Tasavvuf

Müridlerin Tayin Etmesiyle Mürşid, Gavs Gibi Makamlara Gelinebilir mi?

Kişilerin derece ve makamlarını bilen Allah Teala olduğu için mensup olduğu zatın makamını tayin etmek ve tahmîini olarak Falan zat kutb–ı zamandır veya gavsdır demek doğru değildir
Bir şey hakkında âyet, hadîs vârid olmamış ve icmâ-ı ümmet de yoksa onun hakkında hüküm yürütmek hele “Falan zât hâlimizi ve kalbimizden geçeni biliyor” demek asla câiz değildir. Bunun küfür olduğunu söyleyenler de vardır.

Müridlerin Şeyhlerini Tayin Etmesi

Tasavvufta her şey izinle olur.

Tasavvufta, postta oturmak, ancak ve ancak bir mürşid-i kâmilin izniyle olur.

Yoksa müridler, asla mürşidleri tayin edemezler.

Günümüzde birçok tasavvuf koluna baktığımızda, şeyh’in ölümünden sonra ileri gelen bazı müridler toplanıyorlar, takvâ, ihlâs ve ehliyete bakmadan (bazı dünyevî mülâhazalar) ile içlerinde birini şeyh olarak tayin ediyorlar.

Ve ona rabIta yapmaya başlıyorlar.

Müridler, tarafından irşad makamına oturtulan kişi de kendisinin bir dereceye yükseldiğini zannediyor.

Kendisini mürşid-i kâmil olarak görüyor.

Bir kişinin mürşid-i kâmil olması için, önce evliyâullah derecesine çıkmalı.

Sonra mürşidinin terbiyesi ve hilâfetiyle irşad makamına oturmalıdır.

Bu Yolu Kullananlar

Tarikatı, ekmek teknesi ve geçim kaynağı haline getiren zındıklar, bu hakikati halktan gizlerler. Kendilerinde ve çocuklarında hiçbir marifet, feyiz ve nur olmadığı halde, tarikatı kendilerinden sonra miras yoluyla kendi çocuklarına bırakırlar.

Kerküklü Şeyh Abdurrahman Efendi hazretleri, vefatından sonra şeyhliği kendi çocuklarına bırakmadı. Kendisine;

-“Efendim yerinize oğlunuzu tâyin etseniz” diyenlere şöyle cevap verdi:

-“Velâyet makamını insanlara dağıtmak, istediğini evliyâ derecesine yükseltmek ve istediğini şeyh olarak tayin etmek benim elimde değildir. Ben şeyhliği babadam devir almadım; oğluma da bırakamam. O yüce makama ehil olan kişiler yükselir.”

Şeyh Abdurrahman Efendinin halifelerinden Şeyh Müslim Hafız efendi ömrünün sonlarına doğru (1940’lardan itibaren) kimseye tasavvuf vermez oldu.

Vefat edeceği zaman, kendisine;

-“Yerine oğlunu tayin et!” diyen kişilere:

-“Bu tarikat burada inkıtaya uğradı!” dedi.

Çevresi kendisine kızdılar.

-“İnkıtaya uğramak ne demektir?” dediler.

Hafız Efendi buyurdu:

“Bu tarikat sona erdi. Bu tarikatın feyzi ve nuru kesildi… Artık kimseyi bu tarikata alamayız… Artık kimseye bize rabıta yap diyemeyiz. Bu tarikat ınkıtaya uğradı. Birine el vermek büyük bir hata olur. Kimsenin vebaline giremeyiz!” dedi.

Deniz Suyu İçilmez

Girdiğiniz yolun nurunun kesilip kesilmediğine ve o tarikatın başında bulunan zatın izinli olup olmadığına iyice bakın.

İnkıtaya uğrayan ve nuru kesilen bir tarikata girmek; izinli ve mürşid-i kâmil olmayan bir kişiyi şeyh kabul etmek, ondan feyiz almaya çalışmak; günlerce susuz kalan bir kişinin tuzlu deniz suyunu içmesi gibidir.

TASAVVUF’UN KÖTÜLÜĞE KULLANILMASI

Tasvvuf, kötülüğe alet edildiği zaman, tesiri çok büyük olur.

Tarih boyunca İslâm dünyasında görülen sapıtmalar ve hatta küfür dalgalarının çoğunun ana kaynağı yozlaşan ve İslâm dışına çıkan bazı tasavvuf hareketleridir.

Bu gün şeytana tapan “Yezîdîler” bile Hasan Basrî (k.s.) hazretlerine bağlı tasavvuf ehliydiler.

Asırlarca İslâm aleminde kan döken “Safevîler“in kökenleri, ehl-i sünnet ve tasavvuf ehli insanlardı. (Kötü Alimler ve Sahte Şeyhler, Ömer Faruk Hilmi)

(Hak Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar, MİSVAK NEŞRİYAT, İstanbul, 2014)

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu