Tasavvuf

Hakk Yolcusunun Düsturları – Ahmed er-Rufai (k.s.)

‘Oğlum, bugün tasavvuf yolunda olanların çoğunu zındık olarak bulursun. Onlar tasavvufu dillerinde, kalemlerinde (mal, şöhret, itibar gibi dünyalık nimetler için) bir sermaye yapmak sevdasına kapılmış kimselerdir.

Onlar bütün bağları kırmış, güya gerçek hürriyeti elde etmiş kimselerdir. Bütün usulleri bozarak kendiliklerinden icat çıkarırlar. Onların çoğunu, işin hakiki yönünden anlamayan, bilgisiz olarak bulursunuz. Anlayışları kıttır. Çok hilekâr, kandırıcı kimselerdir. Onlar, kendilerini beğenirler. Düşünceleri karanlıktır.’ (Ahmed el-Rüfaî, Onların Âlemi, s. 265.)

“(Bir kimse) salâhiyetli dahi olsa, Allah’ın zatı ve sıfatları hakkında konuşmaktansa sükût etmesi daha faziletli bir davranıştır.” (Ahmed er-Rifâî, Hak Yolcusunun Düsturları, s. 43.)

“Tarikat, şerîatın ta kendisidir. ‘Batın, zahirin gayrıdır (yani zâhiri şartlara uymadan bâtınî ilimlere vâkıf olunur)’ diyen yalancılar, bu tarikat hırkasını kirlettiler.” (Hak Yolcusunun Düsturları, s. 46.)

“Tasavvuf ehlinin bazısının ayağını kaydıran vahdet-i vücud konusundan söz söylemekten sakın. Şathiyyata varan ölçüsüz sözlerden de sakın. Çünkü böyle ölçüsüz sözlerle küfre düşüp kâfir damgasını yemek, günahla perdelenmekten daha beterdir.” (Hak Yolcusunun Düsturları, s. 50.)

“Bu alemde çok kere, yalancıların etrafında toplanılır. Doğrular yalnız bırakılır. Ekabirlerin çevresinde takunya sesleri çoğalır. İnsanlar, kendi halindeki namuslu kişilerden uzaklaşır. Bütün bunlara hayret etme. Çünkü nefs; süslü-müzeyyen kubbelerden, nakışlı kabirlerden ve geniş dergâhlardan hoşlanır. Büyük sarıklı, geniş yenli, etrafı kalabalık şeyhlerle ülfetten hazzeder.” (Hak Yolcusunun Düsturları, s. 72.)

“Bugün halk, sihrî ve kimyevî birtakım hüner sahiplerine (hileyle kerametfüruşluk taslayanlara) alâka gösteriyor. Vahdet-i vücudçuların, mantık dışı ve anlaşılmaz (parlak ve yaldızlı) bazı sözler sarfedenlerin ve harikuladelik iddialarında bulunanların peşinden gidiyor. Sakın ha! Böylelerinden katiyetle uzak dur. Zira hiç şüphe yok ki, onlar, kendilerine tâbi olanları cehenneme götürür, Allah’ın gazabına maruz bırakır. Çeşitli marifet ve şaklabanlıklarla (gözboyamacılıkla) avamın alâkasını çekerek onları kendilerine bend eden bu taife, Allah’ın dinine bid’atler de sokuyorlar. Öyle ki, kendilerini gördüğün zaman, ilk bakışta, insanları Allah yoluna davet edenlerin büyükleri ve ileri gelenleri sanırsın….” (Hak Yolcusunun Düsturları, s. 74.)

“… Bu mübalağacılar, şeyh-mürşidlerinin masumluğuna yani günah işlemekten münezzeh olduğuna inanırlar. Yalnız Allah’ın tasarrufu altında bulunan birçok işleri şeyhlerinin vuku buldurduğunu ve istediği birçok şeyleri yapabildiğini iddia ederler. Onun, Allah ile kendileri arasında işleri yürüttüğünü söylerler. Sakın, sen bu zihniyette olma. Bu ölçüsüz kişiler gibi hareket etme. Zira şurası muhakkaktır ki, Allah gayûrdur, ziyadesiyle gayret sahibidir. Kendi zatının hakkı olan bir hususta kulu ile arasına bir başkasının girmesine razı olmaz.” (Hak Yolcusunun Düsturları, s. 81.)

“Allah’ın Resulü buyururlar: ‘Allah’a, sanki O’nu görüyormuşcasına ibadet et. Eğer sen O’nu göremiyorsan, muhakkak ki O seni görüyor.’

“İşte (marifetullahın zirvesi olan) müşahedenin hakikati budur, başkası değildir….” (Hak Yolcusunun Düsturları, s. 90.)

“Daima hakkı söylemek de zühd alametleri cümlesindendir. Zira bir kelp-köpek gibi dünyaya haris olanlar, sahip bulundukları leşi ellerinden kaçırma endişesindedirler. Bu yüzden, hakkı söylemekten çekinirler. Batıl ehline karşı sessiz kalırlar ve onların dümen suyuna girerler.” (Hak Yolcusunun Düsturları, s. 155.)

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu