Dinlerarası DiyalogRisale-i Nur

Said Nursi: Âhir Zamanda Hz. Îsâ’nın Dîn-i Hakîkîsi Hükmedecek

“Çünkü âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedi’ye (s.a.v.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş ve madem âhir zamanda Hz. İsa’nın (a.s.) din-i hakîkisi hükmedecek, İslâmiyet’le omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hz. İsa’ya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şahadet denilebilir.” (Kaynaklı, İndeksli, Lügatli Risale-i Nur Külliyatı, Nesil Basım Yayın, İstanbul 1996, II,1615.)

Resulullah (s.a.v.) “Yemin olsun ki ben size kusursuz bir din getirdim, Ehl-i Kitaba bir şey sormayın; kendileri sapmışken sizi hidayete erdiremezler, onlara sorarsanız ya bir bâtılı tasdîk eder ya da bir hakkı yalanlarsınız. Musa hayatta olsaydı, bana tâbi olmaktan başkası ona helâl olmazdı. Musa aranızda olsa, beni bırakıp ona tâbi olsanız dalâlete düşersiniz. Siz ümmetlerden benim payıma düşensiniz, ben de nebîlerden sizin payınızım. buyurmuştur.” (Abdurrezzâk, Musannef, VI, 113, 114; X, 313-314)

“Hani Allah, peygamberlerden: ‘Size kitap ve hikmet verdikten sonra nezdimizdekileri tasdik eden bir resûl geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz.’ diye söz almış ve ‘Kabul ettiniz mi?’ dediğinde ‘Kabul ettik.’ cevabını vermişler; bunun üzerine Allah: ‘O hâlde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim.’ buyurmuştu.” (Âl-i İmran s. 81)

Kur’ân-ı Kerîm’in üslûbu ve “mîsâk” ile ilgili âyetler dikkatle incelendiğinde görülür ki, burada kast edilen bizzat peygamberlerden söz alınması değil; onların kendi ümmetlerinden Hz. Muhammed (s.a.v.) geldiğinde ona imân edeceklerine ve destek vereceklerine dâir söz alınmış olmasıdır. Bu bakış çerçevesinde kalmakla beraber söz verenlerin kapsamını daraltan iki yorum daha vardır: Burada kast edilen, kendilerini peygamberlerin çocukları sayan İsrâiloğulları’ndan veya kendi kendilerini peygamberlik verilmeye daha lâyık gören ehl-i kitapdan alınan sözdür.” (Dinlerarası Diyalog Fitnesi, Prof. Dr. Yümni Sezen)

Bu âyetlerden maksad, ehl-i kitap için bir mazeret olmadığını belirtip onların inatlarını ortaya koymak ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in peygamberliğine işaret eden ve onlarca bilinen şeyleri sayıp dökmektir.1

“…(Hz. Muhammed ) Allahın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.” (Ahzap s. 40) Ayet-i kerime, Resulullah (s.a.v.)’in son peygamber olduğunu bildiren bir delil­dir. Bu konuyla ilgili olarak birçok mütevatir hadis de bulunmaktadır.

Enes b. Mâlik ve Ebu Tufeyl ise şu hadisi bazı farklılıklarla rivayet et­mişlerdir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz ki Resulluk ve Nebilik artık sona ermiştir. Benden sonra ne Resul ne de Nebil gelecektir.” Diğer bir hadis-i şerifte de peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur:”… Ben, bütün yaratıkla­ra Peygamber gönderildim. Peygamberler benimle sona erdi.

İSLAM GÜNEŞİ DOĞDUKTAN SONRA “FETRET GİBİ KARANLIK…” DEVİRLER SON BULMUŞTUR!

“Ey Ehl-i kitap, peygamberlerin arkası kesildikten sonra size, (hakikatleri) söyleyip duran elçimiz gelmiştir. Ta ki, “Bize ne bir rahmet müjdecisi ne de bir azap habercisi gelmedi” demiyesiniz diye… İşte size rahmet müjdecisi de, azap habercisi de geldi artık… Allah, her şeye hakkıyla kadirdir” (Maide. 19)

Bu ayet hakkında hakkında İbn Abbas (r.a), “Cenâb-ı Allah, bununla peygamberlerin gelmesinin kesintiye uğramasından sonra gelen dönemi kastetmiştir demiştir. Arapça’da, birşeyin hızı ve şiddeti yavaşlayıp, önceki şeriatlar ile amel etme hususundaki sebepler ve vesileler zayıfladığı için, peygamberler arasında geçen sürelere de “fetret” denilmiştir. (Fetret devri iki peygamber arasında peygambersiz geçen zamandır. Fetret devri tabiri daha çok İsa aleyhisselamdan, Muhammed (s.a.v.)’e kadar süren zamanda peygamberden uzak yaşayan toplumlar için kullanılmıştır.)

Bil ki Cenâb-ı Allah’ın, ayetteki ifadesi, “Peygamber göndermenin kesilip yavaşlamasından sonra, o (Hz. Peygamber (s.a.v.)) size geldi” demektir. Rivayete göre Hz. İsa (a.s) ile Hz. Muhammed (s.a.v) arasında, aşağı yukarı altıyüz yıllık bir zaman geçmiştir.

Peygamberlerin kesintiye uğradığı bir esnada Hz. Muhammed (s.a.v.)’in gönderilmesindeki fayda şudur: Çok eskiden gönderilmiş oldukları ve üzerlerinden epeyce bir zaman geçmiş olduğu için, önceki şeriatlar değiştirilmiş ve tahrif edilmişti. Bu sebeple, hak, bâtıla; doğru, yanlışa karışmıştı. Bu durum ise, insanların ibadetten uzaklaşmaları için apaçık bir mazeret halini almıştı. Çünkü insanlar, “Ey Rabbimiz, biliyoruz ki sana ibadet etmemiz gerekiyor. Fakat sana nasıl ibadet edeceğimizi bilemiyoruz” diyorlardı. Bundan dolayı, Hak Teâlâ bu mazereti izâle etmek için, o esnada Hz. Muhammed (s.a.v)’i göndermişti. Bu husus âyette “Bize ne bir rahmet müjdecisi, ne de bir azap habercisi gelmedi” demeyesiniz diye” ifadesiyle anlatılmaktadır. Yani, “Biz, bu fetret döneminde o peygamberi size, “Bu vakitte bize ne bir rahmet müjdecisi, ne de bir azap habercisi gelmedi” demeyesiniz diye gönderdik” demektir.

Sonra yüce Allah, “İşte size rahmet müjdecisi de, azap habercisi de geldi artık” buyurmuştur, Bu sebeple bu manîniz zail oldu ve mazeret kapısı kapandı.2

İmam-ı Rabbâni (k.s.) oğluna hitâben yazdığı mektubunda şöyle der:

“Ey yavrum! Bu fakir, çok geniş ve çok derin düşünüyorum da, Peygamberimizin (s.a.v.) haberi yetişmeyen/tebliği ulaşmayan, yeryüzünde, hiçbir yer kalmadığını anlıyorum. Bütün dünyanın, Onun davet nuru ile güneş gibi aydınlandığı görülüyor. Hatta duvar arkasında bulunan, Ye’cûc ve Me’cûc’e bile ulaşmış bulunuyor.”3

Bugün İslâmiyet her tarafa yayılmıştır. Fetret devri diye bir devir veya yer yoktur. Teknolojinin, iletişimin, haberleşmenin çok geliştiği bir zamanda, İslamiyet’ten hiç haberi olmayan kimseler yok gibidir. Günümüzde böyle yerlerin olduğu bir an için düşünülecek olsa bile onların bu durumuna fetret devri denmez, İslâmiyet’i duymayan yerler denebilir. Bunların durumu İmam-ı Azam Ebu Hanife ve İmam-ı Mâtüridî’ye göre, sadece akıllarıyla Allah’ı bilip bilmemekten ahrette hesaba çekileceklerdir. Eş’arilere göre ise kendilerine tebliğ ulaşmamış kimseler bundan da mes’ul değildir. 4

Bu kimselerin uhrevi durumu için İmam-ı Rabbani (k.s.) şöyle demiştir: Dünyanın bir yerinde yaşayıp da, dinden haberi olmayanlar, imanlı olmadıkları için Cennete girmezler. Allah’ı, Cenneti, Cehennemi duymadığı ve inkâr etmediği için Cehenneme de girmezler. Dirildikten ve hesaptan sonra, bütün hayvanlar gibi, bunlar da yok edilir. 5

1 Diyanet Kur’ân Yolu Türkçe Meal ve Tefsiri, c. 2, s. 456 ve ayrıca Taberî, c. 3, s. 331-332; İbn Atıyye, c. 1, s. 463-464; Râzî, c. 8, s. 114-116, Zemahşerî, c. 1, s. 198 bkz.

2 Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c. 6, s. 429-432

3 İmam-ı Rabbani, Mektûbat, 259. Mektup

4 Redd-ül-muhtar

5 Mektubat-ı Rabbanî, Feraid-ül fevaid

(Hak Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar, MİSVAK NEŞRİYAT, İstanbul, 2014)

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu