Dinde Reformcu Yaklaşımlar Veya Dinî Modernizmin Yükselişi -1-
Modern düşünceyi belirleyen insanın aklı ve duyularıdır. Modern düşünce, insanın üzerinde herhangi bir yüksek ilke tanımamaktadır. Din yani İslâm ise insan üstü bir ilke tanımakta, ilâhî vahyi merkeze almaktadır. Dolayısıyla müslüman, uhrevî gerçeklerin yani dünyanın geçici olduğunun ve asıl yurdunun ahiret olduğunun farkındadır. Müslümanın kılavuzu ilâhî vahiy olduğundan, ona göre insanın zihni ve aklı vahyin nuruyla aydınlanabilir.
Dinî Modernizm Meselesi
Modern düşünceyle ilgili yukarıda yaptığımız birkaç mülâhazadan sonra dinî modernizm meselesine geçebiliriz. Dinde reform yapma heveslilerinin niyetleri modern düşünme tarzının sonuçlarından biridir. Bu tür düşünce sahiblerine modernist, reformist veya reformcu denilmektedir. Modern İslâm düşüncesinin fikrî, zihnî ve amelî plânda tahrif etmek ve şeffaflığını bulandırmak istediği şey din yani İslâm’dır. Fakat modernistlerce yapılan saldırılar ehl-i sünnet üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bugün tam manasıyla bir Ehl-i Sünnet düşmanlığı söz konusudur. Modern İslâm düşüncesi, kişiye göre İslâm imajını yerleştirmek istemekte, İslâm’ın bize ne dediğini değil, bizim İslâm’dan ne anladığımızı gözetmektedir. Modernist/reformist çevreler bunu yaparken tecdid mefhumunu istismar etmekte, kendilerini topluma müceddid olarak tanıtmaktadırlar. O halde bunların çarpıttığı bu kelimenin asıl manasını ve reformla olan farklarını inceleyelim.
Tecdid ve Reform Farkı
Tecdid demek; zaman geçtikçe Kur’an ve Sünnet’te aslî şeklini kaybetmeye yüz tutan bazı uygulamaların yeniden aslî şekline döndürülmesine denir. Yani tecdid, müslümanların kendilerini yenilemelerinin adıdır. Burada dinde değiştirme, eksiltme veya fazlalaştırma söz konusu değildir. Reform ise, bir şeye yeniden şekil vermek, yeni bir biçim vermek demektir. Bu ise, İslâm için söz konusu olamaz. İslâm’da reform isteyen bazı çevreler açıkça bu taleplerini belirttikleri halde, bazı İlahiyat Fakülteleri’nde müçtehid geçinen birtakım hocalar tecdid mefhumunun arkasına sığınmakta, fakat neticesi reform isteğiyle aynı olan bir talepte bulunmaktadırlar. Reformcuları ‘idrak yüzkaraları’ olarak vasıflandıran merhum Üstad Necib Fazıl’ın şu cümleleri, reformcuların kafa yapılarını ortaya koyması bakımından bize kâfidir:
“Reformcuların toplu olarak bütün iddialarını demetleyecek ve onları mücerret ilim ve hakikat gözüyle inceleyecek olursak ereceğimiz gerçek şu olacaktır ki, bunlar bir baştan öbür başa, Batı akliyeciliği karşısında afallamış, sonradan aynı Batının 20. Asırda aynı akliyeciliği iptale kadar giden fikir çilesinden nem bile kapamamış, Doğunun özüne giremezken Batının kabuğunu olsun görememiş idrak yüzkaralarıdır.”(1)
Dinî Modernizmin İslâm Alemine ve Ülkemize Yayılışı
Dinî modernizmin en temel özelliği İslâm’la ilgili yapılmış Batı kaynaklı çalışmalara dayanmasıdır. Günümüzde müsteşrik çalışmalarının yani İslâm’la ilgili yapılan Batı kaynaklı çalışmaların geçtiğimiz yıllara göre yoğunluğunu yitirmesi onların davalarında başarısız olduklarını göstermemektedir. Belki bu çalışmalara artık ihtiyaç duymadıkları söylenebilir. Zira onların yaptıklarının aynısı bugün daha ustaca bir şekilde yerli müsteşrikler tarafindan icra edilmektedir. Maalesef bugün İslâm aleminin her köşesinde adına ‘geleneksel’ denilen fakat aslına bakıldığında ifadesini Kur’an ve Sünnet’te bulan en temel akidevî ve amelî mevzûlara karşı bir başkaldırı söz konusudur. Sözkonusu başkaldırının ülkemizde de bazı kişi ve kurumlarca yürütüldüğü bilinmektedir. Ne zaman Ramazan ayı gelse veya müslümanlar için önem arzeden bir güne ulaşılsa bahsettiğimiz kişi veya kurumlar devreye girmekte, televizyonlara çıkıp milletin kafasını karıştırmakta hatta İslâm tarihi boyunca hiç bir şekil ve surette söylenmemiş cümleler sarf etmektedirler. Dün camilere kilise gibi sıralar konulmasını, camilerde musikî aletlerinin çalınmasını isteyen modernist sapıklar(2), bugün başörtülü olduğu için üniversite kapılarında sürünen kız ögrencilerin devlete karşı geldiğinden dolayı günaha girdiğini söyleyebilecek hayasızlığı ve seviyesizliği gösterebiliyorlar. İslâm ümmeti hiçbir dönemde bugün olduğu gibi dininin ayaklar altına alınmasına izin vermemisti.
Osmanlı’nın yıkılma sürecine girmesiyle İslâm alemi dört bir yandan sömürülmeye başlanmış ve müslümanlar tüm yönleriyle perişan olmuşlardı. Yapılması gereken şey ümmetin canlanmasını yeniden temin etmek için gerekli reçeteleri vermekti. Nitekim öyle de oldu, alimlerimiz ellerinden ne geliyorsa yaptılar. İşgalci güçlere karşı İslâm aleminin her köşesinde kitaplar yazıldı, vaazlar verildi. Fakat bazı kişiler hastalığın teşhisini yanlış koydular. Kusurları hastada arayacaklarına müesseselerde aradılar. Mevcud ne kadar hayatî müessese varsa hücum eden, mezheblere ve eski alimlere söven bir zihniyet ortaya çıktı. Hatta kesin İslâmî ve imânî meselelere karşı beyanlarda bile bulunuyorlardı. Tabii ki bunlara karşı Ehl-i Sünnet alimleri sessiz kalmadı ve gerekli tenkidlerin yapıldığı kitablar yazıldı.
Ülkemizde modernist/reformist düşünceler 1970’li yıllardan sonra Mısır ve Pakistan taraflarından yapılan kitap tercümeleriyle daha bir ivme kazanmış, bugün ise iyice çığırdan çıkmıştır. Ülkemizde modernist/reformist düşünceyle ilgili tartışılan konular daha çok Cemaleddin-i Efgani, Muhammed Abduh, Reşid Rıza ve Fazlurrahman çizgisi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu kişilerce dillendirilen bazı konular günümüzde taraftarlarınca sürdürülmekte, fakat ilim ehli insanlar tarafindan yazılan eserlerle iddialari çürütülmektedir.(3) Modernist/reformist çevreler şeriatin dört delilinden olan icma ve kıyas’ı kabul etmediklerini her firsatta söylemekle birlikte, Kur’an ve Sünnet için aynı cesaretle konuşamamakta dolaylı yollarla kafalarda şüphe bırakmayı amaçlamaktadırlar. Gerçi açıkça Sünnet’i kabul etmediğini, hatta Kur’an’ı Hazret-i Peygamber Sallallâhu Aleyhi Vesellem Efendimiz’in yazdığını iddia edenler bile bulunmakta ise de, bu konuda bütün modernistler aynı cesareti gösterememektedir. Bunda modernist/reformist çevreler içerisinde fikrî bütünlüğün olmaması bir yana, niyetlerinin anlaşılmasından korktukları da önemli bir etkendir. Ne acıdır ki bütün bu bahsi geçen düşüncelerin sahiplerinden bu topraklarda doğup büyümüs, fakat dinine ve insanına yabancı kalmış, hatta düşmanlık edenler olmuştur. İşte biz, bu yazı dizisinde modernist/reformist çevrelerin üstadlarının kim olduğunu, yaptıkları tahriblerin ve tahriflerin hangi boyutlara ulaştığını, ülkemizdeki takipçilerinin yaptıkları tahrifler ve sonuçlarını tek tek ve müşahhas bir şekilde incelemeye çalışacağız. Şimdi, modernist/reformist çizginin dört üstadını kısaca tanıtalım:
Cemaleddin Efganî
Cemaleddin Efganî, İran’ın Esedâbâd şehrinde doğdu. Necef medreselerinde tahsil gördü. Pek çok dil bilirdi. Son derece hareketli bir yapısı vardı. Daha sonra siyasî işlere bulaşmış, Mısır hükümeti kendisini sürgün etmiş, o da Paris’e giderek, orada Mısırlı ögrencisi Muhammed Abduh ile birlikte “el-Urvetü’l-Vüskâ” adlı bir gazete çıkarmıştır. Bilahâre İstanbul’a davet edilmiş, burada yaptığı bir konuşmadan dolayı devrin alimleri tarafından tenkid edilmiş ve İstanbul’dan kovulmuştur. Efganî, masonluğa intisab etmiştir. Hatta İngiliz belgelerine göre bir ilâha inanmayı şart koşan İskoç Mason Locası’na üye iken, buradan Allahsızlık ithamıyla kovulmuş, o da Allahsızlığın makbul sayıldığı Fransız Grand Orient Locası’na reis olmuştur.(4) Taraftarlarınca Efgani’nin masonluğu, davası uğruna yaptığı -ne davasıysa- bir iş olarak yorumlanmışsa da konunun ehlince yapılan tenkidlerle bunun bir safsata olduğu anlaşılmıştır. II.Abdulhamid Han’ın Efgani’yle ilgili söylediği şu sözlere bakarsak Efgani’nin nasıl birisi olduğu daha iyi anlaşılacaktır: “…Hilafet’in elimde olması sürekli olarak İngilizleri tedirgin etti. Blund adlı bir İngilizle Cemaleddin Efgani adlı bir maskaranın elbirliği ederek İngiliz hariciyesinde hazırladıkları bir plân elime geçti… Cemaleddin-i Efgani’yi yakından tanırdım. Mısır’da bulunuyordu. Tehlikeli bir adamdı. Bana bir ara Mehdilik iddiasıyla bütün Orta Asya müslümanlarını ayaklandırmayı teklif etmişti. Buna muktedir olamadığını biliyordum. Ayrıca İngilizler’in adamı ve çok muhtemel olarak İngilizler beni sınamak için bu adamı hazırlamışlar idi. Derhal reddettim. Bu sefer Blund’la işbirliği yaptı. Kendisini İstanbul’a çağırttım… Bir daha İstanbul’dan çıkmasına izin vermedim.”(5)
1. BÖLÜM DİPNOTLARI
1) N. F. Kısakürek, Doğru Yolun Sapık Kolları -Arınma Çağında İslâm-, Büyük Doğu Yay., İstanbul 1978, s. 156
2) Daha önce bu konuyla ilgili yazdığımız bir yazıda 1928 yılında İlahiyat Fakültesi profesörlerinden bir grubun akıllarınca İslâmiyet’i ıslah(!) için hazırladıkları bir beyannâmeden pasajlar aktarmıştık. Bu pasajlar ve konuyla ilgili diğer yorumlar için bkz: Abdülkadir Coşkun, “Reformu Dinde Değil Kendimizde Yapmak” isimli makale.
3) Özellikle burada, son yıllarda modernistlerle ilgili takdire şâyan çalışmalar yapan Ebubekir Sifil’in Modern İslâm Düşüncesinin Tenkidi adlı seri kitabı zikredilmelidir. Yine Cemaleddin-i Efgani’yle ilgili Cemaleddin Efgani Etrafinda (Hakkında) Makaleler (İstanbul 1416/1996) adlı kitabiyla modernist/reformist kesimleri şoka ugratan Muhammed Reşad, modernist/reformist akımlarla ilgili yazmış olduğu kıymetli makaleleriyle Ali Nar Hoca ve tüm Ehl-i Sünnet cemaat, tarikat ve alimleri bu konularda ciddi hizmetler yapmışlardır.
4) Geniş bilgi için bkz. Alaaddin Yalçınkaya, Cemaleddin Efgani, İstanbul 1991, Osmanlı Yayınları, s. 131-132; Muhammed Reşad, Cemaleddin Efgani Hakkında Makaleler, İstanbul 1416/1996, s. 21, dipnot: 36
5) Abdulhamid Han, Sultan Abdulhamidin Hatıra Defteri (Haz. İsmet Bozdağ), İstanbul 1986 (8. Baskı), Pınar Yay., s. 73