Ali Eren

Mukaddes yerler ve nikâh meselesi

En büyük vilayetlerimizden birisinin müftüsünün, 2004’teki bir imamlar ve müezzinler toplantısında, “Diyanet şimdiye kadar ehl-i sünnetten ayrılmadı, bundan sonra da ayrılmayacak” dediğini duymuş ve memnun olmuştuk. Çünkü, “Ehl-i sünnet”  adı üstünde “sünnet ehli” demek. “Sünnet”, Peygamberimiz’in yaşadığı ve tarif ettiği yol, “Ehl-i sünnet” de bu yolun yolcuları demek.

Diyanet’in, hususiyle Yüksek Din Kurulu üyelerinin şimdiye kadarki tavrına ve sorulara verdiği cevaplara bakacak olursak, müftümüzün, “Diyanet şimdiye kadar ehl-i sünnetten ayrılmadı” sözünde haklı olduğu görülür.

Yüksek Din Kurulu üyeleri, kitaplarda okuduklarını bir tarafa bırakıp esen rüzgârlara göre tavır alsalar ve eğilip bükülselerdi, sayın müftümüzün yukarıdaki sözünün hiç geçerliliği olur muydu?

Son senelerde, bu kurul üyelerinin bazılarının bazı üzücü sözlerine  şahit olsak da, içlerinde hâlâ ilmine güveneceğimiz, “altın” gibi değerli, “taş” gibi erimez iradeli hocalarımız eksik değil.

İşte son sıralarda söylenen bazı üzücü sözleri hatırlayınca, müftümüzün sözünün son kısmını tasdik etmek zorlaşıyor.  Bu üzücü sözlerden birine, nikâhla ilgili bir konuşmaya geçen hafta temas etmiştik. Bir Yüksek Din Kurulu üyesi, nikâhtan  bahsederken sözünün bir yerinde “İslamda… kutsal bir mekan yoktur” derken, başka bir yerinde de “Namaz kılınan her yere câmi,  mescid denir. Buraların kilise gibi kudsiyeti yoktur” demişti.

Bu sözler elbette ki üzücü sözlerdir. Çünkü, İslamda kudsî mekanlar vardır, bunlar da en başta İslamın yayılmaya başladığı  mukaddes topraklardır. Hacca gidenler hakkında konuşurken, “Mukaddes topraklara gidiyorlar; mukaddes topraklardan geliyorlar” denilmiyor mu?

Denilebilir ki, “Deniliyor ama, söylenen her söz doğru mu?”

Evet söylenen her söz doğru olmayabilir ama, bu sözün neresi yanlış? Mekke’de Ka’be ve onun etrafındaki harem bölgesi kutsal yerler değil midir? Medine’de Mescid-i Nebevî ve etrafı, Peygamberimiz’in mübârek kabirlerinin bulunduğu yer kutsal değil midir?

Mekke ve Medine’nin etrafında, Müslüman olmayanların girmelerinin yasak olduğu yerler kutsal değil midir? Kutsal değilse,  taa Peygamberimiz zamanından beri buralara gayr-i müslimlerin girmeleri niçin yasaktır?

Yüksek Din Kurulu’nun sayın üyesi hocamız, “Medenî kanunun hükümlerine göre kıyılan resmî  nikah geçerlidir” derken, insanları rahatlatmak babında, bu cümlenin arkasından zihinlere gelmesi muhtemel olan sorulara da cevap vermesi gerekirdi. Çünkü, kendileri de çok iyi bilirler ki, yüksek bir kurulun üyesi olmanın manevî mes’ûliyeti de o derece yüksek olacaktır.

Herhalde, “Benim sözlerim doğru olduktan sonra, ne manevî mes’ûliyeti olacak?” denilmemeli.

“Dinî nikah” ile “Medenî nikâh” farklı olduğuna göre, yukarıdaki cümlenin arkasından gelecek soruları cevaplandırmamak  ve zihinlerin meşgul olup durmasına sebep olmak elbette ki bir sorumluluktur. Onun için, iki nikâhın ayrıldığı noktaları düşünüp, zihinlere gelmesi muhtemel olan şu meselelere cevap verilmesi gerekmektedir:

a- İslama göre, nikâhta şahit şarttır, şahitsiz nikâh olmaz. Şahitler için de şartlar vardır: Şahitler müslüman olmalı, en az iki şahit bulunmalı, bu şahitlerin en az biri erkek olmalıdır.

Medenî/resmî nikâhta ise bu şartlar aranmıyor. Resmî nikâhı kıyan belediye memuru, şahitlerin Müslüman olup olmadıklarına bakmıyor. Resmî nikâha göre, iki şahitten birisinin erkek olması da şart değil. iki kadın şâhit de kabul ediliyor.

Bu durumda, Müslüman vatandaş haklı olarak şüpheye düşüyor. Bu şüpheden kurtulmak için, gidip bir de dinî nikâh yaptırıyor. Onun için,  “Medenî kanunun hükümlerine göre kıyılan resmî  nikah geçerlidir” diyen sayın hocamız, vatandaşı  şüphesiyle  baş başa bırakmayıp bu şüpheyi giderecek sözler de söylemeliydi.

b- İslama göre, süt kardeşler birbirleriyle evlenemezler. Oysa medenî kanunda böyle bir yasak yoktur. Haliyle,  belediye memuru, süt kardeş olduklarını söyleyen iki gence, “Siz nikâhlanamazsınız. Bu nikah geçersizdir/yasaktır” demeyecektir.

Bu cihetten de, dinî nikâhla resmî nikâh arasında ayrılık var. Hocamız zihinlerin rahatlaması için buna da cevap vermeliydi.

c- İslama göre, müslüman bir hanım Müslüman olmayan bir erkekle nikâhlanamaz.  Resmî nikâhta ise böyle bir yasak  yoktur ve T.C. vatandaşı olmak kâfidir. Evlenmek üzere belediye memurunun karşısına geçen iki kişiden erkek olanı, Müslüman olmadığını söylese bile, bu, resmî nikâh için bir engel teşkil etmemektedir. Bu da bir farktır ve cevaplandırılması gerekir.

Müslüman erkekler ise dinsiz/ateist bir hanımla evlenemezler. Resmî nikâhta buna da bir engel yoktur. Nikâh kıyan belediye memurunun karşısındaki kadın dinsiz de olsa, evlilik kayıtları yapılmaktadır. Görülüyor ki, “Medenî kanunun hükümlerine göre kıyılan resmî  nikah geçerlidir” diyen sayın hocamız, zihinleri bütün bu meseleler hakkında rahatlatmak  durumundadır.

d- İslamî nikahta, evlenecek çiftin söyleyeceği sözlerin şekli de mühimdir. Bu ifadelerin ayrıntılarına vermeden kısa geçeyim.  Şöyle ki: Evlenecek çiftler, birbirleri hakkında, “Ben seni kocalığa kabul ettim” veya “Ben seni hanımlığa kabul ettim” şeklinde, kesinlik ifade eden kelimeler kullanmaları lâzımdır. Bulunulan zamanı değil de  “Ederim, edeceğim” gibi ileriye dönük bir  mana ifade eden kelimeler kullanılmaması gerekir.

Belediye memuru, “Kabul eder misin?”  dediğinde, karşı taraf “Kabul ederim” derse, bu söz o anda kabul ettiğini kesinkes göstermez. “Mümkündür edebilirim” veya “İleride ederim” manalarına da gelebilir.  Oysa, nikâhta kullanılan kelimelerin,  o anda kabul edildiği manasını taşıması gerekir.

Resmî nikâhla vazifeli  memurların hepsinin bu inceliğe dikkat ettiğini söylemek kolay olmasa gerektir.

Velhâsıl, nikâhtan bahsederken bu noktaları unutmayıp cevaplandırmak icap ediyor.

Şimdiye kadar ehl-i sünnetten ayrılmayan Yüksek Din Kurulu üyesi sayın hocalarımıza saygılarımla…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu