İbrahimi Dinler Ve Yanlış Kullanılan Diğer Kavramlar Prof. Dr. Yümni Sezen
Dinler tarihi açısından da, İslâm, Hıristiyan ve Musevi ilahiyatları açısından da bakılsa, ‘İbrahimî Dinler’ tabiri yanlıştır. Dinler tarihinde, din antropolojisinde, dinlerin kollara ayrılma şeması yer almaz.
Esasen üç farklı kola ayrılan bir din, “kendisi” olmaktan çıkmış bir enkaz olmuş olur. Oysa Hz. İbrahim bir enkaz değildir. Üç ilahiyat da İbrahime değil ama, “İbrahimî Dinler” kavramına yabancıdır. Kavramı ilk kez kullanan Louis Massignon’dur. Massignon’un amacı da, Müslümanları ve dinler arasındaki ilişkileri Hz. Muhammed’den koparma gibi görünüyor. İşleyen sürece baktığımız zaman bunu fark edebiliriz.
Hz. İbrahim bir peygamberdi ve tevhid sürecinde önemli bir dönüm noktasını temsil ediyordu. Acaba Hz. İbrahim’in kaç dini vardı ki, “dinler” deniyor. İbrahimî inanç sistemine benzeyenler kastediliyorsa, Musevilik ve İsevilik’te (Hıristiyanlık), Hz. İbrahim’den kalan ne vardır? Rabbu’l-âlemiri olan Tek Allah inancı mı? Hac mı? Kabe mi? Kurban mı? Acaba kavim ilahlığı veya teslis mi Hz. İbrahim’de mevcuttu? Kutsal metinlerde sadece İbrahim adının geçmesi neyi gösterebilir? Kur’an şöyle der: ” Ey Kitap Ehli! Niçin İbrahim hakkında münakaşa ediyorsunuz? Halbuki Tevrat ve İncil, ancak ondan sonra indirildi. Bunu da mı düşünemiyorsunuz?”3 “İbrahim ne Yahudi ne Nasranî idi…”4
Kur’an, yahudi ve hıristiyanların Hz. İbrahim’le ilgilerinin olmadığını, Hz. İbrahim ve tevhid dininin İslam’la devam ettiğini açıkça beyan eder: “Yahudi ve Hıristiyanlar, Müslümanlara şöyle dediler: Bizim dinimize girip Yahudi veya Hıristiyan olun ki doğru yolu bulaşınız. De ki: Hayır, biz hak yol üzere bulunan İbrahim’in dinindeyiz. O hiçbir zaman müşriklerden olmadı.”‘
İbrahimî dinler’deki “dinler” kavramı da İslâm İlahiyatı açısından ayrı bir problemdir. Bilindiği gibi Kur’an’da çoğul olarak dinler (edyan) kelimesi geçmez. “Onların İnanışları” gibi tevhid sürecinin dışındakiler söz konusu edilir.
3 Al-i İmran [3] 65.
4 Al-i İmran [3] 67, 68.
5 Bakara [2] 135.
Hz. İbrahim’de sürüp gelmiş olan tevhid geleneği, bu arada diğer birçok dinî gelenek, sadece İslamiyet’te devam etmiş, din daha da yükselerek zirveye oturmuştur. İslam ilahiyatı bakımından durum böyledir. Sosyolojik gerçekliğe gelince, Hz. İbrahim’den sonra, İslamiyet’e kadar ondan kalabilen üç beş “hanif’ten başka kimse olmamıştır. Yine Kur’an şöyle der: “…Doğrusu, insanların İbrahim’e en yakını, şüphesiz O’nun izinden gidenler ve bu peygamber (Mııhammed)ve O’na iman edenlerdir. Allah da müminlerin velisi(dostu)dur. “6 Görüldüğü gibi “İbrahimî Dinler” anlayışı, dinler tarihi bakımından da, İslâm dini açısından da yanlış bir anlayıştır ve kullanılan kavram yanlış bir kavramdır.
Yanlış kavram üzerine yanlış bir diyalog anlayışı gelişebilir. Yanlış diyalog anlayışının, kandırmacalı “tek küresel din”, “İbrahimî din”, “küreselcilik”, “siyasî hâkimiyet” projelerine imkân hazırlayıcı olduğu, bugün ihtimalden gerçekleşmeye doğru tırmanmaktadır. Yani işin siyasî ve ideolojik boyutu gündemdedir. İnternet sitelerinden öğrendiğimize göre başta Ermeniler olmak üzere hıristiyan çevreler ve yahudiler, “İbrahimî Dinler Projesi”nin “tuttuğundan bahisle, memnuniyetlerini, Vatikan’a fısıldamaktadırlar. Vatikan’ın diyalogda, hedefin bir merhalesi olarak telkin ettiği “Allaha iman merkezli dinler ve toplumlar” deyimi de, “İbrahimî dinler” kadar muğlaktır. Çünkü burada dinin deist mi, teist mi olduğu ve niteliği anlaşılmamaktadır. Diyalogu övmek için de “Allaha iman merkezli toplumlar kurulmasında ve işbirliğinde istihdam edilmesi gereken enerjiler, ne yazık ki karşılıklı kuşku, hâkimiyet kavgası ve kan gölü içinde heder edilmiştir.” haklı ifadeleri, bize değil, Batı dünyasına söylenmelidir.
2-Dinlerarası Diyalog
İkinci yanlış kavram “dinlerarası diyalog” kavramıdır.
Dinlerarası diyalog tabirinin yanlışlığı, diyalogun lehinde ve aleyhinde olan çok kişi tarafından dile getirildi. Yanlışlığa bir kez daha vurgu yapmak ve biraz da açmak gerekiyor. Eğer bugün “Dinlerarası Diyalog” , dinlerin sentezlerine, dinlerin bir kısmını alıp bir kısmını almamak veya görmemek gibi iki din arasında bir alana doğru götürülme tehlikesi taşımasaydı, bu tabiri sadece maksadına binaen bir mecaz-ı mürsel gibi kabul edebilirdik. Sonra bir şeyin doğrusu varken, maksat aynı diye yanlışını kullanmamalıdır.
Al-i İmıan [3] 67, 68.
Diyalog insanlar arsında olur. Dinler, yani müesseseler arasında diyalog olmaz. Din mensupları arasında diyalog olabilir ve bu diyalog da müesseseye zarar vermeyecek tarzda ve sınırda tutulmalıdır.
Din bir sosyal müessesedir ve sosyal müesseseler arasında diyalog değil etkileşim olur. Etkileşimin farklı şartları, farklı zeminleri, en önemlisi aşırıya giderse zararları vardır. Kişi etkileşimi ile müessese etkileşimini, diyalogla kültür alışverişini ayırmak ve doğru değerlendirmek gerekebilir.
Demek ki diyalog, müesseseler arasında değil, o müessesenin bir kısım mensupları arasında olur ve iradî bir tasarruftur. Gerçi “dinlerarası diyalog”un maksadında bu anlam, zımni olarak bulunmaktadır, ama yanlış bir kavram, maksadı gölgeleyebilir.
İkinci husus, çoğul olarak kullanılan “dinler” kelimesindeki problemdir. Dinler tarihi, antropoloji, etnoloji, sosyoloji açılarından “dinler” tabiri bir problem yaratmaz ve objektif bir gerçeği de ifade eder. Fakat ilahiyat, özellikle de İslâm İlahiyatı bakımından yanlış bir kullanımdır ki diyalogda da maksat ilahiyatla ilgili olmakta, diyalog sırf dinî bir alana tahsis edilmektedir. Bir Müslüman açısından “dinler” değil, “din” vardır ve o da İslâm’dır.Müslümana göre öbürleri ya sapmış ya da bozulmuştur. Kur’an’da dinin çoğulu olan “edyan” (dinler) kelimesinin geçmediğini söylemiştik. Onların inançları anlamında tek esas dinin dışındakiler için çoğul kullanılmıştır. “Dinini hepsinin üzerine üstün kılmak için…”7, âyetinde olduğu gibi. Diyalogcuların kullandığı “üç büyük din”, “dinler bahçesi”, “dinlerarası diyalog”da ima edilen, birbirine eşit, birden fazla din anlayışı İslâm’da yer almaz. Oysa gerçekte diyalog için böyle eşit dinlerin bulunması gerekir. Kendisiyle aynı durumda olmayan bir din ile diyalog, İslâm açısından olsa olsa tebliğe hazırlık metodu olarak alınabilir.
İslam’a göre din bakımından iki doğru bir arada olmaz. Yani Hak ve Doğru birden fazla olmaz. Aynı Doğı-u’ya giden yollar farklı olabilir. Ama o yollar da yine yanlış yol olmamalıdır. Yanlış yolla Doğru’ya varılamaz. Belki diyalog, bu yanlış yolların düzeltilmesi için yapılacak bir tebliğ hazırlığı ve aydınlatma olabilir.
Aynı şekilde ve aynı gerekçelerle, “Dinler Bahçesi”. “Üç. Büyük Din” kavramları da İslam ilahiyatı nazarında yanlıştır. Bu kavramları, dinler tarihçisi, etnolog, antropolog, felsefeci kullanabilir ve yadırganmaz. Bu bilginlerin iki din arasındaki ilişkiye bakışı, objektif tespitlerdir, tasvirlerdir ve bir anlamda “seyretme”dir.
7 Tevbe [9] 33.
Ama bu sınırlarda da bu sefer diyalog tabirinin kullanılması abestir. Diyalog, inanmayla, inançlar arası ilişkilerle ilgili bir kavramdır ve bir gayeye matuftur. İlahiyatçıyı da mümin gibi, aynı derecede ve aynı karakterde ilgilendirir. Öbür taraftan “Dinler”, “Dinler Bahçesi”, “Üç Büyük Din”, “İbrahimi Dinler”,kavramlannı, dinler tarihinin ve sosyolojinin alanlarına giren gerçekler olarak, yani “sırf dinî” alana tahsis etmeden aldığımızda, bu sefer diyalog siyasî ve sosyal bir mesele olur.”Herkesin doğrusu kendisine” diyerek, barış içinde yaşama, arzu edilebilir. Burada ferdî ve sosyal hayatın gerçekleri ve hayatın devamı arzusu geçerlidir ve “hayatî” olan galip gelir.
3-Müslüman İsevi (Müslüman Hıristiyan)
Bu kavram, yanlış olduğu kadar tehlikeli bir kavramdır. Bir Hıristiyan, Müslüman olunca ona “Müslüman Hıristiyan” denir, ifadesi doğru olamaz. İsevilik (Hıristiyanlık), bir kavmi, ırkı, milleti işaret etmiyor. Bu, bir dindir. Müslüman Alman, Müslüman Fransız veya İngiliz, Müslüman Arap, Müslüman Türk denir. Yahut Hıristiyan Türk, Hıristiyan Arap, Budist Amerikalı vb. denebilir. Fakat Budist Müslüman denemeyeceği gibi, Müslüman Hıristiyan da denemez. Bir kişi ya Müslüman ya Hıristiyan’dır veya başka bir şeydir.