Haremeyn-i Şerifeyn’den geliyorum
16 günlük umre ziyaretinden yeni döndük. Daha önce kaç kere giderseniz gidin, insanda her gidişin ayrı bir tesiri oluyor. Bu tesir henüz üzerimizde iken siz değerli okuyucularımız için bir dua ile başlamak istiyorum:
Rabbim, gidenlere tekrar gitmek, gitmeyenlere de en kısa zamanda gitmek ve o mukaddes beldelerde hakkıyla ibadet ederek layıkıyla istifade etmek nasip etsin. AMİN.
Haremeyn-i Şerifeyn: İki şerefli ve mübarek şehir, Mekke-i Mükerreme (keremli Mekke) ile Medine-i Münevvere (Nurlu Medine) ve belli sınırlara kadar bu iki şehrin etrafı.
Gerekli hürmeti göstermek şartıyla bu şerefli mekanlarda yaşamak bir şeref olduğu gibi aynı zamanda bir de risktir. Çünkü, bu iki harem sınırları içinde yapılan ibadetlerin sevabı ne kadar fazlaysa, oralarda işlenen günahlar da o kadar fazla. İmam-ı Azam Hazretleri hacca geldiğinde, kendisine Medine’ye yerleşmesi teklif edilmiş fakat o, “Buranın hakkını verememekten korkarım” diyerek kabul etmemiş ve “Burada yaşayıp kalbim Bağdat’ta olacağına, Bağdat’ta yaşayıp buranın hasretini çekmeyi tercih ederim” demiştir.
55 defa hacceden İmam-ı Azam Hazretleri, bir defasında Kabe-i Muazzama’nın içine alınmış, orada kıldığı 2 rek’at namazda Kur’an’ı Kerim’i hatmetmiş, namazdan sonra yaptığı duada, “Sübhaneke ma abednake hakka ibadetike ya Ma’bud- Ey kendisine ibadet edilen Allahım! Sana hakkıyla ibadet edemedik” diye acziyetini dile getirmiştir.
“Medine’de Mescid-i Nebevi’de yapılan ibadetlerin sevabının, diğer yerlerde yapılan ibadetlerin 1000 misli olduğu, Mekke’de/Marem’i şerifte yapılan ibadetlerin sevabının ise 100.000 misli olduğu” hadis-i şerifle bildiriliyor. İmam-ı Azam Hazretleri bunu bildiği halde, o şerefli yerlerin hakkını koruyamama korkusundan Bağdat’ta yaşamayı tercih etmiştir.
Nice İslam büyükleri, Peygamberimiz’e hürmeten Medine dışında hayvanlarından inip, sevgili Peygamberimiz’in mübarek kabrini ziyarete yaya olarak gelmişlerdir.
İkinci Abdülhamid Han zamanında Medine tren yolu yapılırken, “Hazret-i Resulüllah gürültüden rahatsız olmasın” diye Peygamberimiz’in türbesininin yakınından geçen rayların altına keçe döşenmişti. Zira, Hz. Resulüllah’ın, bizim anlayamayacağımız bir şekilde diri olduğunu biliyor ve inanıyorlardı. Çünkü, Kuran-ı Kerim’de “Allah yolunda öldürülenlere ölülerdir demeyin. Hayır, onlar diridirler ama siz anlayamazsınız” buyuruluyor. (Bakara, 154)
Sevgili Peygamberimiz, bütün şehitlerden üstün olmak bir tarafa, bütün kainattan üstündür. Kainattaki en şerefli mekan, Peygamberimiz’in kabrinin bulunduğu yerdir. O mekan, bu şerefini kainat kendi şerefine yaratılan Peygamberimiz’den almaktadır.
Mekke-i Mükerreme, -Peygamberimiz’in kabri hariç- şehir olarak Medine-i Münevvere’den, Peygamberimiz’in mübarek naşının bulunduğu yer ise, arşdan ve Kabe’den üstündür. (Bak. Akid’in verdiği EMANET VE EHLİYET, c. 1, madde 1059)
Hac ve umrede, ibadet ve ziyaretler bu düşüncelerle yapılmalıdır. Sevgili Peygamberimiz, (s.a.v.) ve yanında bulunan Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer )r.a. efendilerimiz ziyaret edilirken, onların bizi gördüğü, okuduklarımızı duyduğu, selamlarımıza karşılık verdiği bilinmelidir. Zira, onların hayatlarıyla vefatları arasında fark yoktur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Beni vefatımdan sonra ziyaret eden, hayatımda ziyaret etmiş gibidir” buyuruyor.
Peygamberimiz’in doğup büyüdüğü, ayak bastığı, yürüdüğü, hak din uğruna nice çileler çektiği, ömrünü geçirdiği yerleri görmek, göz yaşlarıyla ziyaret etmek ne büyük saadettir.
Yeryüzündeki tavaf mahalli Kabe’i Muazzama, gökte de tam Kabe’nin hizasında Beyt-i Mamur’dur. Beyt-i Mamur’dan dik olarak inilse, tam Kabe’nin üzerine inilir. Gökte Beyt-i Mamur’u melekler, yerde de aynı hizada Kabe’yi insanlar tavaf ediyor. Gökte meleklerin yaptığının aynısını yerde ihlasla yapan insanlar, sadece melekleşmiyor, meleklerden üstün oluyor… Allah, (c.c.) bu saadeti bütün müslümanlara nasip eylesin. AMİN…