Vahhabilik Fitnesi Arabistan’a İlk Olarak Nasıl Yayıldı
Muhammed bin Abdulvahhab, düşüncelerini kolayca yayabilmek için, Deriyye hakimine (Muhammed bin Suud’a) başvurunca, o da topraklarını genişletmek ve kuvvetlerini arttırmak için ve Londra’dan aldığı emirleri yaymak gayesiyle, Muhammed bin Abdulvahhab ile seve seve işbirliği yaptı. Onun fikirlerini her tarafa yaymakta bütün gücü ile uğraştı. İnanmayıp karşı duranlarla harp etti. Muhammed bin Abdulvahhab, İngilizlerle yaptığı anlaşmanın birinci maddesi gereği; Müslümanların mallarını yağma etmek ve canlarına kıymak helal denilince, çöldeki vahşiler, soyguncular, Muhammed bin Suud’a asker olmak için yarış ettiler.
Muhammed bin Suud ile Muhammed bin Abdulvahhab el ele vererek, vahhabiliği kabul etmeyenlerin kâfir ve müşrik olduklarına, kanlarını dökmek ve mallarını almanın helal olduğuna 1730 senesinde karar verip, 1737 yılında vahhabiliği ilan ettiler. Buna göre; Muhammed bin Abdulvahhab, otuz iki yaşında bozuk fikirlerini yaymaya başlamış ve kırk yaşında da vahhabilik mezhebini ilan etmiştir.1
Prof. Ebu Zehra yazdığı “Mezhepler Tarihi” adlı kitapta şöyle der: “Muhammed bin Suud, Abdulvahhap’m eniştesiydi. Onun mezhebini kabul etti ve ona aşırı derecede bağlandı. Muhammed bin Suud, halkı bu mezhebe kılıç zoruyla davet ediyordu/’2
Vahhabi isyanlarının birincil amacı, asla din değil dünya çıkarları olmuştur. Ahmet Cevdet Paşa, “Tarih-i Cevdet” adlı kitabında bunu şöyle ifade etmiştir. “Muhammed bin Abdulvahhab, Vıldi’l-Huleyfe’de oturan Deriyye şeyhi Muhammed bin Suud’un yanma giderek: “Benim mezhebime tabi olur ve dediğim yola gidersen az vakit zarfında büyük kuvvet ve Şam’a malik olursunuz,” diye onu kendi mezhebine dahil etmiştir. Bunun üzerine Muhammed bin Suud’un halkı da ona tabi olmuştur. Sözde dini ihya için, ama aslmda dünya menfaatleri için bu yola girmişlerdir.”3
1 Eyüp Sabri Paşa, Mir’atül-Harameyn, (Mir’at-ül-Cezire), 1,103.
2 Ebu Zehra, İslam’da Siyasi, itikadi ve fıkhi mezhepler tarihi, s. 261.
3 Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, Dersaadet, Matbaa-i Osmaniyye, h. 1309, II. Baskı,
Vn, 182.
1 “İngiliz casusunun itirafları” adlı kitabından alman bölüm burada tamamlanmıştır.
O yıllarda, Arabistan içlerinde hâlâ yarı mühtedi (yani henüz islam dinini tam olarak kabul edemeyen, anlayamayan kimseler) ve vahşi bedeviler yaşamaktaydı. Bu tip insanlar cahiliye devrinde olduğu gibi yağmacılığı, yol kesmeyi ve kervan vurmayı alışkanlık haline getirmiş
olduklarından, bu şekilde yaşamaktaydılar. Vahhâbilik hareketine paralel olarak kurulan “İhvan Teşkilâtı,” bu bedevilerin yağma alanlarını bir anda genişletti. Muhammed bin Abdulvahhab da, “Altı yüz seneden beri insanlar delalette kaldı. Şimdi Ehl-i İslam denilen taifeler hep müşriktir. Kanları heder ve malları Vahhâbilere helaldir,” diyerek halkı kışkırtmaktaydı.1
Vahhâbi isyanlarında, bu faktörün büyük rolü olmuştur. Böylesine akla zarar bir itikat; ancak, yağmacılığı, yol kesmeyi ve kervan vurmayı alışkanlık haline getirmiş, dünya çıkarlarını her şeyden önde tutan bir bedevi toplumunda bu kadar hızlı yayılabilirdi.
Cevdet Paşa, “Tarih-i Cevdet” adlı kitabmda o dönemi anlatırken: “Muhammed bin Abdulvahhab, bozuk inancını yaymak için Kelime-i Tevhid’i kendi mezhebine göre tefsir eder ve burada halkın hep müşrik olduğunu zikreder. Bu manadaki yazdığı risale ve mektupları da değişik yerlere göndererek müslüman olan halkı İslâm dinine davet ederdi,”2 demiştir.
Ehl-i sünnet inancma göre bu müslümanlar, şirke girmeyip, küfür üzere de olmadığına göre, o zaman bu sözü söyleyen vahhabilerin kendileri aşağıdaki Hadis-i Şerife göre açık bir şekilde kafir oluyorlar.
İbni Ömer (Radıyallahu anhumâ)’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:
1 Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, VII, 182.
2 Ahmed, Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, VII, 173.
“Bir adam din kardeşine, ey kâfir derse, bu söz ikisinden birine döner. Eğer böyle denilen kişi söylenildiği gibi ise, söz doğrudur; söz yerini bulmuş olur. Aksi takdirde bu sözü söyleyen kimse kafir olur/’1
Osmanlı İmparatorluğu’ nun Arap-İslam cephesinin çökmesinin baş nedeni Vahhâbilik’tir. Çünkü, Vahhâbilik, sadece dini değil aynı zamanda siyasi ve kavmi tarafı ile ekonomik yönleri de olan bir harekettir. Vahhabi isyanlarının amacı da, Arap Yarım adasmda kavim esasına dayalı bir devlet kurmaktı. Bu yüzden Vahhâbilerin bu arzuları Osmanlı Hilafeti’ni parçalamak isteyen İngiltere ve Fransa’nın ilgisini çekmiştir. Bunların desteği ile yukarıda ifade edilen vahşi halk arasında vahhâbilik, çok hızlı bir şekilde Arabistanda yayılmıştır.
Türbe ziyaretini şirk görerek, ilk yıktıkları türbe:
Ahmet Cevdet Paşa, Muhammed bin Abdilvehhâb ile ilgili: “Muhammed bin Abdilvehhâb, bunca asırlardan beri gelip geçmiş olan, bu kadar belli başlı alimleri dalâletle itham etmiş; bununla da yetinmeyip Ashab-ı Kiramdan nice nice büyük zatların dahi, hata ettiklerini ileri sürmüştür.” demiş ve ilk icraatının da Hz. Ebu Bekir (Radiyallahu anhu)’nun döneminde Müseylemet’ül Kezzab’ı mağlup edip bozguna uğratan Hâlid bin Velid hazretlerinin kumandasındaki ordu içerisinde şehit düşen ashâblardan biri olan Zeyd bin el- Hattab (Radayallahu anhu)’nun mezarmı yıkmak olduğunu söylemiştir.2
Hz. Ömer (Radiyallahu anhu)’nun kardeşi olan Zeyd bin Hattab (Radiyallahu anhu)’nun türbesini, Muhammed bin Abdulvahhab’m nasıl yıktırdığım vahhabiler kendi yazılarında naklederler. Bu mevzunun kendi yazılarında geçiyor olması, bizim kaynak olarak kullandığımız Ahmet Cevdet Paşa’nın da ne kadar güvenilir bilgiler verdiğini göstermektedir.
1 Sahih-i Buhârî, Edeb 73; Sahih-i Müslim, İman 111.
2 Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, VII, 190.
Kendi görüşlerinde olan Abdulkerim Ebu Ubeyde, “Tevhid imamı Şeyh’ul-islam Muhammed bin Abdulvahhab’m hayatı, daveti, eserleri ve ona yapılan iftiralar/’1 başlığı altında yazdığı yazısında bu olayı şöyle naklederler:
“Üstad (Muhammed bin Abdulvahhab), Üveyne şehrine gittiğinde (kendi görüşünde) olan oranın emiri Osman bin Muammer’e dedi ki:
– “Bize müsaade et te Zeyd bin el-Hattâb’m mezarı üzerindeki türbeyi yıkalım. Çünkü bu doğru yapılmış bir şey değildir. Hem Allah’u Teâlâ, bu işe razı değildir. Rasulullah da kabirlere kubbe (türbe) yapılmasını, üzerlerinin mescid edinilmesini yasaklamıştır. Oysa bu türbe, insanları saptırmakta ve akideleri (inançlarım) değiştirmekte, halk şirke düşmektedir. Bu yüzden yıkılması gerekir.” Emîr Osman ona: “Yıkmaya bir mani yoktur,” karşılığını verdi. Üstad: “Cebîle’lilerin (Cebüe, kabrin yakmmdaki köyün adıdır) yıktırmamak için ayaklanmalarından korkarım” deyince, Emîr Osman yaklaşık 600 kişilik ordu ve üstadla birlikte türbeyi yıkmak için yola çıktı. Türbeye yaklaştıklarında, geldiklerini duyan Cebîleliler türbeyi savunmak için karşılarına çıktılar. Ancak Emîr Osman ve ordusunu görünce, geri çekilip vaz geçtiler. Üstad (Muhammed bin Abdulvahhab) türbenin yıkılıp kaldırılmasına bizzat katıldı.
Üstad, Uyeyne’deki davetini eğitim ve irşadla sürdürdü. Sözlü davetin tek basma etkili olmadığını görünce, imkanlar elverdiğince fiilî çalışmaya girişti ve bilfiil şirk eserlerini yıkmaya yöneldi. Bu gaye ile Emîr Osman bin Muammer’e (yukarıda değindiğimiz) Zeyd’in kabri üzerindeki türbenin yıkılmasını söyledi. Zeyd bin el-Hattâb, Hz. Ömer’in kardeşidir. Hicrî 12’de Museylemet’ül-Kezzâb’la yapılan
1 Bu yazı için selef.blogcu.com adresine bakınız.
savaşta şehid olanlardandır. Söylediklerine göre, burada öldürülmüş ve kabri üzerine bir türbe yapılmış. Mamafih burası bir başkasının kabri de olabilir. Ancak söylentilere göre, Zeyd’in kabriymiş. (Vahhabiler, günümüzde de hala bu kafa karıştırma tekniğini kullanıyorlar, amaç şüphe uyandırmaktır.)
Yukarıda zikredildiği üzere, Emîr Osman Üstad’a muvafakat etti ve türbe yıkıldı, eseri bugüne değin ortadan kalktı. Sâlihane bir niyet, isabetli bir gaye ve hakka yardım gayesiyle yıkılan bu türbeyi ortadan kaldıran Allah’a hamd-u sena olsun. Burada başka türbeler de vardı. Bunlardan birisi de Dırâr bin el-Ezver’e ait olduğu söylenen kabirdi. Üzerindeki türbe yıkıldı. Etrafta böyle başka mezarlar da vardı. Allah bunları da ortadan kaldırdı. Ayrıca bu civarda Allah’tan gayrı ibadet edilen mağara ve ağaçlar da mevcuttu. Tümü ortadan kaldırıldı, halka da ziyaret yasağı getirildi.”1
Yukarıda ki yazıda yıkılan türbeleri kasdederek “Allah bunları da ortadan kaldırdı/ diye bir ifade kulanılmaktadır. Biz de sormak isteriz? Bin yıldan fazla buralarda duran bu türbeleri Allah’u Teala o güne kadar neden yıkmadı da şimdi siz kendinizi bu işe vesile edip yıktınız? Bu olaya vesile olduğunuz için , inancınıza göre şirke girmediniz mi? Eğer bu kabirleri yıkan Allah’u Teala ise, 600 kişilik bir orduyla orada ne işiniz vardı? Yok eğer biz yıktık, Allah’u Teala, bizi bu işe vesile etmedi diyorsanız da, Allah’u Teala’yı bu işe neden karıştırıyorsunuz? Sonuçta bu kabri yıkanın kim olduğu tarafımızdan anlaşılamamıştır. İşte fikirlerinin tamamı bu şekilde çelişkilerle doludur.
Vahhabiler, ellerine geçirdikleri her köy ve şehirdeki türbeleri yıkıp harabe haline getirdiler.
1 Vahhabilerin kendilerinin yazdıkları yazıdan alınan alıntı burada sona erdi.
Öyle ki Avrupalı bazı yazarlar bile Vahhabileri “Mabed Yıkıcıları” diye adlandırmışlardır.1
Yine yukarıdaki geçen yazılarında, “Rasûlullah da, kabirlere kubbe yapılmasını, üzerlerinin mescid edinilmesini yasaklamıştır/’2 Bu Hadis-i Şerifi çarpıtarak türbe yapımına şirk demektedirler. Hakikat onların dediği gibi değildir. Ehl-i Sünnet alimleri: Hadis-i şerifte geçen “Kabrin üzerini mescid edinmek” ifadesini, onun üzerinde ya da ona doğru namaz kılmayın demektir, diye açıklamışlardır. Aşağıdaki Hadis-i Şerifler bu hususu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Ebu Said el-Hudrî (Radiyallahu anhu)’dan o, dedi ki:
“Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) kabirlerin üzerine bina yapılmasını3 veya üzerlerinde oturulmasını yahut üzerlerinde namaz kılınmasını yasakladı/’4
Bu Hadis-i Şerifte geçen “kabirlerin üzerine bina yapılmasını/’ diye ifade edilen husustan maksat, kabrin yok edilip üzerine herhangi bir yapı (ev, köprü, yol vs.) inşaa edilmemesidir. Hadis-i Şerifin devammda da üzerinde oturulmaması ve üzerinde namaz kılınmaması denildiğinden de kabirlere saygı gösterilmesi gerektiği açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
1 Ebu Zehra, İslam’da Siyasi, itikadi ve fıkhi mezhepler tarihi, s. 261;
2 Sünen-i Tirmizî, Cenaiz 61.
3 Sünen-i İbn-i Mace Tercümesi ve Şerhi, Tercüme ve Şerh eden: Haydar Hatipoğlu, Kahraman yay. İstanbul, Cenaiz 43.
4 Ebu Ya’lâ el-Mevsili, Müsned, Dar’ul-Me’mun lil-turas, Beyrut, 1990, 2. Baskı, (I-XIV),
IHadis No: 1020. Senedi sahihtir. Heysemî, Mecmau’z-Zevâid ve Menbe’ul Fevâid, Dar’ul-Fikr, Beyrut 1994, (I-X), Hadis No: 4320.
Ebu Mersed (Radiyallahu anhuj’dan Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
“Kabirlerin üzerine oturmayın, kabirlere doğru veya onların üzerinde namaz kılmayın.”1
Ebu Hüreyre (Radiyallahu anhu)’dan Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
“Andolsun ki, sizden birisinin vücudunu yakıcı bir ateş parçası üzerinde oturması, onun bir kabir üzerinde oturmasından kendisi için daha iyidir/’2
Kabirlerin üzerine oturmayın, onların üzerinde yürümeyin gibi, kabirlere saygısızlık yapılmamasına dair çok sayıda Hadis-i Şerif vardır. Vahhabilerin dediği gibi kabirler tamamen yıkılıp düzlenirse, kabristanın içinde kalan mezarların yeri tam olarak bilinemeyeceğinden insanlar, mezarların üzerinde oturabilir, yürüyebilir hatta ev, mescid yol ve her şey yapılabilir. Bu da yukarıdaki Hadis-i Şeriflere tamamen zıttır. Kabirlerin üzerine oturulmaması, üzerine ev yapılmaması ve onlara doğru namaz kılınmaması için önce kabrin yerinin belli olması gerekir. Kabrin yerinin belli olması için de kabrin etrafında bir yükselti ve baş taşının olması lazımdır. Nitekim Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz kendi oğlu İbrahim’in mezarı belirsiz hale geldiğinde, etrafını yükselterek baş ucuna da büyük bir taş koyduğu “Hülasa”‘da yazılmıştır.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz haftada bir gün düzenli bir şekilde Uhud kabristanlığına giderek, oradaki şehitleri tek tek ziyaret ediyordu. Farıma annemiz, Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin vefatından sonra onun bu uygulamasını devam ettir-miştir. Eğer bu kabirlerin yerleri belli olmasaydı tek tek yetmiş tane ashabın kabirlerinin basma giderek nasıl ziyaret ederlerdi. Şimdi ise bu kabirlerin tek tek ziyaret edilmesi imkansız hale gelmiştir. Çünkü Hz. Hamza (Radiyallahu anhu) ve yanmda defnedilen Sahabelerin türbeleri tamamen yıkılmış ve sadece yerleri kalmıştır. Bunların haricindeki diğer şehid olan ashapların ise yerleri tamamen tahrip edilerek belirsiz hale getirilmiştir.
1 Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Cenaiz, 33; Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Cenaiz, 56; Sünen-i Ebu
Davud, Kitabu’l-Cenaiz, 71-73.
2 Sünen-i İbn-i Mace, Cenaiz 45.
Vahhabilerden önce Hz. Hamza Efendimizin cami ve türbesi.
Vahhabilerden sonra, Hz. Hamza Efendimizin cami ve türbesinin
yıkılmış hali.
Taberani Mu’cem’ul Kebir ve Evsafta İbn-i Adiyy de Ebu Bekir (Radıyallahu anhu)’dan nakledilen Hadis-i Şerifte Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Kim babasının veya anasının veya bunlardan birisinin kabrini cuma günü ziyaret ederek orada Yasin Sûresini okursa, Allah kabir sahibini bağışlar/’1
Kişi yerini bilmediği kabrin basma nasıl gidip de Kur’an okuyacak? Kabrin yerinin belli olmasının kime ne zararı var. İnsanlar, eğer Allah’tan başkasına tapacak niyette olsalardı, mezarlardan başka tapacak çok şeyler bulabilirlerdi. Nitekim; müşrikler, kendi yaptıkları putlara taptılar. kabirlere tapmadılar. İnsanlık tarihine bakıldığında, Adem (Aleyhis-selam)’dan bu yana insanlar aya, yıldızlara, güneşe, ateşe, ineğe, puta velhasılı birçok şeye tanrı diye tapmışlar fakat, bir kabre veya kabirde yatan bir insana asla tapmamışlardır. Böyle bir şey ne görülmüş ne de duyulmuştur. Bu ve bunun gibi hususlar, batıl vahhabi zihniyetinin uydurduğu şeylerdir. Hal böyle olunca, siz nasıl olurda da sırf kabirlere saygı gösteriyor diye bütün müslüman halkın, küfrüne fetva verirsiniz!
1 Sünen-i İbn-i Mace, IV, 274; Muhammed bin Süleyman er-Rudani, Cem’ul-Fevâid min Câmi’il-usûl ve Mecmâiz-Zevâid, Ocak yay. 2. Baskı, İstanbu 1-2008; Hadis No: 2659; ayrıca bu kitabın arapçası, Dâr’ul-Kıble, Cidde-1988’de basılmıştır; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Hadis No: 4312; Celaâleddin es-Suyuti, Cami’us-Sağir Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi, Tercüme: İsmail Mutlu, Şaban Döğen ve Abdulaziz Hatip, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2008,4. Baskı, Hadis No: 3650 (8717).
Bu konuda Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz’in yasakladığı bir diğer hususta, Yahudi ve Hristiyanlarm peygamberlerinin mezarlarmı mescid haline dönüştürüp kıblelerine karşı değilde, o mezara doğru ibadet etmeleridir.
Ebu Hureyre (Radıyallahu anhu)’dan nakledilen Hadis-i Şerifte Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Allah Yahudi ve Hıristiyanlara lanet etsin. Bunlar peygamberlerinin kabirlerini mescit edinip mabet haline getirdiler/’1
Aişe (Radiyallahu anha)’dan o, dedi ki:
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) hastalandığında, onun hanımlarından birisi Habeşistan’da Mariye diye adlandırılan bir kiliseyi sözkonusu etti. Ümmü Seleme ile Ümmü Habibe Habeşistan’a gitmişlerdi. Onlar bu kilisenin güzelliğinden, ordaki suretlerden sözettiler. Aişe (Radiyallahu anhâ) dedi ki:
1 Sahih-i Müslim, Mesâcid 20 (530); Sünen-i Nesai, Tercüme: A. Muhtar Büyükçmar, Ahmet Tekin, ö. Faruk Harman ve Yaşar Erol, Kalem yay. İstanbul-1981, Cenâiz 107; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 10298.
Bunun üzerine Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) başını kaldırdı ve şöyle buyurdu: Şüphesiz onlar, aralarında salih bir adam bulunur da (bu adam ölürse) onun kabri üzerine bir mescid bina ederler, sonra orada bu suretleri yaparlardı. İşte onlar, (kıyamet gününde) Allah katında yaratılmışların en şerlileridirler/’1
Bu Hadis-i Şerif şu anki Hıristiyan’ların kiliselerdeki ibadet sekilini anlatmaktadır. Onlar, Hz. İsa ve Hz. Meryem’in suretlerini heykel olarak yapıp ona doğru yönelerek ibadet etmektedirler. Yasak olan da budur.
İslam alimlerinin, Peygamberlerin ve evliyaların mezarlarının üzerine türbe yapılmasını caiz görmelerinin nedeni, onları putlaştırmak için değildir. Asıl amaç, ziyaret edenlerin yağışlardan, soğuk ve güneşten korunması içindir. Mü’minler; Enbiyay-ı Kiram ile Evliyaları ilah ittihaz etmedikleri gibi, Allah’u Teala’nın şeriki olmadığını, peygamberler ve evliyaların her birinin, birer kul ve mahluk olup kesinlikle onlara ibadet edilmeyeceğine itikat ederler.2
Taberâni ve Beyhaki’den rivayet edilen Hadis-i Şerifte Sehl bin Sa’d (Radiyallahu anhu)’dan Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
“Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır. Münafığın amelide niyetinden hayırlıdır. Her iş niyete göredir. Mü’min iyi bir amel işlediği zaman o kalbinde nur olur.”3
Hz. Ömer (Radiyallahu anhu) kendisi minber üzerinde iken, ben Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’in şöyle söylediğini işittim, demiştir:
“Muhakkak ki, her amel niyete göredir, her kişi için yöneldiği şey vardır.1
Allah’u Teala’nın emrettiği farz namazda ve diğer ibadetlerde niyetini bozup da kullara gösteriş için yaparsa, bu da riyadır ki; bu durum kendisinin, Allah’u Teala katında kabul olan diğer ibadetlerini de mahveder. Dışardan bakıldığı zamanda, ibadetlerinde hiçbir noksan yokmuş gibi görünür. Çok güzel ibadet ettiği, zannedilir. Ama Allah’u Teala onun niyetini çok iyi bilir. İşte farz olan ibadette dahi insan, niyetini bozduğu zaman bu kadar zararlı hale gelebilir.
Vahhabilerin iddia ettiği gibi, Peygamberimiz (Sallalahu aleyhi vesellem) türbe yapımına karşı değildi. Zaten dinimizde ilk türbe de Peygamberimiz (Sallalahu aleyhi vesellem) Efendimizin türbesidir. Eğer türbe mahsurlu olsaydı, Peygamberimiz (Sallalahu aleyhi vesellem)’in kabri türbe şeklinde olur muydu? O zaman, haşa! Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’i evine defnederek kabrini türbeye dönüştüren Ashab-ı Güzin efendilerimiz küfre mi girdi? Elbetteki hayır! Nitekim; Peygamberimiz (Sallalahu aleyhi vesellem) Ashab-ı Kiram’a kendisinin nereye defnedileceğini Şu Hadis-i Şeriflerde doğrudan söylediği anlaşılmaktadır.
Ebu Said el-Hudri (Radiyallahu anhu)’dan ve bir çok Sahabe-i Kiram’dan nakledilen Hadis-i Şerifte Rasulullah (Sallalahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:
1 Sahih-i Buharı, Mukaddime 1, Bu Hadis-i şerif, Sahih-i Müslim ve diğer bir çok hadis kitaplarında da rivayet edilmiştir.
1 Sahih-i Buhari, Cenâiz 70; Sahih-i Müslim, Mesâcid 16 (528).
2 Eyüp Sabri Paşa, Mir’arül-Harameyn, (Mir’at-ül-Cezire), 1,105.
3 Süleyman b. Ahmed et-Taberani (ö. h/360), Mu’cem’ul Kebir, (Mektebet’üş-Şamile-2),
Hadis No: 5811; Beyhaki, Şu’ab’ul iman, (Mektebet’üş-Şamile-2), Hadis No: 6595; Ali el-Muttaki, Kenzul-Ummal, Hadis No: 7237
“Kabrim ve minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir.”1
Yine Ebu Hüreyre (Radiyallahu anhu)’dan ve bir çok Sahabe-i kiramdan nakledilen Hasdis-i Şerifte RasuluUah (Sallalahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur ki:
“Evim ile minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir ve minberim de havz-ı kevser üzerindedir.”2
Deylemi’de nakledilen bir Hadis-i Şerifte şöyledir:
“Her kim cennet bahçesinden bir bahçede namaz kılarak sevinmek isterse, kabrim ile minberim arasında namaz kılsın.”3
1 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 11185; İbn-i Ebi Şeybe, Musannef, (Mektebet’üş-
Şamile-2), Hadis No: 21; Taberani, Mu’cem’ul Kebir, Hadis No: 12980.
2 Sahih-i Buhari, Kabe ve Mescid-i Nebevide namaz kılmanın fazileti 5; Sahih-i Müslim,
Hacc 92 (502)
3 Ali el-Muttaki, Kenzu’l-Ummal, Hadis No: 34950.
Muhammed İbn-i Münkedir (Radiyallahu anhu)’dan nakledildiğine göre, O şöyle söyledi:
“Cabir (Radiyallahu anhu)’yu gördüm. RasuluUah (Sallallahu aleyhi vesellem) ‘in Kabrinin yanında ağlıyor ve burası göz yaşı dökülecek yerdir diyerek, RasuluUah (Sallallahu aleyhivesellem)/in şöyle dediğini işittim, dedi:
“Kabrim ve minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir.”*
Rasulullah (Sallalahu aleyhi vesellem) Efendimiz, bazı Hadis-i Şeriflerde; “kabrim ile minberim arası,” bazı Hadis-i Şeriflerde de; “evim ile minberim arası,” demek suretiyle nereye defnedilmesi gerektiğini bizzat Ashab-ı Kiram’a haber vermiştir.
Vahhabiler; “kabirler üzerine kubbe (türbe) ve mescit yapmayın yaparsanız küfre girersiniz,” gibi iddialarım evirip çevirip söylemektedirler. Peygamberimiz (Sallalahu aleyhi vesellem)’in kabrinde, hem mescit hemde kubbe mevcuttur. Yoksa, Ey Vahhabiler! Batıl görüşlerinize göre, sürekli tekrarlayıp durduğunuz bu sözler ile ileride Peygamberimiz (Sallalahu aleyhi vesellem)’in Mübarek Kabr-i Şeriflerini de mi yıkmayı hedefliyorsunuz?
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizden sonra, Ashab-ı Kiram’m icmasıyla Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (Radiyallahu anhuma) dahi vefat ettiklerinde Rasul-u Kiram (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin yanma defnedilmişlerdir. Eğer mahsurlu olsaydı, bunlara itiraz eden bir sahabe olmaz mıydı? Nitekim Hz. Aişe annemiz, Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin yanında kendisi için ayırdığı kabir yerini, Hz. Ömer (Radiyallahu anhu) Efendimizin kendisinden rica ile istemesi üzerine kendi yerini ona vermiştir. Burada Hz. Ömer (Radiyallahu anhu) Efendimizin ısrarla Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin yanma defnedilmek istemesi, bunun mahsurlu olmadığım gösteriyor.
1 Beyhaki, Şu’ab’ul-İman, Hadis No: 4004.
Bu hadise, sadece Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’e yapılan bir uygulama değildir. Bu durum; böyle uygulamaların, bütün ashab ve büyük zatlar için bir sakıncasının olmadığım göstermektedir. Bu ve buna benzer çok örnek vardır. Mesela: Halid bin Velid (Radiyallahu anhu)’nun kabri, Suriye’de bir caminin içerisinde, türbe şeklindedir. Yine bunun gibi, Bilal-i Habeşi (Radiyallahu anhu)’nun ve bir çok ashabm kabri türbe şeklindedir. Özetle söylenecek olursa; Arabistandaki Ashab-ı Kiram’a ait tüm türbe ve mezarlar vahhabiler tarafından yıkılmıştır. Oysa ki dünyadaki bütün müslüman ülkelerinde, Peygamberlerin, ashaplarm ve büyük zatların kabirleri ve makamları, türbe şeklinde yapılarak koruma altına alınmıştır. Bunun şirk olduğunu 1400 seneden beri bütün müslümanlar anlayamamışta, günümüzden sadece 275 yıl önce çıkan bu vahhabiler mi anlamış?
İbn-i Ömer (Radiyallahu anhuma)’dan Rasulullah (Sallallâhu aleyhi veselem) buyurdu ki:
”Ümmetim dalâlet üzere ebedi birleşmezler. Siz toplulukla beraber olun. Muhakkak ki Allah’u Teala’nın eli, topluluk üzerindedir/’1
Bu Hadis-i Şerifte Rasulullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) kendisinden sonra kıyamete kadar ümmetinin dalalet üzere birleşmeyeceğini söylemektedir. Vahhabiler ise, kendilerinden 600 yıl2 öncesine kadar yaşayan bütün müslümanları küfürde görerek, bu Hadis-i Şerife muhalefet etmektedirler.
1 Taberani, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 13450.
2 Eyüp Sabri Paşa, Mir’atül-Harameyn, (Mir’at-ül-Cezire), I, 104.
Aslmda Arabistanda, vahhabiler gibi düşünmeyen çok sayıda ehl-i sünnet itikatında olan alimler vardır. Bu zatlar, vahhabiler gibi türbe ve türbe ziyaretlerine karşı değillerdir. Bunlardan birisi de Suudi Arabistanda sekiz yıllık bakanlık ve bir çok medresede müdürlük yapmış olan Dr. Muhammed Abduh Yemani’dir. Bu zatın yazmış olduğu eserlerden birisi olan, “O Fatumatuz Zehradır” adlı kitabı, 2010 yılında Dr. Ali Namlı tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Bu kitabın 329. sayfasında, türbelerin ve mukaddes yerlerin korunması ve bakımına dair şöyle söylemektedir:
“Mekke’yi Mükerreme’deki mukaddes mekanların bakımını ve kontrolünü üstlenen, işlerini yerine getiren veya oraları ziyaret edenleri karşılama işini düzenleyen kimseler vardı. Onlardan bazılarını şöylece zikretmek mümkündür.
1. Hz. Hatice (Radiyallahu anha)’nm kabri eskiden kubbenin altındaydı (türbeydi), türbenin bakımını ve hizmetini Barum Ailesi yerine getiriyordu.
2. Resulullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’in doğum yerinden Merhumi Ailesi sorumluydu. Ben onlardan Şeyh İbrahim El-Merhumi’yi şahsen tanırım.
3. İmam Ali Ebu Talib (Radiyallahu anhu)’nun doğum yerinden Sünbül Ailesi sorumluydu. Ben onlardan Abdullah Sünbül’ü şahsen tanırım.
4. Hz. Ebubekir Sıddık (Radiyallahu anhu)’nun doğum yerinden Şeliy Ailesi sorumluydu.Ben onlardan dostum Seyyit Haşim Şeliy’i tamrım.
5. Hz. Hamza Bin Abdulmuttalib (Radiyallahu anhuma)’nm doğum yeri ve onun kabrinin (türbesinin) bakımından Velî Ailesi sorumluydu. Ben onlardan şahsen (Allah Rahmet Eylesin) Seyyid Sirâc Veli’yi tanırım.”1
1 Dr. Muhammed Abduh Yemani, O Fatımaf uz-Zehra’dır, Tercüme: Dr. Ali Namlı, Erkam yay. İstanbul-2010, s. 329. Bu zatın bir çok kitabı vardır. Bunlardan bazıları bu kaynakta olduğu gibi Türkçe’ye de Tercüme edilmiştir. Tercüme edilen diğer bir eseride: Sahabede Peygamber Sevgisi, eserin orijinal adı: Bi-Ebî ente ve Ummî Yâ Rasulalİah, Tercüme: Prof. Dr. H. Mehmet Günay, Nun yay. İstanbul, 2. Baskı; Allimu evlâdekum muhabbetu Rasulullah (Çocuklarımıza peygamber sevgisini öğretmeliyiz), Müesseset’u Ulum’ul-Kur’an, Medine-i Münevvere, 2011,14. Baskı.
Dr. Muhammed Abduh Yemani’nin, kitabında da
belirtildiği gibi, türbe ve kutsal mekanlara saygı ve hürmet
gösterilip, bunların bakım ve temizliği de gönüllü olarak
yukarıda sayılan aileler tarafından, bizzat yapılmakta idi.
Ancak günümüzde bu kutsal mekan ve türbeler, vahhabiler
tarafından yıkılmış olup, buraları ziyaret etmek ise, şirk
bahanesiyle yasaklanmıştır.
Bu resimde görülen 1. Hz. Abdulmuttalip 2. Hz. Ebu Talip. 3. Hz.
Hatice annemiz ve Rasululullah (Sallallahu aleyhi vesellem)
Efendimizin diğer akrabalarına ait türbelerin vahhabiler tarafından
yıkılmadan önceki halleri (Cennet’il-Mualla)
Cennet-i Mualla’nın Vahhabilerden sonraki hali.