Ali Eren

Terör mü Harp mi? Veya suçlu kim?..

Civanlarımızı birer birer toprağa veriyoruz. Bu terör denilen şey neyin nesi? Terörist kim?

Terör şu imiş: Toplum ve kurumları hedef alıp, kanunlara karşı gelerek vahşîce, yıkıcı, kırıcı, korkutucu, yıldırma hareketlerinde bulunma. Tedhiş.

Bu âdî işin failleri, asker veya polisle karşı karşıya gelmek istemez, karşılaşınca da kaçardı. Esasen, bu suçları işlemeyi kafalarına koyanlar, karşılaşmamak için asker ve polisten uzak yerleri tercih ederlerdi. Bizim çocukluğumuzda, şehir içinde bir cinayet işlenmesi büyük hadise idi. Herkes, “Hayret be! Olacak iş mi? Adam şehrin göbeğinde, askerin polisin yanı başında adam öldürmüş” derlerdi…

Yavaş yavaş büyüyen bu belanın nereden nereye geldiğinin farkında olalım. Önce şehirlerde başladı. Sonra çoğaldı ve sıradan bir hadise/haber haline geldi ve “Şehrin göbeğinde” olması hayret edilecek bir şey olmaktan çıktı. Önceleri, kâtiller asker veya polis gelmeden kaçıyorlardı. Buna iyi denilmez ama bu kadarla kalsa iyiydi. Ama artmaya, kudurmaya devam etti. Asker ve polisi yani doğrudan devleti hedef almaya başladı. Artık polis karakollarına, askerî birliklere alenî baskınlar yapıyor…

Bu hal birden olmadığı için tesbit ve teşhiste yanılmamalı, vaziyetin ne iken ne hale geldiğini bilmeli, memleketin halini iyi görmeliyiz. İş, silahlı kuvvetleri müdafaa haline dönüşmüş. Önceleri asker ve polisten kaçan cânîler şimdi asker ve polise hücum ediyor, icabında öldürüyor icabında, esir alıyor…

Haberleri dinliyoruz: Şu kadar terörist ölü olarak ele geçirildi, şu kadar asker de şehit oldu….

Şunun ismini bari doğru koyalım artık. Bunun adı terör falan değil. Terör kelimesi artık mevziî kalıyor. Basbayağı bir harp yaşıyoruz harp….

İki silahlı gücün açıktan açığa çarpıştığı, her iki taraftan birinin diğerine göre bazen daha az bazen daha çok zâyiât verdiği bir hâdisenin adı  basbayağı harptir…

İster terör denilsin ister harp. Ortada, üzüntülü bir durum var. Bunun bitmesi lâzım ama niye bitmiyor?

Bu  millet büyük bir millet mi? Evet. Türkiye güçlü mü? Evet. Öyleyse bu belanın devamı niye? Hem büyük hem güçlü olduğumuz halde, PKK denilen çapulcu vampirin hakkından niçin gelinemiyor? Demek ki ortada bir hata, bir yanışlık, bir eksiklik var. Galiba teşhis edilecek en mühim nokta bu…

***

Memleketlerin iyi ve kötü idare edilmesinden hükümetler sorumludur. Ülkede bolluk, ucuzluk ve rahatlık yaşandığında bunu kendisine mal edenler, ülkede yaşanan acıların da muhatabıdırlar. Böyle demekle PKK belasının suçlusunun bu 5 senelik iktidar olduğunu söylemek istiyor da değiliz.

Hatta suçlu bu iktidar olmadığı gibi daha önceki iktidarları suçlu addetmek de doğru olmaz. Bir iktidar PKK’ya bile bile imkan vermiş olmalı ki suçlu sayılsın. Oysa, hiçbir iktidara böyle bir suçlama yapılamaz. Ancak, suç yoksa da ortada hata, gaflet ve iktidar zafiyeti de yok demek değil. Zafiyet yok da PKK niye var? Önceden var olabilir ama durmadan can yakmaya nasıl devam edebiliyor?

Evet, “Bunun sorumlusu biz değiliz. PKK bizim zamanımızda ortaya çıkmadı” diyerek mes’ûliyeti üzerlerinden atmadıkları müddetçe iktidarlar suçludur demiyoruz. Ama her ağzını açan iktidar mensupları böyle söylüyor. Yani kimsede hata yok da suçlu uzaylılar mı?

Hükümet 5 senelik, PKK ise daha eski ve daha yaşlı. Onun için, elbette tek sorumlu iktidar değil. Ama, PKK kurulduğundan beri ne kadar hükümet gelip geçmişse hepsinin ayrı ayrı vebali yok mu? Hatta PKK’nın kurulmasına sebep olan zemini yok etmeyen  hükümetler sorumlu değiller mi?

Yukarıda iktidar zafiyetinden bahsettik… Dünkü dağ eşkiyaları Talebânî ve Barzânî, inlerinden şehre inemezken, Türk pasaportuyla seyahat edebiliyorlardı. O zamanki yöneticilere, “Bunlar iyilikten anlamaz. Ellerine imkan geçince size bitlerini bile vermezler” denilseydi, yöneticiler bu sese kulak verirler miydi? Dinlemezlerdi bile. Öyleyse şimdi, “PKK’nın elebaşılarını bize teslim edin” isteğimize karşı verdikleri “Size kedi bile vermeyiz” cevabını hazmetmeye çalışıp duralım…

İktidar zafiyeti işte budur. Muhatabını bilememektir, bu cevaba vesile olacak sözü söylemektir…

Herifçibaşı iyi ki, “Teslimini istediklerinizin lideri daha önce size teslim edilmedi mi? Onu teslim aldınız ne oldu ki benden diğerlerini istiyorsunuz?” demedi. Deselerdi, bu kedi sözündün daha ağır gelmez miydi? Evet, biz Apo’ya ne muamele yapıyoruz? Hizmetçilerle her ihtiyacı görülmüyor mu?

Birden 12 şehit verilince, zirvede ardarda toplantılar yapılması da ayrı bir husus. Şehitlerin toptan gitmesi de acı teker teker gitmesi de.  Oysa besili Apo zaman içinde 35 binden fazla can almıştı.

Bir de acı espri yapalım: Nasıl olsa her şeyin çaresi demokraside. Çünkü demokrasi her derde deva. Öyleyse PKK’lılara da birer demokrasi iğnesi enjekte edip bu beladan kurtulsak olmaz mı?…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu