Hadis-İ Şerif’leri Çarpıtma Örnekleri
“Allah’a inandım de, sonra dosdoğru ol.” hadîsinde Nebî (s.a.v.)’ye îmândan bahsedilmediğinden yola çıkarak ve “Kalbinde hardal tanesi kadar îmân olan…” “İhlâsla la ilahe illallah diyen cennete girer.” “Kim, ‘La ilahe illallahu vahdehu la şerike leh.’ derse, cennet ona vâcib olur.” vb. gibi delîllendirmelerle Nebî (s.a.v.)’ye îmânı, gerekli görmeyen zihniyete verilecek cevap nedir?
İslâm âlimleri “ihtisar” adı verilen bu gibi kısaltmaların sebebini açıklarken ‘Kim La İlahe İllallah derse cennete girer.’ hadîsini ele almışlar ve bunu: “Kim, ‘Muhammedun Resûlullah’ kavliyle birlikte bunu derse” diye yorumlamışlardır. Ancak sadece kelime-i şehâdetin birinci bölümünü söylemekle yetinmişler ve “Bundan zaten doğal olarak bu kelime-i şehâdetin ikinci bölümü de anlaşılır.” demişlerdir. Çünkü: “Muhammedun Resûlullah kesin olarak bilinmektedir, bu itibarla ayrıca zikre gerek duyulmamıştır.” Enes (r.a)’den nakledildiğine göre Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
“«Lâ ilâhe illallâh» deyip de kalbinde bir arpa ağırlığınca hayır (yani îman) bulunan kişi Cehennem’den çıkacaktır. «Lâ ilâhe illallâh» deyip de kalbinde bir buğday ağırlığınca hayır bulunan kişi Cehennem’den çıkacaktır. «Lâ ilâhe illallâh» deyip de kalbinde bir zerre ağırlığınca hayır bulunan kişi Cehennem’den çıkacaktır.” (Buhârî, Îmân, 33)
Şerh:
Îmâm Buhârî (r.a), bu bölümde zikrettiği rivâyetlerden îmânın artıp eksildiği neticesini çıkarmaktadır. Bu görüşe katılmayanlar ise îmânın zâtında değil de sıfatlarında ve semerelerinde artıp eksilmenin olabileceğini ifade ederler.
Şu bir hakikattir ki; “Lâ ilâhe illallah” dediği halde Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e iman etmeyen kimse Cennet’e giremez. Ancak, “Lâ ilâhe illallâh” kelime-i tayyibesi “Muhammedün rasûlullâh” cümlesini de gerektirdiği ve bu iki cümleye toptan alem gibi olduğu için bu hadîs-i şerifte yalnız bu kadarıyla iktifâ edilmiştir. Yoksa Peygamber Efendimiz’in risâletini tasdik etmeksizin Cehennem’den kurtuluşun mümkün olmadığı katʻî naslarla sâbit ve mâlumdur. (Ahmed Naîm Efendi, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, I, 52)
Kur’an-ı Kerîm’de Allah ve Rasûlü dâimâ birlikte zikredilir. Misal olarak şu âyet-i kerimelere bakalım:“(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbî olunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece affedici ve merhamet sahibidir. De ki: Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmrân, 31-32)
“Kim Rasûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, (şunu bil ki) Biz seni onların üzerine gözcü göndermedik!” (en-Nisâ, 80)
Cenâb-ı Hak, ayırım yapmadan bütün peygamberlere îman etmeyi şart koşmuştur:
“Allah’ı ve peygamberlerini inkâr eden, (inanma husûsunda) Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip «Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız» diyen ve böylece iman ile küfür arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu; işte onlar gerçek kâfirlerin tâ kendileridir. Biz kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.” (en-Nisâ, 150-151)
Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Muhammed’in nefsini kudret eliyle tutan zâta yemîn ederim ki, bu ümmetten her kim -yahudî olsun, hristiyan olsun- beni işitir, sonra da bana gönderilenlere (risâletime) inanmadan ölecek olursa mutlaka Cehennem ehlinden olur.” (Müslim, İman, 240)
Kur’ân-ı Kerîm baştan sona kadar, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e îmân edip uymayı emretmiştir. Bu konuda bazı âyet-i kerîme mealleri şöyledir: “Kim Allah’a ve Resûlüne îmân etmezse şüphesiz biz, kâfirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır.” (Fetih s. 13)
“Çünkü böyle davranırsanız, Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzâb s. 71)
“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir kadın ve erkeğe o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzâb s. 36) Hz. Peygamber (s.a.v.) de Kur’ân-ı Kerîm’i açıklayarak, îmânı şu şekilde tarif etmiştir: “İmân; Allah ‘a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, âhiret gününe (yâni cennete, cehenneme, hesaba, mizana), kadere, hayrın ve şerrin Allah (c.c.)’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye inanmaktır.” (Buhâri, Müslim, Nesai)
Hz. Peygamber (s.a.v.), bu konuda bazı hadîs-i şerîflerde şöyle buyurmuştur: “Allah (c.c.)’tan başka ilah olmadığına ve benim de O’nun kulu ve Resûlü olduğuma şehadet eden, cennete girer.” (Deylemi)
“Allah (c.c.)’ın Rabb, benim de peygamber olduğuma kesin olarak inanana, cehennem haram olur.” (Hâkim) “Beni duyup da îmân etmeyen Yahûdî ve Hıristiyan (ve diğer kâfirler) elbette cehenneme girecektir.” (Hâkim) “Cennete, sadece Müslüman olan girer.” (Buhâri, Müslim) ‘La ilahe illallah’demekle kast edilen, “Şehâdeteyn”dir.
Nitekim Buhâri’nin ‘İlim’ bölümünde rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte Hz. Peygamber (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: “Herhangi bir kimse, kalbinden, gâyet doğru ve samimi olarak, Allah (c.c.)’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed (s.a.v.)’in de Allah’ın Resûlü olduğuna şahitlikte bulunursa Allah (c.c.) o kimseyi cehennem ateşine haram kılar.”
(Hak Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar, MİSVAK NEŞRİYAT, İstanbul, 2014)