Ali ErenMustafa İslamoğlu

Kişinin Sözü Kendisinin Tarifidir… – Ali Eren

Yazımıza başlık olarak aldığımız seçme söz ilk defa benim tarafımdan söylenmiş değil. Genel bir kâide. Yani eskiden beri söylenegelen bir sözdür bu, atasözüdür.

Kişinin söyledikleri madem kendisinin tarifiymiş, öyleyse ben de siz okuyucularımıza bir yazarın İslâmî meselelerle ilgili bazı sözlerini aktarayım da siz de bu sözlerden o yazarın tarifini çıkarın.

O yazar şöyle diyor:

1- “…bu nasları (âyetleri) Hz. Peygamber’in okuyuşu (anlayışı demek istiyor) bir “hukukçu” gibi değil bir “peygamber” gibi olmuş…” (Sahife: 242)

Dikkaaat!

Ne demiş, ne demiş!

“Bir peygamber olarak” dememiş de “peygamber gibi” demiş.

Peygamberlerin şahı olan Resûlüllah Efendimiz hakkında, “peygamber gibi” diyerek onu peygambere benzetmek olur mu hiç!

“Peygamber gibi” demek ne demek?

Bir peygamber, peygamber gibi değildir, bizzat peygamberdir.

Peygamberimiz sallallâhü aleyhi ve sellem zaten peygamber olduğu için kendisine inzal edilen âyetleri “bir peygamber gibi” değil, bizzat “bir peygamber olarak” okumuş, “bir peygamber olarak” anlamış “bir peygamber olarak” tatbik etmiş ve “bir peygamber olarak” da tebliğ etmiştir.

Bu sözün sahibi olan yazar, “Efendim ben peygamber kelimesini parantez içine alarak zaten sizin kastettiğiniz mânâyı kastettim” dese de bu izah hatasını ortadan kaldırmaz.

Eğer o mânâyı kastettiyse, kastettiği mânâyı açıktan açığa yazmasına ne engel vardı da yazmadı?

Yazmalıydı. Yazsaydı ya! Yazmamış, teşbihe / benzetmeye gitmiş.

İmanımız odur ki bütün peygamberler Allah’ın âyetlerini bir peygamber olarak okuyup anlamışlardır.

Zaten başka nasıl olacak ki?

Onun için, “Bir peygamber gibi” diyerek teşbihe / benzetmeye gidilmesi kabul edilemez.

Bu usül yani Peygamberimiz’in, âyetleri “bir peygamber gibi” yani peygambere benzer şekilde okuyup anladığını söylemek de yeni çıktı.

Okuyuculara yoksa peygamberimiz hakkında başka ihtimallerin de olduğu mu düşündürülmek isteniyor?

Sevgili peygamberimiz, âyetleri katiyen “bir peygamber gibi” hâşâ bir peygambere benzer şekilde değil doğrudan doğruya bir peygamber olarak okumuştur.

Yazar, şu veya bu şekilde yukarıdaki sözünde bir hata veya bir art niyet olmadığını söylemeye yeltenecek olsa bile diğer sözleri sırada duruyor. Onlar da aynı kitapta. Onlara ne izah getirecek?

Buyurun bir başkasına geçelim:

2- Zina ettiğini itiraf eden veya gördüklerine dair dört şahidin açık beyanıyla zina ettiği kesinleşen evli kimseler, İslâm hukukuna göre kadı / hâkim tarafından recm cezasına çarptırılırlar.

Recm, taşlanarak öldürmektir.

Recmde önce kadı ve şâhitler taş atarlar. Bunlardan herhangi birisi taş atmaktan çekinir veya vaz geçerse, recm cezası düşer ve o kimse recmedilmez.

Peygamberimiz zamanında kendisine recm cezası tatbik edilen kimseler olmuştur. Yukarıdaki sözlerin yazarının da yazdığı gibi, Maiz isminde bir zat Peygamberimiz’e gelip zina ettiğini itiraf etmiş ve kendisine recm tatbik edilmiştir.

Zamanımızda insanlar tarafından recm’in ne demek olduğu biliniyor. Yine zamanımızda –tatbik edilmiyor olsa da- bu İslâmî cezayı ağır gören bazı kimseler “yarası olan gocunur” kabilinden recm üzerinden İslama dil uzatıyorlar.

Sayın Yazarın böyle itirazları bilmediğini söylemek saflık olur. Yazarımız bunu biliyor ve ihtimal ki tepki almamak için kitabında Peygamberimiz zamanında tatbik edilen recm hadisesinden bahsederken recm kelimesini kullanmaktan özellikle kaçınıyor. Recm demiyor da “zinanın en ağır cezası” demeyi tercih ediyor.

Yani kitaplarda açık açık beyan edilen bir cezanın adını anmayıp sükûtla geçiştiri veriyor.

Oysa kitaplarda bu cezanın adı recm olduğuna göre, bundan bahsedilirken de elbette ki recm denilmesi icap eder.

Biz, yazar hakkında hüsn-i zanda bulunarak, -hadi neyse- tenkitlerden çekindiği için recm kelimesini kullanmadığını söylemekten vaz geçelim. Hatta daha ağırını düşünmeyip, “Recm cezasını içine sindiremediği için recm yazamıyor” da demeyelim.

Yazarın, geçmişte aynı cins ve fakat bundan daha ağır bir suçtan ceza alıp hapiste yattığı üzerinde falan da duracak değiliz. Başkaları bu meseleyi kaşısalar da biz “Geçmişte olan bir şey bizi ilgilendirmez.

Doğrusunu da yanlışını da Allah bilir. Zaten cezasını da yatıp çıkmış” der geçeriz. Yani işin bu tarafı bizi ilgilendirmiyor.

Ama bizi yazarın recm kelimesini kullanmaktan niçin kaçtığı ilgilendiriyor. İlgilendirdiği için de recm yerine niçin “zinanın en ağır cezası” dediğini kendisine sorup cevabını da bekliyoruz…

3- Az yukarıda “Recm cezasını içine sindiremediği için recm yazamıyor” demediğimizi ifade etmiştik. Fakat yazarın sözlerini üst üste koyunca insan bir yere geliyor ve “Bu zat yoksa recm cezasını içine sindiremiyor mu? Niçin bir türlü recm kelimesini telaffuz edemiyor?” diye düşünmekten de kendini alamıyor.

Çünkü yazar, İslâm hukukunda meşrû bir ceza olan recm hakkında yukarıdaki sözüyle kalmıyor, biraz aşağıda yine recm hakkında “Linçe benzer infaz” diyor.

E canım! Şimdi onun bu cümlelerini okuyanlar, “Bu zatın dili bir türlü recm demeye varmıyor” derlerse haksız mıdırlar?

Baksanıza…

Recme kâh “zinanın en ağır cezası” diyor, kâh “linçe benzer infaz” diyor ama bir türlü cezanın orijinal ismi olan “Recm” kelimesini kullan(a)mıyor.

Recm’e “linçe benzer infaz” demesi ise başlı başına bir saptırma ve İslâm hukukuna iftiradır.

Çünkü linç başka recm başkadır.

Recm, İslâmî kanun ve nizamlara uygun olarak verilen meşrû bir ceza, linç ise bunun tam tersidir.

Linç nedir?

Linç, “Halkın galeyana gelerek bir suçluyu veya suçlu sandığı bir kimseyi yargılamaksızın öldürmesidir.”
Biri tamamen kânûnî, diğeri ise tamamen kanunsuz.

Linç edilen insan suçlu bile olsa, onu cezalandırmak hakkı halkın değil kanunundur.

Velhasıl, tamamen kânûnî ve hukûkî olan recm, yazarın dilinde adâlete uygun bir ceza olmaktan çıkıp kâh “zinanın en ağır cezası” kâh “linçe benzer infaz” oluyor.

4- Yazar, dengesini kaybeden ve nereye yumruk salladığının farkında olmayan bir boksör gibi, Peygamberimiz’in “Had âyetlerinin hükmünün infazını bir “ibâdet” olarak değil bir “önlem” olarak gördüğünü…” söylemek gibi sakim bir değerlendirmede bulunuyor.

Aman Allahım! Bu ne biçim bir değerlendirmedir!

Peygamberimiz, âyetlerin hükmünü bir kötülüğe önlem / engel olarak yerine getirecek de bunu bir ibâdet olarak görmeyecek ha!

Peygamberimiz’in böyle bir şey yapması düşünülemeyeceği gibi, bir müslümanın Peygamberimiz hakkında böyle bir şey yazabilmesi de düşünülemez.

Çünkü, bir kötülüğe engel olmak zaten başlı başına bir ibâdettir.

Dolayısıyla, âyetlerin hükmünü bir kötülüğe “önlem olarak” yerine getirmek, o icraatın ibâdet olmasına engel değildir. Kötülüklere önlem almak zaten en büyük ibâdet değil midir?

Velhasıl, had (ceza) âyetlerinin hükmünün bir kötülüğe önlem olarak tatbik edilmesi, o icraatı ibâdet olmaktan çıkarmaz.

Peygamberimiz’in, yazarın değerlendirmesine uygun hatta ona yakın hiç bir sözü de mevcut değildir.

İslâmî olmaktan fersah fersah uzak olan yukarıdaki değerlendirmeyi, günahıyla sevabıyla değerlendirmenin sahibine bırakıp devam edelim.

5- İnsanlığa İslâmı tebliğ eden Sevgili Peygamberimiz’in kendisi olduğu için, Kur’anı da İslâmı da en iyi anlayan ve anlatan da tabii ki yine Sevgili Peygamberimiz olacaktır.

Her Müslümanın inancı ve imanı da zaten böyledir. Bu husustaki bir tereddüt insanın imanını kökünden sarsar.

Peygamberimiz’in Kur’an’ı ve İslâmı nasıl anladığı hakkında değerlendirmeye gitmek bile -en hafif tabiriyle- haddini aşmaktır. Peygamberimiz hakkında, “Kur’an’ı doğru anladı” veya “Şu meseleyi doğru anladı” gibi değerlendirmeye gidenler, peygamberlik müessesesini de İslâm âdâbını da bilmeyen câhil üstü câhil kimselerdir.

Kimin ve hangi densizin haddinedir ki, Peygamberimiz hakkında böyle bir değerlendirmede bulunsun.
Onun için, muhatap aldığımız yazarı biraz daha yakından anlamaları için okuyucularımızın bu beşinci maddeyi ayrı bir dikkatle okumalarını istirham ediyorum.

Şimdi size, bahsettiğimiz yazarın Peygamberimiz (s.a.v.) hakkında bir değerlendirmesini sunuyorum. Bakın Peygamberimiz hakkında ne diyor:

“İlk hırsızlık cezasında, hırsızı malı üzerinde yakalayıp getirene çok sert biçimde çıkışacak, kendisine suçunu itirafa geldiğini anladığı bir adamı daha yaklaşmadan “Aman itiraf etme” diye uyaracaktır. Bütün bunlar, onun “oku” emrini, maksadı okuma şeklinde doğru anladığının bir göstergesiydi.”

Gördünüz mü değerlendirmeyi!

Gördünüz mü haddini bilmezliği!

Adam, Kur’an’ın “oku” emrini ve âyetteki maksadı “Peygamberimiz’in doğru mu yanlış mı anladığını” değerlendirmeye kalkışıyor ve –hele şükür ki- doğru anladığını söyleyebiliyor.

Peygamberimiz’e ne mutlu ki(!), kendisinden 14 asır sonra gelen böyyük bir yazar, Kur’an’ın “oku” emrini ve Allah’ın maksadının ne olduğunu Peygamberimiz’in doğru anladığını kabul ediyor…

Şimdi siz demez misiz: Be adam!

Sen kim oluyorsun…

Bütün insanlar kim oluyorlar…

Kâinattaki bütün varlıklar kim oluyorlar ki, Kâinatın Efendisi’nin âyetleri doğru anlayıp anlamadığı hakkında değerlendirmede bulunabilesiniz?

Peygamberimiz hakkında yanlış anlama ihtimali mi görüyorsunuz ki, “Doğru anlamış” diyorsunuz.
Kur’an’ı da İslamı da Peygamberimiz doğru anlamayacak da kim anlayacak?

Hem de …

Sen O’ndan daha mı üstünsün ki, O’nun tavrının doğru veya yanlış olduğuna karar vermek cesaretini gösteriyorsun!

Her hali, sözü, fiili ve icraatı Allah’ın kontrolü altında bulunan, hatta maddî vücûdu bile de Allah’ın koruması altında olan ve Kur’an’ın bildirdiğine göre, “Asla kendiliğinden konuşmayan, konuşması sadece vahye dayalı olan” Allah Resûlü, İslamı ve Kur’an’ı doğru anlamayacak da O’nun nasıl anladığını tespite yeltenen haddini bilmezler mi doğru anlayacak?

Bir hâkimin bir kimseyi karşısına alıp, o şahıs hakkında hüküm vermesi gibi, sen de Peygamberimiz’in icraatını önüne koymuş hüküm veriyorsun: “Doğru anlamış.”

Onun hakkında Allah’tan başka hüküm verecek bir varlık var mıdır?

Siz kendinizi nerede ve nasıl bir makamda görüyorsunuz ve bu cesareti nereden alıyorsunuz da bu cürme cesaret edebiliyorsunuz!

14 asırlık İslâm ilim çevrelerinde, sizin üstlendiğiniz bu cürme cesaret eden tek bir âlim var mıdır!

Yoktur! Gösteremezsiniz!

Demek ki Peygamberimiz hakkında işlediğiniz bu cürüm hakkında eşsizsiniz, teksiniz, yegânesiniz…
Bu da size âhiret sermayesi olarak yeter de artar…

Ama siz bununla da yetinmiyor, benzer cürümleri işlemeye devam ediyorsunuz; “Hz. Peygamber’in dînî anlayışı” diyorsunuz. (Sa: 245)

Bu ne demek yani? “Hz. Peygamber’in dînî anlayışı” ne demek?

Onun kendisine göre, hâşâ kendi kafasına ve değerlendirmesine göre bir din anlayışı mı var?

Din Allah’a aittir ve Allah nasıl bildirdiyse Hazreti Resûlüllah’ın tebliğ ettiği din aynen odur.

Bunun hâricinde, Resûlüllah’ın kendine mahsus bir din anlayışı mı vardır ki “Hz. Peygamber’in dînî anlayışı” gibi bir söz söylenebilsin.

Ona dini Cebrâil Aleyhisselam vasıtasıyla bizzat Allah celle celâlühû bildirmiş, öğretmiş, belletmiş ve ilham etmiş olduğundan, Resûlüllah’ın kendine mahsus bir din anlayışı olduğunu söylemek asla doğru değildir ve en büyük veballerdendir.

Çünkü din hakkında Allahü Teâlâ’nın muradı ne ise Resûlüllah’ın dini odur. Onun için “Hz. Peygamber’in dînî anlayışı” demek bir mânâda hâşâ “Cebrâil Aleyhisselam’ın dînî anlayışı” ve “Allah’ın dînî anlayışı” demenin başka bir çeşididir.

Ve bunun vehâmeti de ortadadır.

Ayrıca,

Böyle sözlerin imanlı gönüllerden çıkması da mümkün müdür?

Allah tarafından gelen dînî bildirimi, dînî öğretimi, dîni belletimi ve dînî ilhamı bilmeyenlerin söyledikleri her söz boştur, yanlıştır, sakattır, mülğâdır, hevâdan konuşmaktır.

Hevâlarının zebûnu olanlar ise şeytanın ve nefs-i emmârenin kulları, köleleri ve tâbîleridirler.

Şeytan ve nefs-i emmâre Allah’ın düşmanıdır. İkisi de Allah’a düşmanlık için baş kaldırmışlardır.

İkisinin tâbîleri de cahîmdedir.

Yazımızı, “ÜÇ MUHAMMED” kitabının yazarı olan ve yukarıdaki ifadelerini tenkit ettiğimiz Sayın

Mustafa İslamoğlu’na şu soruyu sorarak nihayete erdirelim:

Sayın İslamoğlu!

Âyetleri doğru anlayıp anlamama hususunda siz mi Hazreti Resûlüllah’ı değerlendirmek durumundasınız, yoksa Resûlüllah sizi mi?

Bu soruyu da “Cevaplanmayacak sorular” dosyanıza atıverirsiniz artık…

Esselâmü alâ men ittebea’l-Hudâ

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu