Ali Eren

Fetih, Duâ, “Şark Meselesi” ve Hıristiyanlar…

İstanbul’un fethi maddî güç ile mânevî gücün, silahla duânın birleşmesiyle gerçekleşti. Fethin bir tarafında Fâtih, askerleri ve maddî silahlar, diğer tarafında ise Akşemseddin ve diğer Allah dostlarıyla, onların maiyyetindeki görünmeyen askerler, ilâhî dergâha açılan eller ve duâlar vardı.

Mânânın maddeden daha mühim olduğunu bilen Sultan Fâtih, Akşemseddin Hazretleri’nden habire duâ ve mânevî yardım istiyor ve onun ağzından çıkacak fetihle ilgili bir müjde bekliyordu. Akşemseddin Hazretleri ise, çadırda secdede  akıttığı göz yaşıyla toprağı ıslatıyordu. Fethin hamurunun mayasında işte bu göz yaşları vardı.

Dışardan fetih ordusu surları döverken, daha önce Bizansın içine girmiş olan Cibâli Baba da içerde duâ ederek, fethi duâ ile gerçekleştirmeye çalışıyordu. Hatta başka Allah dostları da duâ ve himmetleriyle fetihteydi.

Buhara’dan Ubeydullâh Ahrar Hazretleri, evliyânın yardımını bekleyen Fâtih’e yardım için faaliyetteydi.

Yani İstanbul’un fethi, hem maddî hem mânevî kuvvetlerin seferber edilmesiyle gerçekleşen bir fetihtir.

Bize sevinç getiren fetih, hıristiyanlar için bir felaket olmuştu. Onların içleri artık kin ve intikâm hisleriyle doluydu. Bunun öcünü mutlaka alacaklardı. Bu, onlar için adı “Şark Meselesi” olan ebedî bir ideale dönüşecekti

Hıristiyanların hakkımızda aldkları bu “Ölüm fermanı”nı gençlerimize niçin öğretmeyiz bilmem?

Onlar planlarının gereği Fâtih’i zehirletip “Büyük kartal öldü” diye birbirlerini müjdelemişlerdi. Biz ise cibilliyetinin değişmesi mümkün olmayan akrebe hâlâ saf saf zeytin dalı uzatmaya devam ededuralım bakalım.

Onların zihinlerindeki “Şark meselesi” tamamlanmış değil. Nasıl bizim sonu olmayan “Kızıl Elma” idealimiz varsa, onların da bizlerin üzerinde şark meseleleri var. Kızıl Elma, sonu  olmayan bir ideal. Yani,  ne kadar ilerlersen ilerle, durmak yok. Durmadan ilerleyeceksin, habire ilerleyeceksin, devamlı ilerleyeceksin…

Hıristiyanların/Avrupa’nın “Şark Meselesi” de bizim aleyhimize olmak üzere aynen böyle. İlk hedefleri İstanbul ve Ayasofya. Ama bu ilk adım. Arkası Anadolu’nun ya Türklerden temizlenmesi veya maraba olmaları.

Bunun için de, bahsetmeye çalıştığımız “Şark Meselesi” gibi ideallerini dile getirmezler. Dile getirmekle kalmaz, bizde dile getirilmemesi için gereken her türlü tedbiri de alırlar… Tam bu sırada soralım:

Avrupa, Türkiye’nin canına okumak mânâsına gelen “Şark Meselesi”ni gerçekleştirmek için her yolu denediği halde, bizim başımızdakiler idam fermanımız demek olan bu meseleyi niçin hiç dile getirmezler?

Şark Meselesi  diye bir şey bilmiyorlarsa  felâket; bildikleri halde söylemiyorlarsa o daha kötü. Hangisi???

Bakın! Yunanistan’da talebelerle bir anket yapıyorlar. Talebelere sormuşlar: “Şimdiki sınırlarımız dışında, ilk kurtarmamız gereken bir vatan toprağı var mı?” Cevap şöyle:“Evet, var. İstanbul!..”

Efendim, İstanbul’u ve Ayasofya’yı alınca duracaklarını söylemiyorlar dikkat!.. İstanbul ilk durak ilk…

Gerçek bu iken, daha hâlâ “Türkiye güçlü devlettir. Bu ülkeye kimsenin gücü yetmez” demek, zihinleri dumûra uğratmak değilse nedir söyler misiniz?

İnsan elbette devletine güvenecektir, elbette güçlü görecektir; bu tamam. Ama sadece güçlü görüp kendi karşısındaki gücü küçümsemek, tedbir almamak ne demek olur? Âtıl kalmak, kıpırdamamak olur mu?

Türkiye güçlüdür diyerek insanları gevşetmeye çalışanlara dikkat çekmek isterim. Başımızdaki terör  belâsı ortada. Her gün cenâze üstüne cenaze geliyor. Anne, eş, evlat ve yakınların iniltisi dayanılır gibi değil. Cenaze namazı kıla kıla bıktık. Şükür namazı kılmaya hasret kaldık.  Evet, Türkiye güçlü ama  terör de acımasız.

Dostlar! Dünyada idealist insanın yapamayacağı bir şey yoktur. Yunanlı talebelerin cevapları ile kendini parçalamak pahasına gayesini gerçekleştiren teröristlerin hali de bize bir şey demiyorsa ört ki ölem…

Her gelen papanın Ayasofya’ya koşması da mı bize bir şey anlatmıyor? Bu tavır, bütün Hıristiyanlara “Şaşmaz hedefiniz burasıdır” mesajı vermek değil midir? Kendi memleketlerinde kilisenin yolunu bile bilmeyen Hıristiyan parlamenterler, aralarındaki derin mezhep anlaşmazlığını unutup, Türkiye’ye geldiklerinde soluğu hemen Fener Rum Patrikhânesi’nde alıyor ve patriğin elini öpüyorlar. Kime hangi mesajı vermek için?

Mümkün olsaydı da, “Korkmayın, Türkiye’de kimse Hıristiyan olmaz”  diyenlerin kalplerindekini  görebilseydim. Hepsinden vazgeçtik, bazı Türkiyeli zenginlerin patriğin eline sarılıp öpmelerine ne demeli?

Önce böyle bir şey mi vardı? Öyleyse bunun sebebi ne? Dostlar pazarda görsün diye mi yapılıyor bunlar?

İstanbul ve Ayasofya için Avrupalıların içi alev alev yanarken, bizden bazılarının hâlâ  “Dostluk, hoşgörü…” gibi kelimeleri kullanmaları bana gafletle bile izah edilemeyecek bir şey olarak görünüyor…

Sevgili Peygamberimiz hakkında en ağır ifadeleri kullanan papaları, karikatürleri yapanlar bunlar, İslama hakaret edenler bunlar, Kur’an-ı Kerimleri parçalayıp ayaklar altına atanlar bunlar. Ve nihâyet, İslam ülkelerini Irak gibi yapma projesi olan BOP projesinde, bize ortak olan yine bunlar… Bilmem ki daha ne yazmalı…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu