İmam Gazali Karşıtları Mehmet Oruç
İMAM-I GAZALİ’Yİ SUÇLAYANLAR ART NİYETLİ
Müslümanlar niçin geri kaldı, tartışmasını fırsat bilenler, geri kalmanın suçlusu olarak, İslamiyeti ve büyük İslam âlimi İmam-ı Gazali hazretleri gibi bazı İslam büyüklerini göstermeye çalışmaktadır. İmamı Gazali, Farabi, İbni Sina gibi felsefecilerin fikirleri ile mücadele edip yok ettiği için İslam âleminin bu hale düştüğünü iddia etmektedirler.
Halbuki Gazali, dini inançlarımızı temelinden sarsan bu felsefecilerle mücadele yapmamış olsaydı, İslam âlemi bugünkü inanç boşluğuna 11.yüzyılda daha o zaman düşmüş olacaktı. Bunun için her Müslümanın bu büyük imama “teşekkür borcu” vardır. Bizdeki sözde ilim adamları, peşin fikirli Gazali düşmanları böyle söylerken insaf ehli yabancı tarihçiler ise suçun Gazali’de olmadığını yazmaktadırlar.
Mesela, meşhur tarihçi Fernand Braude, Gazali’nin sorumlu tutulması fikrine katılmaz. Bunun insafsızlık olacağını kaydeder. Batı, yüzyillarca karanlık çağları yaşarken, İslamın ilimde, medeniyette bir altın çağ yaşadığını anlatır. Misal olarak da Endülüs’te Halife II. Hakem’in kitaplığında 400 bin yazma eser varken, komşusu Fransız Kralı V. Charles’in kütüphanesinde sadece 900 adet kitap bulunduğunu belirtir. (Medeniyetlerin Tarihi)
Tarih boyunca, iman ve fen ilmi atbaşı olduğu sürece devletler başarılı olmuş, halk rahat ve huzur içinde yaşamıştır. Mesela, İspanya’daki Endülüs Emevi Devleti’nde bu dengenin sağlandığı zamanlarda medeniyette zirveye çıkmışlar; ne zaman ki, iman felsefecilerin etkisiyle zafiyete uğramış ardından da çöküş hızlanmış; Osmanlı’da ise teknolojide Batı’ya ayak uydurulamayınca gerileme başlamıştır.
Endülüs ilim ve fen merkeziyken, islâm ahlâkını, Allahü teâlânın emirlerini bıraktıklarından, hattâ Ehl-i sünnet itikadını bozarak, İslamiyeti içerden yıkmak alçaklığı başladığından, Pirene dağlarını aşamadılar. İspanyollar, 1492 de, Gırnata şehrini de alıp müslümanları kılınçtan geçirdiler. Böylece, Allahü teâlânın emirlerine uymamanın cezasını buldular. İspanya faciası olmasaydı, felsefeci Ibnürrüş-d’ün ve İbni Hazm’ın bozuk fikirleri, belki din ve iman hâlini alıp dünyâya yayılacak, bugünkü hazîn levha, yüzlerce sene önce meydana çıkacaktı.
Osmanlı’dan önce, İslam aleminin gerilemesinin sebebini de, yabancı tarihçiler şöyle açıklar: Fernand Braudel’e göre, Haçlı seferleri, iç savaşlar, Moğol istilası, Müslümanların Akdenizden kopup karalara kapanması, İslamı zora sokmuş ve dünya ekonomisindeki değişmeler gibi son derece karmaşık, sosyal, ekonomik ve siyasi sebepler İslam dünyasının geri kalmasına yol açmıştır. Osmanlıların yükselişi bu gerilemeyi bir ölçüde telafi etmiştir ama istenilen netice tam sağlanamamıştır, yükseliş devam ettirilememiştir.
Çünkü, Osmanlı İmparatorluğu, 16. yüzyılda zirvedeydi. Böyle çok iyi bir durumda olduğumuz bir devrede, Avrupa çok zor durumdaydı. Şartlar Avrupa’yı artık zorlamaya başlamıştı. Bir çıkış yolu aramaya mecbur etti. Bu arayışlarla Amerika keşfedildi, 15. Asırda, 16. Asır ve 17. Asrın başlarına doğru Amerika’dan, özellikle Güney Amerika’dan büyük bir servet Avrupa’ya akmaya başladı. Altın, gümüş ve birçok kıymetli taşlar geliyor; hak hukuk tanımadan kaçırılan bu maddelerle Avrupa zenginleşiyordu. Bu zenginlik, fiyatların yükselmesine sebep oldu. Osmanlı ülkesinden de mal kaçmaya başladı. Çünkü, mal daima, nerede daha iyi fiyat bulursa, oraya gider. Sadece bununla kalmadılar. Hindistan, Uzakdoğu, Avustralya’da da koloniler kurdular.
Batı, biriken sermayeyi sanayi devriminde kullandı.Sanayi devrimi tabiatıyla Avrupa’yı değiştirdi. İleriye götürdü. Bizde, ise bu devir Osmanlı’nın gerilemesinin hızlandığı bir devredir. Ekonomik olarak o yarışa giremedik. Aynı şeyleri yapamadık, aynı şekilde gelişmemizi sürdüremedik.. Avrupa’nın artan zenginliği bize menfi tesir etti. Ekonomimizi sıkıntıya soktu. Sonunda İslam âlemini temsil eden Osmanlının ekonomisini çökertti.
Özetlemek gerekirse; İslam âleminin iman-teknoloji dengesini zaman zaman sağlayamaması, Hıristiyan âleminin blok halinde Müslümanların üzerine saldırması; haçlı seferleri tertiplemesi ve iç karışıklıklar çıkartması, Osmalının sahip olduğu cağrafyanın yapısı, Batı’nın çaresizlikten dolayı açık denizlere açılması, gasbettiği mallar ile zenginleşerek bunu sanayileşmede kullanması, Osmanlı’nın zirvede bulunması sebebiyle rehavete, gevşekliğe kapılıp Batı’nın ilerlemesine karşılık yeni açılımlar getirememesi gibi sebepler müslümanları bugünkü hale getirmiştir. Suç müslümanlıkta değil; Müslümanlardadır.
Bugün yapılacak olan; şunu bunu suçlamak değil bundan sonra ne yapılabilir, bunun hesabını iyi yapmaktır.
İMAM-I GAZALİ’YE NEDEN DÜŞMANLAR?
Bu sorunun cevabına geçmeden önce, Gazali düşmanlarının bir tahlilini yapmak lazım. Dikkat edilirse bunlar, İslamiyet! kendi kafalarına göre yorumlamak isteyen; kısa akıllarına göre dine ilaveler ve çıkarmalar yaparak ismi “İslam” olan fakat gerçek islamla ilgisi olmayan yeni bir din kurmak isteyenlerdir. Veya alt yapısı müsait olmadığı, dine ait temel bilgilerden yoksun oldukları için bu tür art niyetli kimselerin oyununa gelen kimselerdir.
İşte, İmam-ı Gazali hazretleri bu inançsızlık yolunu kapadığı için ona düşman oldular. İmam-ı Gazali bu tehlikeli yolu öyle sağlam engellerle kapatmış ki on asırdır bu yolu açmak için zorluyorlar. İtiraf edelim ki otoban ola-rak olmasa da stabilize yol olarak geçiş yapabilecek hale getirdiler. Nihai hedefleri otoban haline getirmek.
İmam-ı Gazali hazretlerinin savunduğu doğrular neydi, bunun karşısında olan felsefecilerin yanlışları neydi, şimdi de biraz bunun üzerinde duralım:
İmam-ı Gazali hazretleri bir ehli sünnet âlimi idi. İlimde tek ölçüsü vahye dayalı nakil bilgileri idi. Yani Cenab-ı Hakkın, Muhammed aleyhisselam ile bildirdiği bilgilerdi. Gazaliye göre daha doğrusu dinimize göre, bu bilgiler herşeyin üzerinde idi. Başta akıl olmak üzere diğer bilgi kaynaklan buna uygun ise bir değer ifade ederdi; uygun değil ise hiçbir kıymeti yoktu.
Imam-ı Gazali hazretlerine karşı olan felsefeciler ise aklı esas almışlardı. Başta Kur’an-ı kerim ve Rusulullahın bildirdikleri olmak üzere herşeyi akıl süzgecinden geçiriliyor, akla uygun değil ise kabul görmüyordu. Bunlarla ilgili bir-iki örnek verecek olursak:
Mesela, Müslümanlara, (yahudilere ve nasârâya ve mecûsîlere) göre, varlıkların maddeleri de, sıfatları da hadistir. Yani bunlar yok iken sonradan yaratıldı. Sonunda yine yok edileceklerdir. Ezeli ebedi değildirler. Ebedi ve ezeli olan sadece Cenab-ı Haktır.
Aristo’ya ve onun yolunda olan Fârâbî, İbni Sînâ felsefeciler bunu akıl ile anlayamadıkları için, cisimlerin maddeleri de, sıfatları da kadîmdir. Yâni ezelîdir, hep vardır dediler. Bu sözün yanlış olduğunu, bugün modern kimya bilgisi kesin olarak bildirmektedir. Böyle bir inanç küfürdür.
Aklı yaratan Allahu teâlâdır. Yaratanı bırakıp aklı esas almak, aklı ilahlaştırmak en büyük akılsızlıktır. Felsefenin tek dayanağı akıldır. Fakat, gerek zamanla tecrübî bilgilerin değişmesi ve gerekse bir başka insanın aklının bir önceki filozoftan daha farklı bir yapıya sâhib olması sebebiyle kurdukları felsefik sistemler şu veya bu oranda ve bâzan tamamen değişmiştir.
Böylece ortaya çıkan çeşitli felsefe okulları birbirini devamlı reddetmişlerdir. Felsefecilerin tek bildiği, hakikati, tekte değil, çokta; nihayet hakta değil, bâtılda aramanın sanatıdır. Ancak bunlar akılları ile her şeyi çözmeye çalıştıkları için bir sonraki filozof, bir öncekini kötüleyerek yükselmektedir.
Peygamberlerin, aklın dışında ve üstünde bulunan sözlerini, akla danışmaya kalkışmak, akla aykırı bir iş olur. Gecenin koyu karanlığında bilinmiyen yerlerde, pervasızca yürümeye ve engin denizde, acemi kaptanın, pusulasız yol almasına benzer ki, her ân uçuruma, girdaba düşebilirler.
Nitekim, felsefeciler ve olayları hayâlleri ile îzâha kalkışan maddeciler, akılları dışında bulunan sözlerinin çoğunda yanılmış, bir yandan birçok hakikatleri meydana çıkarırken, bir taraftan da, insanların saadet-i ebediyyeye kavuşmalarına mani olmuşlardır.
Yunan, Hind, Fars, Latin felsefelerinden ilham alan, İbni Sînâ, Fârâbî, İbni Tufeyl, İbni Rüşt, İbni Bâce gibi filozoflar zuhfır ederek, bazı bilgilerde Kur’an-ı kerimin hak yolundan ayrılmışlardır. Örneğin, İbni Sina, Muad kitabında Kıyamette dirilmeği inkar etmektedir. İbn-i Tufeyl ise öldükten sonra dirilmeye inanmamakla birlikte ilk insanın Adem aleyhisselâm ile hazret-i Havva’dan çoğaldığını kabul etmemektedir.
Bu ve buna benzer inançlarından dolayı, felsefecilerin bütün fikirlerini incelemiş olan İmam-ı Gazali ve İmam-ı Rabbani gibi İslam büyükleri bunların imanlarını kaybettiklerini küfre düştüklerini bildirmişlerdir.