Ahmet Şimşirgil

Cennet kimin uhdesinde? 

Sapla samanı, bid’atle sünneti karıştırmayı marifet bilen bir köşe yazarı, iki hafta kadar önce “Sizin Cennetinizde kimseye yer yok” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Bir kısım köşe yazarları derhal sıraya girip “muhteşem yazı” diyerek paylaştı!.. “Kur’ân-ı kerimdeki bir kısım ifadeleri -hâşâ- Allahü teâlâya yakıştıramıyorum, bunları peygamber yazmış olmalı” diyen bir akademisyen de çıktığı TV programında ona alkış tuttu.

“Haz eder elbette baht-ı kara baht-ı karadan” dendiği üzere demek ki bid’at ehli de bidat ehlinden haz alıyor…

Yazının sahibi nedense bir bid’at ehlinin bozuk itikadına dikkat çektiğiniz anda deliye dönüyor. Sanki bütün bid’at ehlinin avukatı kendisi imiş gibi saldırıya geçiyor. Öyle olunca da iftiralar, hakaretler havada uçuşuyor.

“Bizim Cennetimizde kimseye yer yokmuş!” Şunu net bir biçimde ifade edeyim ki Ehl-i sünnet olan birisi böyle bir ifadeyi asla kullanmaz. Kullanırsa Ehl-i sünnetin dışına çıkar. Zira her şey Cenab-ı Hakk’ın hükmü altındadır. Kuvvet ve kudret sahibi yalnız O’dur. Onun mülkünde kafasına göre kim tasarrufta bulunmaya cüret edebilir. Kimi Cennetine ve kimleri Cehenneme koyacağını yine Cenab-ı Hakk bildirmiştir. Kula düşen, O’nun emirlerine göre hareket etmektir. Öyleyse bu sözü kim nerede yazdı veya konuştu delillendir bakalım!

“Efendim kimseyi beğenmiyorsunuz, herkese bir kulp takıyorsunuz, ben bunun için söyledim” diyorsan daha büyük bir iftiranın içindesin.

Soruyorum. İlk insan ve ilk Peygamber Âdem aleyhisselamdan bugüne, iman ehli nerede olacak? Peygamber efendimizin Eshabı, Tabiin ve Tebe-i tabiin denilen övülmüş insanlar, Karahanlı, Gazneli, Selçuklu, Osmanlı devirlerinde yaşayan temiz itikatlı müminler, Asya, Afrika ve Anadolu’da hüküm süren daha nice devlet ve beylikler döneminin şanlı mücahidleri nereye gidecek? Elbette onların dönemlerinde de bid’at ehilleri vardı. Elbette onlara da cevaplar yazılıyordu. Ancak devletlerimizin kahir ekseriyeti Ehl-i sünnet olduğu için bu bid’at sahipleri asla neşvünema bulamadılar.

Tanzimat’tan itibaren Osmanlı idaresine hâkim olan mason siyaset ve din adamlarının tesiri ile bid’at sahipleri İslam âlemini sarmaya başladı.

“Neme lazım” dersen elindeki yüce devletten olursun ve olduk da. O bid’at ehillerinin tesiri ile II. Abdülhamid Han’a kan kusturanlar şimdi baş tacı olarak anılıyorlar. İşte böyle afyon yutmuş gibi uyuturlar adamı…

Tekrar ediyorum. Şunu iyi biliniz ki; Cenneti garanti gören ve Cenneti sadece kendinin bilen ancak bid’at sahipleridir. Bid’at ehlinin hastalığını, Ehl-i sünnetin temiz müntesiplerine atarak kendinizi ve savunduğunuz bozuk fikirli kişileri aklayamazsınız.

FETÖ lideri, bağlılarını ve destekçilerini, “Cennetliksiniz” diyerek avlarken siz nerede idiniz? Yanından ayrılanları şefkat tokadı ile tehdit ederken kulağınızda gaflet pamuğu mu vardı? Hıristiyanları, Musevileri ve hatta Zerdüştleri de Cennete doldururken siz hangi âlemlerde geziniyordunuz? Daha sonra ona olan övgü dolu ifadelerinizi sildirmek için ne gayretler çektiniz!..

Öte yandan güya tezinizi güçlendirmek adına Cennet, melekler ve pak itikatlı müminler için anlattığınız fıkraya inanan, gülen veya dalgaya alan insanlar için ne söylenir acaba? “Senedi batıl olur batıl olan davanın” denildiği üzere konuştukça batıyorsunuz. Bari susmayı bilin! 

Hakaret edince haklı mı oluyorsunuz? 

Aynı yazarı mehaz alarak, “Âlimin âlemine girmek için destur lazım” diyen, aynı gazetenin bir başka köşe yazarı da Yusuf el-Karadavi’nin tenkit edilmesine fena içerlemiş. Karadavi’ye, “Ehl-i sünnetin belki yaşayan en büyük referansı olan bir âlimi” diyerek övgüler düzerken bizim iki haftaki önceki yazımız dolayısıyla hakaretleri peş peşe sıralamış. Bu tipler nedense tenkit ettiğimiz noktalara hiç değinmiyorlar. Sadece saldırı peşindeler. Muhatabına saldırınca ve hakaret edince haklı mı oluyorlar, anlamak zor!..

Şimdi şu ifadelerine bakınız: “Yusuf el-Karadavi’nin vefatı üzerine hakkında yazılanlara, söylenenlere bakıldığında bu tür yargılayıcı değerlendirmelere de şahit olduk. Başka herkes bir yana da onun Ehl-i sünnete bağlılığını eleştirenler en tuhaflarıydı. Ehl-i sünnetin belki yaşayan en büyük referansı olan bir âlimi Ehl-i sünnet adına yargılamaya kalkışmaya atfedilecek sözü bulamıyorum. Cahillik, Ehl-i sünnet bezirgânlığı, tereciye tere satmak, haricilik, ukalalık, zavallılık veya hepsi. Hani Ehl-i sünnet Karadavi değilse kim olabilir? Veya bunların kafasında hiçbir kitapta yeri olmayan bu Ehl-i sünnet vehmi ne?… Geçtiğimiz günlerde arkadaşımız İsmail Kılıçarslan bu anlayışı ‘Sizin Cennetinizde kimseye yer yok’ başlığı altında çok isabetli bir biçimde teşhir etti” diyerek göndermede bulunan yazarın (Yasin Aktay) yazısı aynı bu minval üzere devam ediyor…

Bakınız Karadavi’ye hiçbir hakareti içermeden sadece fikirlerine yönelttiğimiz tenkitler dolayısıyla bizi ve bizim gibi fikir beyan edenleri cahillik, bezirgânlık, tere satıcılığı, haricilik, ukalalık, zavallılık ve belki daha sayamadığı nice hakaretler ile tanımlıyor. Karadavi’yi ve fikirlerini 1978 yılından beri takip eden bir akademisyene söylenen şu ifadeleri hakkıyla değerlendirebilmek için, benim ve yazarın yazısını karşılaştırınız. Karadavi’nin Ehl-i Sünnete uygun düşmediğini belirttiğim bir tane sözüme cevabı var mı görün!

Dolayısıyla isim vermeden şahsıma hakaretlerle dolu yazısını, muhatap alıp cevap verebileceğim bir nokta bulamadım. Bu fikir fukaraları mı gazete köşelerinde ve TV’lerde gençliği aydınlatacak, hakkı hakikati kime ve neye göre gösterecek anlayamadım?..

Elbette yazarın yaptığı hakaretler kendisinin yapısını, şahsiyetini ve tıynetini gösterir. Ona değinmeyeceğim. Fakat öyle anlaşılıyor ki yazımda, Karadavi ile ilgili belirttiğim Ehl-i sünnete uygun düşmeyen hususlar sayın yazara az gelmiş demek ki. Öyleyse bunu genişletelim ve “Hani Ehl-i Sünnet Karadavi değilse kim olabilir?” diyen yazara soralım bakalım. Bu şekilde nasıl Ehl-i sünnet olunuyor? 

Rehberi İngiliz ajanları ve masonlar! 

İki hafta kadar önce “Karadavi’yi tanımak” başlığı ile yazdığım yazıda onun mezhepsiz oluşunu bizzat kendi ifadesiyle eserinde belirttiğini yazmıştım. Nitekim bunu kendisi şöyle naklediyor:

“Her ne kadar Ebu Hanife’nin mezhebi üzerinde formal bir fıkıh çalışması yapmış olsam da Allah’ın bana bahşettiği nimetlerinden birisi de sırf bir âlimin sözünü taklit etme onu savunma ve onu metod edinme esaretinden kurtarmasıdır.” (Bkz. Kardavi, Çağdaş Meselelere Fetvalar 3, trc. V. İnce, İstanbul, s.19) 

Ehl-i Sünnet Müslümanları esaret altında adamlar olarak değerlendiren ve mezhepsizliği Allah’ın bir nimeti olarak algılayan kişi Ehl-i sünnet olmayacak da kim olacak öyle mi?

Peki Karadavi’nin metodu nedir ona bakalım:

“Metodum selef âlimlerinin görüşlerini Kur’ân ve sünnet ölçülerine vurarak onlardan bu iki esas kaynağa uyanları tercih etmemdir.” (aynı eser, s.19)

Böylece Selefi olduğunu ortaya koyan Karadavi aslında kimin ekolündedir? İşte asıl nokta burayı anlamaktır. O, bir taraftan Kur’ân ve sünnet diyerek Müslümanların bir mezhebe bağlılıklarını çözmek isterken diğer taraftan büyük âlim ve allâme diye övdüğü mezhepsizleri kaynak almakta ve sık sık mehaz göstermektedir. Bunlar arasında mezhepsizlerin başı İbni Teymiye ile talebesi İbni Kayyım, Zahiriyye mezhebinden İbni Hazm ve yine mezhepsiz Efgani, Abduh, Reşid Rıza başta gelmektedir. (aynı eser, s.41-50)

Nitekim Mason Cemaleddin Afgani’yi “İslami diriliş ve yenilik ekolünün sahibi” diye övmektedir. (aynı eser, s.156) Oysa İngilizlerin menfaatine çalışan bu kişi, gezdiği her ülkede II. Abdülhamid Han’a karşı kin ve nefret tohumları ekerek Osmanlı Devleti’ne en büyük zararı vermiştir. Efgani’nin talebesi Mason Abduh’u ise “üstadımız” diyerek lanse etmektedir. (aynı eser, s.171)

Bunların çömezi Reşid Rıza da Karadavi’nin üstatlarından biridir. İşte onun şahsında mezhepsizliğin aldatıcı adı olan Selefîliği bakınız nasıl aklamaktadır:

“Reşid Rıza, Şeyhülislam İbni Teymiye ve öğrencilerinin temsil ettikleri büyük selefî yenilenme ekolüne ait eserleri inceleme imkânını bulmuş bu vesileyle selefî kültürün akıllara durgunluk veren hayranlık uyandıran dünyasına adım atmıştır.” (aynı eser, s. 156)

Neticede İmam-ı Azam, İmam-ı Şafii gibi Ehl-i sünnet imamlarına bağlı olmayı esaret diye nitelendiren Karadavi, İngiliz uşağı mason din adamlarının piyonu ve esiri olmaktan kurtulamamıştır…

“Kasabamız âlimlerine muhalefet ettiğimde ikinci sınıfta öğrenciydim” (aynı eser, s.20) diyen Karadavi’nin, rehber olarak mason din adamlarını seçip allâme ve üstad olarak onları tanıyınca varacağı nokta ve vereceği fetvalar bellidir. Nitekim çorap üzerine mesh etmenin caizliğinden tutun zekâtı dinî neşriyatlara vermeye kadar verdiği fetvaları burada yazmaya kalksam sütunlar yetmez. Ben de bu bid’at ehillerini Ehl-i sünnet gösterme gayreti içinde olanların, Ehl-i sünnetten maksatlarının ne olduğunu merak ediyorum!

“Bugün insan aldatan yarın utanasıdır…” 

TEFEKKÜR 
Velî Sünnet Cemaat yolu yârâ
Bid’at ehlinden eyler teberrâ

(Ehl-i sünnet yolunda olanlar
Bid’at ehlinden uzak dururlar)

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
14.10.2022
Türkiye Gazetesi

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu