Ahmet Gelişgen Yazılarımodernistler

Trt Avaz Filminde İmam Maturidi Üzerinden “Ilımlı İslam” Oyunu Mu

-İSLAM AKÂİDİ BAĞLAMINDA BİR DEĞERLENDİRME-

Sosyal medyada dolaşan “TRT Avaz” logolu videoda yer alan kısa animasyon filminde, makbul iki itikad mezhebimizden birinin imamı olan İmam Maturidi (rahmetullahi aleyh) hazretleri -sözde- tanıtılmaktadır.  “Sözde” dedik, çünkü filmde, İmam Maturidi’nin asli misyonunun tersine bir tanıtım söz konusudur. İtikat imamı hüviyeti şöyle dursun, bir alime değil, sıradan bir Müslümana bile asla yakışmayacak itikadi düşünceler, İmam Maturidi’nin hikayesi üzerinden verilmeye çalışılmaktadır.  4,5 – 5 dakikalık kısacık filmde İmam Maturidi, basit bir düşünce felsefesine sahip, sıradan bir insan veya filozof gibi tanıtılmakta, kendisine İslam itikad ve esaslarına aykırı isnatlar yöneltilmektedir. Bu uslüple, koskoca itikat imamı İmam Maturidi, “ılımlı İslam” anlayışına yaklaştırılmış olmaktadır.

Son zamanlarda, içeride veya dışardaki bazı “dinler arası diyalog” taraftarlarının, kendi görüşlerini Müslüman kitleye benimsetmek için, Müslümanların gönlünde taht kurmuş muteber alimler üzerinden pazarlama yöntemini seçtikleri bir hakikattir. (Bkz. http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=334#2018033170 ).

Yukarıda sözünü ettiğimiz skandal filmde tespit etmeye çalıştığımız sakatlıklar aşağıda tarafımızdan tespit edilip değerlendirilmiştir.

A-İMAM MATURİDİ’YE GÖRE “DİNDEN ÇIKMA” DİYE BİR ŞEY YOKMUŞ(!)

Yukarıda söz ettiğimiz filmde, İmam Maturidi’nin, “Te’vîlâtü’l-Kur’an” adlı tefsirinde, “Kur’an’a göre, dinden çıkmak diye bir şey olmadığını, insanların günah ve sevaplarıyla bir bütün olduğunu savundu” denilmektedir.

Evet, yanlış duymadınız! İmam Maturidi tefsirinde, “Kur’an’a göre, dinden çıkmak diye bir şey yoktur” demiş, hâşâ! Böyle iddia ediliyor filmde…

Bu söz ne demek?

Bu söz, “bir Müslümanın ‘gâvur’ olmasında hiçbir sakınca yoktur (!)” demektir, hâşâ!

Malum ki iddia, imanın özünden bahseden bir mesele. İşin vahametini anlamak için, imanla ilgili bir meseleden değil de amelle ilgili bir mesele üzerinden -af dileyerek- örnek getirelim:

Denilse ki, “Kur’an’da zinanın haramlığı diye bir şey söz konusu değildir (!)” Haşa ve kellâ! Bu sözden zinanın meşruluğundan başka bir şey anlaşılmaz. Literatürde çoğu kez “Kur’an’da şu konu” dendiğinde, konunun İslam’a göre olduğu anlaşılır. Dolayısıyla buna sünnet de girer. Kaldı ki “Kur’an İslamcıları” için sünnet söz konusu da değildir. (Kur’an İslam’ı” hakkında geniş bilgi için bkz. http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=161#20180401083446 ).

Söz konusu videoda dolaylı bir anlatımla meşru gösterilen “dinden çıkma veya kâfir olma” eylemi, İslamiyet’e göre zinanın şenaatinden de daha ağırdır. Hatta, “irtidat”, İslam’a göre küfrün en kötüsü ve dünya ve âhiretteki cezası itibariyle de en ağır suç olarak kabul edilmiştir.[1] Şirkin her türlüsü, ölmeden önce tövbe edilmediği takdirde, Allah Teâlâ’nın kıyamet günü hiç affetmeyeceği en büyük kötülük olarak nitelenmiştir.[2] Bu kıyaslamadan, zina şenaatinin basit bir suç olduğu da asla anlaşılmasın! Allah muhafaza eylesin! İslam hukuku kaynaklarında zina suçunun cezası, fâilin bekar olması durumunda 100 sopa, başından sahih evlilik geçmesi durumunda ise “recm” cezası olarak belirtilmiştir.[3]

Büyük günah işleme ile ve imansızlık arasındaki farkı genel olarak ifade edecek olursak: Kâfir olarak ölen bir kişi ebediyen cehennemdedir.[4] Dünyada büyük günah işlediği halde mümin olarak ölen kimsenin ise, tövbe etmese dahi Allah Teâla tarafından affedilmesi ihtimali vardır.[5] İşlediği büyük günahla beraber mümin olarak ölen kişi, en kötü durumda cehennemde ebedi kalmaz, günahının cezasını çektikten sonra Allah Teâlâ o kimseyi cennetine kor.[6] (Allah katında imanın kabul olması için gerekli şartlar hakkında bkz. http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=35#2018032860 ).

Şimdi düşünün ki, itikat imamımız İmam Maturidi, “bir Müslümanın gâvurluğu tercih etmesinde hiçbir beis yoktur” (!) desin!..[7]

İmam Maturidi’ye atılan bu iftira ile izleyiciye verilmek istenen ders şudur ki, “Kurtuluş için İslam’ı kabul etmek zorunda değilsiniz (!), şayet Müslümansanız dininizden dönebilirsiniz (!), bu tercihlerinizde dini bir sakınca yoktur” (!)… Hâşâ ve Kellâ!

En önemlisi söz konusu küfür söylem, itikat imamımız İmam Maturidi hazretlerine söyletiliyor. En güvenilir makama… Yani, itikadi konu, en büyük itikad imamına havale ediliyor!.. İnandırıcılığı artsın diye! Ardından da günah ve sevabın eşit olarak anlaşılabileceği, “İnsan günahıyla sevabıyla bir bütünmüş!..” cümleleri getiriliyor. Bunda da ne anlarsanız anlayın! “Gâvur” olmak diye bir şey olmadığına (!) göre, küfre düşmek caizdir (!), hâşâ! Küfre düşmek caizse, günah işlemek hayli hayli caiz demektir, hâşâ! Dolayısıyla söz konusu ifadeden, “günah sevap birbirine eşittir (!)” anlamını çıkarmak mümkündür. Görüldüğü gibi bu kadar tehlikeli bir zeminde “hâşâ” demekten sizi bıktıracak duruma geldik. Fakat, küfre düşme konusunda şaka ve senaryonun ruhsatı olmadığı için buna mecbur kalıyoruz.

Şimdi de iman küfür konusunda Maturidilerin bazı görüşlerine bakalım:

1-İmam Maturidi Kitâbu’t-Tevhid’de, küfrü gerektiren bir fiilin sadır olması halinde imanın ortadan kalkacağını açıkça belirtmiştir.[8] Aynı eserinde, imanın teslimiyet ve boyun eğme/itaat olduğunu, (son din) İslam’dan başka bir dine inanmanın kişiyi mümin kılmayacağını ve İslam’dan dönen kimsenin mürted olacağını, diğer dinlerin hepsinin İslam’dan ayrıldığını, mürted hakkında da dinde vaz’edilmiş yaptırımlar olduğunu, naslardan delilleriyle birlikte ifade etmektedir.[9]

Demek ki, Kur’an ve Sünnet’te gelen buyruklara A’dan Z’ye inanmayan kimse, İmam Maturidi’ye göre mümin kabul edilmiyor. Buyruklardan kasıt ise “zarûrât-ı diniyye”dir. (Zarûrât-ı diniyye için bkz. http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=35#2018032860 ). İmam buna da açıkça temas ediyor. Aşağıda buna temas ediyoruz.

2- “Zarûrât-ı diniyye” yi inkar edenin durumu ile ilgili Maturidiye’nin görüşü: “Dinden olduğu kesinlikle bilinen esaslardan birini inkar etmedikçe Müslüman dinden çıkmış olmaz, tekfir edilmez. Zarûrât-ı Diniyye’den[10] bir hususu inkar eden, İslam dışı herhangi bir dinin alameti kabul edilen elbise veya simgeleri kullanan, Allah’a açık bir kusur veya eksiklik nispet eden, Kur’an ayetlerini ve mütevatir sünneti inkar eden, İslam ve onun kutsal değerlerini hafife alıp alay eden kimseler tekfir edilir.[11] (Konu ile ilgili geniş bilgi ve “zarûrât-ı diniyye” için bkz. http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=35#2018032860 ).

Maturidiliğe göre “Allah’a isyan edenlerin (kafirlerin) ebediyen cehennemde kalacağına dair nasslar, “mutlak fâsık”la ilgildir; “mutlak fâsık”, “kâfir”dir.” [12]

Demek ki, Maturidilikte iman, kâfir, mümin ayırımı, Kur’an-ı Kerim’de ve dinimizde olduğunun aynısıdır. Dolayısıyla Maturidiliğe göre dinden çıkmak da var!.. Bu husus, sadece Maturidiliğe mahsus bir şey de değil, esasen İslamiyet’in en temel meselelerinden. Dolayısıyla Eş’arilikte de aynı durum söz konusudur. Konunun temeli ise Kur’an-ı Kerim ve hadisi şeriflerdir.

O halde Ehl-i Sünnet itikat mezhebleri olarak gerek Maturidiye, gerekse Eş’ariyye, iman, kâfir ve münafık gibi iman meselelerine ciddiyetle eğilmiştir. Maturidi kaynaklardan aldığımız, dinde herhangi bir unsuru inkâr edenin dinden çıktığına ve kâfir olduğuna dair yukarıdaki ifadeler son derece açıktır. Amelin imandan bir cüz olmadığı, yani inkâr etmeksizin dini emir ve yasaklara riayet etmeyenin dinden çıkmayacağı hususu ise çok daha farklı bir konudur ve İmam Maturidi’nin görüşüyle birlikte Ehl-i Sünnet’in görüşü böyledir.[13]

3-Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim, Yahudilerin, “Üzeyir Allah’ın oğludur” demeleri dolayısıyla, Hristiyanların da “Mesih İsa, Allah’ın oğludur” demeleri sebebiyle kâfir olduklarını vurgulamıştır.[14] Aynı şekilde Kur’an-ı Kerim, “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir”[15] diyenlerin ve Allah, üçün üçüncüsüdür”[16] diyenlerin (Hristiyanlar) kesinlikle kâfir olduklarını da haber vermiştir.

İmam Maturidi, Hristiyanların içine düştüğü bu dalaleti Kitabu’t-Tevhid’inde, uzun uzadıya anlatmaktadır.[17] Buradan da anlaşılmaktadır ki İmam Maturidi, imanla küfrü aynı tutmamaktadır.

Kaldı ki Eş’ariliğin ve Maturidiliğin temeli olan Kur’an-ı Kerim’de olsun, Sünnet’te olsun, Allah’a ve Rasülüne iman etmeyenlerin “kâfirler” olduğunu vurgulayan sayısız nass vardır. Bunlardan bir ayet örnek vermekle yetinelim:

“Kim Allah’a ve Rasulü’ne iman etmezse, bilsin ki, biz kâfirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır.” (Fetih, 48/13).

  1. B) “FİİLİ CİHAD” TA’RİZ YOLUYLA YOK KABUL EDİLİYOR!

Söz konusu filmde, “Semerkand’ın Sâmânî hükümdarı I. Sadr, İslamiyet’i zorla değil, anlatarak yaymak istediğinden, Semerkant’tan gelen Mansur Muhammed de dahil, pek çok din alimini toplayarak onlardan yardım istedi” deniliyor.

Bu satırlarda dikkat çekilmek istenen yer, “İslamiyet’i zorla değil, anlatarak yaymak istediğindenifadesidir.

Her şeyden önce, anlatıldığı şekilde İmam Maturidi’nin çağrılma ihtimali zayıftır. Bakabildiğimiz kaynaklarda böyle bir rivayete rastlamadık. Dolayısıyla olayın kurgulanmış bir senaryo olması muhtemeldir. Zira film baştan sona, hedeflenen mesajı destekleyen yanlış bilgilerle doludur. Ayrıca, İmam Maturidi’nin Sâmanoğulları yönetiminden destek gördüğü[18] belirtilse de genel olarak devlet ricaliyle arasının iyi olmadığı ifade edilmektedir.[19] İmam Maturidi gibi bir zatın hükümdar hatırına dini saptıracağını düşünmek de her bakımdan muhaldir. Genel olarak ulemanın, devlet ricalinin kapısına gitmekten kaçınma gibi meşhur bir adetleri var ola gelmiştir. Zira bazı hadis-i şeriflerde alimlerin idarecilerin kapısına gitmeleri, onların yanlış söylem ve icraatlarını onaylar pozisyona düşmeleri tehlikesinden dolayı zemmedilmektedir.[20]

Filmde izleyiciler bağlamında Türkiye vatandaşına ve Türki Cumhuriyetlerdeki dindaş ve soydaşlarımıza, hatta dünya Müslümanlarına, senaryo olduğunu tahmin ettiğimiz bir hikâye üzerinden “İslamiyet’te, fiili cihad/savaş yoktur (!)” mesajı verilmektedir. Bu mesaj doğrudan verildiğinde elbette büyük tepki ortaya çıkar ve amaçlanan hedefe varılamaz.

Filmin bu yönü, Türkiyemizde 2010’lu yıllarda, İngiltere Büyükelçiliği marifetiyle gerçekleştirilen Mardin Sempozyumu/Fetvası”nı çağrıştırmaktadır. Sempozyumda, İslamiyet’te cihadın olmadığı veya günümüzde yerinin kalmadığı tezi işlenmişti. (Bkz. http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=108#2018032881 ). Konu ve hedef her ikisinde de aynı: “Ilımlı/Leicht İslamönerisiyle Müslümanları uyutmak, pasifize etmek.

İslam’da fiili cihad/savaş yok idiyse, tarihte Rasülüllah (s.a.v.), sahabe ve ondan sonraki dönemlerdeki Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı’daki savaşlar gayri meşru mu idi, hâşa!

Bu konuda günümüze bakalım. İslam’da fiili cihad yoksa, bizim PKK, PYD ve IŞID gibi terör örgütleriyle yaptığımız mücadele gayri meşru mudur, hâşâ! Aynı şekilde, “Afrin Harekatımız” ve benzeri yurt dışı operasyonlarımızın adına ne diyeceğiz? Elbette bal gibi fiili cihad/savaş! Hakkın yolunda, zulmü engelleme yolunda, milli ve manevi değerlerimizi ve vatanımızı koruma yolunda, güvenliğimizi sağlama yolunda elbette haklı bir çıkarma! Demek ki “nush/nasihat” ile uslanmayana köteği de çıkarmak gerekiyor…

İslam’da keyfi cihad/savaş elbette yoktur, asıl olan güzel öğüttür, barıştır. Ancak, yeryüzünde zulme mâni olma yolunda, uyarının fayda vermediği şartlarda elbette “fiili cihad”, Allah’ın bir emri ve uluslararası ilişkinin de bir kaçınılmazı olarak gündeme gelecektir.

Bu nedenle Rasülüllah (s.a.v.), “Cihad, kıyamete kadar devam edecektir”[21] buyurmuşlardır. Bunun için de ayet-i kerimede, “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar (her türlü) kuvvet ve (cihad için) bağlanıp beslenen savaş atları hazırlayın ki, onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz…”[22] buyurulmuştur. Atalarımızın, “istersen sulh u salah, hazır ol cenge” sözü de aynı mahiyete işaret etmektedir.

Söz, “zorla Müslüman etmek ten açılmışken, İslam’ın inanç özgürlüğü anlayışına da kısaca temas etmekte fayda mülahaza ediyoruz. İslamiyet’e göre, bir yer fethedildiğinde oranın gayri Müslim ahalisinin Müslüman olma zorunluğu yoktur. Zira dinimize göre inançta zorlama yoktur, sadece tebliğ vardır. Müslümanlığı kabul edenler ise, kendi hür iradeleriyle Müslüman olduklarından dini hükümlere uymak durumundadırlar. Tebliğle Müslümanlığı kabul etmeyenlerden, can ve mal emniyetlerinin korunması karşılığında “cizye” denilen vergi alınır ve hayat öylece devam eder. Bundan dolayı fetih ve savaş, ahaliyi zorla Müslüman etmek için de yapılmaz. Aksine, zulüm ve istibdatı yok edip, insan hakları ve inanç hürriyeti bağlamında nötr ortam oluşturmak, hakkaniyet ve adaleti sağlamak için yapılır. Dolayısıyla, filmdeki “İslamiyet’i zorla değil, anlatarak yaymak istediğinden …” sözü, dini hüküm olarak da yanlıştır.  Ayrıca böyle bir isnatla, doğrudan olmasa da İslamiyet de yanlış tanıtılmakta ve kötü gösterilmektedir.

  1. C) “ILIMLI/LEİCHT İSLAMCI” BİR İMAM MATURİDİ (!) PORTRESİ

Filmde İmam Maturidi, çağdaş, hoşgörülü ve objektif bir düşünür olarak tanıtılmaktadır. Ehl-i Sünnet akidesinin iki büyük önderinden biri olan İmam Maturidi,  Allah’ın indirdiği dini bırakıp, çağın icaplarına uyacak (!)? Yahut da çağın, itikatsızlıklarına ve haramlara karşı hoşgörülü olacak(!), öyle mi? Taraf tutmayan, Allah’ın dinine göre, dolayısıyla îmânî değerlerine göre “değer yargısı” olmayan bir objektiflik, tarafsızlık?… Allah’ın “ak” dediğine “ak” diyemeyen, “kara” dediğine “kara” diyemeyen bir İmam Maturidi(!)… Haşâ ve Kellâ!

Bu içerikle de filmde, “ılımlı/leicht İslamcı bir İmam Maturidi” portresi çiziliyor…

Halbuki, iman ve akide imamı olan İmam Maturidi’nin asıl amacı, müminlerin imanını güçlendirme ve temel esasları çerçevesinde dini savunma olmasına rağmen[23] filmde, buna hiç temas edilmemektedir. Bunun yerine, onun çocukluk hayatından -doğruluğu tartışılır- basit hikâyelerden söz edilerek onun asıl misyonu üzerine karartma çekilmektedir. Doğum tarihi bile bilinmeyen bir alimin muteber kaynaklardan çocukluk hayatına ilişkin detaylar bulmak bir hayli zor olsa gerektir.[24]

  1. D) İMAM MATURİDİ’NİN KÜNYE VE KİMLİĞİNE DAİR BİLGİLER DE YANLIŞ!

Filmde, İmam Maturidi’dinin M. 863’de doğduğu belirtilmekte, 80 yaşına kadar camilerde vaaz ettiği ve ondan sonra vefat ettiği ifade edilmektedir. Halbuki İmam’ın doğum tarihi belli değildir ki yaşı tam olarak belirlenebilsin. Zira, hocası Muhammed b. Mukâtil’in vefat tarihini H. 248/M.862 olarak belirtilmişse,[25] bunun talebesi İmam Maturidi’nin M. 862’de doğduğunu iddia etmek biraz gülünç olur.

Onun doğum tarihi, çağdaş bazı alimlerin hayatına kıyasla ancak tahmin edilebilmektedir. O da H.3./M.IX. asrın ortalarıdır. Bu tarih yaklaşık, H. 225/M. 839 eder. Bu tarihle, vefat tarihi olan H. 333/M. 944 arasında fark, 105 çıkar ki bu İmam’ın yaklaşık yaşıdır. Nitekim kaynaklar, onun bir asır yaşadığından söz etmektedirler.[26] Allah rahmet eylesin, bu ümmet için yerlerini dolu etsin!

Filmde ayrıca, İmam Maturidi’nin ismi dahi, “Mansur Muhammed b. Mahmut” şeklinde yanlış verilmekte, dolayısıyla asıl adının Mansur olduğu söylenmektedir. İmam Maturidi’nin dedesinin isimi de babasının ismi olarak verilmektedir. Halbuki, babasının adı da kendi adı gibi Muhammed’dir.  Dedesinin adı ise Mahmud’dur.

İmam Maturidi’nin asıl isim ve şeceresi, “Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud şeklindedir. Buna göre, “Ebu Mansur” onun künyesi, Muhammed de ismidir. İslam kültüründe bir şahsın künyesi, o şahsın ilk oğlunun ismine “ebû” kelimesinin muzaaf yapılması suretiyle belirlenir. “Ebu Falan”, “Falan’ın Babası” anlamına gelir. Dolayısıyla “Ebu Mansur”, “Mansur’un Babası” demektir. Kaldı ki İmam Maturidi’nin oğlunun da olmadığı ve soyunun kızları vasıtasıyla devam ettiği belirtilmektedir. Ancak o devirde, erkek çocuğu olmayan kimselere Cenâb-ı Hakk tarafından erkek çocuğu bahşedilmesi temennisiyle bir erkek çocuğunun ismiyle künye verilmesi adetinden dolayı, İmam Maturidi’nin “Ebu Mansur” olarak künyelendiğinden söz edilmektedir.[27]

  1. E)AKL”I ÖN PLANDA TUTAN “FELSEFECİ” BİR İMAM MATURİDİ(!)

Filmde İmam Maturidi, “akılcı felsefe”siyle İslam’ın yayılmasını sağlayan” bir şahsiyet olarak tanıtılmaktadır. Bu ifadelere göre, İmam Maturiridi’nin, aklı ön planda tutarak dini algıladığına işaret edilmiş olmaktadır. Buradan hareketle Maturidi mezhebine mensup izleyiciye, kanaatimizce “senin İmam’ın dini akla göre irdeledi, sen de dinini akıl süzgecinden geçirmelisin” imajı verilmektedir.

Aynı şekilde filmde, gerçek imanın, “kör bir inançla” değil, Allah’ın verdiği zekayı da kullanarak mümkün olacağı” düşüncesine yer verilmekte ve burada da yine akılcılığa vurgu yapılmış olmaktadır. Kanaatimizce buradaki “kör inanç” tan kastedilen, iman ve teslimiyettir. O zaman, gayba iman da “kör inanç” olur(!). Halbuki, teslimiyet ve kesin inanç olmadan “iman” gerçekleşmez. O nedenle Cibril Hadisi’nde geçen “kelime-i şehadet”,eşhedü” lafzıyla ifade edilmiştir.[28] “Eşhedü”, gözümle görmüşçesine inanırım, demektir. Böyle olmazsa iman olmaz. Kur’an’ın ikinci sayfasında Bakara Suresi başında, kurtuluşa erecek Müslümanların özellikleri arasında ilk sırada, “gayba iman” zikredilir.[29] Ahiret, kabir, sual, mizan, sırat, cennet, cehennem, hatta melek, Peygamber ve Allah kavramları, gözle görülmediğine göre “gayb”dır. Buna göre, “iman”, “kör inanç”ın tam da zıddıdır, diyebiliriz.

O halde, yukarıdaki ifadelerde söz edilen “kör inanç” anlayışına göre, gayba imanı içeren hususları akla vurmadan inanmak, “kör inanç” olurmuş(!).

Halbuki İmam Maturidi, akla dayalı din anlayışını savunan Mutezile’ye aksülamel olarak çıkmış ve “kelâm metodu” nu kullanmıştır. Kelâm metodu, akla önem vermekle birlikte vahyi hareket noktası kabul eder.[30] Dolayısıyla İmam Maturidi, aklı, naklin kontrolünde kullanmıştır. Bu metotta akıl hâkim değildir, akla uymayan nakil inkâr edilmez, aklın yanında nakil ikinci plana alınmaz. Aksine, nakil birinci plandadır. Akıl sadece, istidlal için kullanılan ve nakli anlamaya yarayan bir vasıtadır. Nitekim, analiz, sentez, kavrayış akılla mümkün olduğu gibi, içtihat da akıl aracılığıyla yapılır. Aklı olmayanın zaten dini sorumluluğu da yoktur.[31]

Akla uymayan şey reddedilecekse, o zaman Hz. Peygamber Efendimiz niye gönderildi? Din ve dinin kaynağı vahiy neden indirildi? Allah ve Peygamberle insanın aklı, bilgisi, düşünce seviyesi ve gücü, aynı mıdır ki dinde aklına uymayanı reddetsin? Allah’ın yarattığı ve sonuçta onun “mahluk”u olan akıl, Allah’ın ilmiyle, yani Allah’la mı cedelleşecektir acaba?  Bunun akıl ve mantık neresindedir?

Filmde dikkati çeken bir başka husus da şudur: İmam Maturidi’nin Mutezile’ye aksülamel olarak ortaya çıktığından söz edildiği halde, Mutezilenin en önemli özelliği olan “akılcılık” (nakli, akla mahkum etme ve akla uymayan nassları kabul etmeme” hastalığından hiç söz edilmemektedir. Onun yerine, onun “hür irade” anlayışından söz edilmesi, Mutezile hakkında zemmedilen “akılcılığı” gizlemek anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, muhatap sürekli akılcılığa sevk edilmek istendiğinden, Mutezile’nin akılcılığı da kasten ört bas edilmektedir. Halbuki, İmam Maturidi olsun, İmam Eş’ari olsun, Mutezile’yi ve onu temsil eden aşırı akılcı tutuma hasım olarak ortaya çıkmışlardır. Maturidilik’te aklın yeri konusunu, önceki makalemizde müstakil olarak ele almıştık. (Bkz. http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=334#2018033175 ).

Aynı konuyu teyit mahiyetinde filmin sonunda da şöyle denmektedir:

Her dönem, düşüncesi dikkatle takip edilen Maturidi’nin İslam’a bakışı, pek çok Müslümanın savunduğu, inanç felsefelerinden birisi olarak bugün de yaşamaya devam ediyor.

Görüldüğü gibi İmam Maturidi, itikat imamı misyonuyla değil de akla dayalı bir inanç felsefesine sahip sıradan bir düşünürün misyonla tanıtılmaktadır. “İnanç felsefesi” deyince, var olan bir dine inanıp onun esaslarını ortaya koyma değil de kişinin kendi zihninden ürettiği düşünceler istikametinde bilginin kaynağını aramak akla gelmektedir. Bu durumda kendisine uyulacak bağlayıcı bir vahiy yok demektir, hâşâ! Nitekim, felsefenin içerisinde vahiy/nakil bulunmak zorunda olmadığı gibi, bulunsa da ikinci plandadır. Felsefede asıl olan, akıl ve kişinin mevcut kültürüdür. İnanç ise, vahye teslimiyettir.

Yukarıda ifadelerde, altını çizdiğimiz her bir kelime iman ve itikad açısından sorun teşkil etmektedir. Genel olarak İmam Maturidi’nin yüksek ilmi düzeyi ve itikat imamlığı göz ardı edilerek, yine düşünce adamlığından söz edilmektedir. Yani o, sanki sıradan düşünen bir adammış! İfadelerde yer alan “İslam’a bakışı ifadesi de yine onun temel misyonuna gölge düşüren bir ifadedir.  Zira “İslam’a bakış” demek, bir kimsenin, İslamiyet hakkındaki kendi serbest düşünceleri demektir. Halbuki İslam alimi, hele bir itikat mezhebi imamı, kendi düşüncesine göre İslam’ı yorumlayamaz, Kur’an ve Sünnet istikametinde İslam İtikadını ortaya koyar. “Bakış tarzı”, şöyle ya da böyle, bir konuda herkes tarafından ortaya konabilecek bir düşüncedir. Böyle bir düşüncenin, ilahi hitaba uygun olma zorunluluğu da yoktur…

Aynı ifadeye göre, Müslüman kitle de bu itikada sanki “inanmıyor” da sadece savunuyor… Halbuki “inanç” ayrı, savunma ayrıdır. Bir şeye inanmadan da onu savunabilirsiniz. Savunmada sindirme, tasdik ve iz’an yoktur. Ama imanda/inançta, tasdik, iz’an/kesin kabul, samimiyetle benimseme ve azimlilik vardır.[32] Ayrıca bugün savunduğunuzu yarın bırakabilirsiniz de. Dolayısıyla savunma görecelidir, gündeliktir.

Aynı ifadelerde görüldüğü üzere, savunulan yine “iman esasları” değil de yukarıda eleştirdiğimiz “inanç felsefesi”! Savunulan meseleler, İslam Dini’nin iman esasları, haramlar, farzlardan oluşan “zarûrât-ı diniyye” değil de sanki “felsefi düşünce”! Felsefi düşünceyi kabul etmeseniz ne olur? El-Cevap: hiçbir şey olmaz, sadece kabul etmemiş olursunuz! Ama bir kimse iman esaslarını kabul etmezse, -neuzubillah- “gâvur” olur. Dolayısıyla filmde, İslamiyet “felsefi bir inanç sistemi” olarak görüldüğü için, “dinden çıkmak diye bir şey yoktur” denmiş olmalı…

İnanç felsefesi olunca tabi, işin erozyonu da gündeme geliyor. Zira akla dayalı düşüncenin, yeryüzündeki akıl sayısı kadar çok olması kaçınılmazdır. Ve bunların hepsi filme göre sanki, Maturidilikle aynı değerdedir; -güya- Maturidilik, takip edilen felsefelerden sadece birisidir (!)…

Dolayısıyla filmde, İslam’ın kitap ve sünnete dayalı sağlam itikadı, İmam Maturidi’ye yapılan yanlış isnatlar aracılığıyla, basit bir inanç felsefesine ve sıradan bir bakış tarzına indirgenmektedir.

Filmde dile getirilen “takip ediliyor” ifadesi de iman ve teslimiyeti asla karşılayamayacak basit bir yaklaşımı ifade etmektedir. Zira takip etmekte, inanç yoktur, sarılma ve tutup kaldırma yoktur. Uzaktan ne olacak bakalım diye bir izleme vardır. Sanki sokakta rastlanmış buluntu bir düşünce, alalım mı almayalım mı diye tereddüt edilen bir düşünce (!)…

Halbuki İslami değerler, İslam’ın inanç esasları ve hükümleri böyle kaypak ve dil ucu ifadelerle anlatılmaz. Aksi halde ele alınan değerler zaafa uğrar. İslam’ın konuları kendi kavramları ile anlatılır. O değerlere ya iman edilir ya da inkâr! Îmâni meseleleri ucundan tutmak da yoktur. Zira ayet-i kerimede, “İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’a kıyıdan kenardan kulluk eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa onunla yatışır. Şayet başına bir kötülük gelirse gerisin geri (küfre) dönüverir. O dünyayı da kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir”[33] buyurulur.

Kezâ, filmde, İmam Maturidi’nin “Kitâbu’t-Tevhid” adlı kitabında, “akıl ve inanç arasında bir denge kurduğu” ifade edilmektedir. Bu cümleden anlaşılan şey, akılla naklin dini hükümlerdeki ortak ve eşit etkinliğidir. Dini belirlemede akılla vahiy eşit etkinliğe sahip olması demek, vahyin akılla törpülenmesi demektir, hâşâ! Diğer bir ifadeyle, akılla nakil birbirine, “azıcık senin dediğin olsun, azıcık da benim dediğim olsun” diyecek (!) sanki? Bu durum, Allah Teala’nın, kendi yarattığı akılla pazarlığa girmesi anlamına gelir, haşa!

Halbuki, Allah ve Rasülü neye nasıl iman edilmesini emretmişse, akıl sahibi insan o şekilde inanmak ve anlamak zorundadır. Zira, Allah ve Rasülünün getirdiklerinde mümin için muhayyerlik hakkı yoktur. Kur’an-ı Kerim, Allah ve Rasülünün koyduğu hükümleri gönül hoşnutluğu ile kabul etmeyenlerin, bu hükümlerde muhayyerlik arayanların iman etmediklerini haber vermektedir.[34] Öyleyse, sübûtu ve delâleti kat’î olan dini hüküm ve haberlerde, alim dahi olsanız, aklın rolü sıfırdır. Bu alanda akıl, o kabilden bir dini hükmün sadece hikmetini düşünebilir. Delaleti zanni olan meseleler ise, içtihat ehliyetini taşıyan yetkili ulema için içtihat alanıdır.

Kur’an-ı Kerim’de “akletmez misiniz?!”,[35] “düşünmez misiniz?!”[36] gibi hitaplar, akla uymayan nakli/nassı dışlayıp inkâr etmek anlamına değil, “dünya ahiret dengesini iyi düşünün de iman edin, ebedi dünyaya fani dünyayı tercih etmeyin, kâfir olmayın, Allah’a ve Rasülünün getirdiğine gönülden teslim olun” anlamınadır. Ayetlerin öncesi ve sonrasında gelen ifadelerde bunları açıkça görebilirsiniz. Şayet, akla göre nassı değerlendirip onun bir kısmını inkâr etmek meşru olsaydı, o zaman Allah Teâlâ’nın kitaplar indirmesine ve Peygamberler göndermesine lüzum kalmazdı. Nitekim, Kur’an-ı Kerim, “Andolsun biz, her ümmete, Allah’a kulluk edin, tâğûttan (Şeytan’a ve Allah Teâlâ dışındaki nesne ve varlıklara kulluktan) kaçının, diye peygamber gönderdik. Allah onlardan kimini doğru yola iletti, onlardan kimine de (kendi iradeleri sebebiyle) sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün”[37] buyurulmaktadır.

Hal böyleyken, filmde olduğu gibi günümüzde de birilerinin, İmam Maturidi üzerinden “akılcı” bir din anlayışını her fırsatta topluma dayatmalarını iyi niyetle bağdaştıramıyoruz.

SONUÇ

TRT AVAZ logolu videoda yer alan animasyon filminde, İmam Maturidi (rahmetullahi aleyh) hazretleri hakkında verilen bilgilerin neredeyse tamamı yanlıştır. Filmde, magazin tarzı bir anlatımla İmam Maturidi’nin gerçek misyonu örtülmektedir. Aslı olmadığı halde İmam Maturidi’nin, tefsirinde -güya-, “Kur’an’a göre dinden çıkmak diye bir şey olmadığını” yazdığı ifade edilmektedir. Kendisine, çağdaş, hoşgörülü ve objektiflik gibi leicht özellikler isnat edilmekte ve onun, akılla nakli dengede tutan (yani eşit tutan) ya da aklı nakil karşısında önceleyen bir dini anlayışa sahip olduğu belirtilmektedir.

Aynı bağlamda filmde, zekâ süzgecinden geçmeyen inancın “kör inanç” olacağı ifade edilerek, iman konularının akıl süzgecinden geçirilmesi gerektiğine işaret edilmektedir. İslam’da fiili cihadın olmadığı hususu da yine, kaynaklarda rastlamadığımız bir hikâye üzerinden ta’riz yoluyla ifade edilmektedir.

Bu haliyle İmam Maturidi hazretleri, “ılımlı İslamcı misyona sahip bir portre olarak tanıtılmakta ve bu isnatların pek çoğu İslam itikadıyla bağdaşmamaktadır.

Bu haliyle filmde, ağırlıklı görüşe göre Türk kökenli olduğu söylenen ve çoğunlukla Türk dünyasında tercih edilen bir Akâid imamı olarak İmam Maturidi hazretleri, kanaatimizce ılımlı İslam/leicht İslam” ve “dinler arası diyalog” projesine alet edilmektedir. Söz konusu film aracılığıyla bu bozuk anlayış, başta Türkiye Müslümanları olmak üzere, Türk dünyasına ve İslam alemine aşılanmak istenmektedir.

Sosyal medyada hızla yayılan “TRT Avaz” logulu bu filmin, aksi açıklanmadığı sürece, TRT Avaz’a ait olduğu anlaşılmaktadır. Zira, filmin logosunda TRT Avaz yazdığı gibi, internet üzerinden yaptığımız basit aramada da filmin, TRT Avaz tarafından yüklendiği kaydına rastlamaktayız. Filmin TRT’ye ait olması durumunda, birilerinin Sayın Cumhurbaşkanımızı yıpratmak amaçlı bir faaliyet içerisinde olduklarından şüphelenmemek elde değildir.

04.04.2018

Dr. Ahmet GELİŞGEN

www.ahmetgelisgen.com

 

NOTLAR:

1)Maturidilikte Akıl mı Esastır?” makalemiz için bkz.

http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=334#2018033170

2)Maturidilik Bağlamında Diyanet ve Ilımlı İslam” konferansımız videosu için bkz. http://www.ahmetgelisgen.com/Video-Detay.aspx?ID=15

3)TRT avaz logulu İmam Maturidi Filmine ait video linki:

https://youtu.be/JpPE2TRFga0

(İmam Maturidi / Adriyatik’ten Çin’e Tarih Yazanlar |/ TRT Avaz)

[1] Râfiî, el-Azîz Şerhu’l-Vecîz, XI, 97; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, V, 427; Dimyâtî, Ebûbekr Usmân b. Muhammed, İânetü’t-Tâlibîn IV, 214.

[2] Nisa, 4/116; Lokman, 31/13. İrtidat suçunun cezası için bkz. Ebû Yûsüf, Kitâbü’l-Harâc, s. 67; Şeybânî, Şerhu Kitâbi’s-Siyeri’l-Kebîr, V/1938; Mâverdî, İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, IV/1764; el-Hâvi’l-Kebîr, XIII/158; Serahsî, Kitâbü’l-Mebsût, X, 98; Nevevî, el-Minhâc Şerhu Sahîhi Müslim, XI/166, 167; Ûdeh, II/720; Ebû Zehra (ö.1394/1974), el-Ukûbe, s.154, 155; Ali Bardakoğlu, “Had”, İSAM Ansiklopedisi, XIV/548; Bardakoğlu, “Ceza”, a.g.e., VII/473.

[3] Bkz. Şâfiî , er-Risâle er-Risâle s. 129-132; Serahsî,  el-Mebsût, IX/36, 37; Bâcî, Ebû Velîd Süleymân b. Halef, Füsûlü’l-Ahkâm, s. 270; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, IV/1718; Bedâîu’s-Sanâi’, VII/49;  İbn Müflih, Kitâbü’l-Fürû’, VI/67, 69; Zerkeşî,  VI/273, 277; İbn Ferhûn II/196; Şevkânî, el-Edilletü’r-Rasîne, s. 290; Şenkîtî, VI/7, 13; Desûkî, Izzet Mustafa, Ahkâmu Cerîmeti’z-Zinâ fi’l-Kânûni’l-Vad’î ve’ş-Şerîati’l-İslâmiyye, s. 201; Ali Bardakoğlu, “Had”, İSAM Ansiklopedisi, XIV/548; Bardakoğlu, “Ceza”, a.g.e., VII/473. Vd.

[4] Bkz. Al-i İmran, 3/91.

[5] Tahâvî, el-Akîdetü’t-Tahâviyye, s. 10, 11; Beyhakî, el-İ’tikâd ve’l-Hidâye ilâ Sebîli’r-Raşâd alâ Mezhebi Ehli’s-Selef Ehli’s-Sünne ve’l-Cemâa, s. 302; Sâbûnî, el-Bidâye, s. 80; Teftâzânî, Şerhu’l-Akâid, s. 52.

[6] Bkz. Buhârî, Îmân, 15 (I, 11); Müslim, Îmân, 304 (I, 172, No: 174).

[7] “Kur’an’a göre, dinden çıkmak diye bir şey olmadığını” söylemenin, bu anlama geldiğini daha önce belirtmiştik.

[8] Ebû Mansur Muhammed el-Maturîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, Mektebetü’l-İrşâd, Beyrut, 2010, s. 431.

[9] Ebû Mansur Muhammed el-Maturîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 497-499.

[10]Zarûrât-ı Diniyye için bkz. http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=35#2018032860

[11] Yusuf Şevki Yavuz, “Maturidi”, İSAM Ansiklopedisi, XXVIII/173 (Kitabu’t-Tevhîd, s. 293; Tabsıra, I/198, 204, 417; Kemaleddin İbn Ebu Şerif, s. 315-323; Beyazızade Ahmet Efendi, s. 50-51’den naklen). Ayrıca bkz. Teftâzânî, Şerhu’l-Akâid, s. 153; Molla Hüsrev, Mirâtü’l-Usûl, s. 321; Ebu’l-Izz Ali b. Ali, Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye, I/403, II/529, 552; Ömer Nasuhi Bilmen, Muvazzah İlm-i Kelam, s. 102, 103; Ali Arslan Aydın, İslam’da İman Esasları, s. 38; Ahmet Hamdi Akseki, İslam Dini, s. 56; Şerafettin Gölcük, Süleyman Toprak, Kelâm, s. 103.

[12] Yusuf Şevki Yavuz, a.g.e., XXVIII/173 (Kitabu’t-Tevhîd, s. 324-383; Tabsıra, II/766-787’den naklen).

[13] Ebû Mansur Muhammed el-Maturîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 427, 467; Gölcük -Toprak, Kelam, s. 37. Bkz. Bekir Topaloğlu, “Din”, İSAM Ansiklopedisi, IX/323.

[14] Tevbe, 9/30.

[15] Maide, 5/72.

[16] Maide, 5/73.

[17] Ebû Mansur Muhammed el-Maturîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 288-294. Bkz. Bekir Topaloğlu, “Maturidi”, İSAM Ansiklopedisi, XXVIII/154; Yusuf Şevki Yavuz, a.g.e., XXVIII/172, 173.

[18] Gölcük-Toprak, Kelâm, s. 37.

[19] Şükrü Özen, “Maturidi”, İSAM Ansiklopedisi, XXVIII/147.

[20]Tirmizi, Fiten, 69; İbn Mace, Mukaddime, 23; Ebu Davud, Edâhî, 24; Nesâî, Sayd, 24; Ahmed, I/357; II/371; 440; III/321, 399; Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, Hadis No: 628, 5701; Münavi Feyzu’l-Kadîr, IV/464. Bkz. Münziri, Tegîb, III/479; Elmalı’lı, Hak Dini Kur’an Dili, VII/4795. Ayrıca bkz. Nesâ’i, Bey’at, 35, 36; Ahmed, III/24, 92; Iv/243, 267, 268; V/384.

[21] Buhâri, Cihad, 44; Ebu Davud, Cihad, 33.

[22] Enfal, 6/60.

[23] Şükrü Özen, a.g.e., XXVIII/148.

[24] Gölcük-Toprak, Kelam, s. 37; Şükrü Özen, a.g.e., XXVIII/148.

[25] Şükrü Özen, a.g.e., XXVIII/146.

[26] Şükrü Özen, a.g.e., XXVIII/146.

[27] Şükrü Özen, a.g.e., XXVIII/146.

[28] Buhârî, İman, 37; Müslim, Îmân, 1 (1, 5, 7).

[29] Bakara, 2/3.

[30] Gölcük-Toprak, Kelam, s. 37, 38, 44.

[31] Ebû Mansur Muhammed el- Maturîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 457.

[32] Bkz. Gölcük-Toprak, Kelâm, s. 87, 88.

[33] Hacc, 22/11

[34] Nisa, 4/59, 65; Ahzab, 33/36.

[35] Bkz. Bakara, 2/44, 73, 76, 242; Ali İmran, 3/65, 118; En’am, 6/32; A’raf, 7/169; Yunus, 10/16; Hud, 11/51; Yusuf, 12/109; Enbiya, 21/10, 67; Mü’minûn, 23/80; Nur, 24/61; Kasas, 28/60. Vd.

[36] Bkz. Bakara, 2/219, 266; Nisa, 4/82; En’am, 6/50; Nahl, 16/36; Muhammed, 47/24. Vd.

[37] Nahl, 16/36.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu