Ahmet Gelişgen Yazıları

Yalan Şahitlik Yapmak Veya Şahitlikten Kaçınmak Hadis-i Şeriflerde “Şirk”e Eşdeğer Kabul Edilmiştir!

1-Şahitliğin Önemi ve Hükmü

Şahitlik, hakların ispatında veya davanın aydınlatılmasında meşru olan en önemli yollardan biridir.[1]

Kıyamet günü şahitlik, Cenab-ı Hakk tarafından her ümmetin layık olanlarına verilen en önemli haslet ve ayrıcalık olacaktır. Müslüman toplumun fertlerinden, Cenab-ı Hakkın, kulluğundan razı olduğu kimseler, Ahirette o toplum ferlerinin yapıp ettiklerine şahit olacaklardır. Rasülüllah Efendimiz (s.a.v.) de tüm ümmetlerin şahidi olacaktır.[2] Dünyada doğru şahitlikten kaçınan ve Allah’a kul olmayan kimseler, kıyamet günü bu şerefe nail olamayacaktır.

Hakların kaybı söz konusu olduğu durumlarda, davet edilsin ya da edilmesin, konu hakkında sağlam bilgi sahibi olan birisinin şahitlik yapması farzdır. Bu bakımdan şahitlik, şer’î bir görevdir. Yapılmadığında günahkâr olunur. Şahitlik istendiği zaman ise, başka şahitler de olsa/çağrılsa, şahitlik yapmak yine farzdır.[3] Allah haklarını ihlal eden suçlar hakkında şahitlik yapmak konusundaki hüküm de aynıdır ancak, hadd cezasını gerektiren suçlarda şahitlik için ortaya çıkılmayabilir, durum örtülebilir.[4]

Yeterli sayıda başka şahitlerin bulunduğu ve bir tanığın da şahitliğe çağrılmadığı durumda ise, “ben de şahidim” diye ortaya atılması, menduptur. Bu bakımdan bazı kaynaklar, şahitlik vazifesini “farz-ı kifaye” olarak ifade etmişlerdir.[5] Bu niteleme, farz hükmünün bir detayı mahiyetindedir. Bilindiği gibi farz-ı kifaye, toplumda bir kısım Müslümanların ifa etmesiyle diğer Müslümanlardan sakıt olan farzdır. Bu durumda olaya tanık olanlardan hiç kimse şahitlik yapmadığı zaman, olaya şahit olan herkes günahkâr olur.

Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerim’de, şahitliği gizlemeyin, şahitlik istendiğinde geri durmayın, Allah için adaleti ayakta tutan şahitler olun, Allah için şahitliği ifa edin gibi buyruklarıyla[6] müminlere şahitlik vazifesini yüklemiştir. Konu ile ilgili ayet-i kerime ve hadisi şeriflere aşağıda temas edilecektir.

2-Şahitlikte Aranan Şartlar

İslam hukukunda şahitliğin şartları dava cinsine göre[7] değişmekle birlikte, ağırlıklı olarak, akıllı olmak, Müslüman olmak (İslam) ve adaletli olmak dikkati çeken husustur.[8] Çocuğun şahitliği ise bazı özel haller dışında genel olarak kabul edilmemiştir.[9] Adaletli olmaktan maksat, doğru sözlü ve dürüst olmak, İslami yaşantıdan ödün vermemek, büyük günahlardan kaçınmak, küçük günahlarda ısrarcı olamamak ve mürüvvetli olmaktır.[10] Zimminin zimmiye[11] şahitliği geçerli ise de gayr-i müslim’in Müslüman hakkındaki şahitliği geçersizdir.[12] Yalan söyleyen, zina eden, gizli metres tutan,[13] hainlik yapanların,[14] haricilik, râfizilik, mürcie ve kaderiyye gibi bidat fırkalara mensup olanların, sahabeye kötü laf edenlerin,[15] asalak/parazit hayatı yaşayanların,[16] iftira atan, hamama peştemalsiz giren (avret mahallini örtmeyen), kumara götüren oyunları oynayan, içki içen, selefe (geçmiş ulemaya) hakaret eden, fısk ve fücür (günah) işlenen yerlerde bulunan ve hür olmayan kimselerin,[17] kadınlara benzeyen erkeklerin veya erkeklere benzeyen kadınların, ağıtçıların ve muğanni ve muğanniyelerin, yola işemek gibi hafif meşreb fiilleri olanların şahitliklerinin kabul edilmeyeceği belirtilmiştir.[18] Yolda yürürken yemek yeme bile mürüvvete aykırı görülmüş, dolayısıyla şahitliği zedeleyen bir hal olarak zikredilmiştir.[19] Komşuya eziyet veren, onların pencere ve mahremiyetlerine muttali olmaya vesile olan güvercin uçurma eylemi de şahitliğe mani kabul edilmiştir.[20]

İslam hukukuna göre, âmâ’nın şahitliği, sesin kime ait olduğu konusunda emin olunan işitmeye dayalı olaylarda geçerli, görmeye dayalı olaylarda ise geçersizdir.[21] Kazif (namusa iftira) suçu dışındaki günahlardan tövbe edenin şahitliği de kabul edilir. Kazif suçundan tövbe edenin şahitliği ise Hanefiler dışındaki üç mezhebe (Şafii, Maliki ve Hanbeli) göre, şahitliği kabul edilmektedir.[22] Aralarında aşırı dünyevi muhabbet veya buğz olan kimselerin birbirlerine şahitliklerinin kabul edilmeyeceği konusunda fukahâ görüşler ileri sürmüştür.[23] Aralarında düşmanlık olan kimselerin birbirine şahitliğini Ebu Hanife kabul ederken, İmam Malik ve İmam Şafii kabul etmemiştir.[24]

İslam Hukuku, konu ile ilgili ayet-i kerimeler gereğince, zina suçunun şahitlikle ispatında 4 adil erkeğin şahitliğini[25] gerekli görmüş ve bu konuda icmâ oluşmuştur. Fukahanın çoğunluğu (cumhur) zina suçu gibi hadd suçları hakkında şahitlik yapacak kişi için hürriyet şartını da gerekli görmüşlerdir.[26] İbn Kudame, faizli muamelede bulunanın (âkilü’r-ribâ), anne babaya asi olanın/işkence edenin ve akraba ile ziyareti kesinin de şahitliğinin kabul edilmeyeceğini Ahmed b. Hanbel’den nakletmiştir.[27]

İslam hukukunda hadd ve kısas cezalarındaki şahitliğin şartları daha da ağırlaştırılırken,[28] nikah şahitliğinde “adalet” şartları biraz daha kolaylaştırılmıştır.[29] Şahitlik için şart olan “İslam” ise, şahidin sahih bir itikada sahip olmasını, İslam itikadına uymayan, küfre düşüren bidat görüşlerden uzak olmasını gerekli kılar.[30] Haricilik, râfizilik, mürciilik ve kaderiyye[31] gibi bidat fırkalara mensup olanların şahitliğinin kabul edilmediğini yukarıda belirtmiştik.[32]

(Hadd ve kısas davaları dışındaki hukuk davalarında) şahitlikte aranan genel şart, “şahid”in hasenatının (dini güzel amellerinin), seyyiatından (günahlarından) daha çok olmasıdır. Bu genel kural, yalandan kaçınmayı, doğru sözlü olmayı, iffete saygılı olmayı, para zaafı olmamayı, emanete riâyetkar olmayı, lehviyyât denen oyunlara düşkün olmamayı, büyük günahlardan kaçınmayı ve küçük günahlarda ısrarcı olmamayı da beraberinde getirmektedir.[33] Usul ve fürunun (anne, baba, dede nine ve torunlar silsilesi) birbirine şahitliği ile, eşlerin birbirlerine şahitliği de geçersiz kabul edilmiştir. Kardeşler ve amca/dayı hakkında yapılan şahitlik ise genel olarak geçerli kabul edilmiştir.[34]

3- Şahitlikten Kaçınmak Yalan Şahitlik Gibidir, Yalan Şahitlik İse Şirke Denk Bir Rezalettir!

Şahitlikle ilgili olarak zamanımızın en büyük yarayan kanalarından biri, şahitlikten kaçınmaktır. Pek çok kimsenin, Allah’ın, adaletin temeli kıldığı “şahitlik”ten kaçındığını, daha aymaz olanların ise yalan şahitlik yaparak insanların hukukuna tecavüz edilmesine vesile olduğunu, kıyamet alameti olarak günümüz dünyasında sıkça görmekte veya işitmekteyiz. Bazı insanlarımız da yaptığı şahitlikten dolayı kâh burun kıvırmakta, kâh da bin naz ve bin piyaz istemektedir…

Günümüzde, herhangi bir olayla ilgili davada, “lütfen tanık olur musun? diye yalvaracak kadar şahit bulmak zorlaşmıştır. Bunun karşılığında alınan cevap ise çoğu kere maalesef, “aman beni bu işe karıştırma!” şeklindeki bir kaçış ifadesidir. Bir hakkın ortaya çıkarılması veya bir haksızlığın önlenmesi yolunda başka bir delilin bulunmadığı zamanlarda dahi tanık gösterdiğiniz şahsın, hacı da olsa hoca da olsa, “bana sormadan beni niye şahit gösterdin” diye size çıkıştığına veya bu şahsın size surat asarak 40 yıllık dostluğunuzu bitirdiğine de şahit olabilirsiniz. Hatta bazen bir şahsın, hukuki bir mazereti olmadığı halde doğrudan, “lütfen beni şahit yazma” dediğini de işitebilirsiniz… Akif merhumun, “Müslümanlik nerde! Bizden geçmis insanlik bile…” dizesi, tam da bu halimizi anlatmakta galiba! Halbuki hadisi şerifte, ihtiyaç olan yerde “istenmeden şahitlik görevini ifa eden veya olaya şahit olduğunu haber veren kimse, insanların ve şahitlerin en hayırlısı olarak nitelenmektedir.[35] Hakkın zayi olacağı yerde bugün şahitlikten kaçınan kimse, yarın da kendisinin muhtaç olduğu bir durumda şahit bulamayacaktır. “Sünnetullah” böyle tecelli eder. Nitekim hadis-i şerifte söyle buyurulur:

Bir kimse, saygınlığı çiğnenen veya ırzı zarar gören durumdaki bir Müslümanı yalnız/yardımsız bırakırsa, Allah’ın yardımını istediği/muhtaç olduğu bir yerde Allah da onu yalnız bırakır. Bir kimse de ırzı zarar gören veya saygınlığı çiğnenen durumdaki bir Müslümana yardım ederse, Allah’ın yardımını istediği/muhtaç olduğu bir yerde Allah da ona yardım eder.”[36]

Kur’an-ı Kerim’deki pek çok ayeti kerime, şahitliği ifa etmenin önemine işaret etmektedir. Bunlardan bazılarının meali şöyledir:

Şahitler, (şahitlik için) çağrıldıklarında (şahitlikten) kaçınmasınlar….”[37]

“Şahitliği gizlemeyin, kim şahitliği gizlerse, şüphesiz onun kalbi günahkardır”[38]

Kendinizin, ana-babanızın veya yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitliği ifa edin…” buyurulur.[39]

“…Allah katında, şahitliği gizleyenden daha zalim kimdir. Allah yaptıklarınızdan gâfil değildir.”[40]

Şahitlik konusundaki en büyük ahlaki erozyon ise seküler ve cahil toplumda gün geçtikte artan “yalan şahitlik”tir. Özellikle hadisi şeriflere göre, şahitlikten kaçınma veya yalan şahitlik, tam da nifakla imanın ayrıldığı noktadır. Nitekim ilgili hadislerde şahitlikten kaçınmak, yalan şahitlik gibi nitelenirken,[41] yalan şahitlik de Allah’ı şirk koşmaya denk tutulmaktadır.[42] Bu bakımdan Kur’an-ı Kerim’de şahitliği dosdoğru ifâ etmek, “vasat/adil/orta yolu tutan ümmet” olarak adlandırılan müminlerin en önemli özelliği olarak zikredilmiştir.[43]

Buhari’de, Müslim’de ve pek çok muteber kaynakta rivayet edilen hadis-i şerifte ise yalan şahitlik, Allah’a şirk koşmak ve ana babaya ısyan/eziyetle birlikte, “büyük günahların en büyükleri” olarak nitelenmiştir.[44] Bir başka hadisi şerifte yalan şahitlik, “yerin dibine batırılma, gökten taş yağması ve insanın siretinin/iç dünyasının bozularak domuza çevrilmesine (mesh), yani, kişiyi kötü amellere sevk eden kötü ruhlu insanlar haline getiren sebepler” arasında sayılmıştır.[45]

İslam Hukukunda yalancı şahitliğin önlenmesi yolunda zecri tedbirler alınmıştır. Bu bağlamda, yalancı şahitlik yapan kimsenin, yargı görevlileri maiyetinde suçlunun çarşıda dolaştırılarak verilen yalancı şahitlik kararının halka duyurulması ve teşhir edilmesi, ıstırap verecek şekilde dayak atılması ve hapsedilmesi gibi tecziye yöntemleri bunlardandır.[46]

Türk Ceza kanunun 272. maddesinde de yalan yere tanıklık, Adliyeye Karşı Suçlar kapsamında ele alınmış ve suçun ağırlığına ve mağdurun uğradığı zarara göre cezalar öngörülmüştür. Bu bağlamda 4 aydan başlayan hapis cezasının, yerine göre 4 yıla kadar hapis cezasına yükseldiğini görmekteyiz. Bazı hallerde bu ceza da yarı oranında artırılmıştır. Son fıkrada anlatılan durum için ise 7 yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür. 272. maddede yer alan fıkralarda ayrıca, yalan tanıklığa bağlı olarak mahkum olan mağdura verilen cezanın ağırlığı nispetinde, yalan şahidin cezasının da artırıldığı görülmektedir. Örneğin 6. fıkrada, yalan tanıklığa dayalı olarak mağdurun müebbet hapis cezasına mahkum edilmesi durumunda, yalan tanıklığı ortaya çıkan kişiye 20 yıldan 30 yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür. 7. fıkrada ise, mağdurun bu cezayı çekmesine başlaması halinde yalancı tanığa verilecek ceza, 6. fıkrada belirtilen cezanın yarısı oranında artırılmıştır.

Müslüman, bütün günahlarla birlikte yalan şahitlik, iftira ve başkasının hakkına tecavüz gibi kul hakkını içeren suç ve günahların asıl cezasının ahirette verileceğini, henüz dünyada iken tövbe edip hak sahipleriyle helalleşmedikçe bu cezadan kurtuluşun olmadığını, asla aklından çıkarmamalı ve buna göre müslümanca erdemli bir hayat sürdürmelidir. Cenab-ı Hakk bizleri her türlü günahtan, haksızlıktan ve ahlaksızlıktan muhafaza eylesin!

30.09.2018

Dr. Ahmet Gelişgen

www.ahmetgelisgen.com

 

[1] Mevsıli, İhtiyâr, II/166.

[2] Bakara, 2/143; Ali İmran, 3/140; Nisa, 4/41, Hac, 22/78.

[3] Mevsıli, İhtiyâr, II/167; İbn Kudame, Muğnî, X/154, 155, 162; Meydani, Lübab, III/140.

[4] Meydani, Lübab, III/141.

[5] İbn Kudame, Muğnî, X/154.

[6] Bakara, 2/282, 283; Nisa, 4/135; Maide, 5/8.

[7] İbn Rüşd, Bidaye, IV/17776-1778; Mevsılî, İhtiyâr, II/168-172.

[8] Cessâs, Ahkâmu’l-Kur2ân, III/273; İbn Rüşd, Bidaye, IV/1771-1173; Merğinâni; Hidaye, II/359; Mevsılî, İhtiyâr, II/169. Bkz. Bakara, 2/282; Talak, 65/2; Hucurat, 49/6; Nur, 24/4; Maide, 5/106.

[9] İbn Kudame, Muğnî, X/166, 167.

[10] İbn Rüşd, Bidaye, IV/1772; Mevsılî, İhtiyâr, II/180.

[11] Zimmi, İslam topraklarında yaşayan anlaşmalı gayri müslimdir.

[12] Mevsılî, İhtiyâr, II/169, 179; Meydani, Lübab, III/148.

[13] Nesefi’nin zikrettiği “hıdan” kelimesinin tercümesidir. (Nesefi, Tılbetü’t-Talebe, s. 275). Bkz. Nisa, 4/25.

[14] İbn Kudame, Muğnî, X/168, 170.

[15] İbn Kudame, Muğnî, X/168.

[16] İbn Kudame, Muğnî, X/179. Asalak; başkalarının sırtından geçinen, yemeklere davetsiz giden kişi.

[17] Bu şart şahitlikteki hürriyet şartıdır. Günümüzde baskıcı ve zalim bir kurum amirinin idaresi altındaki gariban memurun, bu amir lehine veya o amirin hasmı aleyhine yapacağı şahitliğin de geçerli olup olmayacağı düşünülmelidir. (A. Gelişgen). Bkz. İbn Kudame, X/187.

[18] Nesefi, Tılbetü’t-Talebe, 275, 276; Mevsılî, İhtiyâr, II/169, 176; İbn Kudame, Muğnî; X/168-173; Meydani, Lübab, III/147. Kısaca Müslüman da olsa fasıkların şahitliğinin kabul edilmeyeceği genel esastır. Zira fısk, adaleti yaralar. (Bakara, 2/282; Mevsılî, İhtiyâr, II/169). Nesefi, aldırışsız bir ruhla namazı terk edenin de şahitliğinin kabul edilmeyeceğini açıkça belirtmiştir. (Nesefî, Tılbetü’t-Talebe, s. 276). Tavla oynayanın şahitliği ile ilgili detaylar için bkz. İbn Kudame, Muğni, X/171, 172.

[19] Mevsılî, İhtiyâr, II/176-179.

[20] İbn Kudame, Muğnî, X/172.

[21] Mevsıli, İhtiyâr, II/176.

[22] İbn Rüşd, Bidaye, IV/1772; Kâsânî, Bedâyi, VI/412; İbn Kudame, Muğni, X/190.

[23] Bkz. İbn Rüşd, Bidaye, IV/1774, 1775.

[24] İbn Rüşd, Bidaye, IV/1771775.

[25] Fiilen gördüklerini.

[26] Nûr, 24/4, 13; İbn Kudame, Muğnî, X/155, 188.

[27] İbn Kudame, Muğni, X/170.

[28] Mevsılî, İhtiyâr, II/170; Meydani, Lübaba, III/144.

[29] Mevsılî, İhtiyâr, II/103.

[30] Mevsılî, İhtiyâr, II/179.

[31] Kaderiyye; kader’i inkar edenler.

[32] İbn Kudame, Muğnî, X/168.

[33] Mevsılî, İhtiyâr, II/180; Meydani, Lübab, III/148.

[34] İbn Kudame, Muğnî, X/186-188; Meydani, Lübab, III/146.

[35] Müslim, Akdiye, 19; Ebu Davud, Akdiye, 13; Tirmizi, Fiten, 76, 77; Şehâdât, 1, 3; Cehennem, 13; Nesâî, Taharet, 63, 106; İftitâh, 87; Zekat, 74; İbn Mace, İkame, 32; Dârimi, Cihâd, 6; Muvatta, Akdiye, 3; Ahmed, III/30, 37, 41 vd.

[36] Ebu Davud, Edeb, 36; Ahmed, IV/30. Ebu Davud hadisin sıhhati hakkında bir değerlendirme yapmamıştır. Ebu Davud’un bu tür hadisleri hasen’dir. Hasen hadisler de bilindiği üzere makbuldür.

[37] Bakara, 2/282.

[38] Bakara, 2/282, 283.

[39] Nisa, 4/135. Bkz. Maide, 5/8.

[40] Bakara, 2/140.

[41] Tergîb, III/505 (Tebarani Mu’cemül Kebir ve M. Evsat’tan); Heytemi, Zevâcir, II/577. Heysemi, senedde bulunan Abdullah b. Salih hakkında çoğunluk zayıf ravi demişse de Şuayb b. Leys ve Me’mun, salih hakkında sika demişlerdir (Heysemi, Zevâid, IV/363).

[42] Ebu Davud, Akdiye, 15; Tirmizi, Şehâdât, 3; İbn Mace, Ahkâm, 32; Ahmed, IV/321.

[43] Bakara, 2/143. Bkz. Furkan, 25/72.

[44] Buhari, Edeb, 6; İsti’zân, 35; İstitâbe, 1; Diyât, 2; Şehâdât, 3; Müslim, Şehâdât, 10; Îman, 143, 144; Ebu Davud, Vasâyâ, 10; Tirmizi, Birr, 4; Büyû, 3; Şehâdât, 3; Nesâî, Tahrim, 3; Kasâme, 49; Dârimi, Diyât, 9; Ahmed, II/50, 201, 203, 214; III/131, 134, 495; V/36, 38.

[45] Hâkim, Müstedrek, IV/483 (8349); Beyhaki, Şuab, IV/376 (5466).

[46] Mevsılî, İhtiyâr, II/174; Meydani, Lübab, III/152.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu