Ahmet ŞimşirgilArşiv

Mevlid-i Nebi Haftası ve Aile

8 Kasım Cuma günü akşamı Yahya Kemal Beyatlı Kültür Merkezi’nde Mevlid-i Nebi Haftası programına katıldım. Peygamber efendimizin doğum günü, iki sene öncesine kadar (28 sene boyunca) nisan ayına sabitlenmiş olarak “Kutlu Doğum Haftası” adıyla kutlanırdı. Belediyeler, Valilikler kimden komut alıyorlarsa hepsi seferber olurlardı. CHP’nin lideri ve vekilleri dahi en önde boy gösterirlerdi. Kimden alıyorlardı bu direktifleri belli değildi. Mevlid-i Nebi Haftası aslına dönünce ve asırlardır uygulandığı şekilde Rebiül-evvel ayının 12. günü kandil tebriki başlayınca tekrar toz oldular. Neden kayboldular. Bırakın onları ‘Kutlu Doğum Haftası’nı kaldırtmamak için büyük mücadele veren İlahiyat Profesörleri, eski Diyanet İşleri Başkanları Ali Bardakoğlu ve Mehmet Görmez dahi yoktular. Kuramer sayfasında mesaj dahi yayınlamadı.
Demek ki bunların derdi dini bozmaktan başka bir şey değildi. Milletin dinini, imanını, tarihini ve değerlerini yok etmek veya değiştirmekti. Yok etmek elbette kolay olmuyor, büyük tepki çekiyor. Öyleyse yaldızlı ifadelerle gözleri boyayıp bozmak ve değiştirmek daha kolaydı.
O günlerde okunan Fatihaları ve getirilen salevatları dahi tek tek sayan Mehmet Emin Özafşar (Görmez’in sekiz yıldır yardımcısı idi ve muhtemelen Diyanet İşleri Başkanı olacaktı) şimdi Mevlid-i Nebi Haftası’nda Peygamber efendimizin doğumuna sevindiğini belirten ve Müslümanların kandilini tebrik eden bir tweet dahi atmamaktadır. (Twitter’ına bakarsanız bazı gerçekleri görürsünüz.
Buna karşılık Mevlid-i Nebi Haftası’na katılarak muazzam bir konuşma yapan Sayın Cumhurbaşkanımızı ve salonu dolduran necip halkımızı tebrik ediyorum.
Diyanet’in bu sene konu itibarıyla “Peygamber Efendimiz ve Aile”yi seçmesi de son derece önemli ve manidar oldu.
Zira aile üzerinde İstanbul Sözleşmesi ve 6284 no.lu Kanunun yıkım etkisi tam gaz devam etmektedir.
Bir asırdır dejenere edilmeye çalışılan Türk aile yapısı üzerinde erkeğin bütün inisiyatifi yok edilmek istenmektedir.
Oysa bir araya gelerek ortak bir yuva kuran aile fertlerinin elbette birbirleri üzerinde birtakım hakları bulunmaktadır.
Bir iş yerini düşünün. Kadın ve erkek olmak üzere patron, müdür, usta, işçi ve hizmetli olmak üzere hepsi var. Bunların her birinin ayrı bir görevi ve yine her birinin birbirine karşı emretme yetkisi bulunmaktadır. Şimdi siz bu iş yerindeki bütün insanları eşitlerseniz ne olur söyleyin! Orada amir mevkiindeki kadın erkeğe veya erkek kadına şunu yap bunu yapma diyemez diye kim söyleyebilir. “Kadın hizmetçi mi, yabancı birine niçin hizmette bulunsun!” diyebilir misiniz?
Ancak Diyanet’in bir kamu spotunda evin hanımı beyine çay kahve ikram etti diye sosyal medyada bazıları ayaklandılar. Hatta “Diyanet kapatılsın” diyerek linç girişiminde bulundular. Bunlar hanımını hizmetçi gören zavallılardır. Zira Müslüman hanımını “evin sultanı” olarak değerlendirir. Bunların asıl maksadı İslam düşmanlığıdır. İslam’ın kadına verdiği değeri ise bilmezler.
Bunlar aileyi yıkmak ve kadını Mor Çatı Kadın Sığınağı’na düşürmek isterler. LGBT’nin silahşorlarıdır. Kadınlar bunların yoluna saparsa, dünyadan değerli incisini kaybettiğinin farkında olmayıp bir mavi boncuk için yanıp yakılan çocuğa dönerler.
 
 
Evlilik feragattir!
 
Cenab-ı Hak herkesi fıtratına uygun olarak yaratmıştır. Yine herkese fıtratına uygun görevler vermiştir. Erkeğe sorumluluklar yüklemiştir. Kadına görevler vermiştir. Emir ve nehiyler gelmiştir. Peygamber efendimiz bunları bildirmiş uygulamaları ile de göstermiştir. İslamiyet, insanın huzurunu mutluluğunu esas alır.
Bugün elli yaşın üzerindeki insanlarla görüşünüz. Ninelerimizin annelerimizin zor şartlar altında iken dahi nasıl huzur ve mutluluk içerisinde yaşadıklarını dinleyiniz.
Günümüzde ise psikologları geziniz ve anketler hazırlayınız. Psikologların müşterileri en çok erkekler mi yoksa kadınlar mıdır?
Arızanın sıkıntının sebebi nedir? İşte asıl sebep bilinemediği için sinir ilaçları ile kadınlar uyutulmaktadır. Asıl tedavi yöntemleri bilinmediği için sıkıntı çoğalarak devam etmektedir.
Eşlerin birbirlerinin daraldığı noktada birbirleri ile yardımlaşmalarından daha tabii ne olabilir. Fıtratlarına uygun iş bölümü yapmanın ne zararı vardır. Evlenmek sadece cinsellik midir? Bu ne bağnaz bir anlayış ve hayvani bir düşüncedir. Evlilik, sağlıklı nesillerin milletlerin ve ümmetlerin devamı içindir. Bunun için de ailede huzur ve mutluluk esastır. Aile üyelerinin birbirlerine saygısı, sevgisi, şefkati ve iyiliği olmayacaksa, elemde, kederde ve sevinçte yürekler birlikte çarpmayacaksa o yuvada mutluluk olur mu?
Bu milletin dinini imanını çalmak isteyen iç ve dış azılı düşmanlar her an her fırsatta hareket hâlindedirler. Taşları bağlamışlar, köpekleri salıvermişler misali devamlı saldırı düzenlemektedirler.
Akif’in deyimiyle:
Ey vatansız derbederler, ey deni kundakçılar,
Milletin az çok duran dini ve namusu var.
Öyleyse millet kadını ve erkeği kızı ve oğulları dedesi ve ninesi ile bu korkunç saldırıya karşı uyanık olmalıdır.
Şu an çözüm yok diyerek susmayalım. Biz de her vesile ile nerede durduğumuzu ve ne için mücadele ettiğimizi bilelim. Sabit-kadem olalım.
Zafer, susanların değil mücadele edenlerin olacaktır.
Şunu da unutmayalım ki biz doğru yoldayız… Cenab-ı Hak doğruların yardımcısıdır!
 
 
*********************
 
“Mescidimi kiliseye benzetme!”
 
Camilerde özellikle 2010-2016 yılları arasında tabureler ve sandalyeler akıl almaz bir biçimde çoğalmaya başlamıştı. O günlerde TV’lerde “Türk halkı bir gecede kötürüm mü oldu?” diye sormuştum ve yapılan işin dinen uygun olmadığını belirtmiştim. Zira namazı ayakta kılmanın mümkün olmadığı hâllerde nasıl davranılacağı en iyi bildiğim bir husustu.
1982 yılında ayağım kırılmıştı ve iki ay yatmak durumunda kalmıştım. Öyle bir durumda ilk akla gelen namazımı nasıl kılacağım meselesi idi. Sandalyede mi oturarak mı yatarak mı kılacaktım?
Neticede böyle durumlarda yapacağınız iş, kitaplara müracaat etmek oluyor. Kıyam yani namazda ayakta durmak farz olduğu için bu durum önemliydi. Kitaplar hemen her hâle cevap vermişlerdi. Misal olarak:
“Namazının bir kısmını ayakta sağlıklı kılan bir kimse namaz içinde hastalansa rükû ve secdesini oturarak veya ima ile yapabileceği” belirtilmişti.
Hasta, iftitah tekbiri ile farz olan kıraati gerçekleştirecek kadar ayakta durabilecek güce sahipse bunları ayakta yapmalı ve ondan sonra güç yetiremediği rükû ve secdeyi oturarak ifa etmeli” deniliyordu.
Ayakta durmaya hiç gücü yetmeyen hastanın ise -en baştan itibaren- yere oturarak namaz kılacağı ifade edilmiştir.
Bu konuda şu eserlere bakılabilir: İbn Mâce, el-Muhît, II, s.140-141; eş-Şeybânî, el-Aslu’l-Ma’rûf, I, s.223; el-Kudûrî, Ebu’l-Huseyin Ahmed b. Muhammed, Kitâbu’l-Kudûrî fi’l-Fıkhi’l- Hanefî, İstanbul 1966, s.19; el-Merğînânî, el-Hidâye, I, s.194; es-Semerkandî, Tuhfetu’l-Fukahâ, I, s.193-194; el-Kâsânî, Bedâi’, I, s.351; Molla Husrev, Dureru’l-Hukkâm, I, s.87; el-Halebî, Halebi-î Kebîr, s.262; el-Cezîri, Mezâhibi’l-Erba’a, I, s.451; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s.126.
Rükû ve secdeyi oturarak veya imâ ile yapmak durumunda olan bir hastanın oturma şekli de hâline ve durumuna göre değişmekteydi.
Yine kaynaklarda böyle bir kişi namazını kendi durumuna göre diz çökerek veya bağdaş kurarak yahut ayaklarını yana ya da kıbleye doğru uzatarak kılabileceği belirtiliyordu. Bu konuda Peygamber efendimizin hadis-i şerifi de bulunuyordu.
Peygamberimiz nasıl namaz kılacağını soran hasta bir sahabiye “Namazını ayakta kıl. Eğer gücün yetmezse oturarak, buna da gücün yetmezse yan üzere kıl” buyurmuştu. (Buhari, Taksiru’s-Salat, 19).
Dolayısıyla Müslümanlar ayakta duramayacak derecede hasta veya rahatsız olduklarında asırlardır ibadetlerini bu şekilde ifa etmişlerdi.
Bu kadar kolaylık olduğu hâlde camileri tabure ve sandalyelerle doldurmak nasıl bir mantıktı. Elbette ki bunda gizli emeller ve farklı maksatlar vardı.
Ardından secde etmek için önlerine masalar konulacaktı.
Açıkçası bütün bunlar “camileri kiliseye çevirmek projesi”ydi!..
Diyanet 15 Temmuz girişiminden sonra bu girişimlerin önünü kesmek için faaliyetlerde bulundu. Bir müddet bu proje durdu. Hatta büyük oranda kaldırıldı.
Ancak son zamanlarda tekrar aynı faaliyetlerin sinsi bir biçimde uygulamaya konulduğu görülmektedir. Gün geçmiyor ki sosyal medyada sıralarla dolu bir cami veya mescit görmüyor olalım.
Öyleyse Diyanet’in bu “proje”ye dikkat çekmesi gerekmektedir.
Sandalyede namazın olmayacağını vurgulaması ve bu tür faaliyetlerin önünün kesilmesi elzemdir.
AVM’leri gezen, her işini yürüten, evinde ayaklarını uzatıp oturabilen hatta yatabilen insan nedense camiye gelince sandalyeye kurulmak istemektedir. Bu kadar kolaylığa rağmen ibadeti bozmaya çalışmak veya yanlış yapmak nasıl bir zihniyettir.
Hâlbuki namazı sandalyede eda edebilmek için hiçbir kaynak gösterebilmek mümkün değildir. Varsa bilmek isteriz…
Dini ve ibadeti değiştirecek faaliyetlere karşı dikkatli olunmalıdır.
İnsanlara özgü ibadet olmaz. Hele camiler ve mescitler kilise havası verecek bir şekle asla sokulamaz.
Öyleyse ey millet ve ey Diyanet! Mescidimi kiliseye çevirme!
 
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
turkiyegazetesi.com.tr adresinden alınmıştır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu