Risale-i Nur

Said-İ Nursi Kıyametin Tarihini Veriyor

LÂ TEZÂLÜ TÂİFETÜN MİN ÜMMETÎ.Ümmetimden bir taife zail olmayıp devam edecektir. (şedde sayılır, tenvin sayılmaz) fıkrasının makam-ı cifrisi, bin beşyüz kırkiki (1542- M. 2117) ederek nihayet-i devamına îma eder. “Gaybı yalnız Allah bilir.

“ZÂHİRİNE ALE’L-HAK.” “hak üzerinde devam edecektir.” (şedde sayılır) fıkrası dahi; makam-ı cifrîsi binbeşyüz altı (1506- M. 2082) edip, bu tarihe kadar zâhir ve aşikârane, belki galibane; sonra tâ kırk ikiye kadar, gizli ve mağlubiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceğine remze yakın îma eder. Ve’l-ilmû indAllah; “Gerçek ilim ancak Allah Katındadır.” “HATT YE’TİYALLAHÜ Bİ EMRİHΔ “Allah’ın emri gelinceye kadar (yani kıyâmetin kopmasına kadar)” (şedde sayılır) fıkrası dahi; makam-ı cifrîsi binbeşyüz kırk beş (1545- M. 2120) olup, kâfirin başında kıyamet kopmasına îma eder.” (Kastamonu Lahikası, s. 30-31)

Peki bakalım, dinimiz bu hususta neler söylüyor bize:

Mücahit ve İkrime derler ki:

Badiye ehlinden biri Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gelerek:

-Ey Muhammed, bana kıyametin ne zaman kopacağını haber ver. Ülkemizde kıtlık var, bana yağmurun ne zaman yağacağını haber ver. Karım hamile, bana ne doğuracağını haber ver. Bugün ne kazandığımı biliyorum, bana yarın ne kazanacağımı haber ver. Nerede doğduğumu biliyorum, bana nerede öleceğimi haber ver, dedi. Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu:

“Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah katındadır. Yağmuru o indirir, rahimlerde olanı o bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse de nerede öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah, bilendir, haberdar olandır.” (Lukmân Suresi/34) (Kadi, Esbab-ı Nüzul, s. 301)

“Sana (kıyamet) saat(in)den soruyorlar: Gelip çatması ne zaman diye. De ki: ‘Onun bilgisi, ancak Rabbimin yanındadır. Onu tam zamanında açığa çıkaracak olan, yalnız odur. O, göklere de, yere de ağır gelmiştir. O, size ansızın gelecektir.’ Sanki sen, onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: ‘Onun bilgisi, ancak Allah’ın yanındadır. Fakat insanların çoğu bilmezler.’ De ki: ‘Ben kendime, Allah’ın dilediğinden başka ne fayda, ne de zarar verme gücüne sahibim. Eğer gaybı bilseydim, elbette çok hayır elde etmek isterdim ve bana hiçbir kötülük dokunmazdı. Oysa ben, inanan kimseler için, ancak bir uyarıcı ve müjdeciyim.” (Araf Suresi, 187-188)

“Kıyamet gününün vakti hakkındaki bilgi, şüphesiz Allah katındadır. (…)” (Lokman Suresi, 34)

“Kıyamet vakti hakkındaki bilgi Allah’a havale edilir. (…)” Fussılet Suresi, 47)

“Kıyamet vakti yaklaştı. Allah’tan başka onun vaktini bilen de yok.” (Necm Suresi, 57-58)

Resulullah’a kıyamet saati sorulduğunda şöyle buyurmuştur:

“Onu, sorulan sorandan daha iyi bilmiyor.” (Buhārî, Îmân, 37/43; Müslim, Îmân, 1/1.)

İmam Şatıbî şöyle buyurur:

“(…) Yani bunu sormak, faydasız bir soruda bulunmaktır. Çünkü, soran kimsenin onun mutlaka kopacağını bilmesi yeterlidir. Bu yüzdendir ki, Hz. Peygamber Efendimiz, kendisine bunu soran kimseye: “(Vaktini bırak da) onun için ne hazırladın! (Ona bak!)” buyurmuşlar, soru açık olmasına rağmen, o doğrultuda cevap vermek yerine, faydalı olacak bir yöne çekmişlerdir.” (Şâtıbî, Muvafakāt, c. 1, s. 39.)

İşte cifr ve ebcedi ilmin yollarından görme gafletinin sonu budur. Halbuki, ecdadımız ebcedi, doğum ve ölüm tarihi düşürme, isim verme veya şiir yazma gibi hayata edebi bir güzellik ve süs olarak kullandıkları bir husustur. Cifr ve ebcedi, ilim olarak görenler Şiiler, Batıniler ve Hurufilerdir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu