Anasayfa SliderAnasayfa YazılarArşivSON EKLENENLERson-eklenenler

HÜSEYİN GÜLERCE’NİN GÖREMEDİĞİ

Hüseyin Gülerce Beyefendi’yi günlerdir dinliyorum. Bir şeyler anlatıyor… Kimileri onu hâlâ gizli fetöcülükle suçluyor, kimi kaale almıyor, kimileri de merakla dinliyor.

Fakat Fettoşî’nin kendisinde tespit ettiği bir özelliği var ki hak vermemek mümkün değil; “İşte bizim nurlu yüzümüz!”

Gerçekten de Hüseyin Bey konuşurken son derece samimi konuşuyor. Ona bakınca inandığı dışında bir şeyi asla konuşmayacak ve savunmayacak mert bir insan görüyor insan. Cemaatten ayrılmasının ardından çıktığı televizyon programlarında mütemadiyen Fettoş’un ahlâksızlıklarından, çarpıklıklarından dem vuruyor ve insanları samimiyetine inandırmaya çalışıyor. Yahut da tecrübeleriyle faydalı olmaya çalışıyor.

Hüseyin Bey pek tabii haklı olabilir. Cemaat içindeki kirli işlerden, devleti ele geçirme iblisliklerinden, neredeyse çeyrek yüzyıldır çalınan kpss ve ösym sorularından da habersiz olabilir. Anlamamış da olabilir. Kendisini mazur görebiliriz. Zaten kendisi de sık sık cemaate girme sebebinin ve kendisini coşturan olgunun “bir araya gelip diyalog, uzlaşı” fırsatı olduğunun ve imkânsızlıklar içindeyken çok arzu ettiği televizyon ve gazete imkânının “hizmet” olarak önüne çıkmasından bahsediyor. Buraya kadar güzel.

Peki, cemaatin “papalık misyonu” olarak dünyaya ilân ettiği bu oluşumun altında hiç mi bir çapanoğlu olabileceği aklına gelmedi? Diyelim ki o da diğerleri gibi bunu da anlamadı “hoşgörü, diyalog” hülyalarına daldı. Peki, o kadar sene devam eden Abant toplantılarında hiçbir yamukluk fark etmedi?

Bu sualim sadece Hüseyin Gülerce Beyefendi’ye değil elbette! “Biz aldanmıştık, inanmıştık, kafamıza saksı düşmüştü, kandırıldık” diyen cümle entelijansiyaya. Buna cemaatin içinde ve o toplantılara dâhil olmasa da, bu toplantıların içerikleri her türlü yayın ve medya ile bangır bangır ortada iken, bunlara kafa yormak bir yana, onların yayınevi ve televizyonlarında fink atan, meşhur ve meşhûre olan, “hükümet savaş ilân edene kadar da” aymayıp havada vurup tavada yiyen, cümle muhafazakâr entelijansiya için de geçerli.

En düşük seviyede bir alt yapıya sahip entelijansiyanın dahî Türk ve dünya târihini, dilini, dînini, yerli ve yabancı klasiklerini hatmetmiş olduğunu varsayarsak emekli bir kasaba vaizinin Vatikan’da Papa’nın huzûrunda ne işi olabileceği ve “papalık misyonunun bir parçası olarak emrinizdeyim” demesindeki sırrın ardına düşmemesi mümkün müdür?

Hadi diyelim ki “atın nesil” olarak dünyaya lanse edilen ve “Türkçe Olimpiyatları” ile varyete artistinden başka hiçbir hüner sergilemeyen “Türk Okullarından” kâtil bir kadro yetiştiğini de fark edemedi, peki neredeyse her gün peygamberle konuşup talimat almanın nasıl bir iblislik olduğunu da mı anlayamadı? Kendisi “Tek Türkiye yahut Şefkat Tepe” gibi filmlerin senaryolarını bizzat gördüğü ve onayından geçmeden çekilmediğini söylemesine rağmen peygamberi kamyon kasasına indirip bindirme iblisliği, bol bol kalça göbek kıvırtılan o olimpiyat salonlarına peygamberi de teşrif ettirme alçaklıkları karşısında hiç mi uyanamadı? Çok mu normal geldi bütün bunlar? Velev ki hiç kimseden kriptolu da olsa “bu okullar casusluk yuvalarıdır, bu şölenler hakîkatleri tersine çevirip, dîni sulandırmak ve yok etmek için bizzat illimunati tarafından, onun da Türkiye’deki sebatayist kapanî ve yakubîler gizli eliyle tezgâhlanıyor” bilgisine ulaşmamış olsun… Gözlerinin önündeki kanıt göremediklerinden fazla olduğu hâlde, hâlâ görememişlerse bunda üç sebep ararız. Ya “münevver, yazar” olamayacak kadar câhil, ya beş para etmez bir hâin, yahut da hepsinin farkında olduğu hâlde sırf hırs, makam ve menfaat, açgözlülük, karaktersizlik gibi kendini gerçekleştirememiş yazar-çizer sürüsü ahlâkından olmak!

Bana göre ise “hiç biri” azizler!

Esasında Hüseyin Bey’i de diğer “hükümetle beraber” aldanan, uyuyan, yatan, nemalanan, havada vurup tavada yiyen bir kısım entelijansiyayı da mazur görmek gerek. Çünkü bu millet hâk ile bâtıl ölçülerini taşıyan mîzanını elinden çıkaralı çok olmuş. Bunun içindir ki idâreciler de dâhil birçoklarının FETÖ şeytânileşmesini tanıması ve anlaması mümkün olmamıştır. Sadece Türkiye mi? Hayır neredeyse halkı Müslüman olduğu söylenen bütün ülkelerde bu ve aynı kaynaktan çıkma nice projeler deccâli bir program olarak ülkelerin üzerine karabulut gibi çöreklenmiş durumda.

Hüseyin Gülerce Beyefendi de dâhil eğer bu ülkenin Müslüman Türk entelijansiyâsının elinde bir hak-bâtıl terazisi olsaydı ne idüğü, hangi peygamber olduğu belirsiz o “İnterneyşınıl Peygamber Yol”lu sempozyumlara doluşan nice entel dantel, gazeteci, ilâhiyatçı, hukukçu-gugukçu, fıkıhçı, teflikçi, katakullicilerin neden hep “İslâm’ı asla beğenmeyenler” içinden seçildiğinin ardındaki sırrı anlayabilirdi. İslâmı kabullenememekte müttefik bunca yerli-yabancı hahamı, papazı, büyücüyü, majistiği, agnostiği toplamak “diyalog” muydu yani?

Eğer bu ülkenin Müslüman Türk entelijansiyâsının elinde bir hak-bâtıl terazisi olsaydı fettoşist felsefenin intişârı için hazırlanan, dinler bahçesi, kıçı kırık dinler köprüsü, donu düşük papalar karması itikadı, gavurları da cennetlik sayma iblisliği, cehennemin ebedîliğinin inkârı, kaderin inkârı gibi nice namussuzluğu derhal fark eder ve kalemi bir kılıç gibi kapıp topunu Abant gölünün derinliklerine gömerdi!

15 asırlık İslâm akaidini sırf müceddîdiye karşı oluşları sebebiyle küçük görenlerin “haçlı Vatikan şövalyesine” nasıl bir hizmet ettikleri de ayrı bir facia konusudur!

Bu nasıl bir körlüktür ki İslâm’ı reddetmek pahasına “ibrâhimi dinler” herzesi bütün bir entelijansiya, idareciler ve zamânın diyaneti tarafından da kabul görülüyor, hoşluk ve loşluklarla kabul ediliyor hatta “kutlu doğum haftası” iblislikleri kabul görmüş bir akaid gibi devam ediyor!

Bu nasıl bir hak-bâtıl terazisinden yoksunluktur ki Hüseyin Bey de dâhil ekser entelijansiya “dinler bahçesi” iblisliği ile mensûbu olduğu dînin –en son ve en yüce- bu hâliyle diğer tahrif edilmiş dinlerden bir üstünlüğü kalmadığını göremiyor? Nasıl oluyor da kendi dîninin esaslarından yavaş yavaş kaydığını, kaydırıldığını fark edemiyor?

En vahimi de hâlâ daha cümle entelijansiya, idâreciler ve ilâhiyat-diyânet camiasının bu “hak-bâtıl terazisi”nden mahrum olunduğunu anlayamaması! Evet biz bu teraziyi kaybedeli çok oldu!

52 senelik bu deccâlleşme teşkilâtına hâlâ sıradan bir hükümet darbesi olarak bakmak da ayrı bir körlük ve iflâs değil midir? 245 şehit ve 2195 gâzi Anadolu evlâdı ortada iken…

Hüseyin Bey’i mazur görmek lâzım çünkü hâlâ görülmüyor! Allah nizâmının hâkimiyeti yerine San Fransisko güdümlü regilionların yüceltilmesinin bu ülkeye ve coğrafyaya kandan başka bir şey getirmediği hâlâ anlaşılamıyor!

Ecdâdımızın Allah’ın irâde ve hâkimiyeti dışında hiçbir kula tapışı kabul etmediği o sistem ve akıl ne yazık ki bugün işlemiyor. Hanefî-Maturudî-Yesevî çizgisi hâlâ anlaşılabilmiş değil! 15 asırlık dîni bu inanma ve anlama modeli dışında yeniden inşâ etmek isteyen yobaz sürüleri, echel kürsüleri, ekran soytarıları bütün hızıyla ifsada devam ediyorlar!

Hacı Bektâş-ı Velî gibi, Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî gibi, Yunus Emre yahut Hz Ali gibi şahsiyetlere kendi şeytâni prensiplerini söyleterek din otoritesi hâline getirmek de başka bir fettoşiyanlık olarak devam etmektedir. Yahudiyyet ve nasrâniyet târihinin tahrif dolu nice esatiri bugün de bahsi geçen büyük insanlar üzerinden yürütülmektedir.

Evliyaları ve sahabeleri putperestlik hikâyeleri ve tapışları içine hapsederek “PEYGAMBERİ” unutturma iblisliği hâlâ görülemiyor!

Yahudi, nasrâni, Budist, sofist bilmem ne ist gibi birçok dinden derleme ritüelleri ve âdetleri yol ve din olarak kabul edip bir de üzerine “mabetler” inşâ ettirmeye kalkmak en az fettoşiyanlık kadar vahim bir cinayet, bir ölçüsüzlük değil midir?

Bahsedilen yüce kişilerin ve velilerin yoluna teslim olmak yerine onları kendine teslim alarak abuk-subuk şeyler söyletmek, din uydurmak nasıl bir cinnetse, bunların temelinde daima HAÇLI BATI-VATİKAN-TEL-AVİV-LONRDA şeytaniliğinin olduğunu görememek de apayrı bir cinnet-körlük ve deliliktir!

Her sene tekrar edilen ve bir takım siyâsi ve idarecilerin de hazır bulunduğu bu kâbil mutad iptidâî anma cümbüşlerinde bir takım târihi şahsiyetlere herkesimin kendi düşünce ve hezeyanlarını söyletme festivallerinde nedense asıl kaynak AHMED YESEVÎ olduğu zikredilmiyor. İşin en garip yanı da zikredilmediği de “görülmüyor, anlaşılmıyor, fark edilmiyor!”

Tıpkı iğrenç Fetöcü haçlı batı fırıldakları gibi bunlar da fark edilmiyor!

Neden?

Çünkü “hak-bâtıl terazisini” nicedir kaybettiğimiz için!

Bu ülke ve bütün Müslüman ülkeler, bu ülkelerin Müslümanları, Allah tarafından bizzat vazifelendirilmiş insanlığın son peygamberi Hazret-i Muhammed (S.A.V) Efendimiz tek önder kabul edilmediği sürece… Onun yoldaşları Sıddîk-i Ekber, Fârûkî Ekber, Osman-ı Zinnûreyn ve Ali Radiyallâhu Anhum Hazerâtı ve sahabeler tek ve yegâne örnek olarak alınmadığı sürece, Hanefî- Maturudî- Yesevî yolu ecdad yolu olarak tekrar inşâ edilip anlaşılmadığı sürece içimiz- dışımız mütemadiyen şeytan kaynayacak ve haçlı batı kanımızı içmek üzere peşimize düşmüş katil sürülerinden bu millet kurtulamayacaktır.

Hüseyin Bey mütemadiyen gördüklerini anlatıyor! Oysa henüz hiçbir şey görmüş değil!

Kadirşinaslıkla efendim!

Saliha Malhun / Yeni Marmara

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu