ArşivMehmet Okuyan

Mehmet Okuyan’ın Kandil Geceleriyle İlgili Yanlışları ve Aşağılayıcı Üslubu

“Hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah’ın kendi ilmi dâhilinde saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne perde çektiği kimseyi görüyor musun? Şimdi onu Allah’tan başka kim hidayete erdirebilir? Hâlâ düşünmez misiniz?” (Câsiye: 23.)
Hadisleri dışlayarak Kur’an’ı kendi reyi ile tefsire kalkışan, dolayısıyla da onu tahrif edenleri gündem ettiğimiz yazı serimiz inşallah devam edecek. İlerleyen zamanlarda bu din tahrifatçılarını tek tek ele alıp bâtıl ve yanlış görüşlerini cevaplamak niyetindeyiz.
Ancak bir yakınımdan gelen bir videodaki hezeyanlara cevap vermek mecburiyeti, o yazılarımıza kısa bir ara vermemizi gerektirdi.
Bu yazıdan itibaren birkaç yazı çerçevesinde Mehmet Okuyan’a ait söz konusu videodaki yanlışlara, bu münasebetle de ilgili şahsın İslâm inanç esaslarını ihlal eden bazı görüşlerine yer vereceğiz.
1- HEM YANLIŞTA HEM CESUR!
Cürümleri haddi fazlasıyla aşmış, devirdiği çamların sayısı belli olmayan Mehmet Okuyan’ın akaid ihlalleri, İslâm’ı tahrife varan görüş ve yorumları bu şahsı takip edenlerin malumudur. Onun bu bozuk görüşleri birçok masum insanın inancına ciddi anlamda zarar vermektedir. Üstelik bu şahıs bunları yaparken İslâm’a ve Müslümanlara karşı kâh alaycı ve aşağılayıcı bir tavır takınmakta kâh din babasının malıymış da ona sahip çıkıyormuş gibi bağırıp çağırmakta, hülasa İslâm adına konuşan bir kimsede olmaması gereken birçok arızayı hal ve hareketlerinde taşımaktadır.
Öte yandan akaid konuları başta olmak üzere dinin birçok hükmüne darbe vuran görüşleri, kendinden son derece emin bir üslup ve cesaretle seslendiren de odur… “Ey ahali! Din elden gidiyor, gelin onu kurtaralım!” çağrısını yapan da odur… Yani hem yanlışta hem cesur!
2- KANDİL Mİ FLORESAN MI?
Mehmet Okuyan bahsi geçen videoda Mevlid, Regaip, Miraç, Berat gibi mübarek geceleri kandil – floresan gibi laflarla alaya alıp küçümsüyor, bunları inkâr ediyor; tek mübarek gecenin Kadir Gecesi olduğunu, bunun da Kur’an’ın o gecede inmesinden kaynaklandığını söylüyor. Kandil gecelerini inkâr meselesine geçmeden evvel, şu az evvel
bahsettiğimiz alaycı tavrının bir örneği olan kandil floresan esprisi (!) üzerinde biraz duralım:
Bir adam düşünelim ki kendini eşi bulunmaz bir tefsirci olarak görsün. İlim
adamı kimliğini kendinden başka kimseye pek layık göremesin.
Ama kandiller söz konusu olduğunda, mesela bir “Berat Gecesini”, yani
belki de mü’minlerin ebedî hayatını kurtaracak bir tevbe, af ve mağfiret fırsatını “kandil mi floresan mı” esprisiyle alaya alsın…
Yazımızın ilerleyen satırlarında bu mübarek gecelerden kısaca bahsederken bu gecelerin floresan mı, yoksa sağanak sağanak yağan, kurtuluş müjdeleri taşıyan, şiddetini tanımlamaya kelimelerin yetmeyeceği ilahî birer nur mu olduğu gerçeğini daha iyi anlayacağız.
Ama burada, bu “floresan” vesilesiyle, mübarek gecelerle alay eden bu
adamın, elektriği keşfetti diye Edison’u -Müslüman olmadığı halde- cennete
koymaya kalktığını da hatırlatmak isterim.
İman etmedikleri halde, sadece insanlığa fayda sağlayan bazı işler yaptılar
diye gayrimüslimleri cennetlik ilan eden bu zihniyeti biz FETÖ’nün “dinlerarası diyalog” faaliyetlerinden hatırlıyoruz. Ki bu, İslâm’ın tevhid mantığını yerle bir eden açık bir akaid ihlalidir.
Edison’u küfrüyle cennete göndermeye çalışan M. Okuyan’ın, arınmalarına
vesile olacak bu geceleri inkâr ederek, günahkâr da olsalar mü’minlerin cennet yolunu kesmeye çalışması, doğrusu üzerinde düşünmeye değer bir tavır olsa gerektir.
3- KANDİL GECELERİNİN ANLAMI
Bereket ki Okuyan Kadir Gecesinin mübarek bir gece olduğunu inkâr
etmedi! Belki de bunu “Kur’ancılık” tezi çökmesin diye yapmıştır. Zira bu gece hakkında inmiş bir sure var.
O zaman hemen soralım: İnkâr ettiği gecelerden biri olan Berat Gecesi ile
ilgili ayet yok mu? Evet, bu geceyle ilgili ayet de var. (Bak: Duhan 3-4. Ayetler. İzahı gelecek.) Peki, bu ayetler Kur’an’dan değil mi? Neden bunu gündem etmiyor? Bu durum onun Kur’an’la çelişip çatıştığının da bir belgesidir.
Diğer mübarek geceleri inkârının temel sebebine gelince:
Bu, “Biz Kur’ancıyız, Kur’an’a bakarız” diyenlerin, dinde sadece Kur’an’ı
kaynak kabul edip sünnet ve hadisleri dışlayanların ortak tutumudur. Çünkü diğer kandiller bize hadislerle müjdelenmiştir.
Mesela Mevlid Kandili Hz. Peygamberin (s.a.v.) dünyayı teşriflerini,
Regaip Kandili rahmet, mağfiret ve af mevsimi olan Üç Ayların manasına binaen Allah Teâlâ’nın o geceye rağbet edip değer vermesini, Miraç Kandili Hz. Peygamberden (s.a.v.) başkasına nasip olmayan en büyük lütfu ve mazhariyeti, yani Miraç olayını esas alır.
Berat Gecesi ise Kur’an’ın toplu halde dünya semasına indirilmesini konu
alır ve yukarıda belirtildiği gibi bu geceye ayetlerde de işaret edilir.
Bu geceleri yok saymak yahut basite almak, bu gecelere anlam veren ve
esas teşkil eden yüce olaylara hürmetsizliğe sebep olacağından büyük tehlike arz eder.
Hz. Peygamberin (s.a.v.) bu gecelere verdiği önem ve bunların faziletiyle
ilgili birçok hadis-i şerif mevcuttur. Bu haberler kaynaklarımızda geniş yer tutup, bu yöndeki on dört asırlık uygulama da ortada iken, acaba Okuyan ve onun gibiler “işbu rivayet yeni çıktı” kabilinden bu teranelerle ne yapmak istiyorlar? Yoksa yeni bir din oluşturma sevdasında mıdırlar?
Basite alınıp yok kabul edilen mübarek gecelerin önem ve hikmetine kısaca
temas edelim:
1- Üç Aylar ve Regaib Gecesi
Regaib Arapça “reğabe” kökünden gelir. “Rağbet edilen, arzulanan şey”
anlamında olup, Üç Ayların ilki olan Receb ayının ilk Cuma gecesine verilen
addır. Bu geceye rağbet edilmesinin sebebi rahmet, mağfiret ve af mevsimi olan
mübarek Üç Ayların ilki olan Recebin ilk Cuma gecesi olması ve Cenab-ı Hakkın
bu geceye değer verdiğini Resûlüllaha (s.a.v.) haber vermesidir.
Mukaddes zaman ve mekânlar Allah’ın değer vermesi ve bazı önemli
hadiselerin o zaman ve mekânlarda cereyan etmesi sebebiyle efdaliyet kazanırlar.
Üç Ayların faziletiyle ilgili Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Recep Allah’ın ayıdır. Şaban benim ayımdır. Ramazan ise ümmetimin
ayıdır.” (Kenzul Ummal XII /310.)
İzahı bir kitap hacmine sığmayacak kadar geniş olan bu hadis, bir rahmet
ve kurtuluş mesajı vermektedir. Ama bu kurtuluş fırsatına önem vermeyen, kalbi paslı kimselere ne anlatılabilir ki…
Yine Resûlüllah Efendimizin (s.a.v.) şu duasından, Üç Aylara ulaşmanın
büyük bir mazhariyet ve lütuf olduğunu anlıyoruz:

“Ey Rabbim! Bize Recebi ve Şabanı mübarek kıl ve bizi Ramazana
ulaştır.” (İbn Hanbel I, 259.)
Evet, her ay, her gün, her saat Allah’ındır. Ama Allah bazı ay ve günlere
özel önem verip bunları kurtuluş fırsatına çevirmişse buna hiçbir mahlûkun söz söyleme hakkı olamaz.
Bakınız şu hadis-i şerif rahmet mevsimlerindeki fırsat gecelerini ve o
gecelerdeki faziletleri nasıl haber veriyor:
“Beş gece vardır ki onlarda yapılan dualar geri çevrilmez: Recebin ilk
Cuma gecesi (yani Regaip gecesi) Şabanın ortasında bulunan gece (yani Berat gecesi) Cuma gecesi, Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı geceleri.” (Beyhakî, Sünen, Şuabu’l İman 3/ 342; Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: 3952.)
Görülüyor ki Allah ve Resûlü bahsi geçen zamanlara (gecelere) önem
veriyor. Bu zamanlarda yapılacak duaların geri çevrilmeyeceği haber veriliyor.
Şimdi düşünelim: Kulluk nedir? Hangi kul dualarının, dünyevî ve uhrevî
isteklerinin kabul olmasını istemez? Ama Mehmet Okuyan sanki buna hiç ihtiyacı yokmuş gibi, Allah’ın fazl u keremiyle kullarını önemli zaman ve mekânlarda affetmesine “beleş Müslümanlık” diyor. “Kur’ancı (!)” geçinen bu adama soralım: Kendini -sanki işini garantiye almış gibi- duadan ve tevazudan müstağni görmek, Allah’ın af ve rahmetine ipotek koymaya çalışmak Kur’an’ın neresinde yazıyor? Tam aksine Kur’an’da “De ki: Duanız olmasa Allah size ne diye kıymet versin?” (Furkan: 77.) buyurulmuyor mu?
Regaib gecesinin de içinde olduğu Receb ayının ve bu aydaki ibadetlerin
faziletine şu hadis-i şerif işaret ediyor:
“Receb-i şerifin birinci gününde oruç tutmak üç senelik, ikinci günü
oruçlu olmak iki senelik ve yine üçüncü günü oruçlu olmak bir senelik küçük günahlara kefaret olur. Bunlardan sonra her günü bir aylık küçük günahın af ve mağfiretine vesile olur.” (Camiu’s Sağir)
Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) Üç Aylara ve içindeki mübarek gecelere çok
önem vermiş, ashabını bu yönde teşvik etmiş ve kendisi de bizzat tatbikini
yapmıştır.
İbn Abbas şöyle diyor:
“Resulüllah (s.a.v.) Receb ayında, bazı yıllarda öyle oruç tutardı ki biz,
‘(Galiba) hiç yemeyecek (ayın her gününde tutacak)’ derdik. (Bazı yıllarda da öyle) yerdi ki biz ‘(Galiba) hiç tutmayacak’ derdik.” (Buhari, Savm: 53; Müslim, Siyâm: 179; Ebû Dâvud, Savm: 55.)
Görülüyor ki en yüce kul olan Resûlüllah (s.a.v.) Üç Aylara ve Regaib
gecesine adı üstünde “rağbet etmiş” ve ümmetine de bu konuda örnek olmuştur.
Kur’an’da da buyurulduğu gibi bizler için “en güzel örnek / üsvetü’l hasene”
O’dur. Kur’an’ı Cibril-i Emin’den aldığı gibi noksansız ve hatasız tebliğ eden,
gerektiği yerde lüzumu kadar açıklama yapan, emirleri tatbik eden, ibadetlerde öncü olan O’dur. O bize Allah’ın gösterdiği emsalsiz, alternatifsiz örnektir.
O halde bizi ibadetlerden, ilahî rahmetten, af ve mağfiret sebeplerine
yapışmaktan men eden ve dini yaşamayı tenkit konusu yapan Mehmet Okuyan ve onun gibiler bize asla örnek olamazlar. Bunlar olsa olsa bizi dalalete ve helake çağırırlar.
2- Mevlid Kandili
Mevlid Kandili Hz. Peygamberin (s.a.v.) doğduğu gece vesilesiyle itibar
kazanmış mübarek bir gecedir.
Hz. Peygamberin (s.a.v.) doğumu tevhidin şirke, nurun zulmete, hak ve
adaletin bâtıla ve haksızlığa galebe çalması açısından beşeriyetin en büyük
olayıdır. O en büyük müjdecidir. Onun doğduğu geceyi basite almak kadar körlük ve nankörlük olabilir mi?
Altı yüz yılı aşkın bir süredir okuyageldiği “Mevlid-i Şerif” ile, Mevlid
Kandilinin mana ve mesajını bir gecenin sınırlarından taşırarak, doğumundan ölümüne, sünnetinden düğününe, hem neşesine hem hüznüne, hayatının her safhasına hâkim kılmış bir milletin karşısına çıkıp, onları “Kandil mandil yoktur… Bana kandil mesajı atmayın… Mübarek olmasın benim kandilim…” tarzı laflarla azarlayan ve bu haliyle de kabul görmeyi bekleyen bir şahıstır Mehmet Okuyan dediğimiz kişi.
Batılı ateist ve materyalistler bile, “İnsanlık tarihinin gelmiş geçmiş en büyük devrimcisi Hz. Muhammed’dir” diyerek kendi açılarından bu büyük
hakikati (yani onun insanlık tarihine olan tartışılmaz etkisini) teslim, tasdik ve itiraf ederlerken, Mevlid Kandili dolayısıyla Hz. Peygamberi (s.a.v.) anmaktan ve ona salât u selâm getirmekten rahatsız olan bir kalp ve kafa, acaba neye ve kime hizmet ediyor dersiniz? Bu soru acilen bir cevap bekliyor…
Mehmet Akif, Hz. Peygamberin (s.a.v.) doğumu münasebetiyle yazdığı
“Bir Gece” şiirini şu dizelerle bitirir:
Dünya neye sâhipse, onun vergisidir hep,
Medyûn ona cem’iyyeti, medyûn ona ferdi.
Medyûndur o ma’sûma bütün bir beşeriyyet…
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.
Biz de bu duaya binlerce kez âmin diyoruz.
Bütün âlemi tenvir eden, âlemlere rahmet olan o Resûlün, doğumu
vesilesiyle anılmasından, onun getirdiği mesajın gündem edilmesinden rahatsızlık duymak ne büyük nasipsizliktir!
Hem de bunu yapanlar “Kur’ancılık” iddiasındalar. Ama bu gafiller nedense Kur’an’da Hz. Peygamberin (s.a.v.) nasıl anıldığına, nasıl anlatıldığına hiç bakmıyorlar. Kur’an’da 80 kadar ayet-i kerime Hz. Peygambere (s.a.v.) tâbi olmayı, ona itaat etmeyi, ne getirdiyse almayı emretmektedir. Ayetlerde onun hakkında “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.” (Kalem: 4.) ve “Ve biz seni, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya: 107.) buyurulmaktadır. Bunlardan daha büyük bir methiye olabilir mi?
Kur’an’ın bütün mesajlarını getirip beşeriyete tebliğ eden O’dur. Madem
Kur’ancıların Kur’an’a hürmeti var (!), o halde bu hürmet onu getiren Resûle de yansımalı değil miydi? Ama bu gibiler Kur’an’ın, kendisine vahyedildiği Hz. Peygamberle hiçbir ilişkisi yokmuş gibi bir tavır içindeler.
Kur’an’ı kim doğru anlar? Vahiyle desteklenen Hz. Peygamber mi (s.a.v.)
yoksa oryantalistlere uyup aklını ve hevâsını putlaştıran haddini bilmezler mi?
Hz. Peygamberin doğduğu geceye hürmet etmenin, değer vermenin insana
ne kazandıracağını gösteren belki de en ibretlik olay, Ebu Leheb’in azabının
pazartesi günleri hafifletildiği yönündeki rivayetlerdir. Çünkü Ebu Leheb
Peygamberimizin dünyayı teşrif ettiği gece “Bir yeğenim oldu” diye sevinmiş ve bunun şerefine cariyesi Süveybe’yi azat etmişti. (İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, 9/145)
Böyle mübarek bir geceden Ebu Leheb kadar olsun pay alamayanlar ne
büyük bir nasipsizlik içindeler, doğrusu şaşılır.
Elhasıl Hz. Peygamberin (s.a.v.) doğumu olayından rahatsız olanlar
öncelikle kimin safında olduklarını düşünmelidirler. Bize gelince, çatlasalar da patlasalar da onu doğumu münasebetiyle ve her zaman doya doya anacağız, ona sayısız salât u selâm getirerek onun ümmeti olmaktan şeref duymaya devam edeceğiz.
3- Miraç Kandili
Üç Aylar içinde Recebin 26. Gününe denk gelen Miraç Gecesi de mübarek
gecelerden biridir. Bu gece feyz ve bereketini Hz. Peygamberin (s.a.v.) Miraç
mucizesinden almaktadır. Mucizeyi aklî metodlarla saptırıp dini felsefileştiren bu adamlardan Miracın mana ve nüktesini anlamalarını beklemek beyhudedir.
Mehmet Okuyan’a gelince, zaten o da, Miracın ruh ve beden olarak
gerçekleştiğini kabul etmemektedir ki bu görüş dini tahrif ve imhaya çalışan batılı müsteşrik ve oryantalistlerin görüşüdür. Böyle taklitçi bir kafa taşıyanlardan
Miracın manasını ve faziletini tasdik etmeleri elbette ki beklenemez. Miraç, hiçbir beşere ve hususen de hiçbir peygambere nasip olmayan, sadece şeref, fazilet ve izzette zirve noktada olan Resûl-i Ekrem Hz. Muhammed’e (s.a.v.) nasip olan yüce bir mertebe ve bahtiyarlıktır. Miraçla sevinmek, Miraçla övünmek, bize Miraç vesilesiyle bildirilen lütuf ve nimetleri
anlamak ve ona göre hareket etmek, hakiki müminlere has bir meziyettir. Bununla iftihar etmeliyiz.
4- Berat Kandili
Berat Gecesi Şaban-ı Şerif ayının 15. Gecesine denk gelen, ismi üzerinde
günahlardan, isyanlardan af ve mağfiret olunarak beraat fırsatının elde edildiği gecedir.
Berat Gecesinin fazilet ve şerefine öncelikle Duhan Suresinin 3- 4.
ayetleriyle işaret edilmektedir. Ayetlerin meali şöyledir: “Biz onu (Kur’an’ı) mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz uyarıcı gönderiyorduk. Bir gece ki her hikmetli iş onda tefrik edilir, ayrılır.” Tefsirlerde ayette geçen “mübarek gece” ile ilgili olarak, iki mana üzerinde durulur. Müfessirlerin ekseriyeti bu gecenin Kadir Gecesi olduğunu söylerler ki zaten Kadir gecesiyle ilgili Kadir Suresi bunu anlatır. Bir kısım müfessir de buradaki “mübarek gece”den maksadın Berat Gecesi olduğunu söylemişlerdir.
Her hikmetli işin bu gecede tefrik edildiğine işaret edilmesi, bu geceyi manevi bir yılbaşı hükmüne sokmuştur. Bu yönüyle de Berat Gecesi Kadir Gecesinden farklıdır.
Kur’an’ın Kadir Gecesi yahut Berat Gecesi indiği şeklindeki iki farklı
görüşün de doğru olduğu, birçok müfessir tarafından izah edilmiş ve bu şöyle açıklanmıştır:
Kur’an önce Allah katından toplu halde dünya semasına indirilmiştir. Daha
sonra da yirmi üç yıl süren risalet boyunca Hz. Peygambere (s.a.v.) Ramazan Ayından / Kadir Gecesinden başlayarak peyderpey (tedrici olarak) insanlara tebliğ edilmek üzere indirilmiştir. Böyle olunca da inzâl / indirme kavramının her iki gece için de kullanılmasında bir mahzur yoktur…
Tefsirlerdeki bu yöndeki izahlardan anlaşıldığına göre Kadir Gecesi ayrı,
Berat Gecesi ayrıdır. Nitekim yukarıdaki hadis-i şerifte “Şaban benim ayımdır” denilerek Şaban’ın 15. Gecesine işaret edilmesi, “hadisin ayeti tefsiri” açısından çok önemlidir. Kaldı ki Berat Gecesinin fazilet, şeref ve bereketine işaret eden daha başka hadisler ve ashaptan gelen haberler de mevcuttur. Onlardan ikisini mealen verelim:
“Şaban ayının on beşinci gecesi olduğu zaman, gecesinde ibadete kalkın.
Ve o gecenin gündüzünde de ( on beşinci günü) oruç tutun. Çünkü o gece güneş batınca Allah Teâlâ (keyfiyeti bizce meçhul bir halde) dünyaya en yakın göğe inerek / tecelli ederek (o andan) fecir oluncaya kadar, ‘Benden mağfiret dileyen yok mu, onu mağfiret edeyim. Benden rızık isteyen yok mu, onu rızıklandırayım.
(Bir bela ile) mübtela olan yok mu, ona kurtuluş vereyim. Şöyle olan yok mu? Böyle olan yok mu?’ buyurur.” (İbn Mâce, H. no: 1388).
“Şüphesiz Allah Teâlâ Şaban ayının on beşinci gecesi dünyaya en yakın
olan semaya (keyfiyeti bizce meçhul bir şekilde) iner / tecelli eder ve Kelb
kabilesinin koyunlarının kılları sayısından daha çok günahları (veya günah
sahiplerini) bağışlar.” (İbn Mâce, H. no: 1389).
Hadis ve sünneti dinde delil saymadığı için (!) M. Okuyan’ın Şaban’ın 15.
Gecesine işaret eden bu hadislere iltifat etmemesine pek şaşırmıyoruz. Ancak kendisine dinde hadis ve sünnetin de nass olup, nasslara ters düşmenin korkunç bir felaket olduğunu hatırlatmak isteriz.
Hadis ve sünnetle ilgili bu sorunlu tavrı bir yana, onun Berat Gecesiyle ilgili
ayetleri de (Duhan: 3 – 4.) yok sayması, kendi tezi açısından bir tutarsızlık değil midir? Ve bu tutarsızlık onun aslında tıpkı hadisler gibi Kur’an’a da pek itibar etmediği, yani sadece hevâ-yı nefsinden konuştuğu anlamına gelmez mi?
Duhan suresinin 3 ve 4. Ayetleri hakkında Berat Gecesiyle alakalı olarak
Elmalılı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirinde özetle şunlar
söylenir:
Allah Teâlâ bu gece mümin kullarına beraet (temize çıkarma belgesi) yazar.
Bu gecede beş özellik vardır:
1- Her türlü hikmetli iş bu gecede belli edilir (tefriki külli emrin hakîm).
2- Bu gecedeki ibadet öyle faziletlidir ki Resûlüllah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
“Her kim bu gece yüz rekât namaz kılarsa yüce Allah ona yüz melek
gönderir. Otuzu ona cenneti müjdeler, otuzu ona cehennem azabından teminat verir. Otuzu da ondan dünya afetlerini savar. Onu da ondan şeytanın tuzaklarını, hilelerini savar.”
3- Bu gece rahmet iner. Hadis-i şerifte Allah’ın bu gecedeki rahmetiyle,
Kelb kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca kişinin affolunduğu haber
verilmiştir.
4- Bu gecede mağfiret meydana gelir. Resûlüllah (s.a.v.) buyurmuştur:
“Yüce Allah bu gece bütün Müslümanlara mağfiret buyurur. Ancak
kâhin, sihirbaz, buğuzkâr (çok kin güden) veya içkiye düşkün olan yahut ana babasını inciten veya zinaya ısrarla devam eden müstesna.”
5- Bu gecede Resûlüllaha (s.a.v.) şefaatin tamamı verilmiştir. Çünkü
Resûlüllah Şaban’ın on üçüncü gecesi ümmeti hakkında şefaat niyaz etmiş, üçte biri verilmiş; on dördüncü gecesi niyaz etmiş, üçte ikisi verilmiş; on beşinci gecesi niyaz etmiş, hepsi verilmiştir. Ancak Allah’tan devenin kaçması gibi kaçanlar hariç. (Ayrıntılı bilgi için bak: Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c: 7, s: 4293-94, Eser Kitabevi, İstanbul.)
Buradaki “kaçan deve” benzetmesi ne kadar da ibretliktir. Allah kimseyi
sahibinden kaçan bir deve gibi, ilahî rahmetten kaçan bir kimse durumuna
düşürmesin.
Mübarek gecelerdeki bol ecir, sevap ve fazilete itirazı anlamak mümkün
değildir.
M. Okuyan, ilahî rahmetin bolluğu sebebiyle kulların affedilişine “beleş
Müslümanlık” diyor. Bu son derece yakışıksız, önü arkası hesaplanmadan
söylenmiş, aynı zamanda itikadî tehlikesi de olan bir sözdür. Dinde önemli olan samimiyettir. Samimi olarak Allah’a dönen bir kul Allah tarafından sevilir ve affedilir. Hiç kimse Allah’a ikiyüzlülük yapamaz. Beleş Müslümanlık tabirinde sanki Allah’ı kandırmak gibi şeytanî bir mana seziliyor. Bu, ilim adamı geçinen bir kimseye yakışmayacak, son derece çirkin bir yaklaşımdır. Allah dilerse kulunu en basit bir sebeple de affedebilir. Allah’ın affına tahdit koymak sana mı düşmüş? Önemli olan kulun Allah’a dönüşüdür. Ne zaman dönerse dönsün, eğer bunda samimi ise, Allah’ı çok cömert, lütufkâr ve affedici bulur.
M. Okuyan’a Allah’ın “AFÜVV”, “TEVVAB”, “MÛCİB”, “SETTAR”,
“GAFÎR”, “GAFÛR”, “GAFFAR”, “LATİF”, “SAMED”, “MUĞNİ”, “NUR”,
“HÂDΔ ve “SELÂM” gibi af, mağfiret, rahmet, kurtuluş, cömertlik, zenginlik,
günahları setretmek / örtmek ve bağışlamak gibi manalar ifade eden isimleri üzerinde düşünmeyi, -nasibi varsa- bu engin mana deryasından istifade etmeyi tavsiye ederiz.
4. MEHMET OKUYAN’IN MÜBAREK GECELERDE ELDE
EDİLECEK BOL MÜKÂFAT VE ECİRE KARŞI ÇIKMAKTAKİ
BAHANESİ GEÇERSİZDİR
M. Okuyan’ın mübarek gecelerde vadedilen bol ecir ve mükâfatı tenkit
etmesine ve bunun dini bazı geceleri değerlendirmeye indirgemek anlamına geldiği iddiasına da cevap verelim:
1- Bol Mükâfat Allah’ın Rahmetinin Eseridir
Mübarek gecelerde vadedilen bol ecir ve mükâfat, Allah’ın rahmetiyle ilgili
bir olaydır. Her zaman ve mekân Allah’ın olduğu halde, bazı zaman ve mekânlara özel önem verilmiş, kulların affına vesile olsun diye bu zaman ve mekânlara ilahi rahmet tecelli etmiştir. Mesela mekânlardan Mekke, Medine, Kudüs; zamanlardan Üç Aylar, hususen de Ramazan, Cuma ve Bayram Gün ve Geceleri, Aşure Günü, Regaip, Miraç, Berat ve Kadir Geceleri gibi. Bu mekân ve zamanlar ilahi rahmetin tecelli ettiği fırsat anlarıdır. Kimse Allah’a neden rahmet tecellin bu kadar çok diye bir soru soramaz. Allah kullarına cimri davranmaz ve hadis-i kutsîde “Rahmetim gazabımı geçti” buyurmuştur. (Buhari, Tevhid 15,22, 28, 55, Bedi’ül’-Halk 1; Müslim, Tevbe 14, (2751); Tirmizi, Da’avat 109, (3537.)
Bizim kullar olarak buna sevinmemiz ve çok şükretmemiz gerekirken, bu
rahmeti sınırlama cüreti göstererek bunu tenkide kalkışmak, adeta Allah’a din öğretmek (Hucûrât: 16.) anlamına gelir. Bu ne korkunç hadsizlik ve nasipsizliktir.
Kurtuluş çok ilim, çok amelden ziyade, kalbin hidayet nuruyla tanışması ve
bütünleşmesiyle mümkündür. Bunun ne zaman ve nerede olacağını kimse
bilemez. İmam Gazâlî “Bu hidayet bazılarına -eğer nasip ve samimiyetleri varsa bir anda gelebilir; bazılarına da 70 – 80 yıl ibadet etseler de tam yerleşmeyebilir” der. Bu yerleşmeme hali mutlaka kuldan kaynaklanan bir arıza sebebiyledir.
Yoksa Allah talep eden kulunun hidayetini engellemez.
Allah kullarını affetmek için bahaneler arar. Hadiste geçtiği üzere Allah’ın
kulunun tevbesine memnuniyeti, bir adamın ıssız çölde kaybettiği devesini
bulduğu zamanki sevincinden çok daha fazladır. (Buhârî, Daavât 4; Müslim, Tevbe 1, 7, 8; Müslim, Tevbe 7. Ayrıca bk.Tirmizî, Kıyâmet 49, Daavât 99; İbn Mâce, Zühd 30.)
O, kendisine bir karış yaklaşana bir arşın yaklaşır; yürüyerek gelene
koşarak gider. (Buhari, Tevhid 50; Müslim, Zikr 2, (2675); Tirmizi, Da’avat 142, (3598) Müzzemmil Suresinin ilk ayetlerinde Peygamberimiz gece ibadetine teşvik edilir.
Gece ibadeti Resûlüllaha (s.a.v.) vacip iken ümmetine nafile / sünnet
olmuştur. Nafile ibadetler ise kulu Allah’a yaklaştırır. (Buhârî, Rikak 38.)
Kur’an-ı Kerim’de, takva sahiplerinin vasıfları arasında, gece ibadetleri de
şöyle sayılır:
“Gecelerini Rablerine secde ederek ve kıyam durarak geçirirler.” (Furkân:
64)
“Geceleri pek az uyurlardı. Seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi.”
(Zâriyât: 17- 18.)
Hadis-i şerife ise Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) “Mümin her geceyi on
ayet okuyarak ihya ederse gafillerden yazılmaz.” (Ebu Davud, Salat, 326)
buyurmuştur.
Buhârî’nin Câbir’den rivayet ettiği bir başka hadis de şöyledir: “Gecede bir
vakit vardır ki bir Müslüman kul, bu vakti denk getirir ve o saatte Allah’tan ne gibi bir hayır isterse Allah onu verir.”
Enes bin Mâlik (r.a.) şöyle anlatıyor:
Resûlüllah (s.a.v.) Medine’ye geldiklerinde ben sekiz yaşlarındaydım.
Resûlüllah (s.a.v.) bir defasında bana, “Evladım, devamlı abdestli olmaya gücün yeterse bunu yap. Çünkü abdestli olarak ölen kimseye şehitlik sevabı verilir.” buyurdu.
Ve yine bir başka hadiste de “Allah korkusundan ağlayan göze ve bir de
Allah yolunda uykusuz kalan göze cehennem haram edildi.” (Râmuz el Ehadis, 274/10) buyurulmuştur. Şimdi Mehmet Okuyan’ın mantığına göre Resûlüllah Efendimizin bu hadislerinde verdiği müjdeler de (haşa) birer “beleş Müslümanlık” mı oluyor?
Öyle ya, vakti bul, istediğini kap! Abdestli öl, şehit sevabı al! İki damla
gözyaşı dök, cehennem sana haram olsun… “Beleş Müslümanlık” tabirine göre mesele (haşa) bu kadar basittir. Ama Allah’ın dini İslâm, insanların kısıtlı akıllarıyla, böyle ileri geri fikir manevralarıyla anlaşılamaz. Bu tip mantık yürütmelerine şeytan oyunları hâkimdir.
Müslümanım diyen bir kişinin her sözünü tartarak söylemesi icap eder.
Amiyane tabirle “artistlik yapmak için” söylenmiş bir lafın ucunun nerelere kadar dokunduğunu görebiliyor muyuz?
Allah dostları, veliler, âlimler farzların yanında nafile ibadetlere de çok
önem vererek yetişmişlerdir. Bu başlı başına bir yazı konusudur.
M. Okuyan’ın nafile ibadetleri gereksiz görüp bu ibadetlerin faziletlerine
-abartılı olduğu gerekçesiyle- karşı çıkması, görüldüğü üzere Kur’an’a, sünnet ve hadislere terstir.
M. Okuyan bu yaklaşımıyla, kabul ettiğini söylediği Kadir Gecesi ile ilgili
Kadir Suresinin mana ve mesajına da ters düşmektedir. Çünkü surede “hayrun min elfi şehrin / bin geceden daha hayırlı” ifadesi geçmektedir. Beyefendi bunun manası üzerinde hiç düşündü mü acaba? Nasıl oluyor da bir Kadir Gecesi bin aydan, yani Miladî olarak 83, Kamerî olarak ise 85 yıldan daha fazla bir zamandan hayırlı oluyor? 83 / 85 yıl uzun bir insan ömrü demektir. Kur’an’ın fazileti ve şerefi hürmetine, Kur’an’ın inmeye başladığı bu geceye değer verip onu ihya etmek, insana bir ömür nafile ibadet sevabı kazandırmaktadır. Bunu Kur’an söylüyor.

Şimdi bu bir beleş Müslümanlık mı oluyor? Okuyan ne okuduğunun, ne dediğinin farkında değil, ağzından çıkanı kulağı duymuyor.
Kadir Suresinin nüzul sebebi olarak İsrailoğullarından gece sabaha kadar
ibadet eden, gündüz de akşama kadar cihad eden ve bu hali bin ay devam eden bir kişiden bahsedilir. Rivayet edildiğine göre Resûlüllah (s.a.v.) bu kişiyi anlatınca sahabiler ona gıpta ettiler, kendilerinin o kadar yaşayıp ibadet edemeyeceklerini düşünerek üzüldüler, hayıflandılar. Allah da Kur’an hürmetine Kadir Gecesini değerlendirenlerin aynı ecri, yani bin aylık mükâfatı alacağını haber verdi. Şimdi bu beleş Müslümanlık mı oluyor?
Kur’an Kur’an diyerek Kur’an’la çelişen ve çatışan bu adamlara kızmak
mı, acımak mı gerek, anlamak mümkün değil.
2- Dinin Kandil Gecelerine İndirildiği İddiası Doğru Değildir
M. Okuyan’ın şu asılsız bahanesine de bir bakalım:
Neymiş, bu kandillere rağbet edilirse, din bazı gecelere indirgenmiş
olacakmış.
Kendiniz sanki dini tatbikte takva derecesine erişmişsiniz gibi, bu “dini
kurtarma gayreti” görünümlü şovlarınızla kimseyi kandıramazsınız.
Her Müslüman mübarek gecelerin anlamını az çok bilir, bunların af ve
mağfiretin fırsat anları olduğunu da idrak eder.
Müslümanlar yine bilir ki, aylarca hatta yıllarca yapılan nafile ibadetler bir
rekât farzın yerini tutmaz. Lakin mübarek anlar ve zamanlar, farz ibadetlerden sonra kurtuluşa vesile olan fırsatlar sunar. Elbette ki her şeyden önce farz – vacip gibi “emredilen” ibadetler yapılacaktır. Ama bunlarda noksanı olanların rahmet ve af fırsatlarını değerlendiremeyecekleri yönünde bir kural da yoktur.
Belki bir kul bir mübarek geceyi ihya ederken kalbine hidayet yerleşecek
ve bu kişi o andan sonra farza, vacibe, sünnete de sarılacak. Kim bunun aksini iddia edebilir ki? Nitekim bunun pek çok örneği vardır. Yerimiz müsait olsa evliyaullahtan pek çok örnek verebilirdim. Eşkıyalıktan dönen Fudayl bin Iyaz’ı, içkicilik ve çalgıcılıktan dönen Bişri Hafi’yi, yakın geçmişte ülkemizde yaşayan yol kesicilik ve soygunculuktan dönen Hamza Babayı ismen anmakla yetiniyorum.
M. Okuyan şunu bilmeli ki kimse Allah’ın rahmetine ve kulların hidayetine
ipotek koyamaz.
M. Okuyan’ın mübarek geceleri inkâr edip karşı çıkmakla yaptığı, bilerek
veya bilmeyerek Allah’a giden insanların manen önünü kesmek, ilahi rahmeti onlardan uzak tutmaktır.
Ayet-i kerimede şöyle buyurulur:
“De ki (Allah şöyle buyuruyor): Ey kendi aleyhlerine olarak günahta
haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah (dilerse)
bütün günahları bağışlar; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.”
(Zümer: 53.)
Kur’an hükmü açık ve net olarak böyle iken, M. Okuyan’ın insanları bu
rahmet atmosferinden uzaklaştırarak Kur’an’la, sünnet ve hadislerle çelişip nasıl bozuk ve yanlış bir yola girdiği de ortadadır. Bu tespitimiz afaki değildir. Gelecek yazılarımızda M. Okuyan’ın Akaid sahası başta olmak üzere, İslâm’a ters düştüğü pek çok konudan bazılarını gündem edeceğiz. Detaylı reddiyelerimiz ise Allah nasip ederse ileride sürecektir.
Bu vesileyle söyleyelim ki İslâm, Kur’an, Sünnet ve Hadisler, her önüne
gelenin istediği gibi at koşturabileceği sahipsiz bir meydan değildir.
Çünkü; – Allah bu dini tahrifatçılardan koruyacağını vadetmiştir. (Hicr: 9.)
– Ve her samimi mümin de, inandığı İslâm’ın müdafacısı ve böylece de
tahrifatçıların korkulu rüyasıdır.

Ali DEĞERMENCİ

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu