Dünya Sahnesinde Şîâ’nın Özeti
Ey Büyük Şeyhü’l-İslâm… Ne Kadar da Haklıymışsın!
Humeyni denilen malum kişi uzun seneler Fransa’da beslendi. Nihayet azılı İslam düşmanı Fransız kâfirinin hususi uçağı ile bin dokuz yüz yetmişli yılların sonlarında İslam İnkılabı (!) yapmak üzere İran’a gönderildi. Oraya varır varmaz ve idareyi devir alır almaz işe Riza Pehlevi gibi miadı dolmuş İslam düşmanlarını tepelemekte kendine yardım eden Ehl-i Sünnet’ten olan Müslüman âlimleri asmakla veya hapislerde süründürmekle başladı. Seksen ikilerde Suriye kasabı Hafız Esed’le beraber kırk binin üzerinde Müslümanın kanını içti; etini yedi. O günden sonra da ölene kadar küfre karşı parmak bile oynatmadığı halde gözü dönmüş bir kasap gibi hep Müslümanları doğradı..
Şunca seneden beri onu imam sayan başta İran ve dümen suyunda yüzen Lübnan Hizbuşşeytanı ve sair Şii melunlar da ardından gidip başta Amerika, İsrail ve Rusya olmak üzere bilcümle garplı kâfir güçlerle işbirliğine girip Müslümanları avlamakta onlara av köpekliği yapmaya devam ettiler. Bu devletlerle Irak ve Suriye’de yaklaşık iki buçuk milyonu aşkın Müslümanı katlettiler; beş milyondan fazlasını da sakat bıraktılar. Çoluk çocuk, yaşlı, kadın demeden milyonları da yurtlarından veya dinlerinden ettiler. Çoğu çocuk ve genç olanların nicelerini Avrupa’nın organ mafyasının kurbanı yaptılar. Önce Amerikalıların, Siyonistlerin ve diğer koalisyon gücü haçlıların desteğinde Irak’a sahip oldular. Böylece bu sözü geçen İslam düşmanı devletler perde arkasında kıs kıs gülen Siyonistlerin himaye ve desteğiyle Irak’ı altın tepside onlara sunmuş oldular. Aynı işi şimdi Suriye’de de yapıyorlar. İslam âlemini yok etmek için Abdullah İbn-i Sebe ve tâbîlerinin İslam kisvesi altındaki ama hakikatte İslam’la hiçbir alakaları bulunmayan şu bakıyyelerini bir maşa olarak kullandılar ve kullanmaktadırlar.
Siyonistler ve garplı haçlılar tarihten günümüze her zaman Müslüman avcısı olmuşlardır. Bunlar her dem su yerine Müslüman kanı içen, et ihtiyaçlarını da Müslümanların bedenlerinden karşılayan vampir, vahşi ve yamyamlardır. Gizli bir anlaşmayla Bağdat’ı Hülagü’ye satarak -bazı rivayetlerde seksen bin bazılarında da sekiz yüz bin Müslümanın kanını akıttıran- Abbası veziri Şii İbnu’l-Alkamî gibi- daima av köpekliğini yapan İran Şiileri için ehl-i kıble olduklarından tekfir edilemez imişler!.. Suriyenin istilasında Napolyon’a yardım eden bu lanetlikler değil miydi?! Kudus’u işgalinde haçlılara yardımcı olan bu alçaklar değil miydi!
Firavunları, Nemrutları, Hülagüleri, Leninleri, Stalinleri, ve daha nice çok yakından tanıdığımız bölgemizin zalimlerini gölgede bırakan bu alçaklar kıbleye döndükleri için kafirlikle suçlanamazlar; öyle mi?!
Evet, bunlar ehl-i kıble ama kıbleleri başka bir kıble. Ebrehe’nin San’a’da inşa ettiği kıbleye benzer apayrı bir kıble. Yoksa, kıblesi Kabe olan ehl-i kıble İslam’a ve Müslümanlara bu kadar kindar ve gaddar nasıl olabilir?! Olamaz… asla olamaz. Doğru; bunlar zaman zaman şeklen de olsa Müslümanların kıblesine dönmektedirler; ama şeytanlık için. Onlar Kabe olan kıbleye dönseler bile ancak -haşa- ya tükürmek, ya bevl etmek veya sinsice onu yıkmak için dönerler.
Bunların, yollarından gitmekte oldukları ataları Rafizileri anlatan Osmanlı Şeyhu’l-İslâmlarından Hoca Çelebi Efendi namındaki zat ne güzel demiş:
Bunların kâfir olduğunda tereddüt eden de kâfirdir.
Medeni dünyanın medeni ve yamyam zalimleri ve Müslüman katilleri dikkatleri bu taşeron ve maşaları olan sinsi İslam ve Müslüman düşmanı Şiilerden başka tarafa çevirmenin formülünü de buldular. Nebevi bir “Okun yaydan fırlağı gibi dinden çıkacaklar, ok yaya geri dönmedikçe de dine dönmeyecekler” ifadeleriyle zuhur edecekleri haber verilen Haricilerin zamanımızdaki sadece kötü yanlarının kopyaları olan İslam’ın yüz karası Işid’i icat ettiler. Suriye’yi onların üstün himmet ve gayretleriyle işgal ettiler; yaktılar yıktılar.
Akif, garbın medeniyetini ve medenilerini tasvirde medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar derken çok noksan ve yanlış bir tasvir yapmış. Belli ki, medeniyeti ve küfrü kâfi derecede tanıyamamış. Aksine, bu sözün doğrusu şöyle olmalıydı:
Medeniyet dediğin dişlerinin tamamı sapasağlam durduğu gibi son derece bilenmiş, ağzının suyu akmakta olan bir canavar.
darusselam.com’dan alınmıştır.