ibn-i teymiyyeİhsan Şenocak

İbn-i Teymiye’nin İtikadi Görüşleri İhsan Şenocak

İslam düşünce tarihinde leh ve aleyhinde en fazla konuşulan isimlerin başında Takiyyuddin İbn Teymiyye (v. 728/1328) gelmektedir. 661/1263 yılında Harran da doğan İbn Teymiyye, Hanbeli mezhebinin güçlü alimlerini içerisinde barındıran bir aileye mensuptur. Dedesi Mecdüddin İbn Teymiyye pek çok alanda eser veren bir alimdir. Babası Abdulhalim de, Harran yöresinde etkin olan bir Hanbeli fakihidir.Moğolların Bağdat ı işgal etmeleri ve Bağdat merkezli saldırılarını Harran a kadar genişletmeleri üzerine İbn Teymiyye ailesi 667/1269 yılında Dımaşk a göç eder. Babası başta olmak üzere bir çok hocadan ders okuyan İbn Teymiyye, 683 te Sükkeriyye Darulhadisine hoca olarak atanır. Bir yıl sonra da Emeviyye Camii nde tefsir dersleri vermeye başlar.

Kısa zamanda şöhreti Dımaşk başta olmak üzere mücavir şehirlere de yayılan İbn Teymiyye VIII/XIV. yüzyılın başlarından itibaren kendisini ilmi ve fikri tartışmaların içerisinde bulur. Ehl-i Sünnet in itikadi mezheplerine özellikle de Eşariliğe sert tenkitler yöneltir. Sıfatlar ve müteşabihat meselesinde selef-i salihinin usulünü benimsediğini iddia ederek ayet ve hadisleri zahiri anlamlarında anlar. Verdiği fetvalarla da bir çok konuda mezhepler arası icmaya muhalefet eder.

Mevcut İslami disiplinlerin hemen tamamına itirazları olan İbn Teymiyye en sert eleştirilerini tasavvufa yöneltir. İbn Arabi yi ve onun görüşlerini benimseyen mutasavvıfları açıkça tekfir eder.

Çeşitli devlet adamları ve kadıların katıldığı meclislerde çok defa muhakeme edilen İbn Teymiyye Kahire de dört kâdi l-kudât ın katıldığı bir mahkemede Allah Teala yı insan suretinde algılama cürmünden dolayı Kahire kalesine hapsedilir. Ehl-i Sünnet akidesine muhalif görüşlerinden ve icmaya aykırı fetvalarından dolayı farklı zamanlarda defaatle yargılanıp hapisle cezalandırılır.

İbn Battuta, İbn Hacer el-Heytemi, Takiyyuddin es-Sübki, Tacüddin es-Sübki, Kemaleddin İbnü z-Zemlekâni, Şihabuddin İbn Cehbel ve Ebu Hayyan gibi muasırı olan alimler tarafından görüşleri tenkit edilen İbn Teymiyye, hakkında yazılan reddiyelerin de etkisiyle zamanla- ilk yıllardaki itibarını kaybeder. Osmanlı nın son dönemlerinde Hicaz da ortaya çıkan Muhammed b. Abdulvahhab ın başlattığı hareket, İbn Teymiyye nin fikirlerinin yeniden canlanmasına zemin hazırlar. İbn Abdulvahhab a nisbetle Vehhabilik olarak tanınan ve zamanla siyasi bir boyut kazanan hareket Suudi Arabistan Krallığı nın kurulmasında da etkili olur.

Kendisini selefiyye olarak tanımlayan vehhabilik hareketi zamanla Suudi Arabistan başta olmak üzere İslam coğrafyasının önemli bir bölümünde nüfuz elde eder.

Selefilere/vahhabilere göre içtihatlarıyla İslami ilimlerin gelişmesine katkıda bulunan bir müçtehit olan İbn Teymiyye, İmam Subki başta olmak üzere Ehl-i Sünnet hassasiyetine sahip bir çok alime göre ise asırlar sonra teşbih ve tecsim akidesini canlandıran bir Haşevi dir.

İslam düşünce tarihinde derin izler bırakan, günümüz İslami anlayışları üzerinde de belirgin etkinliği olan İbn Teymiyye nin itikadi görüşleri sürekli tartışılır olmuştur. İslami anlayış ve yaşayışlarını onun belirlediği esas ve verdiği fetvalar üzerine bina edenler, Ona dayanarak Maturidi ve Eşari mezhebine müntesib Müslümanları ehl-i zeyğ olarak nitelemekten çekinmemişlerdir. Bu durum, İbn Teymiyye nin itikadi görüşlerini ve tevhit anlayışını tahlil etmeyi gerekli kılmıştır.

İslam da Tevhit Tasavvuru

Bölünmeyi kabul etmeyen varlıklara tek denir. Allah Teala da zât, sıfat ve fiillerinde tek tir. İslam dini, O nun bir olduğunu kabul etme esası üzerine ibtina etmiştir. Mümini, kafir ya da müşrikten ayran temel özellik O nun birliğini kabul etmesi yani muvahhit olmasıdır.

Müminler yalnız Allah Teala ya ibadet ederek ubudiyette, eşi ve benzeri olmadığını ikrar ederek de zatında O nun tek olduğuna iman ederler. Rabb ı, Rabb, insanı da insan olarak algılarlar.

Cenab-ı Hakkı ın eşi ve benzerinin olmaması, yaratılmışlar gibi belli bir mekanda bulunmaması, yönlerle ifade edilmemesi gibi hassasiyetler zâtındaki vahdaniyetin esasını teşkil eder.

Ehl-i Kıblenin Kırılma Noktası: Sıfatlar

İslam ın temelini oluşturan ibadetleri kabul etme noktasında birbirlerine yakın duran ehl-i kıble , Allah Teala nın zatı ile alakalı meselelerde aynı yakın duruşu gösterememiştir.

İslam ın erken asırlarında başlayan müteşabihat ve Allah Teala nın sıfatları ile alakalı tartışmalar kısa zamanda mezhepleşerek kurumsal bir statü kazanmış ve günümüze kadar devam etmiştir.

Zaman zaman tekfir ifadelerinin de duyulduğu tartışma sürecinde genellikle taraflar birbirlerini dalalet ve bidat ehli olmakla itham etmişlerdir.

İbn Teymiyye nin Mezhebi

Ehl-i Sünnet akidesini benimseyen kelam alimlerinin üstün gayretleri sonucu canlılığını yitiren kelami münakaşalar, İbn Teymiyye nin Allah Teala nın zatıyla alakalı serdettiği görüşlerin etkisiyle yeniden alevlenmiştir.

Kendisi gibi inanmayan/düşünmeyen fırka mensuplarını ehl-i zeyğ olarak isimlendiren İbn Teymiyye, Allah Teala nın zatı ile alakalı meselelerde batini, sufi (İbn Arabi çevresi), mu tezili, eşari kelamcıları ve filozofları sert ifadelerle tenkit etmiştir.

İbn Teymiyye ye göre, tevhit akidesini Kur an ve Sünnet te var olduğu şekilde anlayanlar yalnız selef alimleridir. Bu yüzden imani meselelerde de onların görüşleri benimsenmelidir. Selefin, Cenab-ı Hakk a, Onun kendisini tavsif ettiği şekilde iman ettiğini söyleyen İbn Teymiyye, isim ve sıfatlar noktasında şu ayetlerin selefi akidenin temelini oluşturduğunu ifade eder: Allah kendisinden başka ilah olmayandır. Diridir, kayyumdur. [1], De ki: O, Allah tır, bir tektir. Allah Samet tir (her şey O na muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir.). Ondan çocuk olmamıştır. Kendisi de doğmamıştır. Hiçbir şey O na denk ve benzer değildir. [2] [3]

Ayet ve hadislerin Allah Teala nın zât ve sıfatları ile alakalı ayrıntılı bilgiler verdiklerini, ayrıca temsili/teşbihi de reddettiklerini söyleyen İbn Teymiyye, savunduğu akidenin Peygamberlerden tevarüs ettiğini belirtir.[4]

Cenab-ı Hakk ın sıfatlarını reddeden mu tezile ile, Ona cismiyet isnat eden mücessime arasında orta yolu benimsediğini iddia eden İbn Teymiyye, mezhebini münezzihe/tenzih eden olarak isimlendirir. Seleften tevarüs ettiğini iddia ettiği Münezzihe meşrebinin çerçevesini çizerken de şunları söyler: Selefin itikatta mezhebi, sıfatları reddetme ile Allah Teala yı insanlara benzetme arasındaki orta yoldur. Onlar, Cenab-ı Hakk ın zatını yaratılmışlara benzetmedikleri gibi, sıfatlarını da onların sıfatlarına benzetmemişlerdir.[5]

Cenab-ı Hakk ın isim ve sıfatlarını inkar edenlerle, onları yaratılmışların sıfatlarına benzeten mücessime ve müşebbihe meşrebi müntesiplerini Allah ın ayetlerini tahrif etmekle itham eden İbn Teymiyye, eserlerinde Cenab-ı Hakk a mekan isnat ederek inkar ettiği tecsim akidesini savunmuştur.

İbn Teymiyye nin Uç Görüşleri

Eserlerinde açık bir şekilde müşebbihenin etkisi hissedilen İbn Teymiyye ye göre Allah ın kitabı, Resulü nün sünneti, sahabe, tabiun ve müçtehit imamların eserleri direkt ya da dolaylı olarak Cenab-ı Hakk ın her şeyin üstünde olduğunu anlatmaktadır. Şu ayetler O nun (celle celaluhu) mekansal olarak arş ve semanın üzerinde olduğunu göstermektedirler: Güzel sözler ancak O na yükselir. [6], Ey İsa! Şüphesiz seni kabz edecek ve kendime yükselteceğim. [7], Göktekinin sizi yere geçirivermeyeceğinden emin mi oldunuz [8], Fakat Allah Onu (İsa yı) kendisine yükseltmiştir. [9], Rahman, Arş a istiva etmiştir. [10]

İbn Teymiyye, Rabbimiz, gecenin üçte biri kaldığında (keyfiyeti bize meçhul bir halde) her gece dünya semasına inerek buyurur ki Bana kim dua eder ki, duasına icabet edeyim. Kim bir şey ister ki, ona dilediğini vereyim. Kim de affını talep eder ki, onu mağfiret edeyim. [11] mealindeki hadisin de açık bir şekilde Cenab-ı Hakk ın semada bulunduğunu ifade ettiğini söyler.[12]

Selefi salihinden hiç kimsenin Allah Teala nın semada olduğuna itiraz etmediğini, ne Kur an-ı Kerim, ne Sünnet, ne sahabe, ne tabiun ve ne de sonraki dönemlerde yaşayan müçtehit imamların bu gerçeğe aykırı direkt ya da dolaylı tek bir ifadelerinin olmadığını söyleyen İbn Teymiyye, onların Allah Teala nın (mekansal olarak) semada, arşta ve her yerde olduğunu kabul ettiklerini iddia eder.[13]

Selefin Allah Teala yı Kur an ve Sünnet in ifade ettiği şekilde vasıflandırdığını, bu noktada bir değişiklik ya da inkar içerisinde olmadıklarını, sıfatların keyfiyetini açıklama ya da onları insanların sıfatlarına benzetme yoluna da sapmadıklarını söyleyen İbn Teymiyye (te vil yoluyla) sıfatların bir kısmını inkar edenlerin Allah Teala yı hakkıyla bilemediklerini dolayısıyla da şu ayetin muhatabı olduklarını iddia eder[14]: Allah ın kadrini gereği gibi bilemediler. [15]

Allah Teala nın yüzü, eli ve gözü olduğunu iddia eden İbn Teymiyye[16] bu anlayışı, O nun insana benzetilmesi (teşbih) şeklinde telakki eden Ehl-i Sünnet kelamcılarını Cenab-ı Hakk ın ezeli sıfatlarını reddeden muattıla ile aynı görüşü benimsemekle itham eder.[17]

Allah Teala yı yaratılmışlara benzetmekten tenzih edebilmek için müteşabih ayetleri te vil eden kelamcıları Yahudilerden daha tehlikeli gören İbn Teymiyye[18] savunduğu fikirlerin sahabe, tabiun, hadis hafızları ve Ahmed b. Hanbel e ait olduğunu söyler.[19]

Müşebbihe ve mücessimeyi ehl-i zeyğ olmakla itham eden İbn Teymiyye, Allah Teala nın semada arş üzerinde oturduğunu söyleyerek Ehl-i Sünnet kelamcılarından ayrılır ve tenkit ettiği mücessime ile aynı akideyi paylaşır.

İbn Teymiyye nin Allah Teala ya isnat ettiği el ve yüz gibi uzuvların keyfiyetlerinin insanlar tarafından bilinmediklerini söylemesi, kendisini teşbihten kurtarmaz. Zira müşebbihe ekolüne müntesip olanlar da Cenab-ı Hakk a isnat ettikleri uzuvların keyfiyetlerini bilmediklerini söylemektedirler.

Müteşabih ayetleri zahiri anlamlarında tefsir eden İbn Teymiyye nin benimsediği tefsir usulünün seleften tevarüs ettiğini söylemesi de iddiadan öte bir anlam ifade etmemektedir. Zira Malik b. Enes, Mukatil b. Süleyman, Davud b. Ali el-Isfehani ve Ahmed b. Hanbel in de aralarında yer aldığı selef alimleri Allah Teala nın yaratılmışlardan hiçbir şeye benzemediğini söylemektedirler. Aşağıdaki açıklama İbn Teymiyye nin görüşlerine ittiba ettiğini söylediği selef alimlerinin teşbih noktasında ne derece tavizsiz olduklarını göstermektedir: Bir kişi Ey İblis! Ellerimle (kudretimle) yarattığıma saygı ile eğilmekten seni ne alıkoyuyordu [20] ayetini okurken elini hareket ettirse ve bu hareketiyle Allah Teala nın elinin olduğunu ima etse, o adamın elini kesmek gerekir. [21]

Selef, Allah Teala nın kudretine işaret eden el kelimesinin okunduğu sırada karinin parmaklarını oynatmasını dahi doğru kabul etmezken, Cenab-ı Hak a el, ayak gibi uzuvlar isnat eden İbn Teymiyye nin Onlarla aynı esasları kabul ettiğini söylemesi güvenilirliğini yaralamaktadır.

Müfessirler ve İbn Teymiyye

Müteşabihat ve sıfatlarla alakalı görüşünün selefe ait olduğunda ısrar eden İbn Teymiyye, okuduğu yüzden fazla tefsirin hiçbirisinde sahabenin sıfatlarla ilgili ayet ve hadisleri zahiri anlamlarının dışında bir mana ile te vil ettiklerini görmediğini söyler.[22]

İbn Teymiyye nin bu beyanı selefe ait tefsirler içerisinde en güvenilir olduğunu söylediği Taberi nin nakilleri ile çelişmektedir.[23] Nitekim Taberi, -İbn Teymiyye nin sıfatlarla alakalı ayetlerin en önemlisi olarak gördüğü- ayetü l-kürsi deki O nun -celle celalühü- kürsüsü (ilmi) bütün yerleri ve gökleri kaplayıp kuşatmıştır. [24] kısmını tefsir ederken İbn Abbas a -radiyallahu anhuma- isnat ettiği bir rivayette kürsü kelimesinin ilim olarak te vil edildiğini nakletmektedir.[25] Halbuki İbn Teymiyye kürsü kelimesini haşa- Allah Teala nın üzerinde oturduğu bir mekan olarak anlamaktadır.

Tercümanü l-Kur an diye şöhret bulan İbn Abbas ın müteşabihattan olan kürsü kelimesini, ilim olarak te vil etmesi, İbn Teymiyye nin ilk dönem müfessirleri ile alakalı genellemesinin gerçeğe aykırı olduğunu göstermektedir.

Firavun Örneği

Allah Tela nın yüce/el-Aliyy [26] olmasını mekansal olarak semada bulunmak şeklinde anlayan İbn Teymiyye, Kur an-ı Kerim de zikredilen Firavun a ait şu sözü iddiasına delil olarak kullanır: Firavun dedi ki: Ey Haman! Bana yüksek bir kule yap, belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Musa nın ilahını görürüm(!) Çünkü ben, Onun yalancı olduğuna inanıyorum. Böylece Firavun a yaptığı iş kötü gösterildi ve doğru yoldan saptırıldı. [27]

İbn Teymiyye nin ayetten Firavun un Allah Teala nın haşa- göklerde olduğunu Musa aleyhisselam-dan öğrendiği sonucunu çıkarması gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Çünkü ne ayet ne de hadislerde buna işaret eden bir kanıt vardır. Muhal farz, Musa -aleyhisselam- böyle bir şey söylemiş olsa dahi Onu yalancı olarak gören[28] Firavun un, Hz. Musa nın sözüne itimat etmesi düşünülemez. Ayrıca Firavun Musa aleyhisselam-ın sözüne göre amel etseydi öncelikli olarak Allah Teala ya iman etmiş olurdu.

Nüzul Hadisi

Allah Teala nın semada karar kıldığını savunan İbn Teymiyye nin delil olarak kullandığı nüzul hadisi hakkında Buhari Şarihi Ayni şunları söylemektedir: Bu hadis ile alakalı dört farklı kanaat oluşmuştur. Bir grup, bu hadise dayanarak Allah Teala ya yön isnat etmiş, Mu tezile bu bapta rivayet edilen hadisleri inkar etmiş, başka bir grup tahrif sayılabilecek ölçüde te villerde bulunmuş, meşhur dört mezhep imamının da aralarında yer aldığı cumhur ise hadisi kabul etmekle beraber şerh ederken Cenab-ı Hakk ı kullara benzemekten tenzih etmiştir.

Ehl-i Sünnet kelamcıları Allah Teala yı, yüksek bir yerden daha alçak bir yere intikal etmek [29] anlamına gelen nüzul kelimesinin zahiri anlamıyla ilişkilendirmekten sakınmışlardır. Zira hareket, durmak ve intikal gibi fiiller bir yerden ayrılıp başka bir yerde bulunmak anlamına gelir.[30] İnsanlarda görülen ve bir yerde olunduğu bir anda başka bir yerde olamamayı gerektiren bu durumların Cenab-ı Hakk a isnat edilmesi Kur an ve Sünnet e aykırıdır. Zira ayetler Onun insanlara benzemesini açıkça nefyetmiştir: Onun benzeri hiçbir şey yoktur. [31], Allah Samed dir.(Her şey Ona muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir.) [32] Buna göre nüzul kelimesine zahir anlamı verildiğinde hadis, Kur an-ı Kerim le çelişecektir. Sahih bir hadis için böyle bir durum söz konusu olmayacağına göre nüzul kelimesi mecaz anlam çerçevesinde anlaşılmalıdır.

Şarih Ayni, nüzul kelimesinin zahir ve mecaz olarak 5 farklı anlamının olduğunu, Kur an-ı Kerim ve Arap dilinde hepsinin de kullanıldığını ancak hadis bağlamında düşünüldüğünde en uygun anlamın Allah Teala nın rahmetini kullarına yöneltmesi [33] şeklinde olacağını söylemektedir.[34]

Ayrıca hadisin zahir anlamda anlaşılması coğrafi gerçeklerle de çelişmektedir. Çünkü bir bölgede zaman, gecenin son üçte birine ulaştığında başka bir yerde gündüz vaktidir. Bütün yeryüzü için düşünüldüğünde gecenin son üçte birleri 24 saati kaplamaktadır. Bu durumda, istiva ve semada bulunma kelimelerini zahir anlamlarında kabul eden İbn Teymiyye nin, Allah Teala ya hangi zamanı tahsis ettiği problemi ortaya çıkmaktadır. Ayet ve hadislerde bir tahsis söz konusu olmadığına göre, bunu yapacak kişi İbn Teymiyye olacaktır. Sınırlı kudrete sahip olan insanın, Allah Teala yı belli bir zamanla sınırlaması, sınırsız gücün üzerinde tasarruf iddia etmesi anlamına gelecektir. Bu ise, tevhit akidesi açısından bakıldığında tehlikeli bir durumdur.

Mecaz ve Hakikat Telakkisi

İbn Teymiyye, müteşabihatı mecazi anlamlarıyla tefsir eden Ehl-i Sünnet kelamcılarını sert bir üslupla tenkit etmesine rağmen, Kur an-ı Kerim ve hadislerde adı geçen cennet nimetlerinin tamamını mecazi kabul eder.

Sadece ben yaparsam olur. anlayışının hakim olduğu bu yaklaşımı daha yakın bir planda anlayabilmek için İbn Teymiyye nin mecaz ile alakalı ifadelerine göz gezdirmek gerekir: İbn Abbas radiyallahu anhuma Cennette olan nimetlerin dünyada sadece adlarının olduğunu söylemektedir. Allah Teala cennette şarap, süt, su, ipek, altın, gümüş ve diğer nimetlerin olacağını haber vermektedir. Bunların, dünyadaki karşılıkları ile bir takım benzerlikleri olmakla beraber büyük farklılıkları da vardır. Nitekim cennette kendilerine nimet verilenler Bu tıpkı daha önce dünyada iken bize verilen rızık gibidir dediklerinde Bu rızık onlara dünyadakine benzer olarak verilmiştir. [35] denilecektir. Cennet nimetleri dünyadakilere benzeseler de onların aynıları değillerdir. Tıpkı belli açılardan bazı unsurlar birbirlerini çağrıştırdıkları gibi bazı nimetlerin isimleri de birbirlerine benzemektedirler. [36]

Sonraki dönem alimleri tarafından kaleme alınan tefsirlere bakıldığında Cenab-ı Hakk ın zat ve sıfatlarından bahseden ayetlerin mecazi anlamları çerçevesinde anlaşıldıkları görülmektedir. Buna göre istiva kelimesine kurulmak, galebe çalmak, güç sahibi olmak, vech e zat, el e güç, kuvvet, gelmeye Allah Teala nın emrinin gelmesi, semada/üstte olmaya derece ve mekan itibariyle yüksekte bulunmak gibi anlamlar verilmiştir.

Mecaz, Kur an-ı Kerim in anlaşılmasında o derece önemsenmiştir ki ulema, Eğer mecaz, Kur an-ı Kerimden gitmiş olsaydı, Onun güzellik ve i cazının yarısı da kaybolurdu. demiştir.[37]

Sıfatlar ve müteşabihatın, zahiri anlamları çerçevesinde anlaşılmalarında ısrar eden İbn Teymiyye, aksi bir anlama usulüne (mecazi) dair ne sahabe ne de tabiundan nakledilen bir rivayet olmadığını, akılla bu işi yapmaya kalkışmanın ise onu, nasslar üzerinde bir otorite olarak kabul etmek anlamına geleceğini söyler.[38]

Müteşabihatı mecazi manada anlamayı aklın nasslar üzerinde hakimiyet kurması olarak algılayan İbn Teymiyye, cennet nimetlerini kıymetlendirme babında İbn Abbas tan yaptığı rivayeti ise aklıyla Ahiret Hayatı nın belli bir konusuna tahsis etmekten geri durmaz. Halbuki Allah Teala nın sıfatları, cennet nimetleri gibi semiyyat bahsine dahildirler, dolayısıyla her ikisi de aynı usul çerçevesinde anlaşılmalıdırlar. Ayrıca sahabe, sıfatlar hususunda sessiz kalmış, müteşabihata mecazi mana verilmeyeceğine dair de bir kanaat belirtmemiştir. Onlar müteşabih ayetlerin anlamlarını Allah Teala ya havale etmişlerdir. İbn Teymiyye gibi müteşabihatı zahir anlamlarında alıp Cenab-ı Hakk a cihet isnat etme yoluna sapmamışlardır.

Tefvîz Ve Tevil Sistemi

Selef, Şari nin kelamından neyi kastettiğinin kullara gizli olması anlamına gelen müteşabihat ı anlarken iman ve tasdikle yetinmeyi yeterli görmüş, keyfiyeti beyan etmekten uzak durmuştur.[39] Nitekim İmam Malik kendisine Rahman, Arş a istiva etmiştir. [40] ayetindeki isteva kelimesinin tefsirini soran kişiye, İstiva malumdur. Keyfiyeti ise bilinmemektedir. Bu konuda soru sormak bidattır. Zannederim ki sen kötü niyetli bir adamsın. dedikten sonra çevresindekilere Onu yanımdan çıkarın [41] diye emretmiştir. İmam Malik, mücessime meşrebinden olduğunu düşündüğü kişiye istiva kelimesinin Arap dilinde hangi anlamlara geldiğinin bilindiğini, fakat Allah Teala nın ayetten neyi kastettiğinin meçhul olduğunu, bu noktada sorular sormanın ise sapık akidelere bilgi toplama anlamına geleceğini ihsas etmiştir.

İmam Malik örneğinde de görüldüğü gibi selef, müteşabih ayetlerin manalarını Allah Teala ya havale etmek anlamına gelen tefvîz usulünü kullanmıştır.[42] Bunu yaparken ayetlere, insanın uzuv ve hareketlerinin karşılığı olan zahir anlamları vermekten şiddetle kaçınmışlardır. Onlar, yaşadıkları dönemin fikri ve itikadi yapısı gereği müteşabih ayetlerle alakalı derin tefsirlere de girmemişlerdir.

Farklı ideoloji ve meşreplerin ortaya attığı şüpheler karşısında müslümanların müstakim kalabilmeleri için sonraki dönem alimleri sıfatlar ve müteşabihat ile alakalı rivayetleri Arap dili ve edebiyatının müsaade ettiği anlam ve kurallar çerçevesinde te vil ederek murad-ı ilahiyi ortaya çıkarmaya çalışmışlardır. Onların yaşanan fikri tartışmalar ve İslam a yöneltilen eleştiriler karşısında böyle bir yolu benimsemeleri zorunluluk arz etmiştir.

İmamu l-Haremeyn, meslekleri her ne kadar farklı görünse de selef ve halef alimlerinin tefvîz ve te vil sistemlerinin, Allah Teala yı tenzih etmeleri ve yaratılmışlara benzetmemeleri itibariyle aynı olduklarını söylemektedir.[43]

Tefvîz ve te vil mesleklerinin her ikisini de reddeden, buna mukabil müteşabihatı zahiri anlamları çerçevesinde anlayan İbn Teymiyye, sözde selefe hakikatte ise mücessimeye yakın durmaktadır. Onun, cennet nimetlerini mecazi , müteşabihatı ise zahiri manalarıyla tefsir etmesi kendi anlayış usulü açısından bakıldığında çelişkilerle doludur. İddiasını desteklemek için kullandığı Kur ani deliller ise selef tarafından tefvîz halef tarafından te vil sistemiyle anlaşılmıştır.

Teşbihin Tanıkları

İbn Teymiyye nin, tecsim akidesini zaman zaman konuşmalarına taşıdığı, minber ve kürsülerde savunduğu bilinmektedir. Çağının tanıklarından İbn Battuta, Ebu Hayyan ve İbn Cehbel in şahadetleri bu noktada önem arz etmektedir.

İbn Battuta nın seyahat ettiği ülkelerdeki gözlem ve hatıralarını anlattığı Tuhfetu n-nuzzar fî ğaraibi l-emsar adlı eseri, İbn Teymiyye ve Onun tecsim akidesi ile alakalı ilginç bilgiler vermektedir:

Dımaşk şehrinde çeşitli konularda konuşan fakat aklından zoru olduğu anlaşılan Hanbeli fakihlerinin ileri gelenlerinden Takıyyuddin İbn Teymiyye adında biri vardı. Halka vaaz verir, insanlarda Ona karşı ileri derecede saygı gösterirlerdi.

İbn Teymiyye, yaptığı bir konuşmadan dolayı fakihlerin tepkisini çekmişti. el-Meliku n-Nasır ın huzuruna çıkarılıp, kadılar tarafından sorgulandı ve hapse atıldı. Yıllarca hapiste kaldı. Bu müddet içerisinde 40 ciltten oluşan ve adını el-Bahru l-muhit koyduğu bir tefsir kaleme aldı. Annesinin ricası üzerine sultan Onu serbest bıraktı.

İbn Teymiyye, Dımaşk de bulunduğum sırada önceden- tutuklanmasına sebep olan ifadeleri tekrar etti: Cuma günü cemaat olarak hazır bulunduğum camide, insanlara vaaz ve nasihatta bulunurken minberin merdiveninden bir basamak aşağıya inerek muhakkak ki Allah Teala benim buradan indiğim gibi dünya semasına inmektedir. şeklinde bir cümle sarfetti. Maliki fakihi İbn Zehra söylediklerine karşı çıktı. Cemaatte ayağa kalkıp sarığı başından düşünceye kadar ona dayak attı. Neticede bir daha tutuklandı ve hapsedildiği kalede ölünceye kadar tutuklu kaldı.[44]

İbn Teymiyye yi ta dil eden biyografi yazarlarının reddettiği bu ifadeyi, farklı vurgularla müfessir Ebu Hayyan el-Bahru l-Muhît ve en-Nehru l-mâd adlı tefsirlerinde nakletmektedir. Ebu Hayyan bir çok yerde Onun tecsimi çağrıştıran ifadelerini tenkit etmektedir. Ne var ki elimizdeki matbu nüshalarda bu tenkitlerin bir çoğundan tek bir harf bulmak mümkün değildir. Çünkü baskı sürecinde her iki eserden de İbn Teymiyye nin tecsimle alakalı görüşleri çıkartılmıştır. İbn Teymiyye nin açıkça Allah Tealaya cisim isnat ettiğini söyleyen Zahid Kevseri[45] bu noktada şunları söylemektedir: Ebu Hayyan, O nun kürsüsü bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. [46] ayetini tefsir ederken muasırı olan İbn Teymiyye nin Kitabu l-Arş adlı -kendi el yazısıyla kaleme aldığı- eserinde şu ifadeleri okuduğunu nakletmektedir: Allah Teala kürsüde oturmaktadır. Yanı başında boşalttığı yerde ise Onunla birlikte Hz. Peygamber oturmaktadır. Elyazması nüshalarda var olan bu ifadeler kitabın musahhihi tarafından matbu nüshalara alınmamıştır. Musahhih, Kevseri ye, din düşmanlarının hadiseden nemalanmamaları için böyle bir tercihte bulunduğunu söylemiştir. [47]

Ebu Hayyan el-Bahru l-Muhît in muhtasarı olan en-Nehru l-mâd adlı tefsirinde de İbn Teymiyye nin tecsimle alakalı görüşlerini tenkit etmektedir. Kitabı tahkik eden Bûran ed-Dannavî ve Hidyan ed-Dannâvî İbn Teymiyye ye isnat edilen tecsimle alakalı bölümü tefsirden çıkartmışlardır.[48]

İmam es-Sübki (v. 756) es-Seyfu s-sakîl fî r-reddi alâ İbn-i zefîl adlı eserinde, Ebû Hayyan ın belli bir dönem kendisinden övgüyle bahsettiği İbn Teymiyye yi Kitabu l-Arş adlı eserini okuduktan sonra ölünceye kadar lanetlediğini yazmaktadır.[49]

Şafii ulemasından Şihabuddin İbn Cehbel de İbn Teymiyye nin tecsimle alakalı görüşlerini reddeden bir risale kaleme almıştır.[50] İbn Cehbel eserinin sonunda İbn Teymiyye nin sapıklık ve inadının derecelerini açıklamak için tahrif ve fesadından kaynaklanan açıklamalarını bekliyoruz. [51] demesine rağmen İbn Teymiyye Onun bu meydan okumasına cevap ver(e)memiştir.

Teşbihin Anlamı

Bir varlık için oturdu-kalktı, indi-çıktı, geldi-gitti gibi fiilleri kullanmak onu bir cisim olarak kabul etmek anlamına gelmektedir. Çünkü bu fiiller bir halden başka bir hale intikali gerektirmektedirler. Bu durum, varlıkların zât ve fiillerinin hâdis oldukları anlamında da gelir. Zira intikalden önce yoktu, sonra oldu. Hâdis olan varlıklar için söz konusu olan bu durumu yaratılmışlara benzemeyen Cenab-ı Hakk için geçerli kabul etmek açıkça Onu yarattıklarına benzetmek (teşbih) anlamına gelmektedir. Vacibu l-vucud olan Cenab-ı Hakk, hâdis olan varlıklar için geçerli olan bu sıfatlardan münezzehtir. Çünkü varlık itibariyle farklılık arz eden şeylerin sıfatları da farklılık arz etmektedir. Nitekim alim ve cahil sıfatları insanlar için geçerli iken farklı bir varlık olan taş için geçerli değildir. Taş için alim ya da cahil denmez. Çünkü taşın kabiliyeti bu sıfatları kabul etmez. Aynı şekilde eve işiten ya da sağır , yeryüzüne konuşan ya da dilsiz , semaya da evli ya da dul denmez.

İbn Teymiyye nin iddia ettiği gibi, Allah Teala arş ya da sema da gerçekten duruyorsa bu durumda, bu ikisini yaratmadan önce nerede ikamet ediyordu ! problemi ortaya çıkmaktadır. Bu problem ise beraberinde hâdis varlıkların özelliği olan intikal sorununu getirecektir.

Ayrıca Cenab-ı Hakk ın sema ile münasebetinden bahseden ayetler, Onun mekansal olarak her şeyin üzerinde olduğu anlamında anlaşılırsa bu durumda verilen manalar, Halbuki O Allah göklerde ve yerdedir. [52] ayeti ile çelişecektir. Çünkü yer, göklerin altındadır. Bu durumda mekansal üstünlük ortadan kalkacaktır. O nun her iki yerde de bulunması kabul edilirse, üst e üst alt a da alt denmesinin bir anlamı kalmayacaktır. Çünkü üst, alta, altta üste nisbetle bu isimleri almıştır.

Sonuç

İslam düşünce tarihinde hakkında en çok söz söylenen isimlerden birisi olan Harranlı İbn Teymiyye, Eşariler başta olmak üzere Ehl-i Sünnet hassasiyetine sahip kelamcılara sert eleştireler de bulunmuş, ulemanın hazır bulunduğu muhakemelerde sorgulanıp teşbih akidesinden ve icmaya aykırı fetvalarından dolayı defaatle cezalandırılmıştır.

Müteşabihatı tefsir ederken ayetlere zahiri anlamlarını veren, semada yerleşme, bir yere oturma, hareket etme gibi insanlara ait fiilleri Allah Teala ya isnat eden İbn Teymiyye, Sünnet ve Cemaat Akidesini benimseyen alimler tarafından tenkit edilmiş, görüşleri hakkında çok sayıda reddiye kaleme alınmıştır.

Geçmişte Takıyyudin es-Subki, İbn Cehbel, İbn Hacer el-Heytemi, İmam Şa rani, yakın dönemde Zahid Kevseri, Yusuf en-Nebhani, günümüzde ise Muhammed Ebu Zehre ve Said Ramazan el-Buti gibi muhakkik alimler tarafından tenkit edilen İbn Teymiyye, uzun bir aradan sonra Muhammed b. Abdulvahhab ın faliyetleri ile tekrar ön plana çıkmış, günümüzde ise selefiyye adı altında İslam coğrafyasında etkin bir konuma gelmiştir.

Muhakkak ki her şeyin en doğrusunu bilen Allah Teala dır.

————————————————————

[1] Kur an, Bakara(2): 255.

[2] Kur an, İhlas(112): 1-4.

[3] Ebu l-Abbas Takiyyuddin b. Abdilhalim İbn Teymiyye, er-Risaletü t-Tedmüriyye, Kahire, 1954, s. 7.

[4] İbn Teymiyye, et-Tedmüriyye, s. 7.

[5] İbn Teymiyye, el-Akidetu l-Hameviyyetü l-Kübra, Kahire, 1952, s. 249.

[6] Kur an, Fatır(35): 10.

[7] Kur an, Al-i İmaran(3): 55.

[8] Kur an, Mülk(67): 16.

[9] Kur an, Nisa(4): 158.

[10] Kur an, Taha(20): 5.

[11] Buhari, Teheccüd 14, 1145, Müslim, 1769, Ebu Davud, 4733; Tirmizi, 446.

[12] İbn Teymiyye, Mecmu u l-Fetava, Beyrut, ty., V, 416.

[13] İbn Teymiyye, el-Akidetu l-Hameviyyetü l-Kübra, 419.

[14] İbn Teymiyye, et-Tefsiru l-Kebir, Beyrut, ty., I, 270.

[15] Kur an, Zümer(39): 67.

[16] İbn Teymiyye, el-Fetava l-Kübra, Beyrut, 2002, VI, 656.

[17] Saib Abdulhamid, İbn Teymiyye Hayatuhu ve Akaiduhu, Beyrut, ty., s. 120.

[18] İbn Teymiyye, el-Fetava l-Kübra, VI, 647.

[19] İbn Teymiyye, el-Fetava l-Kübra, VI, 655.

[20] Kur an, Sad, (38): 75.

[21] Muhammed b. Abdilkerim eş-Şehristani, el-Milel ve n-Nihal, Beyrut, 1992, I, 92.

[22] Abdulhamid, a.g.e., s. 121.

[23] İbn Teymiyye ye Kur an ve Sünnet e uygun tefsirlerin hangileri olduğu sorulduğunda sağlam rivayet zinciriyle selefin sözlerini nakleden, içerisinde bidat olmayan Mukatil b. Bekir ve Kelbi gibi itham edilen şahısların rivayetlerine de yer vermeyen, en sahih tefsir İbn Cerir et-Taberi nin Camiu l-Beyan fi Te vili l-Kur an adlı esiridir. Demektedir. Bkz. İbn Teymiyye, Mukaddime fi Usuli t-Tefsir, Beyrut, 1997, s. 110.

[24] Kur an, Bakara(2): 255.

[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Camiu l-Beyan fi Te vili l-Kur an, Beyrut, 2005, III, 11.

[26] Kur an, Bakara(2): 255.

[27] Kur an, Mü min(40): 36-37.

[28] Kur an, Mü min(40): 37.

[29] Muhammed b. Ömer ez-Zemahşeri, Esasü l-Belağa, Beyrut, 1998, s. 822.

[30] Bedruddin Ahmed el-Ayni, Umdetü l-Kari, Beyrut, Beyrut, 2001, VII, 291.

[31] Kur an, Şura(42): 11.

[32] Kur an, İhlas(112): 2.

[33] Ayni, a.g.e., VII, 291.

[34] Nüzul kelimesinin anlamları: Gökten tertemiz bir su indirdik. (Kur an, Furkan(25): 48) ayetinde intikal, Onu Cebrail indirmiştir. (Kur an, Şuara(26): 193) ayetinde bildirmek, Allah ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim. (Kur an, En am(6): 93) ayetinde söz söylemek, falanca üstün ahlakla dünyasına yöneldi. ifadesinde bir şeye yönelmek/yöneltmek, falanca oğulları başımıza geçinceye kadar hayır ve adalet üzere idik. cümlesinde idare etmek anlamında kullanılmaktadır. Dilciler tarafında bilinen bu anlamlar içerisinde Cenab-ı Hakk ın zat ve sıfatlarına en uygun olanı rahmetini kullarına yöneltmesidir. Bkz. Ayni, a.g.e., VII, 291.

[35] Kur an, Bakara(2): 25.

[36] İbn Teymiyye, el-İklil fi l-Müteşabih ve t-Te vil, Kahire, 1367, s. 12.

[37] Halit Abdurrahman el-Ak, Usulu t-tefsir ve Kavaiduhu, Beyrut, 2003, s. 287.

[38] Muhammed Ebu Zehre, İbn-u Teymiyye, Kahire, 2000, s. 218.

[39] İmam Malik in sözü için bkz. Ebubekir Ahmed b. Huseyn el-Beyhaki, Kitabu l-Esma-i ve s-Sıfat, (ta lik. ve tahk. Muhammed Zahid Kevseri), Kahire, t.y., s. 298.

[40] Kur an, Taha(20): 5.

[41] Muhammed Abdulazim ez-Zürkani, Menahilu l-İrfan, Beyrut, 2001, II, 231.

[42] Bu yüzden onlara mufevvida denir.

[43] Kevseri, el-Esma ve s-Sıfat, (d. not: 1), s. 377.

[44] Muhammed b. Abdillah b. Muhammed İbn Battuta, Tuhfetu n-Nuzzar fî Ğaraibi l-Emsar (Rıhlet-u İbn Battuta), Beyrut, 2004, s. 88.

[45] Kevseri, el-Esma ve s-Sıfat, (d. not: 2), s. 286.

[46] Kur an, Bakara(2): 255.

[47] Muhammed Zahid el-Kevseri, es-Seyfu s-Sakîl fî r-Rreddi alâ İbn-i Zefîl, (el-Akidet-u ve ilm l-kelam min a mali l-imam Muhammed Zahid el-Kevseri içerisinde), (d. not: 1), Beyrut, 2004.

[48] Bkz. Abdulhamid, a.g.e., (d. not: 1), s. 125.

[49] Takıyyuddin es-Sübki, a.g.e., s. 477-478.

[50] Bkz. Tacüddin Abdulvahhab b. Ali es-Subki, Tabakatu ş-Şafiiyyeti l-Kübra, t.y., IX, 35-91.

[51] Tacüddin es-Sübki, a.g.e., IX, 91.

[52] Kur an, En am(60): 3.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu