Ali Eren

Vatanın tapusu satılmalı mıydı?

Bugün, 80 sene önce açılan derin yaramızı deşeleyip hatırlayalım ve gelin hep beraber ağlayalım…

Bir yerdeki han-hamam, apartman, tarla, arsa veya arazi gibi gayri menkullerin sahibi olduğunuzu söylerseniz, size “Tapusunu göster” derler…Üzerinde yaşanılan vatan da öyledir. Onun da bir tapusu vardır. Bir vatanın târihî arşivleri de, adeta o vatanın tapusudur; dolayısıyla satılmaz, satılamaz…

Başka bir tarifle, târihî arşivler o memleketin hâfızasıdır, aklıdır, düşüncesidir, ortak millî hazinesidir. Bunları satmakla vatanı satmak arasındaki farkı ben anlayamıyorum, ölçemiyorum; ölçebilenler beri gelsin…

Son senelerde yavaşlasa da onyıllarca “Vahdettin vatanı sattı” denilip durdu. Bu nasıl satışsa, padişah vatanı sattı diyenler dâhil, hepimiz şu anda satılan(!) o vatanda yaşıyoruz. Vatanı satmakla suçlanan Vahdettin Han ise yâdellerde şahsî eşyalarını satarak ancak yaşayabilmiş, parasızlıktan cenâzesi bile ortada kalmıştı…

Nasıl oluyorsa, bu acıklı hal vatanı satmak oluyor da vatanın  arşivlerini satmak vatanı satmak olmuyor…

YARAMIZIN ACISI

Haydi yaramızın kabuğunu kaldırıp acısını hatırlayalım ve buyurun hep beraber şu habere ağlayalım:

“Osmanlı İmparatorluğu’na ait vagonlar dolusu târihî belge, 1931 senesinde Bulgaristan’a Bulgar Boris’in fabrikasında kullanılmak üzere ‘hurda kağıt’ fiatına satıldı.”

O dönemin İstanbul Defterdarı, belgeler fazla yer kapladığından “Boş alan oluşturmak için” satmış… Lütfen söyler misiniz,  dünya kendisine dar getirilmek icap eden, bu defterdar mıdır yoksa Sultan Vahdettin mi?

Gözlerden kanlı yaşlar gelene kadar ağlamaya değer olan bu olay ortaya çıkınca, arşivleri götüren tren sınırda durdurulmak isteniyorsa da yetişilemiyor. Fakat bunun suçlusuna da bir şey yapılmıyor…

Bulgaristan hükümeti, bizim değerini bilmediğimiz, değerine pahâ biçilmez bu arşivlerin hurda kağıt olarak kullanılmasına izin vermiyor ve arşivine alıyor. Şimdi, 76 yıl sonra Maliye Bakanlımız bu arşivleri geri istiyor. Fakat Bulgaristan hükümeti vermiyor. Tabii vermez; siz olsanız verir misiniz!

Mikrofilmlerini bari alalım denilmiş de öyle yapılmış. Şimdi alınan bu mikrofilmlerin tasnifi yapılıyormuş.

NELER VAR NELER…

Hâlen Bulgaristan Millî Kütüphânesi’nde bulunan bu târihî vesikaların içinde neler olduğu, oradaki vazifelilerden Prof. Dr. Stoyanka Kenderova’ya sorulmuş.

Prof. cevap vermiş:

“Neler yok ki… Fermanlar, hükümler, mahzarlar, beratlar, arîzalar, mazbatalar, arzuhaller… her şey, her şey var.”

Hâdisenin insana ürperti veren en dehşetli hususlarından birisi de okkası 5 kuruşa Bulgarlara  satılan bu nâdide vesikaların içinde 100’e yakın Kur’an-ı Kerim’in bulunması…

Prof. Stoyanka Kenderova, bu Kur’an-ı Kerim’lerden birini bulunduğu raftan indirip okumaya çalışıyor ve haberi yapan televizyon muhabirine bunun 18. asırda yazıldığını ve 70 kilo ağırlığında olduğunu söylüyor…

Bu acılar hâlâ yüreğimizdeyken, benzer acılar şu anda maalesef kendi elimizle tekrarlanıyor. Şöyle ki:

ABD’nin “Sünepe Müslüman yetiştirme” projesi demek olan “Ilımlı İslam” adındaki ihanet projesine  sahip çıkıp, onlarla dirsek temasında olanlarımız var… ABD karşısındaki tavrımız böyle… Gelelim Avrupa’ya…

Avrupa’ya da “Arşiv yok, toprak satalım” dercesine toprak satışı hevesindeyiz. Siyâsîlerimize bakın hele!  “Toprağı sırtlayıp da götürüyorlar mı, ne zararı var bu satışın?” diyorlar… Bu sözün sahibi uyanık siyâsîlerimize cevaba yeltensek verecekleri karşılık hazır. En iyisi mi, biz susalım, ecdadımız cevap versin…

KIYAMETE KADAR ÇAN SESİ DİNLEMEK

Şu kısa  ve ibretli yazı 10 Mart 2007 tarihli Vakit’ten:

“Ahmet Vefik Paşa, Rumelihisarı’nın üst tarafında kurulan “Robert Kolej” adlı misyoner yuvasının arsasını Amerikalı protestan misyonerlere satar. Bu zatın, öldüğünde vasiyet ettiği gibi Eyyüb Sultan’a gömülmek  istediğini , fakat zamanın padişahı Abdülhamid Han’ın buna katiyen müsaade etmeyerek, “Protestanlara arsa satan adam, kıyamete kadar onların çan sesini dinlesin” diyerek Eyyüb Sultan’a değil, sattığı arsanın hemen önündeki Rumeli mezarlığına gömülmesini emreder.”

“Yabancılara gayri menkul satmakta ne mahzur var” israrında olanlar yine de cevap vermek çabasına gireceklerdir biliyorum. Ama artık cevaplarının muhatabı ben değilim, cennet mekân Sultan Abdülhamid Han’dır. O da, Sultanahmed’de cevaplarını gidip ona söylesinler. Gitsinler de Ulu Hakan’dan yiyecekleri okkalı Osmanlı tokadının tadını da görsünler. Biz de acı acı onların yanaklarındaki tokat izlerine bakalım…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu