Harun Çetin

“İslâm’da Evrimci Yaratılış Teorisi” Üzerine

Yine sinir bozucu bir kitap, yine OTTO yayınevi. Bir maksada binaen “üs” olarak kurulan üç dört yayınevinden biri olan OTTO’nun size bahsedeceğim kitabından evvel neşredeceği kitapları duyuran broşüründe “Kaseye girecekler” (Ne demekse “kaseye girecekler”? Edebiyat yapalım derken mizahî duruma düşmek bu işte.) başlığı altında şunların müjdesini (!) vermiş:

Hadis Üzerine Yazılar, İgnaz GOLDZİHER

İslâm Araştırmaları 1-2, İgnaz GOLDZİHER

İslâm Düşüncesinde İlahi Adalet Sorunu, Eric Lee ORMSBY

İslâm Hukukuna Giriş, J. SCHACT

İslâm’da Ayrılıkçı Düşünceler, Henri LAOUST

İslâm’ın Elifbası, Musa Carullah Bigiyef

Saltanata Giden Yolda Muaviye bin Ebu Süfyan, İrfan AYCAN

Zahiriler, İgnaz GOLDZİHER

İşte gördüğünüz gibi ne kadar iç açıcı bir liste değil mi? Ne kadar da güncellemelerle (!) dolu? Bunlarla dirsek teması olan başka bir yayınevi ise yakında Mahmud Ebu Reyye denilen kezzab adamın Ebu Hureyre isimli, Ebu Hureyre Radıyallahu Anha her türlü iftira attığı kitabını neşredeceklermiş. Hâlbuki bu kitaba İslâm dünyasında yüzlerce kitap ve makale ile reddiye yazılmış, fasid fikirleri çürütülmüştü. Maksat, necis düşünceleri yeniden yeniden harlamak, unutturmamak. Ama onlar bilim adamı, onlara karşı çıkanlar ise “birtakım hocalar” oluyor.

İşte bu tayfa böyle eserlerle sünnete saldırır, ashab-ı kirama saldırır ve hem de kâfirlerin dediklerini bu hususta hüccet kabul ederler, lakin biz bu mide bulandırıcı iftiralara cevap verince, fitnecilikle itham ediliriz. Sizin gibi ilmî olmaktan Allah’a sığınır, olduğumuz gibi fitneci olmayı yeğleriz.

Şimdi gelelim bahsimiz olan kitaba: İslâm’da Evrimci Yaratılış Teorisi. Mehmet Bayraktar yazmış. Kitabın ilk cümlelerini, ismini verdiği bir oryantalistin sözleri oluşturmuş ve evrimci bilim anlayışının Darwin’den asırlar evvel İslâm âlimlerinde olduğunu söyleyerek bizleri memnun ettiğini düşünmüştür. Ve aynı sayfada Ömer Nasuhi Bilmen’e iftira atarak, onun ‘evrim anlayışının İslâm’a ters olmadığını’ söylediğini iddia etmiştir. Hâlbuki Bayraktar’ın söz konusu ettiği ve ileride de verdiği Muvazzah İlm-i Kelam’da geçen o cümlelerde Ömer Nasuhi Bilmen, Cenab-ı Hakk’ın kudretinin her türlü yaratmaya kâfi geldiğini izah etmiştir: “Şunu da söyleyelim ki, nebatat ve hayvanatın ve hatta insanların, tekâmül tarikiyle vücuda gelmiş olmaları aklen caizdir. Fahr-ı Alem hazretleri dilediği mahlukunu bir nevi müstakil olarak yaratabileceği gibi, bitariki tedriç de vücuda getirebilir, bunda istib’ad olunacak bir cihet yoktur.”

Yazarın asıl önemli tespiti ise şudur: “Bugün Türkiye’de aşırı evrim karşıtlığı yapanların ABD’deki Evangelistlerden beslendiklerini de burada ifade etmeliyiz.” Burada yazar, evrime karşı çıkanları kendisi gibi zannetmiş, iddialarını ispat etmek için kendisi daha ilk cümlelerini batılılardan aldığı için, bizlerin de aynı metoda başvurduğu zann-ı fasidine kapılmıştır. Yazık, İslâm adına söz söylediğini düşünen birinin devamlı batılılardan tasdik ihtiyacı hissetmesi elem verici.

Çelişki ise, yine giriş kısmında Ahlak isimli eserin sahibi Kınalızade’nin kesinlikle evrimci olmadığını söyledikten sonra, ileri kısımlarda 5 sayfa boyunca Kınalızade’nin evrimci (!) düşüncesini izah etmesidir.
“Darwinizm’e geçmişte olduğu gibi bugün de karşı çıkan Müslümanlar vardır.” diyerek fikrini ifşa eden yazarımız, “Geçmişe Uzanış” başlığında, evrim teorisinin bütün bilimsel teoriler gibi, kadersiz olduğunu, bilimsel geleneklerin, dinî anlayışların, siyasî ve felsefî akımların tesiriyle fazla dallanıp budaklanamama kadersizliğine mahkum olduğunu uzun ve gayet duygusal bir paragraf ile izah ederek okuyucu hüzünlendirmiştir (!)

“Batı, Rönesans ve Reform hareketleriyle başlayan Kilise-bilim çatışmasında, daima bilimin Kilise’ye galib gelmesi sonucu, dinî ve siyasî laikliğin yanında, bilimsel bir laiklik anlayışı kazanmıştı ve XIX. yüzyılda Kilise’nin teolojik bilim anlayışından tamamen kurtulmuştu.” diyen yazar, bilerek veya bilmeyerek, tarihi ve karanlık yüzünü de ihmal ederek, her türlü sömürgeci ve maddeci anlayışın zaferi kabul edilen tamamen pozitivist olan Aydınlanma hareketini can u gönülden tasdik etmiştir.

Evrimci olduğunu iddia ettiği isimler ise, Nazzam, Cahız, İhvan-ı Safa grubu, İbn Arabî, Mevlana, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Muhammed İkbal, Seyyid Ahmed Han, Muhammed Abduh, Ömer Nasuhi Bilmen.

Şimdi yukarıdaki İbn Arabî, Mevlana, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Ömer Nasuhi Bilmen isimlerini şöyle kenara bırakalım evvela. Geri kalan isimlerin tamamının itikadî problemleri âlimlerimizce ortaya konulan, Nazzam, Cahız ve İhvan-ı Safa grubu gibi Mutezili, Seyyid Ahmed Han gibi kendini peygamber ilan eden biri, Bahai olduğu ispat edilen Muhammed İkbal, hataları saymakla bitmez mason olan Muhammed Abduh. Bu isimlerin evrim teorisini savunmaları veya icad etmeleri tuhaf olmadığı gibi bizi de bağlamaz.

Bu “bizi bağlamaz” olayını bildiği için olsa gerek yazarımız, İbn Arabî, Mevlana, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Ömer Nasuhi Bilmen isimleri ile bizi iknaya çalışmış. Ömer Nasuhi Bilmen’in sözde evrimci olması meselesini girişte izah ettik. Şimdi diğer isimleri verdiğine göre yazarın o alimlerden aldığı hangi cümleler ile bu sonuca vardığına bakalım. Aaa, o da ne? İbn Arabî’nin ve Erzurumlu İsmail Hakkı’nın evrimci olduğunu söyleyen yazar onlardan bir cümle bile vermemiş, nerede, ne zaman, hangi kitapta suallerini cevapsız bırakmış, yani öylesine demiş işte.

O zaman İbn Arabi, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Ömer Nasuhi Bilmen gidince elde kaldı mı Mevlana’mız. Onunla alakalı ise bir şiir paylaşmış ve Mevlana’nın evrimciliğine (!) bu şiiri ile karar vermiş. Ama kitabına evrimi savunan âlimler diyerek başlamıştı! Mevlana’yı âlim kabul ediyorsa onun ilmî olarak söylediklerini getirmeli değil mi? Yok Mevlana’nın şiiri ile ilgilenecek ve hüccet kabul edecekse kitabın adını Evrim Teorisini Kabul Eden İslâm Şairleri olarak değiştirmesi daha makul değil midir?

Mantıksızlık sonucu kitap diye yazılan şeyle alakalı, yukarıda sorduğumuz mantıklı suallerin cevapsız kalacağını bilerek Mevlana’mızın şiirine geçelim. Hz. Mevlana o şiirinde insan-ı kamil olmaklığı ve ruhun tekamülünü anlatıyor, sayın yazarımız ise evrim diye anlamak istiyor.

Kitabında, hadis-i şeriflere yaklaşımı da gayet problemli olan yazar, insanın çamurdan yaratılması ile alakalı zikredilen bütün İslâmî bilgilerin “İsrailiyat, efsane” “Müslümanların Yahudi ve Hırsitiyanlarla kurdukları kişisel irtibatlar vasıtasıyla İslâm kültürüne sokulan hikayeler” olduğunu iddia ediyor ve mezkur bölümün sonunda kütüb-ü sitte başta olmak üzere pek çok hadis kitabında geçen sahih bir hadisi bu uydurmalara (!) misal olarak zikrediyor.

Ama iki sayfa ileride kendi görüşünü desteklemek için zikrettiği bir hadis-i şeriften sonra:

“Bu hadis gerçekten sahih midir, bu pek önemli değildir.” diyor.

İşte “canım nasıl isterse usulü” diye buna diyorlar.

Evrimciliğin neden yaygınlaşmadığını maddeler halinde izah eden yazarımız, daha ilk maddede, Şarkiyatçıların ve onların gazına gelen yerlilerin başvurduğu klasik bir yalana müracaat ediyor. O yalan şu: “XI. yüzyıldan sonra duraklaması ve bu alanlarla ilgili özel araştırma ve inceleme yapan bilim adamlarının azalması; XIII. yüzyıldan itibaren de, diğer bilim dalları gibi söz konusu bilimlerdeki gerileme…”

Yani bu sözler, İmam Gazali’nin bilim ve felsefe düşmanlığı (!) türküsünün farklı bir terennümü.

Başka sebepleri sayarken ise ayrı bir vicdansızlığa imza atmış bulunan yazarın, aslında dikkatli şekilde kendi satırlarını okuması bile adil olmasını sağlayabilirdi. Ama “niyet kılıcı” kuşanmış bir insan hangi hakikati görebilir ki! Yazarın cümleleri:

“İbnu’n-Nefis, W. Harvey’den asırlarca önce, küçük kan dolaşımını keşfettiği zaman, birçok çağdaşı ve sonrakiler “Bu üstad İbn Sina’nın demediği birşey” diyerek, ona karşı reddiyeler yazmıştır. İbnü’n-Nefis’ten etkilenen Michael Servitus gibi bazı Batılılar, kanın dolaştığını söyledikleri zaman, kitaplarıyla birlikte yakılmıştır. Çünkü ne Doğu ne Batı dünyası böyle yeni bir görüşü henüz kabule hazırdı.”
Karşılaştırmanın tutarsızlığı ve vicdansızlığı ortada:

Müslümanlar, İbnü’n-Nefis’e ilmi reddiyeler yazdılar, hem de İbn Sina’nın görüşünü müdafaa için.

Batılılar ise Michael Servitus’ü ise, Katolik kilisesi ve Calvin’in isteği üzerine Lozan’da, kitaplarıyla birlikte yakarak öldürdüler.

Bu ikisi nasıl kıyas edilebilir ve ikisi de bilim düşmanlığı olarak aynı potada değerlendirilebilir. İlahiyatçı bir akademisyenin, kendi medeniyetini bu kadar aşağıladığına daha evvel hiç şahit olmamıştım.
Yazımıza, bir dua ile son vermekten başka çaremiz yok:

Ya Rabbi! Sen Müslümanları her türlü kötülükten muhafaza buyur! Amin…

Baran Dergisi 584. Sayı

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu