Anasayfa SliderAnasayfa YazılarArşivHaydar Baş

Fetövâri bir din istismarcısı Haydar Baş’ın, bir zamanlar içlerinde bulunmuş birisinin anlatımıyla hikayesi:

Fetövâri bir din istismarcısı Haydar Baş’ın, bir zamanlar içlerinde bulunmuş birisinin anlatımıyla hikayesi:

 
Bugüne dek ülkemizde koronavirüs yüzünden hayatını kaybeden en tanınmış isim Bağımsız Türkiye Partisi lideri Haydar Baş oldu. Size, Haydar Baş’ı, cemaatini ve siyasi tarzını analiz eden bir zincir sunacağım. Bu analizleri diğer bir kısım cemaatlere de teşmil ederbilirsiniz.
Boğaziçi Üni’ne kayda geldim. Talih bu ya fotokopicide, benim gibi kayda gelmiş biriyle tanıştım ve sonrasında birlikte yürüyerek Güney Yerleşke’ye indik. Kayıt kuyruğu sırasında yanımıza iki kişi geldi. Bu arkadaşlar benim yeni tanıştığım arkadaşı önceden tanıyorlardı.
 
Tahmin edeceğiniz gibi hem benim ilk tanıştığım, hem sonradan gelen iki arkadaş Haydar Baş’ın müritleriydi. Tabi ilk başlarda anlamadım. Haydar Baş’tan hiç söz etmemişler, Allah, din, kitap vs üzerine konuşmuşlardı.
Dindar bir genç olduğumdan muhabbetleri alıcı modda dinlemiştim. İyi niyetli, temiz arkadaşlara benziyorlardı. Hem yeni girdiğiniz bir ortamda aynı kafa yapısından insanlarla tanışmak her zaman keyif verici olmuştur. Şimdi hikayeyi biraz geriye sarmam gerekiyor.
 
Haydar Baş’ın önemli müritlerinden Mehmet Çebi, İstanbul Atatürk Fen Lisesi’nde saha çalışmasına başlar. Hitabeti güçlü, özgüveni yüksek biri olan Çebi okulda öğrencilerden bazılarını cemaate devşirmeyi başarır. Çebi ilerleyen dönmlerde cemaatten ayrılacaktır.
 
Çebi altın vuruşu Selim Kotil isimli öğrenciyi Haydar Baş’a mürit olmaya ikna ederek yapar. Selim Kotil eski İstanbul belediye başkanı Aytekin Kotil’in yeğenidir. Sadece ailesi güçlü değildir Selim’in. Kendisi de gayet zeki, karizmatik, hırslı ve organizatördür.
Selim Kotil lisede öğrenci lideridir, güçlü hitabeti ve iddialı karakteriyle çok sayıda öğrenciyi Haydar Baş’a mürit yapar. İşte benim kayıt kuyruğunda tanıştığım o iki arkadaştan biri Selim Kotil’di ve Boğaziçi Üniversitesi’ndeki
Haydar Baş müritlerinin de lideriydi.
 
İstanbul Fen Lisesi, Boğaziçi’ne çok öğrenci yolladığından o dönemde üniversitede çok sayıda Haydar Baş müridi bulunuyordu. Hemen hepsi çok aktifti ve sürekli cemaatlerinin tebliğini yapıyor ve toplantılarına davet ediyorlardı.
 
Bilirsiniz cemaate yeni üyeler kazandırmak bir mürid için fazlasıyla önemli ve motive edicidir. Bunun birkaç sebebi var. Ama uzun sürer. Konuyu dağıtmayalım. Doğal olarak beni de davet ettiler. Gayet iyi niyetli arkadaşlardı, biz de iyi niyetliydik tabi, gittik davetlerine.
İlk gittiğimiz davetlerde, sohbetten sonra zikir halkası kuruldu ve biz de bu halkaya iştirak ettik. Bilmeyenler için zikirler iki çeşittir: Cehri (açıktan, yüksek sesle) ve hafi (sessiz, içinden, fısıltıyla). Bunlar Kadiri ekoldendi ve cehri zikir yapıyorlardı.
 
Sonra beni bir gün alıp Esenler civarında bir camiye götürdüler. Orada cemaatin en önemli isimlerinden Ali Gedik Hoca’yla tanıştırıldım. Hemen ardından bir katakülli ile benim cemaate katılma desturunu alacağım söylendi. İş ciddileşmişti, o an itiraz edemedim.
 
İtiraz edemedim, ama İslami altyapısı güçlü bir aileden geliyordum ve bu gibi durumlarda ne yapmam gerektiğini biliyordum. Ali Hoca bana bir şeyler okurken ben de içimden Felak ve Nas surelerini okuyordum. Yanlış bir şeyler varsa Rabb’ımdan kalkan kullanıyordum.
 
Bir cemaate ya da şeyhe bağlanmakla ilgili bir rezervim yoktu. Ama böylesine ciddi bir kararda kalben tatmin olmam, oldu bittiyle değil, düşünerek, şuurlu bir şekilde bir yola girmem gerekiyordu. Ben mürid olmamıştım, ama onlar mürid olduğumu varsaydılar.
Daha sonra birkaç davetlerine daha gittim. Rica ediyorlardı, kıramıyordum, dediğim gibi iyi çocuklardı. Nihayet bir gün Haydar Baş Boğaziçili öğrencileri kabul edecek dendi ve 30 kadar arkadaşla
Haydar Baş’ın huzuruna çıktık.
 
Herkes sırayla elini öptü. Tabi ki ben de öptüm.
 
Sonra bize bir vaaz verdi. Tabi gıyabında bu kadar yüceltilen, ihtiram gösterilen, insanların etrafında pervane olduğu bir kişiden sadre şifa bir şeyler duymak istiyor insan. Fazlasıyla sıradandı.
 
Tamam, hadi konuşmanın içeriği sıradandı. Ama manevi olarak bir iklim hissetmek, bir elektrik almak istiyor insan. O da hak getire. Hatta tavırlar, hareketler öylesine abartılı ve yapmacıktı ki, menfi yüklemelerle o toplantıdan ayrıldım. Burası benim mekanım değildi.
 
Birkaç gün sonra benimle ilgilenen arkadaşa, bu durumu kibar bir şekilde anlattım ve kavgasız gürültüsüz bir şekilde kenara çekildim. Kenara çekildim ama arkadaşlıklarım sürdü. Hatta arada sırada ısrarlara dayanamayıp zikirlerine de gidiyordum.
 
Müridleriyle irtibatımı koparmadım ve bu bana sürekli Haydar Baş ve ekolünün nabzını yakalama ve teolojik kodlarını çözme fırsatı verdi. Şimdi bu zincirin asıl can alıcı kısımlarına geliyoruz.
 
Anektodlar üzerinden analizleri sıralayalım.
 
Haydar Baş’ın müridleri onun Gavs-ul Azam olduğunu söylüyorlardı. Gavs-ul Azam yeryüzündeki tüm velilerin lideri ve kainatın manevi sorumlusu, temsilcisi demek. Bu size bir şeyler çağrıştırıyor mu?
 
Buyurun kravatlı Gavs-ul Azam’ımız
 
Bir keresinde sohbetlerinden birinde Selim Kotil diğer müritlere avazı çıktığı kadar bağırıyordu: “Kendinize gelin, ne yaptığınızı sanıyorsunuz. Şu yeryüzünde Gavs-ul Azam trafik kazası geçiriyorsa bu bizim lakaydiliğimizdendir.” HB’ın kaza geçirdiğini de böyle öğrenmiştim.
Bir keresinde Baş’ın müridi olan bir arkadaşımla belediye otobüsünde ayaktayız. Onun yanındaki yolcu kalktı, o da kalkanın yerine oturdu. Sonra bana kinayeli kinayeli bakarak “Gördün mü bak hocam bana koltuk ayarladı” dedi. Buyurun şirke. Bu görüş tarikatlerin bir kısmında var
 
Yine bir gün bir arkadaşım yanıma geldi. Suratında oldukça üstenci ve ciddi bir ifade var. Birden fırçalamaya başladı: “Sen ne yaptığını sanıyorsun, hocamı artık o kadar tanıdın, hala niye biat etmiyorsun” dedi. Ben de öfkelendim ve gereken tepkiyi gösterdp yanından uzaklaştım
 
Fakat bu hal değişimine anlam verememiştim. Sonradan öğrendim ki cemaat kendisini Anadolu yakası öğrenci sorumlusu yapmış. 20 yaşında bir delikanlıya cemaat aidiyeti ve motivasyon için bu türden büyük unvanlar verirseniz psikolojisini böyle zedelersiniz.
 
Cemaat içinde abiler ve üsttekiler için inanılmaz abartılı iltifatlar/efsaneler bulunurdu. İki genç bir abiden bahsediyorlar, bir tanesi kekelemeye başladı. Türkçe’de o abisini tanımlayacak kelime bulamıyor. Ben bahsettiği ismi tanıyorum. Gayet sıradan senin benim gibi biri.
 
Haydar Baş’ın politikaya bitmek tükenmek bilmeyen bir hırsla yüklendi. MSP macerasından sonra Çiller’e yanaştı, sonra Demokrat Parti’ye. Baktı olmuyor sonunda parti kurdu. Sorsan adam Gavs-ul Azam, tüm kainat onun kontrolünde, ama mv olacam diye yırtınıyor.
Garip değil mi?
 
2001 yılında Bağımsız Türkiye Partisi’ni kuran Haydar Baş, 2002 genel seçimlerine katılır ve % 0,48 oranında oy alır. Dışarıdan bakan biri olarak alınan oy oranının beklediğimden çok yüksek olduğunu söyleyebilirim. Ama müritleri için şok etkisi yaratacak kadar azdı.
 
Yaklaşık 157 bin kişiden oy almışlardı. Sosyolojik açıdan baktığımızda oldukça büyük bir yekün. Oysa müritleri seçimden önce Haydar Baş’ın çok rahat başbakan olacağını söylüyorlardı. Kendi içlerinde dönen kapalı bir gruptular ve seçim anketlerini bile bu gruplarda yaptılar.
 
Bir arkadaşım seçimden önce % 80 oy alacaklarını iddia eden Baş’ın müritlerinden biriyle 2.000 dolarına iddiaya girmiş. Ne kadar gerçeklerden kopuklar, anlayın. Arkadaşıma dedim ki: Be akılsız, % 80 değil, % 8’e iddiaya girseydin. 2 bin yerine de 20 bin deseydin ya.
 
Siyasete girerken dünyayı kurtaracağını ima eden Haydar Baş’ın bu yönelimi cemaatte heyecan yaratır. Ama bu kadar düşük oy alınması müritleri hayal kırıklığına uğratır ve sorgulamalar başlar. O günden sonra bir türlü toparlayamaz, çırpınır durur Haydar Baş.
 
Haydar Baş’ın dünyaya bakış mefküresinde dramatik değişiklikler olmasını da bir oranda bu siyasi başarısızlıkların uzantısı olarak görebiliriz. Baş, önce şii söylemlerine sahip çıkar, Gadir-i Hum hadisesi üzerinden hilafetin Hz. Ali’nin hakkı olduğunu anlatır.
 
Bu yönelim ilk bakışta Alevi oylara göz kırpmak için yaşanmış bir yalpalama olarak görünebilir. Lakin Haydar Baş’ın ne kadar ucuz bedellerle ideoloji değiştirdiğini daha önce anlatmıştım. İran istihbaratı için fazla maliyetli bir iş olmamıştır. Bu da bir ihtimal bence.
 
Alevilerden bol miktarda alkış, iltifat alan Haydar Baş, bunların oylara hiç yansımadığını görünce Kemalist söylemlere yönelir. Bir Kadiri şeyhi olarak milliyetçi seküler kitlenin oylarına taliptir artık. Kemalizm güzellemeleri yapar ve hatta bu konuda bir kitap bile yazar.
 
Baş’ın Kemalizm’e çark etmesinin arkasında sadece oy kaygısı olmayabilir. Zira tekke ve zaviyeleri kapatan, dine, tarikat şeyhlerine ağır ithamları bulunan Atatürk’e bir tarikat lideri olarak güzellemeler yapmak kolay bir şey değildir. Burada başka bir ihtimal olabilir.
 
Baş ve ekibinin özellikle para pul işlerinde çokça mafyatik operasyonu vardır. Buralardan açığını yakalayan derin seküler yapılar Haydar Baş’a yeni söylemlerini dikte ettirmiş olabilirler. Nitekim 2019 senesinde bu tür bir suçtan 2 yıl 6 ay hapis cezası almıştır.
 
Haydar Baş’ın kadın tutkusu da dillere destandır. Ufak çaplı bir haremi olduğunu not düşüp bu bahsi kapatalım. Paraya, kadına, mala düşkün, siyasi ihtirasları ve şöhret tutkusu olan ve bu uğurda her türlü gayrinizami aksiyona girebilen bir portreyle karşı karşıyayız.
 
Çok fazla özelliği olmayan, ama peşinden bu kadar insanı sürükleyen bir çok isim var. Bunların hepsi din, Allah, keramet vs üzerine inşa edilmiş ezoterik hikayelerle insanlara korku salar, üzerlerinde etki uyandırırlar. Fethullah Gülen, Adnan Oktar, İskender Evrenasoğlu gibi.
 
Radikal İslamcı bir sünni şeyh(!) olarak başladığı macerasını Kemalist şii olarak tamamlayarak bu dünyadan göçtü. Namazını oğlu kıldırmış. Buraya bir mim koyalım. Bunun bir anlamı var çünkü. Müritleri Baş’ı son kez görüp, öpüp koklayamadan gömmek zorunda kaldılar.
 
Şimdi ne olacak? Bütün ihtişamıyla parıldayan Gavs-ul Azam postu (kainatın manevi reisliği makamı) boşalmış yeni sahibini bekliyor. Tarikat ve cemaatlerde maalesef bu tür değişimlerin oğul veya damat üzerinden devam etmesi gibi bir gelenek peyda oldu.
 
Haydar Baş’ın cenaze namazını oğlunun kıldırmasının siyasi bir mesajı olduğu kesin. Yani bu koltuk benim hakkım diyor zımnen. Cemaatlerin ve tekkelerin eski irşad merkezli karakterinden uzaklaşması hep Fetö yüzünden oldu. Şirketler, okullar kuruldu. İrşad yerine sermaye geldi
Hal böyle olunca, onca mal varlığının kontrolü başkasına bırakılmak istenmiyor ve babanın varisleri öne çıkıyor. Yani tekkeler eski yapısında kalsa çile içerecek postlar, yeni haliyle konfor ve saltanat için bir araca dönüşüyor. Neresinden bakarsanız bakın acı bir tablo.
Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, yazı
 
 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu