İslam’da Tebliğ Metodu Nedir?
“Sen onların dînine uyuncaya kadar ne Yahûdîler ne de Hıristiyanlar senden razı olurlar. De ki: “Doğru yol, ancak Allah (c.c.)’ın yoludur.” Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, ant olsun ki, Allah (c.c.)’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara s. 120)
Demek ki İslâm’ın metodu; tebliğ ve davetin, ‘Herkes olduğu yerde dursun, saygılı olsun.’ üslubu değildir. “…Hak dîni kendine dîn edinmeyen…” (Tevbe s. 29) ibaresine bakılırsa, diyalogda kendi hâllerinde kalmaya veya bir kısmını değiştirmeye müsamaha yoktur. Zorlamayan, hileden uzak, ahlâki bir tebliğ ve davet, onun prensiplerindendir.
Tebliğ ve davetin nasıl olacağı hususunda Cenab-ı Hakk “Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır yahut korkar.” (Tâha s.44) buyuruyor.
Musa (a.s.)’, Firavun’a yumuşak söz söylemekle emrolunduğuna göre; bizlerin de tebliğ ve davet yaparken buna uyması gerekir. Nitekim yüce Allah “İnsanlara güzellikle söz söyleyin” (Bakara s. 83) buyurmaktadır.
Ehl-i Kitap Meselesi İle İlgili Sorulara, Diyanet İşleri Başkanlığının Verdiği Cevaplar
Diyanet İşleri Başkanlığına yazılı olarak sorulan bazı sorular ve Diyanet İşleri Baş-kanlığının bu sorulara verdiği cevaplar:
Soru 1: Hıristiyan Müslüman (İsevi Müslüman) tanımlaması, İslâmî literatürde olan bir kavram mıdır?
Cevap 1: Hıristiyan ya da İsevi Müslüman tanımlaması uygun değildir. Bir kişi, ya Müslümandır ya da değildir. Bu, dün böyle olduğu gibi bugün de böyledir.
Soru 2: Böyle bir tanımlama, Kur’ân-ı Kerîm’e ve Hz.Muhammed (s.a.v.)’in sünnetine uygun mudur?
Cevap 2: Kutsal Kitaplar; yâni Tevrat, Zebûr, İncil ve Kur’ân aynı ilâhî kaynaktan yâni Allah (c.c.) tarafından gönderilmiştir. Ama diğer dîn mensupları, kitaplarını tahrif etmişlerdir. Ancak bunların içerisindeki her bilgi, yanlış anlamına gelmemektedir. Özellikle peygamber kıssaları arasında pekçok benzerlikler bulunmaktadır.
İbrâhim Peygamber (a.s.)’in hayat hikâyesinde de benzerlikler mevcuttur. Hz.İbrâhim (a.s.)’e, Abraham veya İbrâhim denmesi o kadar da önemli değildir. Nasıl Hz.Fatıma (r. anhâ) için, biz toplum olarak Fatma ya da Fadime diyorsak, o dilde de Abraham denmesi çok normaldir. Tevrat’ta anlatılan Abraham ile Kur’ân’da anlatılan İbrâhim aynı kişidir.
Soru 3: “İbrâhimî Dînler” kavramının İslâm ilâhîyatı açısından da dinler târihi açısından da yanlış bir tanımlama olduğu görüşü, dîni açıdan doğru mudur?
Cevap 3: Kur’ân’da, “İbrâhimî Dînler” ifadesi kullanılmamaktadır. Fakat “İbrâhim’in Dîni” ifadesi kullanılmaktadır. Bu ikisi arasında da fark vardır. İbrâhim’in insanlara tebliğ etmiş olduğu dîn, İbrâhimî dînler ile Hz. İbrâhim (a.s.)’den sonra gönderilen, aslında hepsinin ismi İslâm olan; fakat daha sonra insanlar tarafından isimleri bile değiştirilen Hıristiyanlık, Yahûdîlik ve Hz.Muhammed (s.a.v.)’in tebliğ etmiş olduğu İslâm kastedilmektedir
Soru 4: Bu değerlendirmeler ışığında, Medine Vesikası, İslâm târihi açısından bir diyalog faaliyeti olarak kabul edilebilir mi?.
Cevap 4: Hem Medine Vesikası hem Necran Hıristiyanları ile yapılan görüşmeler ve hem de Hudeybiye Mûsalahası, o günün şartlarında zorunlu olarak ortaya çıkmış ve gereği yapılmış olan olaylardır.
Bunlar bir şekilde diyalog faaliyeti olarak adlandırılabilirse de bunları, bugün ile bu şekilde ilişkilendirip dinler arası diyalog faaliyeti olarak görmek pek isabetli olmasa gerektir.
Diyanet İşleri Başkanlığı
(Hak Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar, MİSVAK NEŞRİYAT, İstanbul, 2014)