Ali Eren

Din Kültürü kitapları Yanlışlarla Dolu

İnanç/din, dedelerimizin tabiriyle “İnsanın lazım-ı gayri mufârıkı”dır; insanın ondan ayrı olması mümkün değildir. Mümkün değildir çünkü ilk insan Hazreti Adem aynı zamanda ilk peygamberdir. İnsanlık tarihi ilahi din ile beraber başlamıştır.

Kainatın en üstün varlığı olan insan elbette başı boş bırakılacak değildi.  Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu husus şöyle hatırlatılır: “İnsan başıboş bırakılacağını mı zannediyor!” (Kıyamet suresi, ayet:36)

İnsanları, inançları yönlendirir. Onun için inançtan daha mühim bir şey düşünülemez.

Bu kaide, şahıslar hakkında da aileler hakkında da milletler hakkında da aynıdır. Şahısları, aileleri ve milletleri yönlendiren tek saik, inançtır.

İnanç meselesi bu kadar mühim olduğuna göre, gönül ister ki bu milletin fertlerine doğru din doğru olarak okutulup öğretilsin, sevdirilsin ve bu milletin evlatları o yola yönlendirilsin.

Bu girişten sonra, bu masum arzumuzun ne kadar yerine getirildiğini görmek için ilköğretim okullarımızda ders kitabı olarak okutulan “Din Kültür ve Ahlak Bilgisi” kitaplarına şöyle kabataslak bir göz atalım.

Din Kültürü dersleriyle hedef, çocuklarımıza İslam dinini doğru olarak anlatmaksa, bir müslümanın günlük hayatının nasıl başlayıp nasıl devam etmesi gerektiğinin öğretilmesi gerekir. Müslüman, sabah kalkar kalkmaz, sabah namazını kılmak için önce abdest alır.

Fakat, mesela 4. sınıf Din Kültürü kitabında böyle anlatılmıyor. Sabah kalkınca abdest alınacağı değil, aksine yüz yıkanacağı öğretiliyor. (Sahife:34)

Buna “Efendim, o yaştaki çocuklara namaz farz değil ki abdest anlatılsın” şeklindeki bir itiraz yanlış olur. Çünkü gaye İslam dinini öğretmekse Peygamberimiz (s.a.v.) bunu bildirmiş: “Çocuklarınıza, 7 yaşına gelince namaz kılmayı emredin.”

İlköğretime başlama yaşı 7’dir. Demek ki çocukların o yaşta namaza başlatılması gerekiyor. Dördüncü sınıftaki çocuk ise en az 11 yaşına gelmiş olmaktadır. Hala namaza başlamadıysa tam 4 sene gecikmiş durumdadır. Oysa, namazı yanlışsız kılabilmesi için, dört sene öncesinden namaza başlaması lazımdı. O yaşa kadar namaza başlatılmamış olmanın eksikliği bir tarafa, ona hala abdest bile öğretilmemiş ve hala öğretilmiyorsa varın zararı hesap edin…

Dikkatinizi çekerim! Peygamberimiz, “7 yaşına gelen çocuklarınıza abdest almayı öğretin” demiyor, namaz kıldırmamız gerektiğini buyuruyor, Abdestsiz namaz olmayacağına göre, o yaştaki çocukların namaz kılabilmeleri için abdest almayı daha önce öğretmemiz icap ediyor.

Yani 7 yaşında namaz, daha önce de abdest…

Şimdi bir de Milli Eğitimimizin okuttuğu 4. sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitabına bakalım. Onda ne deniliyor? Bırakın 7 yaş öncesini, 11 yaşındaki çocuklara bile abdesti öğretmiyor da “Sabah kalkıldığı zaman yüzün yıkanması gerektiği” öğretiliyor…

Kitapta, elleri sabunlamaya, dişleri fırçalamaya, çocuklara abdestten daha zor gelecek olan duş almaya bile teşvik var, fakat abdestten bahis bile yok…

İleriki sahifelerde abdestle ilgili ayetin manası veriliyorsa da o da, “Abdestin namaz için şart olduğu” şeklinde değil de “Bir temizlik olduğu” anlatılarak veriliyor…

Oysa abdest alan büyük sevaba kavuşur. Abdest suyu vücuttan damlalar halinde ayrılırken, insanın günahı da onunla beraber dökülür. Bunlar anlatılamaz mıydı? Abdest ibadet niyetiyle değil de sadece temizlik kastıyla alınırsa, olur mu?

İkinci husus: Kitapta, az bir kısmı çekim, çoğu da el çizimi olan birçok resim kullanılmış. Saydık; kadın/kız resmi olan 41 resim var. Bunlardan sadece birisinde bir kadının başörtüsü var, kalan 40 resmin tamamında, kadın ve kızların başları açık olarak gösterilmiş.

İyi ama niçin? Bunda bir art niyet yoksa, niçin 41 tanede 40’ının başı açık?

Diğer bir husus: Kitapta, ayrıca 70-80 kişiyi gösteren ve kadınların daha çok olduğu bir kalabalık fotoğrafı var. (Sahife 51, resim: 31)

Resimdeki kadınların hiç birinin başörtüsü yok, tamamının başı açık…

Bu durum karşısında insanın aklına “Bunun sebebi ne? Çocuklarımıza İslamda başörtüsü olmadığı fikri mi aşılanmak isteniyor?” sorusu gelmez mi?

Aynı resmin altına, bir de öğrenci ağzıyla şöyle bir yönlendirme sözü konulmuş:

“Hiçbir ayrım yapmadan tüm insanları sever ve onlara saygı duyarım.”

Yani çocuklarımız hiçbir ayrım yapmadan bütün insanları sevmeye ve saygı duymaya yönlendiriliyor Müslümanlar yavrularını böyle düşüncelere yönlendirmek –en hafif değerlendirmeyle- büyük bir yanlıştır. Onun için, kabul edilmesi mümkün olmayan bu sözün üzerinde biraz durmak isteriz:

İnsanların iyisi var kötüsü var. İyi ile kötü aynı mıdır ki, tüm insanlar hiç ayrım yapılmadan sevilsin! Ayırım yapmaksızın kötü insanları da iyileri sevdiğimiz gibi sevecek olursak, bir manada kötülüğü mühimsememiş üstelik takdir etmiş oluruz.

Bütün insanları “Hiçbir ayrım yapmaksızın sevmek ve saygı göstermek” İslam diniyle taban tabana zıttır. Nice din, vatan, bayrak düşmanları, nice caniler, nice müzmin esrarkeşler, ırz ve namus düşmanları var. Çocuklarımız, bu kötülüklere ayrılmamacasına yapışmış olan bu insanları, bu huzur düşmanlarını diğer insanlaradan ayırmadan sevmeli midirler! El-insaf…

Nerede kaldı, İslamın “Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek” prensibi?

Karikatürlerle sevgili Peygamberimiz’e hakaret edenler, İslam ve Peygamberimiz hakkında ağza alınmayacak sözler söyleyenler, genç-ihtiyar, büyük küçük demeden onbinlerce masum insanın kanını dökenler, diğer insanlardan ayrılmayıp nasıl sevilip sayılırlar?!!

Çocuklarımız, üç ilah inancına sahip Hıristiyanları ve kendilerini dünya efendisi, diğer insanları da köle kabul eden Siyonistleri sevmeye ve saygı göstermeye nasıl yönlendirilir?

Peygamberimiz (s.a.v.) de ashabını, “Allah en hayırlı insanları bana ashab olarak verdi” diyerek övmüş, Müslümanlar için şaşmaz ölçüsü Kur’an-ı Kerim de ashab-ı kiram hakkında, “Kafirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında gayet merhametlidirler.” buyurmuştur. (Fetih suresi, ayet: 29)

İşte, Allah ve resulü tarafından en üstün övgüye mazhar olan ashabın tavrı… Onlar, “Hiçbir ayrım yapmadan tüm insanları sever ve onlara saygı duyarım” demiyor ve Kur’an’ın bildirdiğine göre, inançlarına düşman olanlara karşı “Çok şiddetli” oluyorlardı.

Allah ve resulünün övdüğü ve bize en güzel nümune olan bu mübarek zatların tavırları elbette ki en doğru tavır, yaptıkları da yapılacak olanların en güzelidir. Biz Müslümanlar da ashab-ı kiramı örnek almak durumundayız. Ancak o takdirdedir ki, yanlışa, hataya, günaha düşmez, işin en güzelini ve en doğrusunu yapmış ve böylece Allah’ın rızasına kavuşmuş oluruz.

Allah (c.c.) böyle insanların nasıl kimseler olduğunu nasıl hareket edeceklerini bildiriyor:

“Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı şiddetlidirler.” (Maide suresi, ayet: 54)   

Evet… Görüldüğü gibi İslamın ölçüsü, bütün insanları hiç ayırım yapmadan sevmek ve saygı duymak değil, mü’minlere karşı yumuşak, İslama düşmanlarına karşı da sert olmaktır.

Sayısız ayetlerde kötülenip cehennemde sonsuz kalacakları haber verilen inkarcılar, Müslümanlar tarafından nasıl sevilip saygı duyulabilir?

Şu kadar var ki, Müslüman olmadığı halde kendi halinde yaşayıp bizim dinimize dil uzatmayanlar, bizden de sertlik görmeyeceklerdir.

Netice: Allah’ı sevmeyen ve ona inanmayan, Allah tarafından da sevilmeyen insanların sevilmeleri gerektiğini, Din Kültürü kitaplarında okumak çok çok üzücü ve incitici olmuştur.

İşin diğer bir acı tarafı ise, böyle yanlışların sadece 4. sınıf Din Kültürü kitabındaki hatalardan ibaret olmadığıdır. 5, 6, 7 ve 8. sınıf Din Kültürü kitaplarında da birbirinden ağır yanlışlar var.

Yazımızı şu sorularla bitirelim: Hz. İbrahim ile Nemrut arasında, Hz. Musa ile Firavun arasında ve Peygamberimiz’le Ebucehil arasında nasıl ayırım yapılmaz? Nasıl ayırım yapılmayıp hepsi de sevilir ve hepsine saygı gösterilir?

“Ebucehil’i de Hz. Muhammed gibi severim” demek İslam dairesine sığmaz…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu