Kur’an-ı Kerim’e hürmetsizlik örneği…
Eğer İslâmî değerlere değer vermez, bütün tefsir ve fıkıh kitaplarını elinizin tersiyle iter, sadece Mustafa İslamoğlu isimli yazarı dinlerseniz, Kur’an’a dokunmak için abdestli olmaya falan lüzum görmezsiniz. Çünkü bu zatın Müslümanlara empoze etmeye çalıştığı ehl-i sünnete zıt meselelerden biri de, “Kur’an’a dokunmak için abdestli olmanın şart olmadığı”dır.
Faaliyetlerinden görüp bildiğimize göre, İslamoğlu ehl-i sünnet ulemânın söylediklerini çürütmeye çalışmayı kendisine vazife edinmiş. Onun içindir ki, İslam âlimlerinin kitaplarında “Abdestsiz olarak Kur’an’a dokunmak câiz değildir” denildiği halde, o bunun tersini Müslümanlara kabul ettirmek için uğraşıp duruyor…
Yalnız, kendi düşüncesini kabul ettirebilmek için kurnaz davranmanın ve sûret-i haktan görünmenin şart olduğunu da bilmiyor değil. Biliyor ve bunun gereğini yapmakta da ihmalkâr davranmıyor. Hali, tavrı, niyet ve düşüncesi belli olduğu halde kendisini gizlemek için şöyle demekten çekinmiyor:
“Hayır hayır. Kimsenin abdestiyle falan uğraştığımız yok. Kur’an bir yana, ben abdestsiz kitap-gazete okumam. Çünkü yetişme tarzım sayesinde abdest bende bir meleke (alışkanlık) halini aldı. Herkese tavsiyem de budur. Fakat bu başka, farzdır demek başka.” (2/10/2000 Akit)
Gördünüz mü lafı? Şimdi siz bu sözlerin sahibinin art niyetli olduğunu söyleyebilir misiniz? Tabii ki hayır…
O da işte size tam bunu söyletmek istiyordu zaten. Siz hayır dediğiniz zaman o gayesine ulaşmış olacak…
İyi ama İslamoğlu artniyet sahibi değilse niçin böyle bir açıklamaya ihtiyaç duyuyor? Meselâ Ali Eren olarak ben, “Kimsenin abdestiyle falan uğraştığım yok” demeye hiç ihtiyaç duymam. Çünkü Ehli sünnete göre Kur’an’ı abdestsiz tutmak ve dokunmak câiz değildir, benim de buna bir itirazım olamaz. Beni bilen, tanıyan hiç bir kimse de beni böyle bir suçla suçlamaz. Suçlanmayacağım için de, “Kimsenin abdestiyle falan uğraştığım yok” diyerek kendimi müdafaaya ihtiyacım duymam. İslamoğlu niçin ihtiyaç duyuyor?
Duyuyor, çünkü kendisinin bu husustaki tavrı bellidir; bu hususta suçlanmaktadır; onun için mecbur kalıyor “Kimsenin abdestiyle falan uğraştığım yok” demeye.
İşte onun bu sözü, tam da milletin abdestiyle uğraştığının ve bu konuda suçluluk duyduğunun bir itirafıdır…
Ama hakkını yememek lâzım, bayağı da kurnaz hani. Meselâ şu kurnazlığa bakın. “Hiçbir İslâmî eserde Kur’an’ı tutmak için abdestli olmak icap eder diye bir kayıt yok” diyen İslamoğlu, kendisinin adeta abdestsiz yere basmadığını anlatmayı da ihmal etmiyor.
Diyor ki: “Kur’an bir yana, ben abdestsiz kitap-gazete okumam.”
Vay vay vaaay! Adamcağız meğer ne kadar hassasmış ki, abdestsiz kitap-gazete bile okumuyormuş.
Yeryüzünde böyle kaç zâhit bulunur dostlar? Adamcağız sanki kibrît-i ahmer..
“Ben abdestsiz yere basmam” demediğine şükür. Öyle deseydi kim hayır diyebilirdi ki?
Şimdi siz, “Böyle bir zat hiç müslümanların abdestiyle uğraşır mı!” demez misiniz?
O da işte bunu dedirtmek için uğraşıyor ya… Demediğiniz zaman gayesine ulaştı demektir.
Niçin kitap ve gazeteyi bile abdestsiz okumadığının cevabını da şöyle açıklıyor:
“Çünkü yetişme tarzım sayesinde abdest bende bir meleke (alışkanlık) halini aldı. Herkese tavsiyem de budur.”
Sayın İslamoğlu kusura bakmasın ama, diğer sözleri gibi bu da doğru değil. Ama bu sözünde küçük bir değişiklik yapıpta “Yetişme tarzım sayesinde abdest bende bir meleke (alışkanlık) halini aldı” demek yerine “Meleke halini almıştı” demiş olsaydı o zaman doğru konuşmuş olurdu. Çünkü bizzat babasının anlatmasıyla biliyoruz ki eskiden böyle bir alışkanlığı var idiyse de artık yok.
Böyle bir alışkanlığının olmaması bir yana, “Kur’an’a abdestsiz dokunmanın câiz olmadığını” kabul bile etmiyor. Bir de kalkmış, “Ben abdestsiz kitap-gazete okumam” diyor. Desin bakalım; biz de inandık…
“Ben abdestsiz kitap-gazete okumam” diyen bir şahsın sözünde samimi olduğunu kabul etmemiz için, o kimsenin “Kur’anı’ı tutmak için abdestli olmak şartı da nereden çıktı” dememesi lâzımdı. Oysa Bay İslamoğlu, bu itirazını gücünü yettiği kadar ve her vesileyle dile getiriyor.
Şu tenakuza, şu çelişkiye, şu tutarsızlığa ve şu gülünçlüğe bakın siz!
Bir taraftan, mecbur bile olmadığın halde abdestsiz olarak kitap ve gazete bile okumadığını söyleyeceksin, diğer taraftan “Kur’an’a dokunmak ve tutmak için abdestli olmak şart değildir” diyeceksin…
İnanan buyursun inansın, bu sözü ciddi bulan da buyursun ciddi kabul etsin.
İslamoğlu, madem yetişme tarzından dolayı kitap ve gazeteyi bile abdestsiz okumadığını söylüyor, öyleyse biz de sözü uzatmadan onun yetişme tarzının nasıl olduğuna gelelim.
Mustafa Bey’in babasını biliyoruz Âlim bir insan. Oğlunu iyi yetiştirmiş. Ancak ne var ki, oğul babasıyla da babasının değerleriyle de babasının kendisine aktardığı değerlerle de ters düşmüş. Seneler önce babasıyla küsüşmüş. O zamandan sonra da o muhterem babadan aldığı tesirler artık kendisinde yok. Babasını kıran, darıltan bu kişi şimdi kalkmış Müslümanların yol göstericiliğine soyunmuş…
Babasıyla yaptığım bir telefon görüşmesinde, babası oğlu hakkında göz yaşlarıyla şöyle söyledi:
“Hocam, ben onu zikir meclislerinde büyüttüm. Zikreder, hem ağlar hem ağlatırdı. Bunu askerde bozdular. Askerde bozuldu bu.”
Değerli okuyucular, Mustafa İslamoğlu ile ikimiz de AKİT Gazetesi’nde yazıyorduk. 2000 senesi Eylül ayında Mustafa İslamoğlu “Kur’an’ı tutmak ve dokunmak için abdestli olmak şartı da nereden çıktı?” diye bir yazı yazdı. Kendisine itiraz sadedinde cevâbî bir yazı yazdım. Mustafa Bey büyük âlim ya… Yazım çok ağırına gitmiş. Yazımın gazetede yayınlandığı günün sabahı hemen telefon etti; konuştuk. Galiba karşısında “Özür dilerim efendim” diyecek birini bekliyor olmalı ki ilk önce üst perdeden konuşmaya başladı. Umduğunu bulamayınca da konuşmanın dozajını indirip 6-7 dakika sonra konuşmayı bitirip telefonu kapattı.
Telefonu kapattı ama yazı kavgasını kapatamadı. Ali Eren kim oluyordu da kendisine cevap verme cür’etinde bulunuyordu. Bu kabul edilebilir miydi?.. Her zaman yazdığı yazının bir buçuk misli uzun bir yazı döşenmiş. Cevap vermeye yeltenmiş ama becerememiş.
Beceremez, çünkü ilmî hiçbir tutanağı yok. Meseleyi başka mecrâlara çekmekten başka çaresi olmadığı için mecbûren öyle yapmış. Ama onu da becerememiş. Yazdığına bakın, şu perişanlığa bakın hele:
“Ben Allah buyurdu, Resûlü buyurdu diyorum; siz de bana karşı kalkmış falanca buyurdu, feşmekanca buyurdu diyorsunuz.”
Görüyor musunuz İslamoğlu’ndaki demagojiyi? Aklınca okuyucuları kandıracak.
O, “Allah şöyle buyurdu, Resûlü şöyle buyurdu” diyerek âyet ve hadislere kendi isteğine göre mânâ verecek, siz ona karşı meselâ “İmam Gazâlî senin söylediğinin tersine bu hususta şöyle diyor” deyince siz hâşâ İmam Gazâlî’nin sözünü ileri sürüp Allah ve Resûlüne itiraz etmiş olacaksınız. Hiç olur mu böyle bir şey?
Halbuki başkalarını tenkit ettiği usulle kendisi bana cevap vermeye kalkışmıştı. Şöyle:
Aramızdaki anlaşmazlık, “Kur’an’a abdestsiz dokunulamayacağı” meselesi olduğu halde, bana karşı İmam Süyûtî’nin El-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân isimli eserini delil getirerek Peygamberimiz’in abdestsiz olarak Kur’an okuduğunu yazdı. Bunun üzerine, bize ihtiyaç kalmadan, kendi okuyucuları, meselenin “Okumak değil dokunmak olduğunu” yazmışlar. Güya buna cevap verecekti, veremedi. İbretlik bir şekilde mahcup oldu.
Kendisiyle karşılıklı atışmamızdan haberdar olan değerli babası Ahmet İslamoğlu Hocamız, o zaman bendenize el yazısıyla yazdığı bir mektup gönderdi. Mektubunda şöyle diyordu:
“Muhterem Ali Eren Beyefendiye!..
Selamlar, sevgiler, duâlar, hürmetler… Allah hidâyet ve salah veresice oğlum Mustafa İslamoğlu’na, köşenizde verdiğiniz Kur’an-ı Kerim’e el sürme mevzûunda âlimâne, ârifâne, vâkıfâne cevabınızdan dolayı sizi cân u gönülden tebrik eder ve hâlisâne şükranlarımı arz ederim. Hürmet ve duâlarımla…
Âciz Ahmet İslamoğlu, mutekait (emekli) İmam-Hatip ve fahrî vâiz. Develi/Kayseri, 2/10/2000
NOT: Muhterem Hocam!.. Mustafa’nın dâl ve mudilliği (hem sapkınlığı hem başkalarını saptırıcılığı) baba olarak bizi çok huzursuz etmektedir. Salâhına duâ etmekteyiz. İcap ederse bu kısa tebrik ve teşekkürnâmemi köşenizde dipnot olarak neşredersiniz…
Milyonları ifsat ve idlal etmesin. (Bozup saptırmasın) Cevabınız, fakiri pek memnun ve mesrur etti. Hak razı olsun… Ahmet İslamoğlu, Fenese Yukarı Mahalle, No. 29, Develi/Kayseri”
Kayseri ve Develi civarında tanınan ve herkes tarafından sevilip sayılan âlim bir babanın, kendi oğlu hakkında yazdıkları işte böyle. İsterseniz buyurun ibret için bir defa daha okuyun…
Ne yazık ki, muhterem babanın üzüntüsü 2000 yılından sonra daha da arttı. Çünkü oğlu Mustafa İslamoğlu işi daha da ileri götürdü…. Bir hanım doktor anlatıyor. Oğlumu, dinini daha iyi öğrensin diye onun vakfına gönderdim diyor. Oğluma, “Kader diye bir şey yok” demişler. Halbuki kadere îman, îmanın şartlarından biri. Doktor Hanım, bunu öğrendikten sonra oğlumu oraya göndermedim diyor.
Bay İslamoğlu abdestte ayağın yıkanmayıp meshedilebileceğini de söylüyor. Daha başka meseleler de var. Bir insanın ayağı kaymaya başladı mı artık durması kolay kolay mümkün olmadığı gibi, bir insanın kalbi de bâtıl tarafına kayınca onun da nerede duracağı belli olmuyor. Bu işin sınırı olmuyor… Babanın üzüntüsü işte bunadır…
Gelecek sayılarımızda, Mustafa İslamoğlu’nun eserlerindeki fâhiş yanlışlardan bahsetmeye çalışalım inşallah.
Not:
Arifan’a, bu yazıyla beraber İslamoğlu’nun babasının bana yazdığı mektubun orijnali konuldu.