Selefilerin Anatomisi

İslam Alimlerinin Tevessül Hakkındaki Sözleri- Murat Yazıcı

İmam Ahmed’in oğlu Abdullah, babasının, Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)’in saçıyla tevessülde bulunduğunu; onu öptüğünü ve içine daldırdığı kaptaki suyu şifa niyetiyle içtiğini söylemiştir.

ez-Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, XI, 212. (Ebubekir Sifil’in sitesinden)
Allâme İbn-i Hacer-i Mekkî (rahime-hullahü teâlâ), “bi’l-Hayrâti’l-Hısân fî Menâkıbi’l-İmâm Ebî Hanîfeti’n-Nu‘mân” isimli eserinin 25. bâbında şöyle demiştir: “İmâm Şâfiî (rahime-hullahü teâlâ) Bağdat’ta kaldığı günlerde İmam Ebû Hanîfe’nin (rahime-hullahü teâlâ) türbesine gelir, ziyaret eder, kendisine selâm verirdi. Sonra da Allahü Teâlâ’ya, ihtiyacını gidermesi için onunla tevessül ederdi.” Yani Cenab-ı Hak’tan, ihtiyaçlarının, onun yüzü suyu hürmetine giderilmesini niyaz ederdi.

Yûsuf b. Nebhânî, Şevâhidü’l-Hak, Fazilet Neşriyat, s. 166-167.

Bu rivayet Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi’nde şöyle yazılı:

“Hatib-i Bağdâdî Tarih’inde İmam-ı Şâfiî’ye vâsıl olan bir sened ile Şâfiî hazretlerinin şöyle dediğini rivayet ediyor: Ben Ebu Hanîfe’nin kabrini ziyarette yümn ü bereket buldum. Ve hergün onun kabrini ziyaret etmek îtiyâdındayım. Kendime bir ihtiyaç ârız olunca hemen menzilimde iki rekat namaz kılıp Ebu Hanîfe’nin kabrine giderim. Onun merkadi yanında hâcetimi Allahü teâlâdan dilerim. Aradan çok bir zaman geçmeden hâcetim kazâ olunur.”

Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, 4. cilt, s.197. Ayrıca bkz. İbni Abidin, Reddü’l-Muhtar Ale’d-Dürrü’l-Muhtar, Tercüme: Ahmed Davudoğlu, Şamil Yayınevi, İstanbul, 1982; c.1, s.63. Nişancızâde Muhammed bin Ahmed, Mir’ât-ı Kâinât, Berekat Yayınevi, İstanbul, 1987; c.2, s.51.

İmam-ı Gazali diyor ki:

“Ölümü hatırlamak ve ibret almak için umumi mezarlıkları ziyaret müstehabdır. İbret almakla beraber yümn ü bereket ummak için de salihlerin mezarlarını ziyaret yine müstehabdır.”

İhya, Bedir Yay., c.4, s.873.

İmam-ı Fahrüddîn-i Râzî diyor ki:

“Rûhu olgun, nefsi pâk ve tesîri kuvvetli bir Velînin kabri yanına gidip, bir zaman durulur ve o toprakdaki Velî düşünülür ise, rûhu o toprağa bağlanır. Meyyitin rûhu da, bu toprağa bağlı olduğu için gelen insanın rûhu ile Velînin rûhu buluşmuş olurlar. Bu iki rûh, karşılıklı iki ayna gibi olur. Herbirinde olan me’ârif, kemâlât, ötekine aks eder, yansır. İkisi de çok faydalanır.”

el-Matâlibu’l-Âliye, VII, 275 vd.

“Nakıs ruhlar, dünyada iken, kâmil ruhlarla olan alakalarını, şiddetli sevgi vasıtası ile artırdıklarında ve tam yaptıklarında, bu âlemden ayrılıp âhiret alemine ulaştıkları zaman, orada bu ruhanî alakalar devam eder. Sonra o sâf ve duru ruhlar, onların karşısında cilalı aynalar gibi olurlar. Adeta ışıklar bu aynaların birinden diğerine akseder ve aksedişler sebebiyle de onların nurları son derece güçlü olur. Bu ruhlar hakkında söylenecek söz de aynıdır. Çünkü bunlar, Allah’tan başka varlıkların sevgi tozlarından, mücahede cilası ile temizlenir ve parlatılır ki Allah’a ve peygambere itaat ile kastedilen budur, ve sonra bedenin perdesi kalkar ise, onlar üzerine Allah’ın celâl nurları doğar. Sonra bu nurlar birinden diğerine akseder ve bu ruhanî alakalar sebebi ile eksik (nakıs) ruhlar, kâmil olur (olgunlaşır). İşte aklıma gelen ihtimal, budur. Kur’ân’ın sırlarını Allah daha iyi bilir.”

4/en-Nisâ, 70 ayetinin tefsiri.

İmam-ı Ahmed ibni Hanbel’in İmam-ı Şâfii ile tevessül ettiği sabit olmuştur. Hatta Ahmedü’bnü Hanbel’in oğlu Abdullah, buna hayret etmiştir. Bunun üzerine oğluna: “İmam-ı Şâfii, umum insanlar için güneş gibi, beden için âfiyet mesabesindedir.” dedi.

Yûsuf b. Nebhânî, Şevâhidü’l-Hakk, s.167

İmam Şâfiî hastalandığı bir sırada, yıkayıp suyunu içerek şifa bulmak ümidiyle Bağdat’dan İmam Ahmed b. Hanbel’in gömleğini istemiştir. Bu hususu Menâkıbu Ahmed’de böylece yazılı gördüm.

Muhammed b. Abdulazim, el-Kavlu’s-sedîd Risâlesi (Hayreddin Karaman’ın sitesinden)

İmam-ı Şafi’î hazretlerinin İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretlerine karşı olan tavrını ve saygısını göstermesi açısından şu rivayetleri de burada kaydedelim:

“İmam Şafi’î hazretleri (Allahü teâlâ ilimde bana iki kişi ile yardımda bulundu. Hadiste İbni Uyeyne, fıkıhda İmam-ı Muhammed) ve yine (İlimde ve dünyalıkta İmam-ı Muhammed kadar bende hakkı olan kimse yoktur) ve yine (Ondan öğrendiklerimle bir deve yükü yazı yazdım. O olmasaydı, ilimden bana bir şey ulaşmazdı. İnsanlar Irak alimlerinin, Irak alimleri Kufe alimlerinin, Kufe alimleri de İmam-ı A’zam Ebu Hanife’nin çocuklarıdır) demiştir.”

Nişancızade Muhammed bin Ahmed, Mir’ât-ı Kâinât, Berekat Yayınevi, c.2, s.51.

“Bizim imamımız olan İmam Şafi’î hazretleri (Bütün insanlar fıkıh yönünden Ebu Hanife’nin ev halkı sayılır.) derdi….İmam Şafi’î hazretleri Bağdad’a girdiği gün, ilk işi Ebu Hanife’nin kabrini ziyaret etmek olmuştu. Sabah namazında o makamda bulunmuş, namazda Kunutları okumamıştı. Halbuki bunun yapılmasını söylerdi. Kendisine bu türlü davranışının sebebi sorulduğunda şöyle cevab vermiştir: (Ben İmam Ebu Hanife’nin söylemediği şeyi yapmaktan utandım. Bu sebeple böyle davrandım.)”

İmam-ı Şarani, El-Uhudü’l-Kübra, Bedir Yayınevi, s. 764-765.

Gülün kıymetini bülbül, altının ayârını kuyumcu, incinin hâlisini kimyâger, âlimin kıymetini de ancak âlim anlar!

Büyük Hanefi fıkıh alimi İbni Abidin kitabının önsözünde şöyle dua ediyor:

Ben Allahü Teâlâ’ya Nebiyy-i Kerim’i (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ehl’i tâatından her muazzam makam sahibi ile ve imamımız îmam A’zam ile tevessül ederek, lütuf ve kereminden bu işi bana âsan eylemesini, tamamına erdirmesini, hatalarımı afv, amelimi kabul buyurmasını; bunu sırf rızâyı kerîmi için Gennât-ı naîm’de kurtuluşuma sebep yapmasını, bütün beldelerde kullarını bununla faydalandırmasını, bana doğru yolu göstermesini, doğruyu ilham buyurmasını, kusurlarımı bağışlamasını, hatalarımı afv buyurmasını niyaz eylerim. Çünkü ben bu işe çocukluk edip karışmış bulunuyorum. Ben bu yolun süvarilerinden değilim. Lâkin O’nun kudretinden imdad umuyor. O’nun güç ve kuvvetiyle hazırlık yapıyorum. Muvaffakiyetim ancak Allah’dandır. O’na tevekkül eder, ancak O’na yönelirim.

Reddü’l-Muhtar Ale’d-Dürrü’l-Muhtar, Şamil Yayınevi, İstanbul, 1982; c.1, s.14.

Aynı kitapda, musannıf Muhammed bin Abdullah Timurtaşi’nin şu sözlerini okuyoruz:

Allahü Teâlâ’dan niyazımız, Resülü’nün yüzüsuyu hürmetine, tevfik ve kabüldür. Nasıl kabul dilemeyelim ki, Allahü Teâlâ bu kitabın tebyızına başlamayı, Ravza-i Mutahhara’da ve Bük’ayı Mubâreke’de Resül-i Zişan’ın huzurunda ve iki büyük arslan kâmil kabir arkadaşının yanında nasib etti. Allah onlardan ve diğer bütün ashab-ı kiramdan, onlara iyilikle tâbi olanlardan. annelerimizden, babalarımızdan kıyâmet gününe kadar râzı olsun. Daha sonra Kâbe-i Şerife’nin karşısında altın oluğun altında. Hatîm’de ve Makam-ı İbrahim’de devam etmek nasip eyledi. Allah itmamını da müyesser kılsın..

Reddü’l-Muhtar Ale’d-Dürrü’l-Muhtar, c.1, s.98.

Bu satırları şerheden İbni Abidin hazretleri şöyle yazmış:

Şu evrakı toplayan günahkâr kul dahi aynen musannıfın dediğini der. Mevlâ-i Kerim’inden Nebiyyi Azîm’ı ve nezd-i İlâhisindeki her makâm sâhibi hörmetine, bu sâ’yi gayretini kabul ile kendisine fadl-ü ihsanda bulunmasını, bu eserle bütün memleketlerdeki kullarını faydalandırmasını, son nefesinde hüsn-ü hitâm nasip ederek merâmına nâil buyurmasını niyaz eyler!…Âmîn…..

a.g.e. s.99.

Kadızade Ahmed Efendi, İmam-ı Birgivi’nin kitabının şerhinde şöyle dua ediyor:

Allahü teâlâ bu muhtaç kulunu ve diğer dostlarını, emin olan Peygamberlerinin hürmetine (aleyhimüsselam) kabir azabından ve mahşer yerinin zorluğundan korusun. Amin.

Birgivi Vasiyetnamesi Kadızade şerhi, Bedir Yayınevi, s. 254.

Muhammed Hadimi rahmetullahi aleyh diyor ki:

“İbni Abdüsselâm bildiriyor ki, Resûlullahın ismi ile kasem ederek, yani Resûlullah hakkı için diyerek, Allahü teâlâdan birşey istemek câizdir. Çünkü ona yüce bir rütbe kıldı, onun şefaatinin kabul olunmasını kendi üzerine bir hak kıldı… Falanın hürmetine diye dua etmenin caiz olduğu Bezzâziyye fetvasında yazılıdır.”

Berika, Kahraman Yayınları, c.4, s.48.

Not: Bazı alimler, Peygamber hakkı için veya ölü veya diri bir Velî hakkı için dua etmek tahrimen mekruhdur şeklinde ictihad etmişlerdir. Çünkü, kimsenin Allahü teâlâ üzerinde hakkı yokdur. Burada yazılı olandan anlaşılıyor ki, böyle dua etmek, (Yâ Rabbî, onlara vermiş olduğun hak için) niyyeti ile câiz olur. Çünkü, Rum sûresinin 47. âyetinin meâl-i şerîfi, (Üzerimize hak oldu ki, mü’minlere yardım ederiz)dir. En’âm sûresinin 12. âyetinin meâl-i şerîfi, (Allahü teâlâ kullarına merhamet etmeği kendisine lâzım kıldı) olup, merhamet ve ihsân ederek, sevdiklerine haklar verdiğini göstermekdedir.

Hindistan’ın büyük alimlerinden Mevlânâ Muhammed Fadlurresul rahimehullah şu açıklamayı yapmaktadır:

“Molla Ali el-Karî, filancanın ve başkasının hakkı için demenin mekruh olduğunu bildirdikten ve ihtilafları naklettikten sonra şöyle yazıyor: Ben derim ki, Resulullah sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem duasında (Ya Rabbi, senden isteyip de verdiklerinin hakkı için, senden istiyorum) derdi. Buradaki hak kelimesinden murad, hürmettir. Yahud, rahmet gereğince ona va’d olunan hakdır. Yani bihakkın demenin yasaklığı anlatılmak istenirken, delil olarak; zira kimsenin Allahü teâlâ üzerinde hakkı yokdur demektedir. O halde bundan murad, hiç kimsenin Allahü teâlâ üzerinde vacib olan bir hakkı yoktur demektir. Demek ki, filancanın hakkı için sözünü bu ma’nâda kullanmak mekruhdur. Ama hadis-i şerifde bildirilen bihakkın [hakkı için] kelimesinin buradaki ma’nâsı hürmeti için, hürmetine demektir. Yahud üstün kılınmış olmaklık hakkı demektir… Bihakkın kelimesinin içinde hürmet saklanmaktadır. Yani hakdan murad hürmettir. Filancanın hakkı için demek, onun hürmetine demek olur. Böylece bihakkın demek caiz olup, mekruh olmadı ve kullanıldı.

Sirâciyye’de yazıyor ki: Eserde, câiz olduğuna dair deliller bildirildi. Tefsir-i âzîzî’de diyor ki: Hadîs-i şerîfde, Adem aleyhisselâmın tevbesi hakkında: (Ya Rabbi, Muhammed aleyhisselamın hakkı için senden istiyorum) diye bildirilen, üstün kılınmak hakkı ile ma’nâlandırılmış olup, Ehl-i sünnet mezhebidir. Fıkıh kitaplarında yasak edilen, hak kelimesinin hakîkî ma’nâsı olup, Mutezile mezhebidir. Çünkü Mutezile mezhebine göre, kullar işlerinin yaratıcısıdırlar. Böylece o işlerin karşılığı kulların hakîkî hakkıdır. Eskiden Mutezile mezhebi çok revacta olduğundan ve bu kelimenin kullanılması, onların mezhebini akla getirdiğinden, fıkıh âlimleri bu sözü kullanmayı yasakladılar. Böylece o mezhebin akla gelmesini önlediler.”

Mevlânâ Muhammed Fadlurresul, Tashih’ül Mesail, Berekât Yay., İst, 1976, s. 158.

Kuşeyri Risalesi’nde diyor ki:

“Ma’rûf-i Kerhî, talebesi Seriyyu’s-Sakatî’ye dedi ki: Allahü teâlâdan bir hacet dileyeceksen bana kasem ederek Ma’rûf’un hürmetine diyerek iste.”

Risale-i Kuşeyri, Dergah Yayınları, 1. Baskı, Ekim 1978, s.82.

İmâm-ı Birgivî şu hadîs-i şerîfi yazmaktadır:

Bir mü’minin kabrini ziyâret ederken, yâ Rabbî! Muhammed aleyhisselâm hurmetine, buna azâb yapma denirse, Allahü teâlâ, kıyâmete kadar azâbını durdurur.

İmâm-ı Birgivî, Etfâl-ül-müslimîn risâlesi (Seadet-i Ebediyye’den)

Mevlânâ Muhammed Fadlurresul rahimehullah diyor ki:

Rahmanî, Mefâtih’den alarak bildiriyor ki: Bir mü’minin kabrini ziyaret edip, Allahümme bihakkı Muhammedin ve âli Muhammedin lâ tuazzıb hâzal meyyite [ya Rabbi, Muhammed aleyhisselamın ve âlinin hürmetine bu ölüye azab etme] derse, sura üfürülecek güne kadar Allahü teâlâ azabı ondan kaldırır.

Tashih’ül Mesail, Berekât Yay., İst, 1976, s. 191.

Ali el-Karî, “Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Allahü teâlâdan, kâfirlere karşı Muhacirun’un fakirleriyle yardım talep ederdi” şeklindeki rivayetin (et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, I, 292.) şerhinde ünlü Hanefî fakih ve usulcüsü İbn Melek’in şöyle dediğini nakleder:

“Şöyle diyerek yardım talebinde bulunurdu: “Allah’ım! Fakir muhacir kullarının hakkı için düşmanlara karşı bize yardım et.”

Ali el-Karî, Mirkatu’l-Mefâtîh, I, 100. (Ebubekir Sifil’in sitesinden)

Abdülkadir-i Geylani rahimehullah Peygamber efendimizi ziyaret ederken, mübarek kabre dönerek şu şekilde söylemeyi öğretiyor:

Allahım, Peygamberini sallallahü teala aleyhi ve sellem aracı kılarak sana yöneliyorum. O rahmet Peygamberidir.
Ey Allah’ın Resulü, seni vesile bilerek günahlarımı bağışlaması için Rabbıma teveccüh ediyorum.

Allahım, O’nun hakkı için, beni bağışlamanı ve bana merhamet etmeni diliyorum.

Gunye tercümesi, Sağlam Yayınevi, 1991, 2. Basım, sayfa 49.

Hazırlayan: Murat Yazıcı

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu