Vahhabilerin Peygamberler Ve Büyük Zatlara Vesile Hakkındaki Görüşleri
Peygamberler ve büyük zatları vesile ederek dua etmenin şirk olduğunu söylemeleri:
Vahhabiler, özellikle Sure-i Fatiha Âyet 5’te:
‘Allah’ım! yalnız sana ibadet ederiz, sana sığınırız,’ anlamında olan bu Âyet-i Kerime’ye: ‘Allahım! Yalnız sana kulluk ederiz ve senden meded umarız,’ deyip manayı çarptırarak; Peygamberlerden ve büyük zatlardan yardım istemenin şirk olduğunu ve bu sebepten insanların küfre girdiğini iddia etmektedirler.
Yine Vahhabilerin öne çıkan alimlerinden olan Abdullah bin Baz, “et-Tahkîk ve’1-îdah”1 adlı kitabının 94. sayfasında: “Bir kimsenin bir hacetini karşılamasını, bir sıkıntıdan kurtarmasını, bir hastaya şifa vermesini ve buna benzer şeyleri Rasulullah’tan istemesi caiz değildir. Çünkü bunlar ancak Allah’tan istenir. Bunları bir ölüden istemek, Allah’a şirk koşmak ve Allah’tan başkasına tapmak demektir,” diyerek Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizi ve dolayısıyla onun halifeleri olan büyük zatları vesile etmenin puta tapmakla aynı olduğunu söyleyerek vesileyi kabul eden ehl-i sünnet ulemasını ve cemaatini, puta tapan müşrikler gibi görmektedir. O bu görüşüyle, İbn-i Teymiye ve Muhammed bin Abdulvahab’ın görüşlerini aynen devam ettirmektedir.
Ehl-i sünnet uleması, hem hayatta hem de vefat etmiş olan büyük zaatları vesile ederek Allah’u Teala’dan istekte bulunmanın meşru olduğunu ve vahhabilerin görüşlerinin batıl olduğunu bir çok delil ile isbat etmişlerdir.
Yukarıda da değindiğimiz gibi Mekke’nin sünni alimlerinden olan Dr. Seyyid Muhammed bin alevî el-Mâliki1 “Mefâîm”2 adlı eserinde özellikle şefaat, vesile, büyük zatlardan yardım isteme ve Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in kabri şerifini ziyaret gibi konuları işlemekte ve bu hususlarla ilgili âyet, Hadis-i Şerif ve selef-i salihinin görüşlerini yazarak vahhabilerin iddia ettiği görüşlerin yanlış olduğunu ispat etmektedir. Hatta bu zat, vahhabiliğin zıddına görüşler ortaya koyduğu için vahhabilerin kışkırtmasıyla hapse attırılmış. Fakat gelen tepkiler üzerine bir süre sürgüne gönderilmiştir.
Şimdi ehl-i sünnet alimlerinin bunlara karşı vesilenin caiz olduğuna dair yazdıkları delillerden bazılarına yer vereceğiz:
Mü’minlerin, büyük zatları vesile etmelerindeki amaçları; onlara ibadet niyetiyle değil, sadece o zatlarm vasıtasıyla Allah’u Teala hazretlerinden yardım dilemektir. Aşağıdaki Âyet-i Kerime ve Hadis-i Şeriflere göre, Peygamberlerden ve büyük zatlardan yardım istenmesinde bir sakınca yoktur. Çünkü onlar; Hakk’a yakm olmak yolunda, insanlara vesile ve sebeptirler.
Sure-i Kehf, Âyet 65-66:
“İlm-i ledünü öğrenmek için Musa (Aleyhis-selam): Allah’u Teala’nm, ”kendisine ilmi ledün verdiğimiz kullarımızdan bir kul” diye tabir ettiği kul’u (Hızır -aleyhis-selam’ı-) bularak, sana öğretilen ilmi bana da öğretmen için sana tabi olayım mı? dedi.”
Allah’u Teala istese, bu ilmi Musa (Aleyhis-selam)’a bir anda verebilirdi. Ancak bu ilmi öğrenebilmesi için bir kulunu vesile kılmıştır.
Sûre-i Maide, Âyet 35:
“Ey Mü’minler Allah’tan korkunuz. O Hakk Celle ve Alâ Hazretlerine yakınlık için vesile arayınız ve onunla da mücahede yolunda çalışınız ki, felah bulaşınız (kurtuluşa eresiniz).”
Sûre-i Kehf, Âyet 84:
“Her şey için bir sebep vardır/’
Sûre-i Fetih, Âyet 10:
“Şüphe yok ki sana biat edenler muhakkak Allah’u Teala’ya biat ederler. Onlar sana biat ettiklerinde Allah’u Teala’nın eli de onların elinin üzerindeydi.”
Bu Âyeti Kerime’de açıkça Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz, Allah adına biat alarak mü’minlere vesile olmaktadır.
Sûre-i Münafikun, Âyet 10:
“Size verdiğimiz rızıklardan infak edin…”
Sure-i Hut, Âyet-6:
“Yeryüzünde hiç bir canlı yoktur ki rızkı Allah’u Teala’ya ait olmasın” diye buyrulan bu Âyeti Kerime’ye göre bütün mahlukatm rızkım veren Allah’u Teala olmasma karşın neden yukarıdaki diğer Âyeti Kerime’de: “Size verdiğimiz rızıklardan infak edin/’ demek suretiyle kullarını neden vesile etmektedir. Allah’u Teala, dilese mahlukatm rızkını dilediği kadar ve sebepsiz de verebilir. Ancak görüldüğü üzere zengin mümin kullarını fakir fukaranın rızkını temin için sebep kılmakta. Ayrıca mümin kullarının büyük dereceler alması içinde bu “infak’ı” vesile etmektedir.
Sure-i Enfal, âyet 17’de: “Attığın zaman (Resulüm!) sen atmadın, Lâkin Allah attı… Onları siz öldürmediniz, lâkin Allah onları öldürdü,” buyurarak Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizi ve ashab-ı kiram’ı düşmanlarına karşı koruyanın Allah’u Teala olduğunu söylüyor. Fakat bunu doğrudan değil de, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) ve ashabının eliyle yapıyor. Şüpesiz ki, bu da vesileye açık bir delildir.
Sure-i Nisa, âyet 64:
“Onlar nefislerine zulmettikleri zaman, sana gelipte Allah’u Teala’ya tevbe istiğfar etselerdi ve sen de onlar için istiğfar etseydin, elbette Allah’u Teala tevbeleri kabul edendir, merhametlidir/’
Bu Âyet-i Kerime, Ümmet-i Muhammedin Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimize gelip onun huzurunda ve onu vesile ederek Allah’u Teala’dan istiğfarda bulunmamızı emretmektedir.
Enes İbn-i Mesud (Radiyallahu anhu)’dan Delail-i Bey haki’de vesile ile ilgili şu Hadis-i Şerif rivayet edilmiştir:
Arabinin birisi Rasul-ü Kiram’ın huzuruna gelip kıtlık ve kuraklıktan şikayetçi olmak üzere:
“Ya Rasulallah! Allaha yemin ederim ki, bizim ne inildeyebilecek bir devemiz kaldı, ne de bağırabilecek bir çocuğumuz,” dedikten sonra şu kasideyi okudu.
Manası:
Sana geldik Yâ Rasulallah! Ama halimiz şu, Taze kızların didinmeden sineleri kanıyor,
Çocuklu anaların yavrularına bakmaya vakitleri yok. Delikanlılarda açlıktan o kadar zayıf ki,
Miskin, miskin elleri yanlarına gelmiş, Ağızlarından acı tatlı hiçbir söz çıkmaz oldu.
İnsan yiyeceği olarak bizde bu yılın Ebu Cehil karpuzu ile, En bayağı ilhez’den başka hiçbir şey yok.
Artık senden başka iltica edecek (sığınacak) yerimiz kalmadı. Zaten halkm ilticagâhı peygamberler olmayıp da neresi olabilir.
İzah: Ebu cehil karpuzu yenemeyecek kadar çok acı olan karpuza benzer bir bitkidir. İlhiz de, deve tüyü ile kanla yoğurularak yapılan bir katık ki yenmeyen bir şeydir. Yani demek istiyor ki yiyecek hiçbir şeyimiz kalmadı. Kendilerini acındırmak için Rasulullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) Efendimize bu şekilde söylüyor. Çünkü kendilerinin haline Rasulullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) Efendimizi açındırdığı zaman, Allah’u Teala hazretlerininde onun duasmı reddetmeyeceğini bildikleri için direk olarak Rasulullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) Efendimizden istiyor.
Bunun üzerine Rasulullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) Efendimiz hemen Rıda-i Şerifini sürüyerek ayağı kalktı ve minbere çıkıp Allah’u Teala’ya hamdu sena ettikten sonra:
“İlahi! Her tarafa şamil (yayılan), faydalı, zarar vermez, acil ve gecikmez, hayvanatın memelerini dolduracak, ekinleri bitirecek ve toprakları ölümlerinden sonra ihya edecek bir rahmet ver. Ey Cemaat bilmiş olunuz ki, Allah’ın buyurduğu gibi sizde kabrinizden böyle çıkacaksınız,” diye buyurdu.
Enes (Radiyallahu anhu) bundan sonra şöyle diyor: Allaha yemin ederim ki, Nebiyi Ekrem (Sallallâhu aleyhi vesellem) duaya kalkan ellerini daha indirmeden, gökyüzü boşandı. Çok geçmeden de Medine haricindekilerin gelip, aman boğuluyoruz, boğuluyoruz, diye feryatlan duyuldu. Nebiyi Ekrem (Sallallâhu aleyhi vesellem) mübarek ellerini tekrar semaya doğru kaldırıp:
“Allahumme havalinâ ve lâ aleynâ,” diye dua buyurdu. Derken, bulutlar Medine’nin üzerinden kenarlara doğru sıyrıla sıyrıla dağıldı. Bu hali gören Rasullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz mübarek dişleri görününceye kadar tebessüm buyurup:
Aşk olsun Ebu Talib’e şimdi burada bulunaydı, Karîn’ul-Ayn olurdu (çok sevinirdi). Onun kasidesini bize kim okuyabilir diye buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ali İbni Ebu Talip (Radiyallahu anhumâ) ayağa kalkıp, Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimize dedi ki: Bana öyle geliyor ki (babamm) şu kasidesini murad ediyorsunuz diyerek bu kasideden birkaç beyit okudu.
Manası:
Onun mübarek yüzü suyu hürmetine bulutlardan yağmur niyaz edilen böyle bir zat-ı kerimu’s-sıfat bırakılır mı imiş?
Öyle bir kerem kar ki, yetimler onun eline bakar, dullar ve yoksullar ona güvenir.
Ali Haşimin fakirleri ona sığınır, Ali Haşim onun sayesinde çeşit çeşit bol bol nimetlere mazhar olur.
Ey Kureyş! Beytullah’a yemin ederim ki siz aldarayor bir hayale kapılıyorsunuz. Muhammed (Sallallahu aleyhi vesllem)’e suikastinizi,
Biz onun etrafında pervane gibi dönüp dururken ve onun uğrunda bizimle dövüşmedikçe, ve harpler etmedikçe gerçekleştirebileceğinizi mi zannediyorsunuz?
Hepimiz onun etrafında hakkıyla helak olup serilmedikçe, çocuklarımızı bize unuttaracak fedakarlıkla müdaafa etmedikçe onu size teslim mi edecekmişiz?
Hz. Ali Efendimiz bu beyitleri okuyunca, Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesilem): Evet. Bu kasidesini kastetmiştim, dedi. Ondan sonra beni Kinane’den biri kalkıp şu beyitleri söyledi:
Manası:
İlahi hamd olsun ki, Nebiy-i Ekrem’in yüzü suyu hürmetine bize yağmur verildi.
Şükredenin şanı da bizim yaptığımız gibi hamdü şükretmektir.
O Peygamberi Zişan Efendimiz Allah’ u Teala’ya bir kere dua etti dua ederkende ona doğru gözlerini dikti.
Derken sırtından bir ridayı atacak kadar vakit geçti geçmedi, şırıl şırıl yağmurun boşandığmı gördük.
Tulumlardan boşanan o yağmur yokmu? İşte Mudar, Allah seni onunla kurtardı.
İş, Nebiyyi Ekremin amcası güzel yüzlü, dürüst özlü alnı açık Ebu Talib’in dediği gibi oldu.
Allah’a şükreden fazlasını bulur. Allah’a küfreden de kendini belaya sokar.
Resulullah (Sallallahu aleyhi vesilem) bunu işitince: Güzel bir söz söylemiş şair varsa, senin sözün güzeldir, buyurdu.1
Yağmur kıtlaştığmda Sahabe-i Kiram’m önerisiyle Hz. Ömer (Radiyallahu anhu), Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in amcası Abbas (Radiyallahu anhu)’yu minber üzerine oturtup, kendisi de yanma oturup onu vesile ederek yağmur duası yaptığına dair, Buhari’de rivayet edilen Hadis-i Şerif:
”Yağmur kıtlaştığmda Hz. Ömer (Radiyallahu anhu) Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in amcası Abbas (Radiyallahu anhu/yu vesile ederek: Yâ Rabbi! Bizler Rasulullah Efendimiz (hayatta iken) onun vesilesiyle senden yağmur isterdik de bize yağmur ihsan ederdin. Şimdi de Resul-i Kiram Efendimizin amcası Abbas’m vesilesiyle bize yağmur ihsan et, diye dua ederdi. Enes (Radiyallahu anhu) der ki: Bu duayı edince yağmur ihsan olunurdu/’2
Yine bir rivayette gelmiştir ki, bir zaman kuraklık oldu Hz. Ömer (Radiyallahu anhu), halka:
– “Ey İnsanlar! Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Hz. Abbas (Radiyallahu anhu)’ya, çocuğun babaya göstereceği saygıyı layık görürdü. Bu sebepten Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in amcası Hz. Abbas (Radiyallahu anhu)’ya uyunuz ve onu da duamzda vesile tutunuz/’ diye buyurdu. Hasılı Abbas (Radiyallahu anhu) dua etti ve Hakk Teala hazretleri yağmur ihsan etti, demişlerdir.ı
Yağmur kıtlaştığında ve ihtiyaç halinde okunan, “Salat-ı Nariye” duası da bir Salavat-ı Şerife çeşidi olup vesileye açık bir delildir. Bu Salavat-ı Şerife şöyledir:
Manası:
“Allahım sen salat eyle! öyle bir kamil salat olsun ki tam salat olsun. O öyle bir Muhammed ki, onunla bütün güçlükleri halledersin. En zor olan işler onun hürmetine hallolur. Bütün külfet olan şeyler, sıkıntılar onunla açılır. Bütün ihtiyaçlar onun hürmetine yerine getirilir. O öyle bir Muhammed ki her rağbet ettiğin şeye onunla kavuşabilirsin. Bir insanın ölürken, ahir nefeste imanla gitmesi o Muhammed yüzü hürmetinedir. O öyle bir Muhammed ki onun mübarek cemali hürmetine, Cenab-ı Hakk Teâla hazretleri bulutlardan yağmurlar yağdırır. Onun alinin ve evlatlarının üzerine de çok selam ve salat olsun. Her göz açıp yummada, her nefes almada hepsinin sayısınca selat-u selam olsun. Ya Rabbi Senin her ne kadar bildiğin şeyler varsa onların hepsinin sayısınca onun üzerine selat-u selam olsun/’1
Sahih ve mütevatir olarak Enes (Radiyallahu anhu)’dan rivayet edilmiştir ki: İmam Ali (Kerremailahu vechehu)’nun annesi Fatıma Bint-i Es’ed (Radiyallahu anhâ), vefat ettiğinde Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz bu Muşar’un Ileyha’nın naşmı bizzat kabre indirip:
“Ey Allahım! senin nebin ve önceki peygamberlerin hakkı için annem fatıma bint-i esed’i mağfiret eyle ve girdiği yeri kendine genişlet. Muhakkak ki sen merhamet edenlerin en merhametlisisin/’2 buyurdular.
Yine Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’i vesile ederek dua etme ile ilgili, Tirmizi ve Nesâi’de sahih olarak nakledilen Hadis-i Şerifte; gözlerinin açılması için dua ricasında bulunan bir âmâya dahi abdest alıp iki rekat namaz kıldıktan sonra:
y/Allahım! Ben Rahmet Peygamberi olan senin nebin Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem)’i vesile ederek senden istiyorum. Ya Muhammed! Yâ Rasulallah! Ben seni vesile ederek Rabbimden hacetimin hallini istiyorum. Allahım onu bana şefaatçi yap/’1 diye dua etmesini emreyledi. Beyhaki, bu Hadis-i Şerifin sahih olduğunu rivayet etmiş ve şu ilave ile bu hadisi nakletmiştir: “Âma gözü görür halde ayağa kalktı/’2
Sahabe-i Kiram âma’ya tarif edilen duayı Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in ahirete irtihalinden sonra dahi okurlardı. Bu duadaki; Ya Muhammedi Lafzı ise/ meded dilemeye ve vesileye apaçık bir delildir.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin:
“Ey Allahım! Dualarını kabul ettiklerinin hakkı için senden istiyorum/’3 diye dua etmiş ve bu duayı Ashab-ı Kiram’a dahi öğretmiş ve bununla amel etmelerini emretmişir. Bu ise şüphe yok ki, açık bir vesiledir.
Eğer, mü’minlerin bu zatları vesile ederek dua etmeleri şirk olsaydı, gerek Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizden, gerekse de evliya ve sülehadan, öyle bir fiil zuhur etmezdi.
Hakim’den sahih senetle rivayet edilen şu Hadis-i Şerifte, vesileye açık delildir ki; Adem (âleyhis-selam), Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’i vesile edince, onun hürmetine tevbesi kabul edilmiştir. Bu Hadis-i Şerif şöyledir:
Hz. Ömer (Radıyallahu anhu)’dan nakledildiğine göre, Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
Adem (Aleyhis-selam) hatasını anlayıp dedi ki: Ya Rabbi! Eğer beni affetmemiş isen Muhammed (Sallallahu aleyhi vesilem) hürmetine senden affımı diliyorum, demişti. Allah’u Teala (ne cevap vereceğini bildiği halde, cevabını da diğer insanların duyması için):
– Yâ Adem! Ben onu henüz (zahirde) yaratmadığım halde sen Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem)’i nasıl tanıdın diye buyurdu. Adem (Aleyhis-selam):
– Ya Rabbi! Sen beni (kudret) elin ile yaratıp bana ruhundan üflediğin zaman, başımı kaldırıp baktığımda arşın ayaklarında -La ilahe illallah Muhammedun Resullulah- yazılmış olduğunu gördüm. İsminin yanına ancak yaratılmışların en sevgilisini koyacağını bildim. Cenab-ı Hakk Teala ona:
– Ya Adem! Doğru söyledin hakikaten Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem) bana yaratılmışların en sevgilisidir. Onun hürmetine benden ne istesen sana verirdim. Affını diledin ben de seni affettim. Şayet Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem) olmasaydı, seni yaratmazdım.
Buhari de, Haşır ve kıyamet günü insanların Allah-u Teala’mn huzurunda durmaları bahsinde geçen şu Hadis-i Şerifte vesileye büyük bir delildir.
“Onlar bu halde iken Adem (Aleyhis-selam) ile sonra Musa (Aleyhis-selam) ile daha sonra Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem) ile medet dilerler/’1
îbn-i Asakir’de Hz. Hasan (Radiyallahu anhu)’dan rivayet edilen Hadis-i Şerifte Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
”Bana çok salavât getiriniz, bana getirdiğiniz salavât-lar, günahınızın bağışlanmasına sebeb olur. Derece ve vesile isteyiniz. Çünkü Rabb’ım katında benim vesilem sizin için şefaattir.”2
Taberani’de nakledilen Hadis-i Şerifte Muhammed bin Kâb el-Kurazî (Radiyallahu anhu) şöyle anlatıyor:
– “Hz. Ömer (Radiyallahu anhu) mescidde otururken mescidin arka tarafından biri geçti. Birisi Hz. Ömer’e: Ey Mü’minlerin emiri! Şu geçen adamın kim olduğunu biliyor musun? diye sordu. Hz. Ömer: Hayır! Kim o? dedi. Adam ona:
– O adam Yemen ahalisinden Sevâd bin Karib’dir. Yemenliler içinde çok saygın bir konumu vardır. Onun cini kendisine gelip Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’in çıktığını haber vermiştir. Hz. Ömer, onu bana getirin, dedi. O zat yanına getirilince Hz. Ömer ona:
– Sevâd bin Karib sen misin? diye sordu. Sevvad, evet dedi. Hz. Ömer ona: Sen hala eskiden olduğu gibi kahinlik yapıyor musun? diye sorunca, Sevvad çok kızdı ve Ey Mü’minlerin emiri! Müslüman olduğumdan beri bana kimse böyle demedi, diye çıkıştı. Hz. Ömer de:
– Subhanallah! Vallahi bizim eskiden içinde bulunduğumuz şirk senin kahinliğinden daha vahim bir şeydi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’in zuhuruna dair cinin sana gelip haber vermesini bana da anlat dedi. Sevvad:
– Anlatayım Ey Mü’minlerin emiri! Gecenin birinde uyku ile uyanıklık arasındayken cinim gelip ayağıyla beni dürterek, Ey Sevvad! Kalk. Şayet aklın varsa diyeceklerimi iyi anla. Lüey bin Galip (Beni Haşini) oğullarından, Allah’u Teala’ya ve ona kulluk etmeye çağıran bir elçi gönderildi, dedi ve şöyle bir şiir okudu:
Manası:
Cinlerin meraklarına hayret ediyorum, Soylu alaca develerine bindiler,
Mekke’ye hidayeti aramak için yola düştüler, Cinlerin iyileri, adileri gibi değildir,
Haşim oğullarından seçilmiş olana doğru sende yola çık, Cinlerin başında ilk önce sen gidip onu gör.
O böyle söylemesine rağmen başımı kaldırıp bakmadım bile. Ona, bırakta uyuyayım. Zira gece boyu uykusuz kaldım, dedim. Ancak ikinci gece yine geldi ve ayağıyla bana vurarak, Ey Sevvad! Kalk. Şayet aklın varsa diyeceklerimi iyi anla. Lüey bin Galip (Beni Haşim) oğullarından, Allah’u Teala’ya ve ona kulluk etmeye çağıran bir elçi gönderildi, demedim mi? dedi ve şöyle bir şiir okudu:
Manası:
Şu cinlere ve heveslerine hayret ediyorum, Soylu develerine semerlerini vurdular,
Hidayeti aramak için mekke’ye doğru yola koyuldular, Doğru söyleyen cinler, Yalan söyleyen cinlere benzemezler,
Haşim oğullarından seçilmiş olana doğru sende yola çık, Zira ilk önce oraya varanlar sonradan gelen gibi değildir.
Yine başımı kaldırıp da ilgilenmedim. Üçüncü gece olduğunda yine geldi ve ayağıyla bana vurarak, Ey Sevvad! Kalk. Şayet aklın varsa diyeceklerimi iyi anla. Lüey bin Galip oğullarından, Allah’u Teala’ya ve ona kulluk etmeye çağıran bir elçi gönderildi, dedi ve şöyle bir şiir okudu:
Manası:
Cinlere ve verdikleri haberlere hayret ediyorum, Soylu develerine bindiler,
Mekke’ye hidayeti aramak yola düştüler, Mü’min cinler, kafir olan cinler gibi değildir,
Mekke’nin tepeleri ve taşlıkları arasında olan,
Haşim oğullarından seçilmiş olana doğru sende yola çık,
İşte o anda içime İslam sevgisi ve müslüman olma arzusu düştü. Sabah olunca deveme binip Mekke’ye doğru yola çıktım. Ancak yolun bir kısmına ulaştığımda, Rasu-lullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’in Mekke’den Medine’ye hicret ettiğini öğrendim. Bunun üzerine Medine’ye geldim ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’i sordum. Mescid’de olduğunu söylediler. Mescid’e gidip devemi bağladım. İçeri girdim. Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) ashabıyla oturuyordu. Ona Yâ Rasulallah! Söyleyeceklerimi dinle, dedim. Ebu Bekir (Radiyallahu anhu) bana, yaklaş, yaklaş deyince önüne kadar yaklaştım. Bana: Söyle! Cinin sana verdiği haberi bize anlat, buyurdu. Şöyle dedim:
Manası:
Rahatlayıp az bir uykudan sonra sırdaşım yanıma geldi, Bana söylediklerinde yalancı değildi.
Üç gece boyunca yanıma geldi ve her defasında şöyle dedi: Lüey bin Gâlib oğullarından sana bir elçi gönderildi,
Eteğimi toplayıp yola koyuldum, Dağları, ovaları zahmetle aşıp geldim,
Allah’tanbaşka Rabb olmadığına şahadet ederim, Her bilinmeyen şeyde senin güvenilir biri olduğuna da,
Ey saygm ve güzel insanlarm oğlu, Allah’u Teala’ya ulaşmada sen en güzel vesilesin,
Ey şu insanların en hayırlısı, sana verilenleri çocukların saçlarını ağırtacak kadar ağır olsa da emret.
Senden başka şefaatçinin fayda veremeyeceği o günde de, Sevvâd bin Karib’e sen şefaatçi ol.
Benim müslüman olmama hem Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) hem de ashabı çok sevindiler. Öyleki sevinçleri yüzlerine yansıdı. Bunun üzerine Hz. Ömer, kalkıp Sevvad’ın yanında durup ona, bende senden bunları duymak istiyordum, dedi.1
Bu Hadis-i Şerife göre, kaside, Peygamber Efendimizin (Sallallahu aleyhi vesellem) bizzat huzurunda söyleniyor daha sonra da ise Hz. Ömer Efendimizin huzurunda tekrar okunuyor. Kaside de geçen, “Allah’u TealaVa ulaşmada sen en güzel vesilesin,” diye ifade edilen bu sözler hatalı olmuş olsaydı, Rasullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz ve Ashab-ı Güzin efendilerimiz müdahale etmez miydi.
1 Rudani, Cem’ul-Fevaid, Hadis No: 8431; Bu Hadis-i Şerif, Taberani, Mu’cem’ul Kebir’de zikretmiştir.
Müdahale edilmediğine göre bu sözler yanlış olmayıp vesilenin hak olduğu açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Yine aynı kaside de geçen şu ifadeler de:
” Senden başka şefaatçinin fayda veremeyeceği o günde de, Sevvâd bin Karib’e sen şefaatçi ol,” denilmek suretiyle; Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) mahşer halkının günahlarının affedilmesine vesile olarak şefaat edecektir manası, açık bir şekilde burada da anlaşılmaktadır.
Yine mevlid bahsinde de değindiğimiz gibi Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in halası Safiyye (Radiyallahu anhâ)’nın Rasul-ü Kiram (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin vefatmdan sonra onun üzerine söylediği kasidelerde vesileye delildir ki, O’nun:
“Ya Rasulallah! Sen bizim ümidimizsin,” diye Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’e hitap etmiştir. Onun bu kasidesini Ashab-ı Kiram Efendilerimiz de duymuşlar ve hiçbiri onun bu ifadesine karşı çıkmamışlardır.1
Büyük zatları da vesile etmenin caiz olduğuna dair, diğer deliller de şöyledir:
Taberani ve Heysemi’nin sahih olarak naklettikleri
Hadis-i Şerifte Gazven (Radiyallahu anhu)’dan
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle
buyurmuştur:
“Biriniz herhangi bir yerde yolunuzu, şaşırırsanız, Düşeyde yardımcı, muhafaza edici arayıp bulamadığınız zaman, hiç kimsenin size yoldaş, arkadaş olmadığı, çaresiz kaldığınız yerde deyiniz ki:
– Ey Allah’u Teâlâ’nm has kulları! Beni muhafaza
ediniz. Ey Allah’u Teâlâ’nm has kulları! bana yardım
ediniz. Çünkü Allah’u Teâlâ’mn öyle kulları var ki onlara
yardıma gelirler, görünmezler.”1
Bu şöyledir; Bir adamın başına bir mühim belâ gelir. Her taraftan ümidi kesilir. Naçar kalır, artık mahvolacağını anlar. İşte o zaman, Allah’u Teala’nın veli kullarına çağırır ve:
– “Ey Allah’u Teâlâ’mn sevgili kulu! Allah’u Teâlâ’ya
senin sözün geçer ve kabuldür. Allah’u Teâlâ, benim
basımdaki belâyı senin hürmetine kaldırsın,” der.
Buhari ve Müslim’den daha önce yazılmış olan bir çok hadis müsnedlerinde, İbn-i Mesud (Radiyallahu anhu)’dan rivayet edilen Hadis-i Şerifte Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Sizin birinizin sahrada hayvanı kaçarsa, Ey Allah’ın kulları hapsedin! Ey Allah’ın kulları durdurun! diye seslensin. Çünkü Allah’ın yer yüzünde hazır bulunan öyle kulları vardır ki, onu tutarlar/’1
İbn-i Abbas (Radıyallahu anhuma) dan rivayet edilen bir Hadis-i Şerifte RasuluUah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ki Allah’ın, hafaza meleklerinin dışında yer yüzünde melekleri vardır ki, ağaç yapraklarından düşenleri yazarlar. Sizin birinize çölde bir aksaklık isabet ederse, “Ey Allah’ın kulları! Bana yardım edin, diye nida etsin.”2
Allame İbn-i Hacer, “el-Hayrât’ul-Hisan fi Menakib’il-İmam Ebi Hanifet’in-Numan,” adlı kitabının 25. Faslmda şöyle demektedir: “İmam Safi hazretleri; Bağdat’ta bulunduğu günlerde, Ebu Hanife’yi vesile ederek niyazda bulunurdu. Onun kabrine kadar gelir, kendisini ziyaret edip selam verir, sonra ihtiyaçlarının, isteklerinin verilmesinde onun ile vesile de/’ bulunurdu. Yani onun vesilesiyle Allah’u Teala’dan isterdi.1
Yine İbn-i Hacer, “Sevaik-i Muhrik Ali ehlid-dalâil vel-zendeka,” adını verdiği kitabında şu hususu dile getirmektedir: İmam Safi Hazretleri, Resûl-ü Ekrem (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin ehli beytini vesile ederek buyurdu ki:
Manası:
Peygamberin âli, vasıtam benim, Onlar, Allah’a vesilem benim,
Umarım sağ elime verilir yarın, Onlar sebebiyle sahifem benim.2
Vahhabiler ortaya çıkıncaya kadar, gerek selef olan Ashab ve Tabiinden ve onlardan sonra gelen alimlerden hiç kimse vesileyi inkar etmemiştir.3
Hasan (Radiyallahu anhu) rivayeti ile Resûl-i Ekrem (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz buyurdu:
“Allah’u Teala Azze ve Celle buyurdu: Bir kulum üzerine benim ibadetim ile meşgul olmak galebe çalarsa, onun gönlünü, arzusunu ve lezzetini zikrime koyarım. O benim zikrimden lezzet alır, yapmaya doymaz. Arzusu ben olurum. Ne zaman ki onun gönlünün arzusunu ve lezzetini zikrime koydum mu o bana aşık olur. Ben de ona hemen aşık olurum. O kulum bana aşık, ben de ona aşık olunca aramızdaki perdeleri kaldırırım. O kulum insanların yanıldığı zaman yanılmaz. Onların sözleri Peygamber sözüdür. Onlar hakkıyla ebdaldır ki, (bizim lisanımızda kırklardır.) Onlar öyle kimselerdir ki, ne vakit yer yüzüne ukubet veya azap vermek istersem, onlar yer yüzünde bulunduğu için (sırf onların hatırına) belayı vermekten vaz geçerim.1
Enes İbn-i Mâlik (Radiyallahu anhu)’dan rivayetle Resûl-i Ekrem (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz buyurdu ki:
“Ümmetimden kırk kişiden yeryüzü boş kalmaz. Bunlar İbrahim Halirur-Rahman gibidirler. Onlarla yağmur yağar, onlarla zaferler olur. Harpler kazanılır, onlardan birisi ölse Allah’u Teâlâ başkasını yerine getirir ve kıyamete kadar böyle devam eder/’2
Abdullah bin Beşir (Radiyallahu anhu)’dan rivayetle Resûl-i Ekrem (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz buyurdu ki:
“Konstantin (İstanbul) şehri muhakkak feth olunacak. Onu feth eden kumandan ne güzel kumandandır. Onun askeri de ne güzel askerdir.”
Fatih Sultan Muhammed Han hazretleri, Peygamberlerden, evliyaullahlardan, sağ olan velilerin ruhaniyetinden, Allah’ u Teâlâ’dan nasıl yardım istediğini kasidesinde şöyle anlatıyor:
1. İmtisali Cahidû fillah oluptur niyyetim, Dini islamm mücerred gayretidir gayretim.
2. Fazlı hak ve himmeti cündü ricalullah ile, Ehl-i küfrü serteser kahreylemektir niyyetim.
3. Enbiya-u Evliyaya istinadım var benim,
Lütfü Hakktandır heman ümidi fethu ve nusratım.
4. Nefsim ve malımla nola kılsam cihanda içtihad, Hamdulillah var gazaya sad hazaran rağbetim.
5. Ey Muhammed! Mucizat-ı Ahmed-i Muhtar ile, Umarım galib ola eday-ı dine devletim.
Kasidenin izahı:
1. Kur’ân’da; “Câhidu fillah” Allah için cihad edin ayetine göre harbetmek niyetim var. Şan, şeref değil, toprak almak değil, dünya malı değil, Allah’u Teâlâ emrettiği için harbedeceğim. Bir tek gayem, din-i islâmı yükseltmektir. Gayretimin hepsi onadır.
2. Allah’u Teâlâ’nın fazlı keremi ile, başta Allah’u Teâlâ’nm yardımı ile, bir de “Cündü ricalullah” yardımı ile. (“Cünd;” Dünyadan gitmiş kabirde yatan evliyalar ve peygamberler’in ruhaniyeti yardımı ile, “Ricalullah:” Hayatta sağ olan velilerin himmet ve yardımları ile).
1 Ahmed Bin Hanbel, Müsned, Hadis No: 18189; Taberani, Mu’cem’ul Kebir, Hadis No: 1202; Mehmed Emre, Kırk Mevzuda Kırk Hadîs Kitabı, Osmanlı yaymevi, İstanbul, Hadis No: 28.
Yeryüzünde küfür ehlini peyder pey (zaman zaman) kahretmek, yok etmektir niyetim.
3. Peygamberlere ve evliyalara çağırıp onlardan yardım istemem, yardım almam var benim. En büyük yardım, en büyük ümidi, Allah’tan umuyorum. Allah’u Teâlâ’dan bekliyorum.
4. Nefsimle, yani vücudumla, malımla, ne olur harbe bir girebilsem, harb etsem. Elhamdülillah, Allaha şükür, harbetmeye yüzbinlerce iştahım var, rağbetim var.
5. Ey Muhammedi Senin mucizatm Ahmed-i Muhtar
isminin hürmetine. Umuyorum ki yaptığım ve yapacağım
harblerde galip olacağım. Bu din-i mübini yükselteceğim,
her tarafa yayacağım.
İşte yardımı önce Allah’u Teâlâ’dan sebepsiz istediğini, ayrıca Allah’u Teala’nm sevdiği kulları (peygamberler ve evliyaları) vesile ederek de, istediğini söylemektedir. Yazdığımız tüm delillere göre yardım vesilesiz direk Allah’u Teâlâ’dan istenebileceği gibi, veli kullarını vesile ederekte Allah’u Teâlâ’dan istenebilir.
Câbir (Radiyallahu anhu)’dan o şöyle nakletmiştir:
Bir gazada Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) ile beraberdik. Buyurdu ki: “Medine de evde hastalığından veya ihtiyarlığından dolayı bıraktığınız kimselerin içinde öyleleri var ki, sizinle beraber dağları geçer, ovaları, vadileri aşarlar/’1 Yani sizinle beraber harb ederler. Sizin harbi kazanmanıza yardımcı olurlar, harbi kazanırlar, siz anlayamazsınız, demektir.
İbn-i Ömer (Radiyallahu anhuma)’dan Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
“Allah’u Taala, bir sâlih müslümanın bereketi hürmetine, komşularından yüz tane evden belayı defeder/’1
Ebu Nai ve İbn-i Asakir’den nakledilen Hadis-i Şerifte İbn-i Mes’ud (Radiyallahu Anhu)’dan Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
“Yer yüzünde Allah’u Teala için, üçyüz kâmil insan vardır. Onların kalpleri Adem (Aleyhisselam)’m kalbi üzerindedir. Onların içinde Allah için, kırk veli daha vardır. Kalpleri Hz. Musa’nın kalbi üzerindedir. Onların içinde, yedi kişi daha vardır ki, onların kalbi Hz. İbrahim’in kalbi üzerindedir. Onların içinde, beş veli daha mevcuttur ki, onların kalbi ise Cebrail (Alayhisselam)’m kalbi üzerindedir. Onların içinde, üç kişi daha vardır ki, kalpleri Mikail (Aleyhisselam) kalbi üzerindedir. Allah’u Teala’nm bir velisi daha vardır ki, onun kalbi de İsrafil (Aleyhisselam)’in kalbi üzerinde bulunmaktadır.Bu zat vefat edecek olursa noksanlıktan münezzeh bulunan Allah, onun yerine üçlerden birini geçirir. Üç kişiden biri vefat edecek olursa, ona bedel olarak, beşlerden birini onun mevkine geçirir. Beşlerden biri ahirete irtihal ederse, yedilerden birini onun makamına tayin eder. Yedilerden biri vefat edecek olursa onun makamına kırklardan birini bedel verir. Kırklardan bir kişi ahirete göçecek olursa Allah onun makamına Üçyüzler’den birini geçirir. Üçyüz kişiden biri ölecek olursa onun yerine Allah umum halktan birini geçirir. Allah’u Teala, bunlar sebebiyle ümmetten belayı uzaklaştırır/’1
Ebû Hüreyre (Radiyallahu Arımı)’dan Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) dedi ki: Allah’u Teala şöyle buyurdu:
“Her kim benim evliyamdan birine düşmanlık eder ise, bana karşı harb ilân eyledi. Kulum bana Farz (namazı) kılarken yakın olduğu gibi (başka) bir şey ile yakın olamaz. O kulum nafilelere çalıştığı halde benden uzak olamaz. Hatta o kulumu severim. Bir kulumu sevdim mi; onun işiten kulağı ben olurum, benim ile işitir. Gören gözü ben olurum, benim ile görür. Eli benim ile tutar ve ayağı benim ile yürür. Eğer benden ne ister ise istediğini veririm. Bana sığınır ise ben muhafazama alırım/’1
Sahih-i Müslim’de ve diğer bir çok Sahih hadis kitaplarında rivayet edilen Hadis-i Şerifte, Ebû Hüreyre (Radiyallahu anhu)’dan Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
“Saçı dağınık, herkes tarafından hakir görülen öyle adamlar vardır ki, şayet bir şeyin olması için Allah üzerine yemin ederse, muhakkak Allah’u teala onu bu yemininde doğru çıkarır. “2
İşte insanların, veli kulları vesile etmeleri, o zatların sıradan insanlar gibi olmamaları ve Allah’u Teala’ya olan bu yakınlıklarından dolayıdır.
Sure-i İsra, Âyet 82:
“Biz Kur’an-ı mü’minlere şifa ve rahmet olarak indirdik/’
Hz. Ali (Radiyallahu anhu)’dan Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
-“Kur’an bütün hastalıklara şifadır/’1
Sure-i Al-i İmran, Âyet 47-51:
Hz. Meryem de: “Ya Rabbi! Bana hiçbir insan dokunmadığı halde çocuğum nasıl olur? deyince, Cebrail (aleyhis-selam): “Allah’u Azim’uş-şan dilediğine böyle halk eder (yaratır). Bir şeyin olmasını istediği vakit: Ol, der. Hemen olur, ve senin oğluna kitap, hikmet, Tevrat ve incil’i öğretir, ve oğlunu İsrail oğullarına peygamber olarak gönderir,” dedi. İsâ (aleyhis-selam) da: “ben size Rabbinizden mucizat ile geldim. Ben size çamuru kuş şeklinde yaparım ve ona üfürürüm. O da bi iznillah (Allah’ın izniyle) kuş olur, uçar. Anadan doğma körlerin gözlerini açar ve ebrasları (vücudunda beyaz lekeler çıkan hastaları) bu illetten kurtarırım. Ve Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim. Yediğiniz ve evlerde sakladığınız şeyleri size haber veririm. Eğer iman ederseniz bunlar sizin için birer mucizedir. Benden evvel nazil olan Tevrat’ı tasdik ve Tevrat’ta size haram olanlardan bir kısmının helal olduğunu beyan eder olduğum halde Allah tarafından apaçık ayetler ile size geldim. Allah’u Azim’uş-şan’dan korkunuz ve bana itaat ediniz. Şüpesiz Allah’u Azim’uş-şan, benim ve sizin Rabbinizdir. Ona itaat ve ibadet ediniz. Doğru yol budur,” dedi.
Yine bu Âyeti Kerime’de Hz. İsa (Aleyhis-selam)’ıun “Ben size çamuru kuş şeklinde yaparım ve ona üfürürüm. Anadan doğma körlerin gözlerini açar ve ebrasları (vücudunda beyaz lekeler çıkan hastaları) bu illetten kurtarırım. Ve Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim,” diye ifade etmesi vesilenin en bariz örneklerindendir. Öldüren ve
1 Sünen-i ibn-i Mâce, Kitab’üt-Tıb41.
dirilten ancak Allah’u Teala olmasına rağmen, Allah’u Teala diriltir, demiyor, “Allahm izniyle ben diriltirim,” demek suretiyle, bu olaya vesile olduğu, açık bir şekilde Ayet-i Kerime’de ifade edilmektedir.
Hz. Âişe (Radiyallahu anha)’dan rivayet edilmiştir; o dedi ki:
“Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) rahatsızlandığı zaman kendi kendine Muavvazâteyn surelerini (yani felak ve nas surelerini) okur ve üfürürdü. Kendisinin ağrısı şiddetlendiği zaman bu sûreleleri ona ben okurdum ve bereketini umarak eliyle vücudunu sıvazlardım.1
Hz. Aişe (Radiyallahu anha)’dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir:
“Resulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) göz değmesinden dolayı, okumayı bana emretti, yahut mutlak olarak emretti/’2
Ümmü Seleme (Radiyallahu anha)’dan rivayet edildiğine göre, o dedi ki:
1 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 23585.
2 Sahih-i Buhari Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadis No: 932.
“Resullah (Sallallahu aleyhi vesellem) ümmü selemenin odasında yüzünde sarılık eseri bulunan bir kız çocuğu görünce, bu kızcağızı okutunuz, buna nazar değmiştir.” buyurmuştur.1
Hz. Aişe (radiyallahu anha) dan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:
”Nebi (Sallallahu aleyhi vesellem) her (zehirli) iğnesi olan hayvanın zehirlenmesinden dolayı ona okuyup üflemek suretiyle, şifa dileğinde bulunmamıza müsade etti.”2
Hz. Aişe (Radiyallahu anha)’dedi ki:
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) hastaya okuduğunda: “Allah’ın yardımı ve izniyle bizim toprağımız, bazımızın tükrüğü ile şifa bulur/’3 buyurdu. Rasulul-lah (Sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz mübarek parmağını tükürüğü ile ıslatıp temiz toprağa bulaştırarak hastaya sürer ve böyle dua ederdi. İyi kişilerin teberrüken yapacakları bu şekildeki dua bazı hastalara Allah’m izniyle şifa verir.4
Bu Hadis-i Şerife göre, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in benim halifelerim dediği büyük zatların hayattayken Kur’an-ı Kerim okuyarak hastaya üfürmesi ve tükürmesi caizdir, şifadır. Aynı şekilde o zatın vefatından sonra kabirlerine gidilmesi ve orada onları vesile ederek, Allah’u Teala’dan şifa istenmesi ve oradan toprak alarak rahatsız olduğu yerlerine ilaç gibi sürmesinde bir mahsur yoktur.
2 Ayet-i Kerime’de Allah’u Teala hazretleri: “Kuran-ı Kerim’i müminlere şifa ve rahmet olarak indirdiğini/’1
3 söylemektedir. Kuran-ı Kerim Allah’u Teala’nm kendi kelamıdır. Kuran-ı Kerimde şifa bu Ayet-i Kerime’ye göre kesinlikle vardır. Ancak bu şifa Kuran-ı Kerim’in neresindedir ve bu şifa nasıl etki gösterip ortaya çıkar? Yukarıda yazdığımız Sûre-i Âl-i İmran, 47 ile 51. Ayet-i Kerimeler’de; Hz. İsa (Aleyhis-selam), ölüleri diriltirim, körlerin gözlerini açarım, hastaları iyileştirim, çamurdan kuş yapıp üfleyip canlandırırım demektedir. Hz. İsa (Aleyhis-selam), bu Ayet-i Kerime’ye göre, Allah ile kul arasına girmiyor mu? Kuran-ı Kerim ile aslı bozulmamış İncil ve Tevrat’ta olan bu şifalar neden kendiliğinden değil de, peygamberlerin okumasıyla oluyor. Bu açık bir şekilde, vesile değil mi? Bu durum şunu açıkça göstermektedir ki, Allah’u Teala, Kuran-ı Kerim ve diğer kitaplardaki şifayı peygamberlerini ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin; “halifelerim” diye ifade ettiği, veli kullarını vesile ederek vermektedir.
4 Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’in halifelerinin kimler olduğuna dair Hadis-i Şerif:
5 Hasan (Radiyallahu anhu)’dan Resûl-i Ekrem (Sallallahu aleyhi vesellem) dedi ki:
6 “Allah’u Teâlâ’nın rahmeti, benim halifelerime olsun. (Sahabe-i Kiram): Ya Resûlullah! Senin halifelerin
7 1 Sure-i Isra, Ayet 82.
8 kimlerdir? Dediklerinde, buyurdu ki: Sünnetimi ihya eder ve nâsa da öğretirler/’1
9 Yukarıda geçen Hadis-i Şeriflerde de açık bir şekilde, hasta olanlara Kuran-ı Kerim’den Ayefler okuyarak üflenmesi gerektiği söylenmektedir. Bunların tamamı, vesileye en güzel delildir. İşte bu kadar deliller açıkça göstermektedir ki; Ehl-i Sünnet itikadına göre, peygamberlerin ve büyük zatların hürmetine onları vesile ederek Allah’u Teâla’dan istekte bulunmak caizdir. Bu şekilde vesilenin hiçbir mahsuru olmadığı gibi Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz hem kendisi yapmış hemde Ashabına tavsiye etmiştir. Bu kadar açık Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şerifler varken bunu inkar etmek küfrü gerektirir.