Mustafa İslamoğlu

Mustafa İslamoğlu’nun Sünnet-İ Seniyye’ye Bakışı

Sünnet-i seniyyenin vahiy kaynaklı olmadığı şüphesini ortaya atarak, ‘Bir yanda sünneti tamamen vahiy ilan eden gelenekçiler, öte yanda onlara tepki olarak ortaya çıkıp sünneti tamamen reddeden modernist akımlar…’ (M. İslamoğlu, Yahûdîleşme Temayülü, s. 338) diyen kimselere verilecek cevap nedir?
Sünnetin tamamen vahye dayandığını Allâh (c.c.) îlan etmektedir:

“O, arzusuna göre de konuşmaz. O (onun konuşması kendisine), vahyedilenden başkası değildir.” (Necm s. 3-4)

Fahr-i Râzi, Tefsirinde der ki: “Allâh-ü Te‘âlâ, ‘Kendi hevâ-ü hevesinden söylemez O.’ (Necm s. 3) buyurunca; sanki birisi, ‘O hâlde neye göre konuşur; delîle dayanarak mı, yoksa kendi görüşüne göre mi?’ demiş de, Cenâb-ı Hakk, ‘Hayır, hayır. O, ancak Allâh (c.c.)’dan gelen vahiy ile konuşur.’ buyurmuştur. Bir görüşe göre burada kastedilen Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sözü ve kelâmıdır. Bu böyledir, çünkü ‘Kendi hevâ-ü hevesinden söylemez O (Peygamber (s.a.v.))”. Âyeti’nin içeriğinde, “nutk” (konuşmak) vardır.

Beyhâkî’ye göre, Resûlullâh (s.a.v.)’e indirilen vahiy, iki kısma ayrılmaktadır: Vahy-i Metluv (Kur’ân), Vahy-i Gayr-i Metluv (Sünnet). Yâni hadîs-i şerîfleri iki vahiy türüne göre ele aldığımızda Resûlullâh (s.a.v.)’e Kur’ân’la bildirilmeyen bir hüküm, sünnet ile bildirilmektedir.

Sünnetin ilâhî kaynaktan geldiğine dair hadîs-i şerîflerden biri şudur: “Bana Kur’ân ile birlikte, bir onun kadarı daha verildi.” (Ebû Dâvud, Sünne, 5)

PEYGAMBER (S.A.V.) DE KANUN KOYUCUDUR

Allâh (c.c.) buyurur: “Allâh ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir kadın ve erkeğe o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allâh ve Resûlü’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzâb s.36) Bu âyette ‘Allâh (c.c.) ve Resûlü bir şeye hükmettiği zaman’ ifadesi; Allâh (c.c.) yanında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in de hüküm koyma yetkisine sahip olduğunu ortaya koymakta, verilen hükme uyulması gerektiği ve başka bir ihtimalin sapıklık olacağı ifade edilmektedir.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Kur’ân’da olmayan hususlarda vermiş olduğu hükümlere; beş vakit namâzın zamanı, rekâtları, nasıl kılınacağı, vitir namâzının vâcib oluşu, namâzlarda Kâbe’den önce Beyt-i Makdis’e yönelme, orucu bozan ve bozmayan şeyler, kimlere zekatın farz olduğu ve miktarı, şer’î boşanmanın şekli, diyetlerle ilgili birçok hükümler, içki içmenin cezası, hırsızın hangi miktarda hırsızlık yaparsa cezalandırılacağı, hayızlı kadının namâz kılmaması, büyükannenin mirası vb. hususları örnek verebiliriz.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in getirdiği kanunlar, dünyevi ve uhrevi hayatın her bölüm ve alanını kapsar. Bu şeref, dünyada başka bir kanun koyucuya değil; yalnızca Hz. Peygamber (s.a.v.)’e atfedilebilir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ortaya koyduğu kanun manzumesi, bütün gelişim potansiyelini barındırır. Eğer, şerîati en güzel şekilde yaşayan ilk Müslümanların yolu, doğru şekilde takip edilirse, insanları ilerlemeye ve şerefin doruğuna iletir. Şimdiki Müslümanların ekonomik ve siyasi alandaki başarısızlıkları, Kur’ân ve sünnetin kurallarına değil; aksine Müslümanların bu kurallara olan güvenlerinin eksikliğine ve ona göre hareket etmemelerine bağlıdır.14

Nebî (s.a.v.) için “De ki: Ben, ancak sizin gibi bir beşerim…” (Kehf s. 110) buyurulmasının anlamı nedir?
İddia: Mûsa Cârullah,15 Kitabü’s-Sünne kitabının 84. sayfasında bu âyet hakkında şu yorumu yapıyor: “Bu âyette Hz. Peygamber, kendisini ümmetin bir ferdi gibi takdim ediyor. Öyleyse ümmetin her ferdi de peygamber gibidir. Bu, varılabilecek en yüksek kemal mertebesidir.” “Bu açıdan Mûsa Carullah üstadımızın Kitabu’s-Sunne’de yaptığı bu tesbit, ne hoştur…” (Mustafa İslamoğlu, Üç M…,s. 28)

Bu iddiadaki mantık hatalarını bir kenara bırakırsak âyetin beyan ettiği gibi peygamberler, insanlık hususunda Âdemoğlu ile ortak noktalara sahip olsalar da birçok özellikleri dolasıyla diğer insanlardan farklıdırlar. Zaten her hususta diğer insanlarla aynı olsaydılar, seçilmiş ve tercih edilmiş olmalarının ne anlamı kalırdı? Peygamberler, nübüvvet ve hikmetle şereflenen, Allâh (c.c.)’un kulları arasından seçtiği pak ve temiz insanlardır.

İlahi hikmet; diğer insanlar onunla bir araya gelerek öğrenmeleri gereken hakikatleri ondan gönül rahatlığıyla alabilsinler, onun yaptıklarını taklid edebilsinler diye peygamberlerin insan olmasını takdir etmişti. Fakat insan olmaları, hiç kimsede olmayan bazı özellikler taşımalarına engel değildir. Peygamberlerde, herkeste olan normal insâni özelliklerden başka hiçbir hususiyet olmadığını iddia etmek; cahiliye devri müşriklerinin bakış açısıdır. Nitekim Nuh kavmi, “Peygamberler de aynı bizler gibi birer insandır.” demiştir.16 Kavminin inkârcı ileri gelenleri de: “Biz seni sadece bizim gibi bir insan olarak görüyoruz.” dediler.” (Hûd s. 27)

Peygamberler; yiyip içmek, hasta olmak, evlenmek, çarşıda gezmek, yaşlılık ve ölüm gibi beşeri durumlarla karşı karşıya kalsalar da onları herkesten farklı kılan üstün vasıflara sahiptirler.

Nebî (s.a.v.)’in Bazı Üstünlükleri

Sıdk (doğruluk), tebliğ, emanet, fetanet (keskin zekâ üstün anlayış), ayıp ve kusurlardan uzak olmak ve ismet (günahsızlık) sıfatları olarak sıralanabilecek bu vasıflar, akaid kitaplarında ayrıntısıyla izah edilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) beşerî özellikler açısından da erişilmez üstünlüklere sahiptir. Bunlardan birkaçı:17

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyetle Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Sadece önümü gördüğümü mü zannediyorsunuz, Allâh (c.c.)’a yemin olsun ki sizin rükûlarınız ve secdeleriniz bana gizli değildir. Ben arkamdan da görmekteyim.” (Buhâri ve Müslim)

“Ben sizin görmediklerinizi görür duymadıklarınızı duyarım. Semâdan (göklerden) gelen ve gelecek olan sesleri duyarım. Semâda, bir meleğin secde etmediği dört parmak bir yer bile kalmamıştır. Allâh (c.c.)’a yemin olsun ki eğer bildiklerimi bilseydiniz çok ağlar, az güler, kadınlardan tat almaz, dağlara çıkar ve bağırarak Allâh (c.c.)’a yalvarırdınız.” Ebû Zerr (r.a.), bu hadîs üzerine, “Birisinin yaslandığı herhangi bir ağaç olmayı çok isterdim.” demiştir. (Ahmed bin Hanbel, Tirmizi ve İbn-i Mâce)

Yezid bin el-Esam (r.a.)’dan şöyle rivâyet edilmiştir: “Nebî (s.a.v.), asla esnemezdi.” (Buhâri, Târih; İbn-i Ebû Şeybe, Mûsannef; İbn-i Sa’d, Tabakat)

Hz. Âişe (r.anhâ)’dan şöyle rivâyet edilmiştir: “Boyu uzun birisi ya da iki kişi, onunla beraber yürüyecek olsa Peygamberimiz (s.a.v.), onlardan uzun görünürdü. Onlardan ayrılıp tek başına yürümeye başladığı zaman yine orta boylu görünürdü.” (Beyhâki, İbn-i Asakir, İbn-i Ebû Hayseme de Târih)

Bazı âlimler, Nebî (s.a.v.)’e bu tip özellik ve mûcizelerden üç bin adet verildiğini söylemiştir.18

KUR’ÂN’DA, NEBÎ (S.A.V.) İÇİN KULLANILAN HİTÂBLARIN YANLIŞ ANLAŞILMASI

Hz. Peygamber (s.a.v.)’e sevgi, elbette O’na derin bir tazîmi gerektirir. Cenâb-ı Hakk, Kur’ân’da bu konuyu çok detaylı olarak ele almıştır.”Ey îmân edenler! Allâh’ın ve Resûlü’nün huzurunda öne geçmeyin. Allâh’dan korkun. Şüphesiz Allâh işitendir, bilendir.” (Hucûrat s. 1)

Görüldüğü gibi Yüce Allâh; Hz. Peygamber (s.a.v.)’e itaat ve saygıda detaya kadar inmiş, onun önüne geçilmemesini istemiştir. O’nun önüne geçmemekten kasıt da elbette hem söz hem de fiil olarak O’nun önüne geçmemektir. Bu bakımdan bu yasağa, sözgelimi O’nun bulunduğu bir mecliste ortaya çıkan bir probleme O’ndan önce cevap vermeye kalkışmaktan tutun da, O’nunla birlikte yolda giderken bir izin veya işâret olmaksızın O’nun önünden yürümek veya sofrada O’ndan önce yemeğe başlamak gibi her türlü eylem ve söz girmektedir. Şu anda da mânevî hayat ile diri olduklarından, Türbe-i Saâdetleri’ne gidip huzurlarına varıldığında da kendilerine asla sırt dönülmemelidir. Huzûr-u âlîlerinde edebe aykırı hareketlerden sakınılmalıdır.

Yüce Allâh’ın, insanlara kendi içlerinden birini örnek seçerek peygamber olarak göndermesi, onlar için büyük bir lütûftur. O’nun bütün insanlar için seçip gönderdiği son elçi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’dir. O’na inanmak; O’nun, sadece peygamberlerden bir peygamber olduğunu kabul etmek demek değildir. O’nu, samîmi olarak sevip O’na ta’zîm etmek de gerekir. Sevgi, dışa yansıyan bir duygudur. Eğer bu sevgi hakîki bir sevgi ise beraberinde derin bir saygıyı da getirir.

“Allâh ve Resûlü’nü incitenlere Allâh, dünyada ve âhirette lânet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azâb hazırlamıştır.” (Ahzâb s. 57)

Görüldüğü gibi Yüce Allâh; Resûlullâh (s.a.v.)’e karşı yapılacak bir eziyetin karşılığını, çok sert ve net müeyyidelere bağlamaktadır. Böylece, Peygamber (s.a.v.)’i ne kadar yücelttiğini de ortaya koymuş olmaktadır.

Yüce Allâh, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ayrı bir önem ve değer verdiğini çeşitli vesilelerle ortaya koymuştur. Bu cümleden hareketle Yüce Allâh; O’nun şanını yücelttiğini, “Senin şânını ve ününü yüceltmedik mi?” (İnşirah s. 4), kendisine pek çok nimetler verdiğini, “Resûlüm! Kuşkusuz biz sana Kevser’i verdik.” (Kevser s. 1), O’nun dâima kendi gözünün önünde olduğunu, “Çünkü sen, gözlerimizin önündesin.” (Tûr s. 48), O’na dâima yardım edeceğini, “Ve sana şanlı bir zaferle yardım eder.” (Fetih s. 3) ve O’nu insanların her türlü düşmanlığından koruyacağını, “Allâh seni insanlardan koruyacaktır.” (Mâide s. 67), O’na itaat etmenin kendisine itaat demek olduğunu, “Kim Resûl’e itaat ederse Allâh’a itaat etmiş olur.” (Nisâ s. 80) ifâdeleriyle ilan etmiştir. Bunlardan başka, Yüce Allâh’ın Resûlullâh (s.a.v.)’e ayrı bir yer ve değer verdiğini gösteren ve detaya kadar inen pek çok âyet vardır.19

Dipnotlar

8 Mustafa İslamoğlu’nun Üç Muhammed kitabıdır.
9 Diyanet İlmî Dergi, Hz. Peygamber (s.a.v.) Özel Sayısı
10Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, c. 1, s. 341-342
11 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 196, 247, 258, 313, 355, 428, 448, 457, 482, 495, 508; Müslim, Hac, s. 412; İbn Mâce, Mukaddime 1; Nesâî, Menâsik 1
12 Doç. Dr. Aynur Uraler, Sünnete Bağlılık
13 Ebû Dâvûd, Kitabu’l. İlim, 3 3646; Dârimi, Kit. Mukaddime, Bab: 13; İmam Ahmed, Müsned, c. 2, s. 162, 192
14Siret Ansiklopedisi, Hz. Muhammed (s.a.v.), İnkılap Yayınları, İst., 1996, s. 516
15 Kazanlı düşünür Mûsa Carullah, 1917 yılında Moskova’da yapılan Rusya Müslümanları Kurultayı’nda divan üyesidir. Kurultaydaki konuşmalardan bir cümle: “Efendiler! Unutmayınız ki, Kur’ân’ın bazı kuralları eskimiştir. Bunları, târihin malı saymak lâzım…” (Rusya Birinci Müslümanlar Konseyi Tutanakları, Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 394)
Cârullah’ın İslâmî ilimler hakkındaki görüşleri: “Medreseleri çekirge sürüleri gibi istîlâ etmiş fıkıh, kelam, usul, tefsir…”
Osmanlı hakkındaki görüşleri: “Osmanlılar; böyle yanlış, fenâ ve sabit kâidelere bağlı kaldılar.”
Mûsa Carullah’ın bazı fikirleri: ‘Kâfirler, azâbı hak etmiş olmalarına rağmen, sırf Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve keremi ve rahmetinin genişliği gereğince sonunda cehennemden kurtulacaklardır.” ‘’Kâfirler, küfür ve şirkte kısmen mazur oldukları için zaten azâbı da o kadar (ebedi olarak) hak etmemişlerdir.’’
“Mü’min, müşrik herkes inancında haklıdır; dîninden ve inancından dolayı hiç kimsenin ne fiilen ne de kalben kınanması câizdir.” (Mûsa Carullah, Rahmeti İlahiye Burhanları)
Mûsa Carullah’ın Ehl-i Sünnet’e uymayan fikirleri ve kendisine verilen cevaplar için bkz. Şeyh-ül İslâm Mustafa Sabri Efendi, Yeni Müceddidlerin Kıymet-i İlmiyyesi
16 Muhammed Alevi Maliki, Mefâhim, s. 226-231
17 Muhammed Alevi Maliki, Mefâhim, s. 226-231
18 İmâm Kastalânî, Mevâhibü’l Ledünniye, c. 1, s.362
19 Diyanet İlmî Dergi, Hz. Peygamber (s.a.v.) Özel Sayısı, s. 477

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu