Ali Eren

İbn-i Arabî Hz. ve Vahdet-i Vücud meselesi

Geçen haftaki yazımda Muhyiddin ibn-i Arabî Hz. lehinde kullandığım cümlelerden dolayı bazı okuyucularımız haklı olarak soruyorlar:

Yazılarınızda ehl- sünneti dillendiriyorsunuz. Fakat, İbn-i Arabî’nin eserlerinde vahdet-i vücudculuk var. Ve bu îtikad ehl-i sünnete zıt. Bu durumda siz niçin onun hakkında iyi ifadeler kullanıyorsunuz?

Doğru… Vahdet-i vücudcular “Lâ mevcûde illallah” derler. Bu, Allah’tan başka varlık yoktur. Ne varsa Allah’tır. Var olan her şey Allah’ın bir parçasıdır demektir. Bu îtikad elbette ki ehl-i sünnete zıttır.

Ve, Vahdet-i vücud meselesinin kaynağı, Muhyiddin-i Arabî Hz.nin Füsûsu’l-Hikem isimli eseridir. Ancak, bu zat, daha sonra o îtikaddan dönmüştür. Nitekim Füsus’tan sonra “Fütûhât-ı Mekkiyye”yi yazmış ve bunun 4. cildinde vahdet-i vücud îtikadından döndüğünü açıkça ifade etmiştir. Ancak, işlerine gelmediği için vahdet-i vücudcular bunu söylemezler.

Büyük âlimlerden Abdülvehhâb Şârânî Hazretleri, “Elyevâkît vel Cevâhîr” isimli eserinde onun vahdet-i vücud îtikadından döndüğünü delilleriyle isbat etmektedir. Hatta bunu isbattan başka, bu inancın yok olması için gayret göstermiş, netice olarak da kendisinden sonra Arabistan’da vahdet-i vücudculuk cereyanı tamamen sönmüştür.

İbn-i Arabî’yi bu hususta müdafaa eden sadece İmam Şârânî değildir. İmam Süyûtî de “Tenbîhül Gabî” isimli eserinde, Muhyiddin-i Arabî Hz.nin büyüklüğünü vesikalarla ispat etmektedir.

Enderun Yayınevi tarafından basılan Ebussud Efendi Fetvaları isimli eserin 968. fetvasında, Esussud Efendi de böyle zatların aleyhinde konuşmanın câiz olmayacağını söylemektedir.

İbn-i Arabî Hz. keramet  olarak nice hadiseleri önceden haber veren bir zattır.  Arabistan’da vehhâbîlerin türeyeceğini ve yollarının bozuk olacağını haber verdiği için, vehhâbîler kendisini hiç sevmez ve hakkında çirkin sözler söylerler.

İbn-i Arabî Hz. Endülüs’te (İspanya’da) 1165’de  yani Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan önce doğduğu halde, daha Osmanlı Devleti kurulmadan, bu devlet hakkında “Eş-şeceretü’n- Nûmâniyye fid-devleti’l- Osmâniyye” ismiyle 70-80 sahifelik bir eser yazmıştır. Bu eser şu anda birkaç kütüphanede mevcuttur. İstanbul Millet Kütüphanesi Ali Emîrî kısmında, Bayezid Kütüphânesi’nde ve Topkapı Müzesi’nde birer nüshaları var. Ayrıca, bu eserlerin şerhleri de yapılmış. Onlar da mevcut.

Ne var ki, bunlar anlaşılması zor eserlerdir. Bilenlerin bildiği gibi, Müştak Baba’nın da aynı üslupla yazdığı şiirleri vardır. Bu şiirlerde bazı rumuzlar ve harflerle işaret ederek verdiği haberler vardır. Bunları sadece onu çözebilenler anlıyorlar. Muhyiddin-i Arabî Hz.nin eserleri de öyle.

Ama onun şöyle apaçık bir sözü var: “İnne aslaha’d-düveli ba’de’s-sahâbe, ed-devletü’l- Osmâniyye.” Diyor ki, “Sahâbeden sonraki devletlerin en güzeli/en iyisi kesin olarak, Osmanlı Devleti’dir.”

Buradaki “en güzel/ en iyi” ifadesinin, “ İslama en bağlı olan” demek olduğunu izaha lüzum olmasa gerek.

Onun bu sözü, hat olarak İstanbul Beşiktaş’taki Yıldız Câmii’nde görülebilir. Tarihçi Kadir Mısıroğlu, bu yazının fotoğrafını Hilafet isimli eserine almış…

Endülüs’te doğan İbn-i Arabî Hz. 40 yaşlarına doğru doğuya seyahat etmiş, Arabistan, Mısır, Irak, Suriye ve Anadolu’da bulunmuştur. Mekke’de bir müddet ikamet ettikten sonra Anadolu’ya gelmiş, Konya’da Selçuklu sultanları kendisine çok hürmet ve ikramda bulunmuşlardır. O bu ikramları alır, fakirlere sadaka olarak dağıtırdı. Konya’da ikameti sırasında, tasavvuf büyüklerinden Sadreddin Konevî Hz.nin annesiyle evlenmiş, ona üvey baba olmuştur. Ehl-i sünnet olan Selçuklu sultanlarının ona boşuna itibar etmediklerini düşünmeli…

Hayatının sonuna doğru Şam’a giden Muhyiddin-i Arabî Hz. 1240’da orada vefat etmiştir. Şimdi olduğu gibi, o zaman da onu lâyıkıyla bilemeyen insanlar vardı. Onun için, bazı câhiller mezarını bozup harap etmişler, kabri bilinmez bir vaziyete gelmişti.Yavuz Sultan Selim, Şam’ı aldığında onun kabrini düzeltmiş, gayet güzel bir türbe ve bitişiğine de fakirlere yardım edilen bir tekke yaptırmıştır. Selçuklular gibi, Osmanlı sultanlarının da ehl-i sünnet olduğunu hatırlayıp, hepsinin bu zata boşuna itibar etmediklerini düşünmek gerekmez mi?

Bazı kitaplarda, Muhyiddin-i Arabî Hz.nin şöyle dediği nakledilir: “Sin, Şına girdiği zaman Muhyiddin’nin kabri ortaya çıkar.” Gerçekten de öyle olmuş, Sin yani Sultan Selim, Şın’a yani Şam’a girince bu zatın kabrini ortaya çıkarıp imar ettirmiştir… Muhyiddin-i Arabî Hz’nin önceden haber verdiği bilgiler sadece bunlardan ibaret değildir… İşin özeti şu: Bizim hürmetimiz, vahdet-i vücuda inanan  değil, ondan dönen ve yukarda bazılarının ismini verdiğimiz alimlerin temize çıkardığı İbn-i Arabî Hazretleri’nedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu