlerine kulak bile vermedi.
İslâm halîfelerinin yetmiş beşinci ve Osmanlı pâdişâhlarının onuncusu olan Kanuni Sultân Süleyman hân (Rahmetullahi aleyh), Medîne-i Münevvere şehri etrafındaki duvarları yenilemişti. Duvarlar çok sağlam yapıldıkları için Medîne-i Münevvere şehri, iki yüz yetmiş dört sene, eşkiyâ baskınına uğramadı. Şehirdeki müslümânlar rahat ve huzur içinde yaşadılar. Taa ki, vahhabilerin işgaline kadar.
Suud; Mekke-i Mükerremeyi ele geçirip ve Londra’dan gelen altınlarla Mekke etrafındaki köylüleri satın aldıktan sonra, köylerden topladığı yağmacıları Medîne üzerine gönderdi. Bunların basma Bedây ve Nâdî adında iki kardeşi kumandan yapmıştı. Yolda karşılaştıkları müslüman köylerini yağma ettiler. Çok cana kıydılar. Bedây ve kardeşi Nâdî, Medîne etrafındaki köylerden çoğunu yakıp yıktı. Eşyalarım yağma edip müslümânları kılıçtan geçirdi. Yakılan köyler, öldürülen müslümânlar, o kadar çoktu ki, belli bir sayı elde edilemedi. Medine’nin etrafındaki köyler, ölüm korkusu, yağma ve işkenceden kurtulmak için, vahhabi inanışlarım kabul etmek zorunda kaldılar.1
1 Bu mevzu hakkında: Ebu Zehra, İslam’da Siyasi, itikadi ve fıkhi mezhepler tarihi, s.
261′ e de bakınız.
Medine’nin İşgali:
Vahhabiller, Haziran 1805 tarihinde Medine’yi işgal ettiler. İlk işleri, türbeleri yıkmak oldu. Türbe’de bulunan bütün kıymetli eşya ve mücevherleri aldılar. Hutbelerde Osmanlı padişahının adının söylenmesi adetini kaldırdılar. Vahhabi olmayanlar müşrik olarak algılandığı için onların Kabe’yi ziyaretten alıkonulmaları ile ilgili çalışmalar yaptılar. Ayrıca Suud bin Abdülaziz, Osmanlı padişahı Sultan Selim’i mezhebine davet eden bir mektup yazdı ve ondan kabirler üzerine türbe yapımı, türbelerde kurban kesimi ve vahhabilerce şirk sayılan şeylerin yasaklanmasını istedi.1
Medine’yi sorunsuz bir şekilde işgal edip ele geçirmek için Suud; Medine ahalisine hitaben bir mektup yazar. Mektupta, özetle şu satırlar ibret vericidir:
– “Eğer vahhabi dinine davete icabet ederseniz; zulüm, tecavüz, kan dökme ve mallarınızın yağmalanması gibi şeylerden Allah’ın muhafaza ve emanında ve benim himayemde olursunuz. Teklif edeceğim şartları kabul edip af ve güvencemden başka çareniz yoktur. Eğer şartlarımı kabul ettiğiniz halde aykırı işler yaparsanız, size Taif’lilere yaptıklarımın aynısını yaparım. Bu mektubumu, güvendiğim adamım Salih bin Salih ile size gönderiyorum. İyi okuyunuz. Onun ile karara bağlayınız! Onun sözü, benim sözüm, demekdir.”
Salih bin Salih ile gelen mektub, Medîne’lileri çok korkuttu. Daha önce Tâif’de yaptıkları işkenceleri, kılıçtan geçirdikleri kadınları ve çocukları birkaç gün önce işitmiş-lerdi. Halkın korkudan tüyleri ürpermişti. Suud bin Abdülaziz’in mektubuna, evet veya hayır, diyemediler.
1 Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, VIII, 124. Suud’un Medine halkına hitabıyla ilgili bkz. Eyub Sabri Paşa, Tarih-i Vehhdbiyan, Osmanlıca bakısından, s. 174-176.
Eşkiyanın başı olan Beday hâini, mektuba cevap gelmeyince, Medine’nin iskelesi olan “Yenbû” şehri üzerine yürüdü. Bunu ele geçirdikten sonra, Medine’ye gelip, şehri kuşattı. Kale surunun, Anberiyye kapısına şiddetle saldırdı. O gün Şam hacıları Abdullah Pâşa’nm emirliği altmda çıkageldiler. Şehrin sarılmış olduğunu görünce, hacılar ve Abdullah Pâşa’nm askerleri, vahhabi eşkiyaları ile vuruşmaya başladılar. İki saat süren kanlı muharebede, iki yüz kadar şaki kılıçtan geçirildi. Geri kalanları dağılıp kaçtılar.
Abdullah Paşa, hacc vazifesini yapıncaya kadar, Medine’deki müslümanlar rahat ettiler. Fakat, Şam hacıları, Medine’den çıkıp uzaklaşınca, Bedây hâini, şehri yine kuşattı. Küba, Avali ve Kurban denilen yerleri ele geçirdi. Buralara iki de tabya1 yaptı. Şehrin ulaştırma yollarını kesti. (Ayn-i zerka) denilen su yollarını yıktı. Böylece müslümanları aç ve susuz bıraktı. Bu kuşatma sırasında şöyle bir mucizede gerçekleşmişti:
– Medine’liler, susuz bırakıldığı için Asr-ı Saadet’ten beri suyu acı olan ve Mescid-i Şerifin haremi dahilinde bulunan Resulullah (Sallallahü aleyhi ve sellem)’in bahçesindeki kuyunun suyuna fevkalade bir tatlılık gelmiş ve bu hal kuşatmanın bitimine kadar halkın su ihtiyacmı karşılamıştır.
Kuşatma günleri epeyce uzamasına rağmen mahsur kalan Medineliler; Şam kafilesinin gelip, vahhabileri uzaklaştırır umuduyla her şeye katlandılar. Gerekli yardım hiçbir şekilde gelmeyince, halk çaresizlik içinde Suud’a mektup yazdılar. Suud; mektubu alınca, elçilere çok sert davrandı. Medine halkına çok kızgın ve düşman olduğunu bildirmekten çekinmedi.
1 Tabya: Bölgeyi savunmak için yapılan ve silahlarla güçlendirilen bina.
Elçiler, affetmesi için çok yalvardılar ise de Suud:
– Hak olan dinimi kabul etmeyeceğinizi, emirlerimi yapmayacağınızı, açlıktan, susuzluktan ve sıkıntıdan bunalarak, tatlı dille beni aldatmak istediğinizi, sıkıntıdan kurtulmak için yalvardığınızı, mektubu okuyunca anladım. İsteklerimi yapmaktan başka kurtuluş yolunuz yoktur. Emirlerimi kabul eder görünüp de, uygunsuz söz ve hareketiniz olursa, sizi de Taifliler gibi inletir ve yok ederim,” dedi ve Medine’li müslümanları mezheplerini bırakmaya zorladı. Medîneli elçiler, Suud’un emirlerini zoraki kabul ettikten sonra geri döndüler.
Suud’un Medine’lileri kabul etmeye zorladığı emirler şunlardı:
1. Allah’u Teala’ya vahhabiler’in ayin ve itikadı üzere itaat ve ibadet edilecek.
2. Peygambere saygı ve hürmet vahhabilik inancının gereklerine uygun gösterilecek.
3. Gerek Medine-i Münevvere dahilinde gerekse etraf ve civarda ne kadar türbe varsa, kubbeli olsun olmasın, yıkılıp adi bir mezar gibi bırakılacak. (Günümüzde bütün Arabistan sınırları içerisinde, bir tek kabir vardır ki, o da yıkmaya cesaret edemedikleri Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in Kabri Şerifleridir. Diğerlerinin tamamı ise yıkılarak yerle bir edilmiştir.)
4. Herkes, ecdadından gelen din ve mezhebi bırakıp, vahhabilik din ve ayinini kabul edecek ve bundan sonra da vahhabi diyanetinin hükümleri üzere amel ve hareket edecek.
5. Muhammed bin Abdulvahhab’a Allah Tarafından ilham olunan mezhep ve diyanetin doğruluğunu tasdik edip Muhammed bin Abdulvahhab’ı, Din ve Mezhep’in Müceddidi olarak tanınacak.
6. Vahhabi din ve ayinine girmeyip, ecdadının dini vecibelerini yapmaya devam edenlere, şiddet gösterilip, eziyet edilmek suretiyle baskı altında tutulup aşağılanacak.
7. Vahhabi dininden yüz çeviren ulemanın gizlendikleri yerler ihbar edilecek.
8. Kale muhafazasına tayin edilecek vahhabilerin kaleye girmelerine rıza gösterilecek.
9. Dayatılan emir ve yasaklar, her ne kadar zor da olsa, hulus-u kalple kabul edilip uygulanacak ve vahhabi Emirleri’ne son derce hürmet ve saygı gösterilecek.
Medine’liler de, bunalmış olduklarından, bir şey diyemediler. Anlaşmanın sekizinci maddesi gereğince Bedây’m adamlarından yetmiş kişiye, Medîne kalesini teslim ettiler. Anlaşmanın üçüncü maddesi, Medine’deki türbelerin yıkılması idi. İşkencelerden kurtulabilmek için, Medine’liler Suud bin Abdülaziz’in dayanılmaz tekliflerini ve anlaşmada bulunan emirleri, istemeyerek yaptılar.
İstanbul’a yazılan yardım mektuplarına bir cevap alınamadı. Medine halkı, üç sene işkence altında kaldı.
Aynı vahhabi eşkıyalarının yaptığı gibi, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) Mekke’de Peygamberliğini ilan edip Müslüman olanlar çoğalmaya başlayınca Müşrikler, Paygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’i davetinden vaz geçirmek amacıyla, aynı ambargoyu müslümanlara uygulamışlardı. Bu amaçla Haşimoğulları ve Muttalip oğulları ile konuşmama, kız alıp vermeme, ticaret yapmama kararı almışlardı. Müslümanlar bu dönemde Ebu Talip mahallesinde sıkışıp kalmışlar, büyük bir kıtlık ve acı çekmişler ve çocuklarmı kaybetmişlerdi. Bu dönemde, Ebu Talip ve Hazreti Hatice annemiz de üçer gün arayla yokluk ve kıtlıktan dolayı rahatsız olup vefat etmişlerdi. Resullah (Sallallahu aleyhi vesellem)
Efendimize ve ashabına müşrikler tarafından yapılan bu uygulama da, vahhabilerin Medine’de yaptıkları gibi üç yıl sürmüştür. O gün müşriklerin yaptığını bu kez Medine’de, vahhabiler yapmıştır.
Müslümanların, İstanbul’dan yardım geleceğine ümitleri kalmayınca, Müslümanlara daha fazla eziyet etmemesi için Suud’a tekrar mektup yazdılar. Bu mektubu, Hüseyin Şâkir ve Muhammed Segâyî adında iki kişi ile Deriyye’ye gönderdiler. Fakat Suud, Medine’lilerin, önce İstanbul’dan yardım istemiş olduklarını işittiğinden, elçileri kabul etmedi. Üç seneden beri sıkıntı ve işkence altında yaşamakta olan Medine’lileri daha çok sıkıştırmak ve hırpalamak için büyük bir haydut sürüsü ile Medine üzerine yürüdü.
Suud, Medine’ye girince, henüz yıkılmayıp ayakta kalan türbelerin de yıkılmasını, hem de türbe bakıcılarının yıkmalarını emretti. Üç sene önceki anlaşmanın üçüncü maddesine göre; müslümanlar birçok kıymetli türbeleri önceden yıkmışlar ve mezarları yerle bir etmişlerdi. Ancak, büyük ve mübarek bildikleri birkaç türbeye dokunamamışlardı. Ancak bu türebeleri de, kendi hizmetkarları, ağlaya sızlaya yıkmağa mecbur kaldılar. Hz. Hamza (Radıyallahu anh)’nun Uhud’taki türbesinin bekçisi, çok ihtiyar olduğu için, bu işi yapamayacağını bildirince Suud; kendi kölelerinden birini, kubbeyi yıkmak için göndermiş. Bu kimse türbeyi yıkmak için kubbe üstüne çıkıp kubbenin alemine kuvvetli bir kazma vurduysa da, kazma elinden fırlayıp kendisi de yere düşüp öldüğünden Suud; kubbeyi yıkmaktan vazgeçip, yalnız kapısını yakarak gitmiştir.
Vahhabiler, bu şekildeki büyük zaafların kabirlerini bu yöntemlerle yıkamayacaklarını anlayınca, Şeytan’m da yardımıyla sinsice bir fikir akıllarına geldi. Bu kabirleri yıkma işini kabirde yatan zarın akrabalarına zorla ve işkenceyle yaptırdılar.
Bundan maksatları kabirdeki zatm kendi akrabalarına zarar vermeyeceğini düşündükleri
içindi ve de öyle oldu.
Sonra Medine halkını, kadın erkek herkesi toplayarak, Menaha meydanında kurdurduğu bir kürsü üzerine çıkıp bir konuşma yaptı. Medine’deki müslümanların kendisine itaat etmek istemediklerini, korkudan münafık olduklarını, eskisi gibi müşrik kalmak istediklerini ve yüzlerinde (güya) hidayet nurunun olmadığını söyledi. Sonra, kalede sığınmış olanların da gelip boyun bükmelerini, gelmeyenler için Taif’te yaptırmış olduğu işkencenin bunlara da yapılacağını, çok çirkin sözlerle anlattı.
Vahhabiler tarafından, Medine’nin kale kapıları da kapatıldığı için, herkes korkmuştu. Taifliler gibi işkence ile öldürüleceklerini anlamışlardı. Çocuklarının gözlerinden öperek, kadınlarına da veda edip helalleşerek Menaha meydanında toplandılar. Medîne-i Münevvere’de o zamana kadar, böyle bir kara gün görülmemişti. İlk defa böyle bir eziyet ve işkenceye maruz kalıyorlardı. Rasulullah (Sallallahü aleyhi vesellem)’in bereketi ile, Allah’u Teâlâ, Medine şehrini kana boyamaktan korudu.
Suud; Edebe, hayaya sığmayan çok çirkin ve kötü sözlerle müslümanlara hakaret ettikten sonra, Medine kalesine eşkıyâsmı yerleştirdi. En güvendiği Hasan Çavuş adındaki birini de Medine’ye vali bırakıp, kendisi Deriyye’ye gitti. Daha sonra hacc zamanmda Mekke’ye gidip, hac yaptıktan sonra, tekrar Medine’ye geldi. Ahmed bin Ebu’n-Nasr adında bir vahhabiyi de Medine’ye kadı tayin ederek hisar kapılarını kapattı ve Rasulullah (Sallallahü aleyhi vesellem)’i ziyaret için gelen kafilelerin, Ravza-i Mutahha-ra’ya yüz sürmelerine mani oldu. Ravza-i Mutahhara’yı ziyaret amacıyla çok uzak beldelerden büyük sıkıntılar çekerek aylarca yolculuk yaparak gelen hacılar:
“Eğer bir gece daha burada kalırsanız, bütün mal ve eşyalarınız vahhabiler tarafından yağmalanacak ve hepinizde öldürüleceksiniz,” şeklinde kendilerine yapılan uyarıları dikkate alarak, tekrar Şam yolunu tuttular.
Şam kafilesi, Medine’den birkaç konaklama mesafesi ayrılmıştı ki, Suud; Şer-i Mahkeme binasına geldi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’in Mübarek Türbesinde ve Mescid-i Nebevi hazinesinde bulunan ve bin seneden beri çeşitli islam sultanları, kumandanları, sanatkarları ve ilim adamları tarafından ve bütün islam dünyasından seçilerek ve özenerek gönderilmiş olan çok kıymetli hediyeleri, tarihi sanat eserlerini; altınlar, cevherler ve kıymetli taşlarla işlenmiş paha biçilmez eşyaları ve seçme mushaf ve nadide kitapların, yağmalanmasını emretti. Bu edepsizlikten ve müsltimanlara karşı olan kin ateşi sönemeyince, yıkılmaktan kurtulmuş olan, Ashâb-ı Kiram’in ve şehitlerin türbelerini yıktırdı.
Daha sonra vahhabilerin emiri Suud, Medine halkını, Mescid-i Nebevi’ye topladı ve Mescid kapılarını kapatıp, kürsüye çıkarak şöyle dedi:
“Ey cemâat! Size nasihat vermek ve emirlerime uymanızı tenbih etmek için buraya topladım. Ey Medine halkı! Bugün dininiz tamam oldu. Müslüman oldunuz. Allah’ı sevindirdiniz. Artık babalarınızın, dedelerinizin bozuk olan dinlerine özenmeyiniz! Allah’ın onlara rahmet etmesi için duâ etmeyiniz! Onların hepsi şirk üzere öldüler. Müşrik idiler. Allah’a nasıl ibâdet edeceğinizi, nasıl duâ edeceğinizi, din adamlarımıza verdiğim kitaplarda bildirdim. Din adamlarımın bildirdiklerine uymayanlarınız olur ise, mallarınızın, çocuklarınızın, kadınlarınızın ve kanınızın, askerim için mubah olduğunu biliniz! Hepinizi zincire bağlayıp, işkence yaparak öldüreceklerdir. Peygamberin türbesi önünde, dedelerinizin yaptığı gibi salât ve selâm söylemek için saygı ile durmak, vahhabilik dininde yasaktır.
Türbe önünde durmayıp, geçip gitmeli. Giderken yalnız,
(Esselâmü alâ Muhammed) demelidir. Peygambere saygı, imamımız Muhammed bin Abdülvehhab’m içtihadına göre bu kadar yeterlidir/’1
Suud; bu ve bunlara benzer daha birçok yazamı-yacağımız çirkin ve kaba sözleri söyledikten sonra, Mescid-i Saâdet’in kapılarını açtırdı. Oğlu Abdullah’ı Medine’ye vali bırakıp, kendisi tekrar Deriyye’ye gitti. Bundan sonra, Abdullah bin Suud’un Medine’deki müslümânlara etmediği fenalık kalmadı.
İbn-i Mes’ud (Radiyallahu anhu)’dan Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
“Bu ümmette dört büyük fitne olacak. Sonuncusunda kıyamet kopacaktır/’2
Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) bu Hadis-i Şeriflerinde kıyamete kadar meydana gelecek dört mühim fitneden bahsetmektedir. Bu fitnelerin genel Özellikleri Taberani’nin İmran bin Husayn (Radiyallahu anhu)’dan nakledilen şu Hadis-i Şerifte bildirilmiştir:
“Dört büyük fitne olacak, birincide kan helal edilecek (müslümanların kanı), ikincisinde hem kan hem mal helal edilecek, üçüncüsünde ise hem mal, hem kan, hem de ırz namus helal edilecek, dördüncüsü de deccal fitnesidir.3
1 Eyüp Sabri Paşa, Mir’atül-Harameyn, (Mir’at-i-Medine) h. 1304/m. 1887-İstanbul, s. 16-
26 arasından alınmıştır.
2 Sünen-i Ebu Davud, Fiten 1.
3 Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şehri, Akçay yay. Ankara-1993,1. Baskı. XIII, 419.
Vahhabilerin dayanılmaz zulümleri, mukaddes hicaz bölgesi halkı ile çocukları arasında “Darb-ı Mesel”1 haline gelmiştir. Birinin zalimliğinden söz edileceği zaman vahhabilere benzetilir. Yaramazlık eden çocuklar, “vahhabi geliyor” diye korkutulurdu. Görüldüğü üzere vahşetleri o kadar ileri seviyelere ulaşmıştır ki halk arasında bu tür söylemlerin yayılmasına neden olmuştur.
Suud; Londra’da hazırlanan planları, İngilizler’den aldıkları emirler ile silah ve altınlarını kullanarak uyguladı.
Yukarda anlatılan, vahhabilerin Taif, Mekke ve Medine’de müslüman halka karşı yaptıkları zulüm ve işkenceler; o dönemde Fransa adma casusuluk yapan Jean RAYMOND tarafından, Fransa hükümetine yazdığı 1806 tarihli raporunda da benzer şekilde anlatılmaktadır. Bu rapor daha sonra “Napoleon dergisi” direktörü M. Edouard DRIAULT tarafından kitaplaştırılıp, günümüzde de Dr. Ramazan Adıbelli tarafından Türkçe’ye tercüme edilip “Bir Fransızın Gözüyle Vahhabilerin Ortaya Çıkışı” adı altında basılmıştır.2
1 Darb-ı Mesel: Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmiş ve halka mal olmuş,
öğüt verici nitelikte söz.
2 Jean Raymond, “Bir Fransızın Gözüyle Vahhabilerin Ortaya Çıkışı,” Tercüme: Dr.
Ramazan Adıbelli, Dipnotlar ve sunum: yrd. Doç. Dr. Vehbi Ecer, Karahan Kitabevi,
Adana-2010.